SCHELLING’ İN ESERLERİNDEN SEÇMELER - 2
|
TENNEMANNN’ IN GÖZÜYLE SCHELLİNG
Buraya dek eserlerini çözümlediğimiz Schelling'in sistemini bir de Alman felsefe tarihçisi Tennemann'ın gözüyle ve mantıksal sırasıyle özetlemekte yarar görmekteyiz: Fichte, öznel' in nesnel'i meydana getirdiğini kabul ederek ve bunun aksi de olabileceği iddiasını reddederek, her şeyi ben'den çıkarmıştı. Schelling ise, onun düşüncesine ters bir yol tutarak, doğadan ben'e gidilebileceğini düşündü. Eleştirici yönteme danışmadan, spekülasyona dalınırsa, bu iki görüşe de aynı derecede güvenilebilir. Nitekim, Spinoza da daha önce, gidebileceği kadar uzaklara götürülmüş sistemli bir dogmacılıkla (dogmatisme) nesnel bir gerçekçilik (realisme) örneğini vermişti. Bu görüşler, Schelling'e, birbirine karşıt ve paralel olan iki kısımdan oluşmuş bir çift felsefesel bilim düşüncesini telkin etti:
1. Doğa felsefesi;
2. Deneyüstü felsefe.
Bunlardan birincisi, ben'den hareket eder ve bundan nesnel'i, çeşitli'yi, zorunlu'yu, doğa'yı elde eder. Her ikisinin eğilimi de, birini diğerleri aracılığıyle kavramak, doğa kuvvetleriyle ruh kuvvetlerinin özdeşliğini açıklamaktır. Ortak ilke de şudur: Doğa kanunları, bilinç kanunu gibi dolaysız olarak kendi içimizde bulunabilir; ve bilinç kanunu da dış âlem aracılığıyle kendini kontrol edebilmelidir. Bilinç kanunları, dış âlemde doğa kanunları gibi bulunur. Bununla birlikte, doğa felsefesi, eşyanın türlülüğünü tüketmez; deneyüstü felsefe de, mutlak'a kadar, özü itibariyle yalın olana dek ulaşamaz. Biz, algıcın adi kurallarıyle birliğin sayıca çokluktan ve kendinde birlik ve çokluğu birleştirerek sayıca çokluğun birlikten nasıl çıkabildiğini kavrayamayız; bunların her ikisi de kendilerinde bulunan sonsuzda kaybolurlar. Şu halde, bu iki felsefenin de kaynağı olup, kendinde birleştikleri daha yüksek bir felsefe gerektir. Schelling, bu düşünceyi izleyerek bilimin, bilenle bilinenin kaynaktaki birliği üzerine dayanması gerektiğini düşünmüş, sonra da öznel ve nesnel'in mutlak özdeşliği sistemine, mutlak'ın doğadan ya da Tanrı'dan ibaret olan farklıların farksızlığı (indifference du different) sistemine ulaşmıştır. Bu, ruhumuza, içinde öznel'le nesnel'in örtük olarak ve farksız bir surette yarıştığı (zihinsel dalınç) mutlak bir bilgi edimini getirir.
Schelling, düşüncelerin verdiği mutlak bilgi ile ikinci bilginin birbirine karşıt olduğu sonucunu çıkarır. İkinci bilgiden amacı, algıcın (entendement) soyutlamalarıyle düşünmeye yöneltilmiş olan bilgidir ki, bunun konusu, koşullu, (şartlı) bireysel ve bölünmüş olmaktır ki, bu, algıcın kendine özgü olan türlü soyut bağlılıkları ya da kavramları oluşturur. Mutlak bilginin ise konusu, düşüncelerde dolaysız olarak, kendinden bağımsız ve koşulsuzmuş gibi yakalanan mutlak'tır. Bunun içindir ki, niteliğinin kanununa oranla organik bir bütün olarak gelişen bilim ve birlik içinde öznel'le nesnel bölünmez ve özdeştir; nihayet en yüce noktasına ulaşmış ve Tanrısal şeylerin yüksekliğine yerleştirilmiş olan böyle bir bilim, çabalarımıza son bir sınır çizmeye ve felsefe adını almaya lâyık olan tek konudur. Schelling'e göre, mutlak sonlu ya da sonsuz olmadığı gibi, var olmak ve bilmek veya özne ve nesne olmak da değildir. Bunun içindir ki, özne ve nesne, bilme ve var olma, ruh ve doğa, ülkü (ideal) ve gerçek karşıtlıkları, türlülükleri ve ayrılıkları kalkar; bunlar birbirine karışır; bu itibarla mutlak, birbirinden ayrılmaz bir surette var olmak ve mutlak bilmek ya da her ikisinin ortak özüdür. Ülküselle gerçeğin mutlak özdeşliği, farklının mutlak farksızlığı, birlik ve çokluktur; bir'dir, birlik'tir ve aynı zamanda evren, bütünlük ve bütündür (tout). Mutlak özdeşlik vardır ve onun dışında gerçek olarak hiç bir şey yoktur. Bu itibarla kendinden var olan hiç bir sonlu şey yoktur; var olan her şey mutlak özdeşliktir ve ona özgü
olan gelişmedir. Bu gelişme, tiple damga, tersle yüz, kutupla antipot (kutuplanma kanunu) gibi özdeş olan mutlak'ın ürünü olup, bu mutlak'tan bazen daha ülküsel ve bazen daha gerçek olarak çıkan ve yeniden bütünlük kanunu sayesinde birleşmiş olarak (farklılaşmamış) giren terimlerin karşıoluşları (opposition) sayesinde vukua gelir.
Schelling, mutlak'ın bu hareketsiz tekdüzenliliğinden (üniformite) çıkan boşalmaları (degagements), bazen mutlak'ın ya da ayrım kipinin (mode) bölünmesi, bazen mutlak'ın kendiliğinden meydana gelmesi, bazen de Tanrı'dan düşen inme düşünceler gibi türlü tarzlarda nitelendirir. Bu gösterirler, bize mutlak surette bilme olanağını sağlar; bunun hikmeti de ülküselle gerçeğin mutlak olan özdeşliğidir. Mutlak'ın esaslı şekli, mutlak bilgidir; bilgi içinde, birlik, ikilik haline geçer ve (A-A) formülü ile gösterilebilir. Bu doktrinin başlıca önermeleri şunlardır:
1. Bir tek özdeş varlıktan başkası yoktur: Gerçekliklerine oranla eşya arasındaki her ayrım (fark), nitel değil, saf olarak niceldir; nesnel ya da öznel görüş noktasının, ülküsel ve gerçek olan görüşün üstünlüğünde bulunan sonlu, doğası sayesinde tamamıyla bağıntılı (relatif) bir düşünmenin ürünüdür; ve gerçekliği bir görünüşten ibarettir.
2. Mutlak varlık, eşyanın ebedî üremesi içinde kendini gösterir. Bu şeyler, bu tek varlığın şekillerini oluştururlar. Şu halde her şey, mutlak varlığın belirlenmiş bir şekli altında görülmesidir; ve Tanrısal varlığa katılmayan hiç bir şey yoktur. Bundan,, doğanın da asla ölü olmadığı, ülkü gibi canlı ve Tanrısal olduğu sonucu çıkar.
3. Mutlak'ın bu gösterisi (manifestation), bazen ülküsel ve bazen gerçek olan bir çeşitli üstünlükte rastlanan toptan gelişmenin türlü evrelerindeki karşıolumlar ve bağlılaşmalar (correlations) sayesinde oluşur. Şu halde, karşıolumlar, özdeşliğin ifadesinden başka bir şey değildirler. Bilim, bu gelişmeyi araştırmaktadır. O, eşyanın düşüncelerini, üçlük içindeki özdeşlik ilkesine göre, mutlak'ın temel düşüncesinden ve Schelling'in dediği gibi, bu yapı içinde doğanın gidişinden, yani zaman zaman kapladığı şekillerin ardalanmasından (succession) elde ettiği için, evrenin bir imgesidir (hayal). Bu ülküsel yapı (düşünceler bilimi olan) felsefedir: En yüksek felsefesel görüş, çokluk ve türlülük içinde bağıntılı bir şekilden ve bu şekil içinde de mutlak özdeşlikten başka bir şeyi dikkate almayandır. Schelling'in meydana getirmiş olduğu yapının genel çizgileri şunlardır:
1. Mutlak, ilk şekli içinde bütün (tout);
2. Doğa (ikinci şekline göre mutlak) kendini gösterir ye bunda iki bağıntılı düzen içinde Gerçek Ülkü meydana gelir. Bunlar şu güçlere sahiptirler: Ağırlık - Madde, Gerçek - Bilim, Işın - Hareket, İyilik - Din, Organizma - Hayat, Güzellik - Sanat...
Evrenin düşünülmüş şekilleri olarak daha yukarda da: İnsan (Mikrokozm) - Devlet, Âlemin Sistemi (Dış Evren) - Tarih gelir. Bu suretle Schelling, zihinsel dalınca bağlanarak düşüncelerde eşyanın özünü ve zorunlu şeklini keşfettiğini zannettiği ve olaysal âlemin tamamıyla öznel bir kavramıyla, kendinden şeyler hakkında bağıntılı ve yalın bir inançtan başka bir şey vermemiş olan Kant'ı düzelttiğini iddia etti. Aynı zamanda da ben'i gerçeklik sayan ve doğanın ruhsuz ve hayatsız bir gerçeklik olmadığını, sadece ben'in faaliyetine aykırı bir sınır ya da inkârı meydana getirdiğini sanan Fichte'yi reddettiğini iddia eder. Bu suretle de bilime, evrenin yalnız bize görünenle değil, kendinden (ensoi) olanla da ilgili olan ülküsel bir yapısını vermiş olmakla övünür. Schelling, kendi büyük görüşlerini yüksek bir ustalıkla ve zamanın felsefe sınırlamalarına uymadan geliştirmiş, Eflatun, Bruno ve Spinoza' nm düşüncelerinden başarıyla yararlanmıştır. Schelling, doktrininin doğa felsefesini inceleyen kısmına dair birçok eser yazdığı halde, ülküsel (ideal) kısmı hakkında, yani özgürlük, şerrin kaynağı, Tanrı'nın doğası ve kimliği (mahiyet)... vb. sorunlar hakkında az eser yazdı.
Schelling, ahlâk konusunda şöyle düşünür: Tanrı, ahlâklılığın birinci temelidir. Eğer Tanrı varsa, doğrudan doğruya bir ahlâk âleminin varlığı sonucuna ulaşılır. Ruh, erdem sayesinde yalnız kendi dışında bulunan bir kanuna uymaz; kendi niteliğinin iç zorunluluğuna da uyar. Ahlâklılık, aynı zamanda saf mutluluktur. Bu yüksek mutluluk (beatitude) asla bir erdem ilineği (accident) değildi. Bu, erdemin kendinden başka bir şey değildir. Ruhun merkezle, Tanrı ile birleşme eğilimi, ahlâklılığı oluşturur. Ahlâk, din, bilim ve sanata oranla Tanrısal tipe uygun olarak düzenlenmiş olan kamul (commun) hayat, sosyal düzen, ya da devlettir. Bu, dışsal bir mekanizma içinde zorunluluk ve özgürlüğün doğasıdır. Tarih, bütünlüğü içinde, Tanrı'nın aralıksız olarak ilerlek bir surette gelişen bir ağaca çıkmasıdır. Özgürlük hakkındaki eserinde Schelling, Tanrı'yı, Tanrı düşüncesinin tüm saflığı içinde, biri mutlak var olan Tanrı, diğeri, kendini meydana çıkaran Tanrı olmak üzere bir ikilik içinde görür. Kendini meydana çıkaran ya da gösteren demek, kendinde bulunan varoluş ilkesi (Tanrı'da doğa ilkesi) sayesinde mutlak Tanrı'
dan meydana gelmek demektir. Böylece Tanrı, âlemden örtük - belirtik Tanrı (Deus implicitus explicitus) kişiliği haline gelecek surette tamamlanmış bir varolma koşuluna ulaşmış olur. Doğa tarafından oluşturulan her varlık, iki ilkeyi kapsar: Biri karanlık, diğeri aydınlık olan iki ilke ki, bazı derecelerde bunlar birbirine karışırlar. Bu ilke insanda, zihin ve iradeyle karışmış kişiliktir. Bu ilke, mutlak ve keyifsel bir özgürlük içine yerleştirilmiş gibi sayılırsa, bu suretle de, o ışından, yani tüm doğayı yönetmesi gereken evrensel iradeden uzaklaşırsa, bireysel iradenin evrensel özgürlüğe karşı olan bu isyanından gerçekliği tamamıyle bağıntılı ve karşı olumdan ibaret saydığı şer doğar. Schelling'in yalnız sanatla ilişkisi bakımından incelediği güzel, ona göre, sonluda tasarlanmış olan sonsuzdur. Düşüncelerin tasarımı olan sanat, Tanrı'nın kendini insel ruhta göstermesidir.
Schelling, eserlerinin birinci cildine yazmış olduğu Önsöz'de, sistemini tamamlamadığını, bilimsel olan genel açıklamaların pek geniş olmayan yalın parçalardan başka bir yerde bulunmadığını kaydeder. (Spekülatif Fizik gazetesinin 2. cilt, II. defterinde, s. 164).
Schelling, düşüncelerini ifade etmek için Saint-Martin, Fichte, Schlegel, J. Boehme, Grenzer, Baader... gibi filozofların dilini kullanmış. Romantik Okulun ileri bir filozofu olmuştur. 1803'ten itibaren, "âlemdeki tinsel güçlerin eyleminden kendisini spiritizme ulaştıran bir hayal kurdu ve tüm çabasını, türlü evrelerini doğa ve insanlığın tepelediği (tenkil) büyük Tanrısal dramı hayal etmeye sarf etti" (E. Bre-hier, cilt II, s. 712-713). Onun düşünceleri, mitoloji, tarih, sanat, estetik ve doğa araştırmalarında önemli bir etki yaptı. Schlegel kardeşlerden başka, H. Steffens, Jose Goerres, Fr. von Baader, L. Öken, I. P. V. Troxler, Cr. J. Windischmann... vb. onun etkisi altında geniş bir külliyat meydana getirmişlerdir. Schelling' in Alman felsefe tarihine mal olmuş olan diğer çıraklarının adları Tennemann'ın felsefe tarihinde yazılıdır (cilt II, s. 312-320). Onun metafiziği üzerinde Fransız ahlâkçısı Lamennais, uzun tartışmalara girişmiş; V. Cousin de onun etkisinden kurtulamamıştır. Schelling, Kierkegaard'ın da hayranlığını kazanmıştır.
Schelling'in külliyatı: Sdmmtliche Werke (I. kısım, 10 cilt, 1856-1861; II. kısım, 4 cilt, 1854); W erke, Auswahl (3 cilt, Leipzig, 1907); Mektupları ayrıca 3 cilt olarak Münih'de yayımlandı (1863); 12 cilt, M. Schröter (1927); 8 cilt (1955). Onun doğa felsefesini, Philo-sophie de la Nature adiyle, Jan Kelevitch Fransızcaya çevirdi (1946).
Kaynak: Cemil Sena - FİLOZOFLAR ANSİKLOPEDİSİ
Buraya dek eserlerini çözümlediğimiz Schelling'in sistemini bir de Alman felsefe tarihçisi Tennemann'ın gözüyle ve mantıksal sırasıyle özetlemekte yarar görmekteyiz: Fichte, öznel' in nesnel'i meydana getirdiğini kabul ederek ve bunun aksi de olabileceği iddiasını reddederek, her şeyi ben'den çıkarmıştı. Schelling ise, onun düşüncesine ters bir yol tutarak, doğadan ben'e gidilebileceğini düşündü. Eleştirici yönteme danışmadan, spekülasyona dalınırsa, bu iki görüşe de aynı derecede güvenilebilir. Nitekim, Spinoza da daha önce, gidebileceği kadar uzaklara götürülmüş sistemli bir dogmacılıkla (dogmatisme) nesnel bir gerçekçilik (realisme) örneğini vermişti. Bu görüşler, Schelling'e, birbirine karşıt ve paralel olan iki kısımdan oluşmuş bir çift felsefesel bilim düşüncesini telkin etti:
1. Doğa felsefesi;
2. Deneyüstü felsefe.
Bunlardan birincisi, ben'den hareket eder ve bundan nesnel'i, çeşitli'yi, zorunlu'yu, doğa'yı elde eder. Her ikisinin eğilimi de, birini diğerleri aracılığıyle kavramak, doğa kuvvetleriyle ruh kuvvetlerinin özdeşliğini açıklamaktır. Ortak ilke de şudur: Doğa kanunları, bilinç kanunu gibi dolaysız olarak kendi içimizde bulunabilir; ve bilinç kanunu da dış âlem aracılığıyle kendini kontrol edebilmelidir. Bilinç kanunları, dış âlemde doğa kanunları gibi bulunur. Bununla birlikte, doğa felsefesi, eşyanın türlülüğünü tüketmez; deneyüstü felsefe de, mutlak'a kadar, özü itibariyle yalın olana dek ulaşamaz. Biz, algıcın adi kurallarıyle birliğin sayıca çokluktan ve kendinde birlik ve çokluğu birleştirerek sayıca çokluğun birlikten nasıl çıkabildiğini kavrayamayız; bunların her ikisi de kendilerinde bulunan sonsuzda kaybolurlar. Şu halde, bu iki felsefenin de kaynağı olup, kendinde birleştikleri daha yüksek bir felsefe gerektir. Schelling, bu düşünceyi izleyerek bilimin, bilenle bilinenin kaynaktaki birliği üzerine dayanması gerektiğini düşünmüş, sonra da öznel ve nesnel'in mutlak özdeşliği sistemine, mutlak'ın doğadan ya da Tanrı'dan ibaret olan farklıların farksızlığı (indifference du different) sistemine ulaşmıştır. Bu, ruhumuza, içinde öznel'le nesnel'in örtük olarak ve farksız bir surette yarıştığı (zihinsel dalınç) mutlak bir bilgi edimini getirir.
Schelling, düşüncelerin verdiği mutlak bilgi ile ikinci bilginin birbirine karşıt olduğu sonucunu çıkarır. İkinci bilgiden amacı, algıcın (entendement) soyutlamalarıyle düşünmeye yöneltilmiş olan bilgidir ki, bunun konusu, koşullu, (şartlı) bireysel ve bölünmüş olmaktır ki, bu, algıcın kendine özgü olan türlü soyut bağlılıkları ya da kavramları oluşturur. Mutlak bilginin ise konusu, düşüncelerde dolaysız olarak, kendinden bağımsız ve koşulsuzmuş gibi yakalanan mutlak'tır. Bunun içindir ki, niteliğinin kanununa oranla organik bir bütün olarak gelişen bilim ve birlik içinde öznel'le nesnel bölünmez ve özdeştir; nihayet en yüce noktasına ulaşmış ve Tanrısal şeylerin yüksekliğine yerleştirilmiş olan böyle bir bilim, çabalarımıza son bir sınır çizmeye ve felsefe adını almaya lâyık olan tek konudur. Schelling'e göre, mutlak sonlu ya da sonsuz olmadığı gibi, var olmak ve bilmek veya özne ve nesne olmak da değildir. Bunun içindir ki, özne ve nesne, bilme ve var olma, ruh ve doğa, ülkü (ideal) ve gerçek karşıtlıkları, türlülükleri ve ayrılıkları kalkar; bunlar birbirine karışır; bu itibarla mutlak, birbirinden ayrılmaz bir surette var olmak ve mutlak bilmek ya da her ikisinin ortak özüdür. Ülküselle gerçeğin mutlak özdeşliği, farklının mutlak farksızlığı, birlik ve çokluktur; bir'dir, birlik'tir ve aynı zamanda evren, bütünlük ve bütündür (tout). Mutlak özdeşlik vardır ve onun dışında gerçek olarak hiç bir şey yoktur. Bu itibarla kendinden var olan hiç bir sonlu şey yoktur; var olan her şey mutlak özdeşliktir ve ona özgü
olan gelişmedir. Bu gelişme, tiple damga, tersle yüz, kutupla antipot (kutuplanma kanunu) gibi özdeş olan mutlak'ın ürünü olup, bu mutlak'tan bazen daha ülküsel ve bazen daha gerçek olarak çıkan ve yeniden bütünlük kanunu sayesinde birleşmiş olarak (farklılaşmamış) giren terimlerin karşıoluşları (opposition) sayesinde vukua gelir.
Schelling, mutlak'ın bu hareketsiz tekdüzenliliğinden (üniformite) çıkan boşalmaları (degagements), bazen mutlak'ın ya da ayrım kipinin (mode) bölünmesi, bazen mutlak'ın kendiliğinden meydana gelmesi, bazen de Tanrı'dan düşen inme düşünceler gibi türlü tarzlarda nitelendirir. Bu gösterirler, bize mutlak surette bilme olanağını sağlar; bunun hikmeti de ülküselle gerçeğin mutlak olan özdeşliğidir. Mutlak'ın esaslı şekli, mutlak bilgidir; bilgi içinde, birlik, ikilik haline geçer ve (A-A) formülü ile gösterilebilir. Bu doktrinin başlıca önermeleri şunlardır:
1. Bir tek özdeş varlıktan başkası yoktur: Gerçekliklerine oranla eşya arasındaki her ayrım (fark), nitel değil, saf olarak niceldir; nesnel ya da öznel görüş noktasının, ülküsel ve gerçek olan görüşün üstünlüğünde bulunan sonlu, doğası sayesinde tamamıyla bağıntılı (relatif) bir düşünmenin ürünüdür; ve gerçekliği bir görünüşten ibarettir.
2. Mutlak varlık, eşyanın ebedî üremesi içinde kendini gösterir. Bu şeyler, bu tek varlığın şekillerini oluştururlar. Şu halde her şey, mutlak varlığın belirlenmiş bir şekli altında görülmesidir; ve Tanrısal varlığa katılmayan hiç bir şey yoktur. Bundan,, doğanın da asla ölü olmadığı, ülkü gibi canlı ve Tanrısal olduğu sonucu çıkar.
3. Mutlak'ın bu gösterisi (manifestation), bazen ülküsel ve bazen gerçek olan bir çeşitli üstünlükte rastlanan toptan gelişmenin türlü evrelerindeki karşıolumlar ve bağlılaşmalar (correlations) sayesinde oluşur. Şu halde, karşıolumlar, özdeşliğin ifadesinden başka bir şey değildirler. Bilim, bu gelişmeyi araştırmaktadır. O, eşyanın düşüncelerini, üçlük içindeki özdeşlik ilkesine göre, mutlak'ın temel düşüncesinden ve Schelling'in dediği gibi, bu yapı içinde doğanın gidişinden, yani zaman zaman kapladığı şekillerin ardalanmasından (succession) elde ettiği için, evrenin bir imgesidir (hayal). Bu ülküsel yapı (düşünceler bilimi olan) felsefedir: En yüksek felsefesel görüş, çokluk ve türlülük içinde bağıntılı bir şekilden ve bu şekil içinde de mutlak özdeşlikten başka bir şeyi dikkate almayandır. Schelling'in meydana getirmiş olduğu yapının genel çizgileri şunlardır:
1. Mutlak, ilk şekli içinde bütün (tout);
2. Doğa (ikinci şekline göre mutlak) kendini gösterir ye bunda iki bağıntılı düzen içinde Gerçek Ülkü meydana gelir. Bunlar şu güçlere sahiptirler: Ağırlık - Madde, Gerçek - Bilim, Işın - Hareket, İyilik - Din, Organizma - Hayat, Güzellik - Sanat...
Evrenin düşünülmüş şekilleri olarak daha yukarda da: İnsan (Mikrokozm) - Devlet, Âlemin Sistemi (Dış Evren) - Tarih gelir. Bu suretle Schelling, zihinsel dalınca bağlanarak düşüncelerde eşyanın özünü ve zorunlu şeklini keşfettiğini zannettiği ve olaysal âlemin tamamıyla öznel bir kavramıyla, kendinden şeyler hakkında bağıntılı ve yalın bir inançtan başka bir şey vermemiş olan Kant'ı düzelttiğini iddia etti. Aynı zamanda da ben'i gerçeklik sayan ve doğanın ruhsuz ve hayatsız bir gerçeklik olmadığını, sadece ben'in faaliyetine aykırı bir sınır ya da inkârı meydana getirdiğini sanan Fichte'yi reddettiğini iddia eder. Bu suretle de bilime, evrenin yalnız bize görünenle değil, kendinden (ensoi) olanla da ilgili olan ülküsel bir yapısını vermiş olmakla övünür. Schelling, kendi büyük görüşlerini yüksek bir ustalıkla ve zamanın felsefe sınırlamalarına uymadan geliştirmiş, Eflatun, Bruno ve Spinoza' nm düşüncelerinden başarıyla yararlanmıştır. Schelling, doktrininin doğa felsefesini inceleyen kısmına dair birçok eser yazdığı halde, ülküsel (ideal) kısmı hakkında, yani özgürlük, şerrin kaynağı, Tanrı'nın doğası ve kimliği (mahiyet)... vb. sorunlar hakkında az eser yazdı.
Schelling, ahlâk konusunda şöyle düşünür: Tanrı, ahlâklılığın birinci temelidir. Eğer Tanrı varsa, doğrudan doğruya bir ahlâk âleminin varlığı sonucuna ulaşılır. Ruh, erdem sayesinde yalnız kendi dışında bulunan bir kanuna uymaz; kendi niteliğinin iç zorunluluğuna da uyar. Ahlâklılık, aynı zamanda saf mutluluktur. Bu yüksek mutluluk (beatitude) asla bir erdem ilineği (accident) değildi. Bu, erdemin kendinden başka bir şey değildir. Ruhun merkezle, Tanrı ile birleşme eğilimi, ahlâklılığı oluşturur. Ahlâk, din, bilim ve sanata oranla Tanrısal tipe uygun olarak düzenlenmiş olan kamul (commun) hayat, sosyal düzen, ya da devlettir. Bu, dışsal bir mekanizma içinde zorunluluk ve özgürlüğün doğasıdır. Tarih, bütünlüğü içinde, Tanrı'nın aralıksız olarak ilerlek bir surette gelişen bir ağaca çıkmasıdır. Özgürlük hakkındaki eserinde Schelling, Tanrı'yı, Tanrı düşüncesinin tüm saflığı içinde, biri mutlak var olan Tanrı, diğeri, kendini meydana çıkaran Tanrı olmak üzere bir ikilik içinde görür. Kendini meydana çıkaran ya da gösteren demek, kendinde bulunan varoluş ilkesi (Tanrı'da doğa ilkesi) sayesinde mutlak Tanrı'
dan meydana gelmek demektir. Böylece Tanrı, âlemden örtük - belirtik Tanrı (Deus implicitus explicitus) kişiliği haline gelecek surette tamamlanmış bir varolma koşuluna ulaşmış olur. Doğa tarafından oluşturulan her varlık, iki ilkeyi kapsar: Biri karanlık, diğeri aydınlık olan iki ilke ki, bazı derecelerde bunlar birbirine karışırlar. Bu ilke insanda, zihin ve iradeyle karışmış kişiliktir. Bu ilke, mutlak ve keyifsel bir özgürlük içine yerleştirilmiş gibi sayılırsa, bu suretle de, o ışından, yani tüm doğayı yönetmesi gereken evrensel iradeden uzaklaşırsa, bireysel iradenin evrensel özgürlüğe karşı olan bu isyanından gerçekliği tamamıyle bağıntılı ve karşı olumdan ibaret saydığı şer doğar. Schelling'in yalnız sanatla ilişkisi bakımından incelediği güzel, ona göre, sonluda tasarlanmış olan sonsuzdur. Düşüncelerin tasarımı olan sanat, Tanrı'nın kendini insel ruhta göstermesidir.
Schelling, eserlerinin birinci cildine yazmış olduğu Önsöz'de, sistemini tamamlamadığını, bilimsel olan genel açıklamaların pek geniş olmayan yalın parçalardan başka bir yerde bulunmadığını kaydeder. (Spekülatif Fizik gazetesinin 2. cilt, II. defterinde, s. 164).
Schelling, düşüncelerini ifade etmek için Saint-Martin, Fichte, Schlegel, J. Boehme, Grenzer, Baader... gibi filozofların dilini kullanmış. Romantik Okulun ileri bir filozofu olmuştur. 1803'ten itibaren, "âlemdeki tinsel güçlerin eyleminden kendisini spiritizme ulaştıran bir hayal kurdu ve tüm çabasını, türlü evrelerini doğa ve insanlığın tepelediği (tenkil) büyük Tanrısal dramı hayal etmeye sarf etti" (E. Bre-hier, cilt II, s. 712-713). Onun düşünceleri, mitoloji, tarih, sanat, estetik ve doğa araştırmalarında önemli bir etki yaptı. Schlegel kardeşlerden başka, H. Steffens, Jose Goerres, Fr. von Baader, L. Öken, I. P. V. Troxler, Cr. J. Windischmann... vb. onun etkisi altında geniş bir külliyat meydana getirmişlerdir. Schelling' in Alman felsefe tarihine mal olmuş olan diğer çıraklarının adları Tennemann'ın felsefe tarihinde yazılıdır (cilt II, s. 312-320). Onun metafiziği üzerinde Fransız ahlâkçısı Lamennais, uzun tartışmalara girişmiş; V. Cousin de onun etkisinden kurtulamamıştır. Schelling, Kierkegaard'ın da hayranlığını kazanmıştır.
Schelling'in külliyatı: Sdmmtliche Werke (I. kısım, 10 cilt, 1856-1861; II. kısım, 4 cilt, 1854); W erke, Auswahl (3 cilt, Leipzig, 1907); Mektupları ayrıca 3 cilt olarak Münih'de yayımlandı (1863); 12 cilt, M. Schröter (1927); 8 cilt (1955). Onun doğa felsefesini, Philo-sophie de la Nature adiyle, Jan Kelevitch Fransızcaya çevirdi (1946).
Kaynak: Cemil Sena - FİLOZOFLAR ANSİKLOPEDİSİ