Anarşizm; ideoloji mi metodoloji mi? - 2
|
Anarşistler değil anarşizm
Anarşistler, insanları Anarşiste dönüştürmeye çalışmak yerine, anarşist düşüncelerin yayılması ve daha da önemlisi anarşist örgütlenme yöntemleri üzerinde durmalıdırlar. Bu oldukça önemli bir ayrım.
Anarşistler, toplumsal mücadelenin kendisinin -eylem yoluyla propaganda ile- kitleleri politize ve radikalize ettiğini düşünür. Kolektif doğrudan eylem sayesinde oluşan öz yetkinlik sonucu karşınızda anarşistleşmiş insanlar -anarşizm düşüncesini doktrinler yoluyla değil, pratik deneyimler sonucunda kavrayan yoldaşlar- bulursunuz, önemli olan da budur. Bu yöntem sonucunda elinize geçen yetkinleşmiş, doğrudan eylemden çekinmeyen, aktif serbest düşünürlerdir, yani anarşistler.
Tüm aktivistlerin anarşist olduğunu söylemek yanlış olur, çünkü değiller. Sağ kanat azımsanmayacak bir gerici aktivist kitleye sahiptir, ama aslında bu aktivistler geniş bir otoriter yapının görevli memurlarıdır -efendileri emrettiğinde harekete geçen asalak sürüsüdürler. Veya, daha yaygın şekliyle, aldatılmaları ve manipüle edilmeleri sonucu kendi çıkarlarına taban tabana zıt bir pozisyona düşen iyi niyetli insanlardırlar.
Oysa gayrı meşru otoriteye karşı birlikte çalışan, örgütlenen ve doğrudan eyleyen bir grubu ele aldığınızda, itaat ve pasiflik için çağrı yapan diğer doktrinlerden çok anarşizme sıcak bakan insanlar görürsünüz. Anarşistçe yöntemlerle sürdürüldüğünde, toplumsal mücadele kendiliğinden anarşist düşünceyi yayacaktır.
Maalesef, bugün emekçiler arasında dayanışmayı örgütlemek yerine inatla ve bitmek tükenmeyen bir şekilde kendi dogmaları üzerinde odaklanan bir Anarşistler -ideologlar- güruhu görüyoruz. Bu durum da, elitler, hizipler, klikler ve çekirdek kadroların hüküm sürdüğü, anarşist hareketin bugünkü kasvetli ve sıkıntılı haline sebep oluyor.
İdeolojinin Ana Kuralı -ideologun asla ve asla yanılmayacağı fikri- tartışmaların da asla bitmemesi ve herkesin sayısız küçük ve ilgisiz parçalar halinde bölünmesi anlamına geliyor.
Metodoloji ise, neyin işe yarayıp, neyin yaramadığı ve bu noktalar arasındaki derece farkları konusunda daha açıktır. Bir strateji işe yaramıyorsa, yararlı olana dek onu düzeltene dek üzerinde çalışırsınız.
Biz anarşistler, emekçilerin “şu an ve burada” devrim için hazır olduğunun farkındayız. insanlar içgüdüsel olarak özgürlüğe ve yaşam koşullarındaki iyileşmelere meyillidirler. İnsanlar köle olmak istemiyor -iktidardakiler özgür olduklarına inandırılmak için ne kadar uğraşsa da gerçekte özgür değiller. Anarşistler -neredeyse marxist bir bakış açısıyla- emekçilerin “mesajı almak” için fazla ırkçı, cinsiyetçi, hımbıl ve homofobik olduklarını düşünseler de; bizler özgürlüğün herkese yaraşacağına inanıyoruz.
Gerçekte, işler ne zaman Anarşistlerin istediği gibi gitmezse, kendileri dışındaki herkesi suçlamaya başlarlar, bu da solun ayrılmasına ve giderek elitist olmasına yol açar -siz, işçiler Yüce ve Asil Düşüncelerimizi anlamak için fazla aptal, ırkçı ve cinsiyetçisiniz. Bu yaklaşım, işçilerin neden radikal solu görmezden geldiğini açıklamaya yardımcı olacaktır.
İdeoloji ve insan doğası
Tüm ideologlar insan doğasına dair negatif bir görüşü paylaşıyorlar: insanın temelde kötü olduğu ve geliştirilmek zorunda olduğu (geliştirilmekle kastedilen, onların başını çektiği bir doktrinin tamamlanması süreci). Dahası, ideologlar kendilerini bu negatif genellemenin dışında tutup, kendilerinin iyi, dünyanın geri kalanınınsa kötü ve bilinçsiz olduğunu iddia ediyor.
Oysaki bu görüş anarşizmle hiç de uyumlu değil ve kesinlikle otoriter ideolojilere yakın. Otoriterler hepimizin temelde kötü olduğumuzu ve eğitimin, gözetimin zorunlu olduğunu düşünür ve de en çok ele geçirmek istedikleri şey olan ‘kontrol’ün kaçınılmazlığını savunurlar.
anarşist ise, aksine, insanın temelde iyi olduğunu ve yönlendirmeye, baskıya ve kontrole ihtiyacı olmadığını öne sürer. Biz toplumdaki şeytanların birileri kontrol ve baskı istediği için ortaya çıktığını biliyoruz; güç, ayrıcalık ve kontrolün en iyi niyetli insanı bile suç ortağı bir yöneticiye dönüştürebileceğini de.
Başka bir deyişle, anarşistler, insanı iyi olarak tanımlarken, ideologlar bunun tam tersini savunuyor, kontrol ve otorite sistemlerinin olmazsa olmaz mekanizmalar olduklarını ileri sürüyorlar (bu sistemleri onlar yönettikleri sürece tabi -eğer başka biri onları kontrol ederse işler değişir- iktidar ellerinde değilken anti-otoriter görünürler -sadece iktidara ortak olmalarını bekleyin, gerçek yüzlerini göreceksiniz). Bu ayrım oldukça önemli ve bu kurumlardan çıkan örgütlenmelerin doğasını belirliyor.
İnsan doğasına dair negatif görüşle temellendirilen örgütlenme daha çok güç ve kontrol üzerinde durup, bunları olduğunca az kişinin eline bırakıp merkezileştirecektir. İnsan doğasını iyi olduğunu kabul eden tarafsa gücü yaymanın, kontrolü ortadan kaldırmanın, merkezi idareden vazgeçmenin ve bunları olduğunca fazla kişinin eline bırakmanın yollarını arayacaktır.
İdeologun en tehlikeli tehdidi ise kendilerini, kendi kurallarından muaf tutmalarıdır, bu ayrıcalıklı görüş onların “ışığı görmüş” olmalarından ve geri kalanın ya aptal ya da kötü olmalarından kaynaklanıyor (evet kötüler, çünkü yüce doğrulara sırtlarını çeviriyorlar). Eğer onların programına karşı çıkarsanız, gerekçeniz ne olursa olsun, suçlusunuzdur.
Bu yüzden, ideologun en doğal akıbeti güç kullanımıdır, dogmatik ve mantıksız olduklarından, meşruiyet için tek dayanakları güç ve şiddettir, bu da beraberinde merkeziyetçiliği ve güç kullanımını getirir. Bunun en yeni ve en tehlikeli şekli de devlet örneğidir.
Başka bir deyişle, ideolog katı bir otoriterdir, tehlikesi bundan kaynaklanır. Anarşist gibi görünürler, çünkü gücün bir parçası değilken gücün varlığını reddederler. Ama aslında gücün kendisine değil, kendilerine yetki verilmemesine karşı çıkarlar. Otoritenin bir basamağına ulaştıklarında, kendilerinden öncekiler kadar despot olurlar.
Otoriteleri ideolojilerinin -Büyük Düşüncelerinin- içindedir, ve buna karşı çıkacak olanlar riski göze almak zorundadırlar. Galleanistler’i (İtalyan anarşist Luigi Galleani’nin taraftarları) yoldan geçen birçok masum insanı seri şekilde bombalamaya iten de buydu. Çünkü onlara göre, “Büyük Düşünce” yi anlamayan hiç kimse masum değildi.
Doğru olan şu ki: doğru diye bir şey yok
Politik bir yazıda geçen bu cümle mantık dışı görünebilir. Söylemek istediğim; anarşistler Doğrunun, en güçlünün arka cebinde olmaya meyilli olduğunu düşünür. Başka bir deyişle, en güçlü olan kendi görüşlerini doğru ilan eder ve aksi yönde konuşursanız (ya da sadece düşünürseniz) sizi lanetler.
Esas Doğruya ilişkin iddialardan daha ideolojik bir tartışma olamaz ve bence anarşistler bu tartışmaların bir parçası olmamalılar. Bizim görüşümüz, aksine, savunmaya değer tek bir doğrunun aslında var olmadığıdır. Çünkü herkesin anlayacağı ve göreceği sonsuz doğrular yoktur, yalnızca bize mantıklı gelen ve gelmeyenler vardır.
Gerçeklik vardır (gerçi bu bazı filozoflarca hala tartışılmaktadır) ve doğrular tamamen sübjektifken gerçeklik objektiftir. Bir taşı alıp bıraktığınızda düşecektir, çünkü yerçekimi objektif bir güçtür, gerçektir. Doğru herhangi başka bir kaynaktan değil, gerçeklikten yola çıkar.
Doğrunun öznelliği, otoriterlerin çok rahatsız olduğu bir durumdur. Çünkü bu devrimci bir kavram, eğer doğru öznelse, bu toplumun çatısının yıkılacağı anlamına gelir. Hukuk, din, Devlet bunların hepsi, bazılarının Doğru diye iddia ettiklerinin arkasında aslında güç ve baskı olduğunu fark ettiğinizde çökecektir. Güç söz konusu olduğunda; gerçekte efsaneler, yalanlar ve batıl inançlar bütünü olan Doğru gündeme gelir.
Anarşistler, insanları Anarşiste dönüştürmeye çalışmak yerine, anarşist düşüncelerin yayılması ve daha da önemlisi anarşist örgütlenme yöntemleri üzerinde durmalıdırlar. Bu oldukça önemli bir ayrım.
Anarşistler, toplumsal mücadelenin kendisinin -eylem yoluyla propaganda ile- kitleleri politize ve radikalize ettiğini düşünür. Kolektif doğrudan eylem sayesinde oluşan öz yetkinlik sonucu karşınızda anarşistleşmiş insanlar -anarşizm düşüncesini doktrinler yoluyla değil, pratik deneyimler sonucunda kavrayan yoldaşlar- bulursunuz, önemli olan da budur. Bu yöntem sonucunda elinize geçen yetkinleşmiş, doğrudan eylemden çekinmeyen, aktif serbest düşünürlerdir, yani anarşistler.
Tüm aktivistlerin anarşist olduğunu söylemek yanlış olur, çünkü değiller. Sağ kanat azımsanmayacak bir gerici aktivist kitleye sahiptir, ama aslında bu aktivistler geniş bir otoriter yapının görevli memurlarıdır -efendileri emrettiğinde harekete geçen asalak sürüsüdürler. Veya, daha yaygın şekliyle, aldatılmaları ve manipüle edilmeleri sonucu kendi çıkarlarına taban tabana zıt bir pozisyona düşen iyi niyetli insanlardırlar.
Oysa gayrı meşru otoriteye karşı birlikte çalışan, örgütlenen ve doğrudan eyleyen bir grubu ele aldığınızda, itaat ve pasiflik için çağrı yapan diğer doktrinlerden çok anarşizme sıcak bakan insanlar görürsünüz. Anarşistçe yöntemlerle sürdürüldüğünde, toplumsal mücadele kendiliğinden anarşist düşünceyi yayacaktır.
Maalesef, bugün emekçiler arasında dayanışmayı örgütlemek yerine inatla ve bitmek tükenmeyen bir şekilde kendi dogmaları üzerinde odaklanan bir Anarşistler -ideologlar- güruhu görüyoruz. Bu durum da, elitler, hizipler, klikler ve çekirdek kadroların hüküm sürdüğü, anarşist hareketin bugünkü kasvetli ve sıkıntılı haline sebep oluyor.
İdeolojinin Ana Kuralı -ideologun asla ve asla yanılmayacağı fikri- tartışmaların da asla bitmemesi ve herkesin sayısız küçük ve ilgisiz parçalar halinde bölünmesi anlamına geliyor.
Metodoloji ise, neyin işe yarayıp, neyin yaramadığı ve bu noktalar arasındaki derece farkları konusunda daha açıktır. Bir strateji işe yaramıyorsa, yararlı olana dek onu düzeltene dek üzerinde çalışırsınız.
Biz anarşistler, emekçilerin “şu an ve burada” devrim için hazır olduğunun farkındayız. insanlar içgüdüsel olarak özgürlüğe ve yaşam koşullarındaki iyileşmelere meyillidirler. İnsanlar köle olmak istemiyor -iktidardakiler özgür olduklarına inandırılmak için ne kadar uğraşsa da gerçekte özgür değiller. Anarşistler -neredeyse marxist bir bakış açısıyla- emekçilerin “mesajı almak” için fazla ırkçı, cinsiyetçi, hımbıl ve homofobik olduklarını düşünseler de; bizler özgürlüğün herkese yaraşacağına inanıyoruz.
Gerçekte, işler ne zaman Anarşistlerin istediği gibi gitmezse, kendileri dışındaki herkesi suçlamaya başlarlar, bu da solun ayrılmasına ve giderek elitist olmasına yol açar -siz, işçiler Yüce ve Asil Düşüncelerimizi anlamak için fazla aptal, ırkçı ve cinsiyetçisiniz. Bu yaklaşım, işçilerin neden radikal solu görmezden geldiğini açıklamaya yardımcı olacaktır.
İdeoloji ve insan doğası
Tüm ideologlar insan doğasına dair negatif bir görüşü paylaşıyorlar: insanın temelde kötü olduğu ve geliştirilmek zorunda olduğu (geliştirilmekle kastedilen, onların başını çektiği bir doktrinin tamamlanması süreci). Dahası, ideologlar kendilerini bu negatif genellemenin dışında tutup, kendilerinin iyi, dünyanın geri kalanınınsa kötü ve bilinçsiz olduğunu iddia ediyor.
Oysaki bu görüş anarşizmle hiç de uyumlu değil ve kesinlikle otoriter ideolojilere yakın. Otoriterler hepimizin temelde kötü olduğumuzu ve eğitimin, gözetimin zorunlu olduğunu düşünür ve de en çok ele geçirmek istedikleri şey olan ‘kontrol’ün kaçınılmazlığını savunurlar.
anarşist ise, aksine, insanın temelde iyi olduğunu ve yönlendirmeye, baskıya ve kontrole ihtiyacı olmadığını öne sürer. Biz toplumdaki şeytanların birileri kontrol ve baskı istediği için ortaya çıktığını biliyoruz; güç, ayrıcalık ve kontrolün en iyi niyetli insanı bile suç ortağı bir yöneticiye dönüştürebileceğini de.
Başka bir deyişle, anarşistler, insanı iyi olarak tanımlarken, ideologlar bunun tam tersini savunuyor, kontrol ve otorite sistemlerinin olmazsa olmaz mekanizmalar olduklarını ileri sürüyorlar (bu sistemleri onlar yönettikleri sürece tabi -eğer başka biri onları kontrol ederse işler değişir- iktidar ellerinde değilken anti-otoriter görünürler -sadece iktidara ortak olmalarını bekleyin, gerçek yüzlerini göreceksiniz). Bu ayrım oldukça önemli ve bu kurumlardan çıkan örgütlenmelerin doğasını belirliyor.
İnsan doğasına dair negatif görüşle temellendirilen örgütlenme daha çok güç ve kontrol üzerinde durup, bunları olduğunca az kişinin eline bırakıp merkezileştirecektir. İnsan doğasını iyi olduğunu kabul eden tarafsa gücü yaymanın, kontrolü ortadan kaldırmanın, merkezi idareden vazgeçmenin ve bunları olduğunca fazla kişinin eline bırakmanın yollarını arayacaktır.
İdeologun en tehlikeli tehdidi ise kendilerini, kendi kurallarından muaf tutmalarıdır, bu ayrıcalıklı görüş onların “ışığı görmüş” olmalarından ve geri kalanın ya aptal ya da kötü olmalarından kaynaklanıyor (evet kötüler, çünkü yüce doğrulara sırtlarını çeviriyorlar). Eğer onların programına karşı çıkarsanız, gerekçeniz ne olursa olsun, suçlusunuzdur.
Bu yüzden, ideologun en doğal akıbeti güç kullanımıdır, dogmatik ve mantıksız olduklarından, meşruiyet için tek dayanakları güç ve şiddettir, bu da beraberinde merkeziyetçiliği ve güç kullanımını getirir. Bunun en yeni ve en tehlikeli şekli de devlet örneğidir.
Başka bir deyişle, ideolog katı bir otoriterdir, tehlikesi bundan kaynaklanır. Anarşist gibi görünürler, çünkü gücün bir parçası değilken gücün varlığını reddederler. Ama aslında gücün kendisine değil, kendilerine yetki verilmemesine karşı çıkarlar. Otoritenin bir basamağına ulaştıklarında, kendilerinden öncekiler kadar despot olurlar.
Otoriteleri ideolojilerinin -Büyük Düşüncelerinin- içindedir, ve buna karşı çıkacak olanlar riski göze almak zorundadırlar. Galleanistler’i (İtalyan anarşist Luigi Galleani’nin taraftarları) yoldan geçen birçok masum insanı seri şekilde bombalamaya iten de buydu. Çünkü onlara göre, “Büyük Düşünce” yi anlamayan hiç kimse masum değildi.
Doğru olan şu ki: doğru diye bir şey yok
Politik bir yazıda geçen bu cümle mantık dışı görünebilir. Söylemek istediğim; anarşistler Doğrunun, en güçlünün arka cebinde olmaya meyilli olduğunu düşünür. Başka bir deyişle, en güçlü olan kendi görüşlerini doğru ilan eder ve aksi yönde konuşursanız (ya da sadece düşünürseniz) sizi lanetler.
Esas Doğruya ilişkin iddialardan daha ideolojik bir tartışma olamaz ve bence anarşistler bu tartışmaların bir parçası olmamalılar. Bizim görüşümüz, aksine, savunmaya değer tek bir doğrunun aslında var olmadığıdır. Çünkü herkesin anlayacağı ve göreceği sonsuz doğrular yoktur, yalnızca bize mantıklı gelen ve gelmeyenler vardır.
Gerçeklik vardır (gerçi bu bazı filozoflarca hala tartışılmaktadır) ve doğrular tamamen sübjektifken gerçeklik objektiftir. Bir taşı alıp bıraktığınızda düşecektir, çünkü yerçekimi objektif bir güçtür, gerçektir. Doğru herhangi başka bir kaynaktan değil, gerçeklikten yola çıkar.
Doğrunun öznelliği, otoriterlerin çok rahatsız olduğu bir durumdur. Çünkü bu devrimci bir kavram, eğer doğru öznelse, bu toplumun çatısının yıkılacağı anlamına gelir. Hukuk, din, Devlet bunların hepsi, bazılarının Doğru diye iddia ettiklerinin arkasında aslında güç ve baskı olduğunu fark ettiğinizde çökecektir. Güç söz konusu olduğunda; gerçekte efsaneler, yalanlar ve batıl inançlar bütünü olan Doğru gündeme gelir.