Saf, Çocuksu Materyalizm ve Herakleitosun Diyalektiği

Yunanistan'daki ilkel materyalizmin en ulu temsilcisi Efesli Herakleitos'dur. (Yaklaşık olarak M .ö. 530-470) "Obscur" (karanlık, muğlâk, anlaşılmaz) takma adı, yalnız seçkinler için yazan ve sıradan kişileri küçümseyen bu filozofun üstünde kaldı: "En iyisi olduğu takdirde bir tek adam benim için ötekilerin onbinine değer". Bir de "Kalabalık kötüdür, azlık iyidir."( Herakleitos gerek doğuşu gerekse inançları bakımından bir aristokrattı. Ama onun öğretisinin nesnel eğilimi toplumun ilerici glişmesinin ihtiyaçlarına cevap verdi.)

Bununla birlikte, daha o zaman Diogenes Laertios’un açıkladığına göre, Herakleitos'un çabucak yayılan "Doğa Üstüne" (De la nature) adlı kitabı ancak kopkoyu karanlıklar sunuyorsa da, onun içine bir bilgi (vukuf) ile giren kimse için güneş ışığından daha aydınlıktır. Bu kitaptan 130 parça (fragement) bir şey kalmıştır, bize.

Herakleitos'a göre, ilkel eleman (öge) - sudan ya da havadan çok daha fazla devamlı bir devinme halinde olan - ateştir. Ateşin biçim de­ğiştirmeleri olayların bütün çevriminden (cycle) sorumludur.

"Herşey ateşe dönüşür ve ateş her şeye değişir, tıpkı mallar altınla, altın da mallarla değiştirildiği gibi."

Doğanın toprak-su-hava-ateş doğrultusunda başkalaşmaları (metamorfozları-istihaleleri) Herakleitos tarafından "yükselen yol" diye adlandırılır, (asıl ateşin durduğu yerin, göğün yüksekliklerinde olmasından ötürü) ve öteki doğrultudaki başkalaşmalar "inen yolu" temsil ederler. Eğer, özünden devingen olan ateş herşeyin ilki ise, eğer "şim­şek (ışık) evreni idare ediyorsa" bundan her şeyin devindiği sonucu çı­kar.

Lenin, Felsefe defterlerin'de (Cahiers philosoliques), Herakleitos, herşeyin aktığını, herşeyin değiştiğini ve hiçbir şeyin hareketsiz olmadığını öğretmiş olduğu için diyalektiğin kurucularından biridir, diyor:

"Aynı ırmağa iki defa girmek mümkün değildir". Ya da "Aynı ırmağa girenler her zaman başka sular bulurlar". Her ne kadar bu hareketler çok kez bizim idrakimizden (algımızdan-perception) kaçarsa da, herşey her zaman hareket halindedir.

"Maddenin başı ve sonu yoktur (etemelle) ve madde ritmik olarak meydana gelen devinmenin ayrılmaz bir parçasıdır: Bü­tün varlıkar için aynı olan dünyanın bu düzeni ne tanrıların ne de insanların hiçbiri tarafından yaratılmadı. Fakat bu düzen ba­şı ve sonu olmayan bu ateş yandıkça her zaman var olmuştur, şimdi de vardır ve var olacaktır."

Bütün saflığına karşın dahice olan bu ifadeyi alarak Lenin, "Diyalektik materyalizm ilkelerinin çok iyi bir anlatımı" diye işaret ediyor.

Herakleitos, doğa olaylarının kendi karşıtlarına geçtikleri fikri üzerinde ısrar eder. Bizde canlı olanla ölü olanın, uyanık olanla uyuyanın, genç olanla yaşlı olanın tek ve aynı şey olduğunu, birinin değişip öteki olduğunu söyler. "Ayrılıp uzaklaşanlar tekrar birleşirler, ve en güzel ahenk birbirinden başka elemanlardan doğar, ve herşey mücadele gereğince meydana gelir." Sık sık başka güzel bir hikmet daha nakledilir. "Savaş, herşeyin anası, her şeyin hükümdarıdır".

Herakleitos, Homeros'un "Tanrılarla insanlar arasındaki anlaşmazlık bitsin!" diyen sözlerini eleştirir. Homeros, dileğinin evrenin mahvolmasına kadar vardığını görmüyor, dileği yerine getirilseydi herşey yok olacaktı, der. Aynı tutumla, şeylerin (eşyanın) karşılıklı çarpışması "adaletsizlikler"in damgasını taşır, bu adaletsizliklerden şeyler sorumludur, demiş olduğu için Anaksimandros’u da kınar:

Herakleitos, çarpışmanın adaletsizliklere sebep olmak değil adaletin ta kendisi olduğunu açıklar ve bunun evrenin kanunu olduğunu anlıyalım, der.

Herakleitos'ta, bir'in, biri ötekini dışlayan (excluant) ama çözülmemecesine birbiri ile birleşmiş zıtlar halinde ikilenmesinin dikkate de­ğer bir önsezisi görülür; Herakleitos, zıtların çatışmasını ve birliğini ortaya koydu. "Hem aynı ırmağa giriyoruz hem aynı ırmağa girmiyoruz; ırmağa giren hem biziz hem biz değiliz."

İnsanlar şeyleri birbirinden soyut olarak ayırmaya çalışmışlardır: birliğin birbirine karşıt yönelimleri (determinationları) biraraya topladığını anlamıyorlar. Bir cismin birbirine zıt iki yöne ayrılırken kendi kendisi ile nasıl mutabakat (anlaşma) halinde olabildiğini; zıt gerilimlerin armonisini (uyumunu, ahengini) yayın ya da rubabınki gibi bir armoniyi, anlamıyorlar.

Philon (Musevi asılı yunan filozofu, lskenderyicdc M .ö . 20 inci yüzyıla doğru doğmuş), Herakleitos'u anarak "iki zıttan yapılmış olan şey bir'dir, eğer bir bölünürse zıtlar meydana çıkar." diyor. Herakleitos, bu diyalektik görüşe yabancı olanlarla alay ederek onları kırkambarlıkla (polymathie) yani tatminkâr bir sistem şeklinde düzenlenmemiş boş malûmata ve bir yığın birbirini tutmaz bilgilere sahip olmakla suçluyor. Bu çeşitli bilgiler insanı zeki yapmaz diye ekliyor.

Bu, dinî efsanelerin ihtiyar şairi Hesiode için de, Efesli Herakleitosun yalancılar şahı diye adlandıracak kadar hor gördüğü mistik Phytagore için de doğrudur.

Karşılıklı şartlandırma ve zıtların birliği kanunu evrenin tümünü kucaklar. Dünya, doğa üstü varlıkların keyfî müdahaleleri ile izah edilmez, dünyayı idere eden en üstün (souveraine) kanunla izah edilir, insanlığın entelektüel (müdrike) anlık bakımından gelişmesinde baş fikir "Güneş kendi ölçülerinin dışına çıkmıyacaktır, yoksa Eriniler (suçlar cezalandırmakla görevli tanrıçalardır.), kanun hizmetçileri onu pek kolay bulabilirler."

Bu bilimsel kanun kavramı belki de fizyologların düşün çabaları­nın en büyük sonucunun belirtisidir. Kısa zaman sonra, Yunan'da, bizim şimdiki bilimlerimizin kökenini oluşturan, matematik, astronomi, fizik, tıp gelişeceklerdir. Ama bütün bunlar, ancak, "îyonya okulu filozoflarının büyük yapıtının", onların lâikleştirilmiş, rasyonelleştirilmiş ve özgür düşününün "dünyayı anlaşılır kılma yolundaki" çabasının, "ihtisaslaşma ve uygulama yolundan elde edilen sonucu" olacaktır.

Herakleitos, dinin her biçimi ile savaşır. Ona göre büyük yapıların koca duvarlar ile konuşma anlamına gelen imgelere tapmak dini ile, sanki çamur içinde yürüyüp de çamurla temizlenmek isteyen bir kimsenin yaptığı gibi, bir kirin başka bir kirle örtülmesi demek olan gü­nahların kurbanlarla ödenmesine dayanan dinle, bir takım esrarlı tö­renlerle ibadet edilen Dyonisos dini ile, mücadele eder.

İnsanın ruhu da bir maddedir ve ateşin geçiş durumlarından birine tekabül eder. Toprağı temsil eden bedenle hem çatışma hem de birlik halindedir. Thales, Anaksimondros ve Anksimenes'den başka kendisinden önce gelen düşünürler, Herakleitos'da bir güvensizlik ve küçümseme uyandırırlar; o, boş-inançları sürdüren şairlere karşı da derin bir öfke duyar.

Engels’in bu Efesli düşünürün diyalektiği hakkındaki yargısını biliyoruz.

"İlkel, çocuksu ama özünde doğru olan, bu, dünyayı ele alış tarzı eski Yunan filozoflarınındır, ve onu ilk defa açık olarak ifade eden Herakleitos olmuştur: herşey hem vardır hem yoktur, çünkü herşey akıcıdır, herşey aralıksız olarak durmadan de­ğişmekte, olmakta ve yok olmaktadır."

Bununla birlikte, Hegel ve Lassalle, bu Herakleitosçu diyalektiği idealist bir biçimde yorumladılar. Lassalle'e göre ateş bir varlık değildir, yalın bir süreçdir. Marx, Engels ve Lenin (Cahires philosophiques), Herakleitos'un ateşi dünyanın temel maddî unsuru olduğu halde, bu ateşi Hegel'in "oluş"u (le devcnir) ile bir tutuma eğilmini protesto ettiler. Meslekten fesfese tarihçileri, Lenin gibi, bilirler ki, Herakletios'un temel unsuru cismanidir (maddesel-corporel), ve Herakleitos'un sistemi nesnel bir karakter taşır.

Herakleitosçuluk, maddî elemanların devamlı bir şekilde karşılıklı değişimlerin dinamik dünyasını vazeden, İyon düşüncesinin bir çeşit taçlandırılmasıdır. Sonra gelen filozofların büyük bir kısmı, evren yapısının durağan (sabit) ve bozulmaz kabul edilen elemanlarının statik doğal düzenini daha çok belirtmeye yöneleceklerdir. Aristo'nun kutsal saydığı bu statik düzen her çeşit ilerlemeyi, özellikle toplumsal ilerlemeyi, sınırlandırmak için kullanılacaktır.

Herakleitos, teorisini, Pitagorculara ve güney İtalya’da düşüncelerini yayan, gerici bir toprak aristokrasisine bağlı, görüşleri ilkel idealizmin bir biçimini temsil eden Elea okulundan filozoflara (eleates) karşı mücadele ederek geliştirmiştir.

Phytagore (yaklaşık olarak M .ö. 580-500), olgunluk çağında, Sisam'dan Büyük-Yunan'da (Güney İtalya) Metapontion’a göçtü, o zaman aristokrasisinin çetin iktidarına boyun eğmiş Crotone şehrine yerleşti ve orada halk kesimine karşı toplumsal savaşa aktif olarak katıldı. Phytagore, iyon düşünürlerinin felsefesini reddeder ve doğa olaylarının temeli olarak, herhangi bir ilk termel unsuru değil, sayıları, kabul eder. Sayı eşyanın bizzat özünü ifade eder, bütün varlığın ilkeleridir (arkhe). Nesnelerin özü, gerçeği, varlığın anamaddesi sayıdır. Nasıl ki üçgen üçlükten (üçlü topluluktan - teslisten), kare dörtlükten çıkmaktadır; şeyler (eşya) sayıların en yüksek realitesine katıldıkları ölçüde vardırlar. Sosyal düzenin modeli olan, evren düzenini, kuran da onlardır.

Lenin, bu görüşte, dinî muhayyilenin, sayıları tanrısallaştıran mistiğ'in (gizemcilik biliminin), olayların nicel görünüşlerinin önemini kavrayan "bilimsel düşüncenin embriyonları" ile bağdaştığını ortaya koydu; Pitagorcuların geometrideki, (Isocrat’a göre, geometri bilgilerinden bir kısmını, ondan önce Thalcs'de de olduğu gibi M ısırlılara borçlu idi, ama Thales'in de aracılığı ile, antik çağda, matematiği ticaretin ve işlerin pratiğinin ihtiyaçlarının daha ötesine kadar genişletmiş ilk bilgin ve matematikten gerçek bir bilim yapan adam olarak geçiyordu.) müzikteki, mimarlıktaki vb.ndeki değerlerini biliyoruz. Onlar da dünyanın zıtlardan (sınırlı - sınırsız, tek - çift, birlik - çokluk, sağ - sol vb.) meydana gelmiş oldu­ğunu kabul ediyorlardı. Ama bu zıtlıklar, Herakleitos'unkilerden farklı olarak birinden ötekine geçmiyorlardı. Nihayet, Pitagorcuların, ruhun ölümsüzlüğünü (özellikle Güney İtalya'da Sicilya'da yayılmış olan, ruhun bedenle olan bağlarından kurtulması ve tanrısal bir hayat yaşaması için temizlenmesini öğütleyen Orfe'ye değin tarikatlara uygun olarak.) ve bir bedenden diğerine göçtüğünü (metampsikoz) iddia ettiklerini biliyoruz (Aynı fikir Hindistanda'da bulunur.). Onlar iyon "fizyologlarına" karşı olan ger­çek tanrı - bilimcilerdi.

Gene Güney İtalya'da, Ele'de, Parmenid (540'a doğru doğmuş) Zenon (500'e doğru doğmuş) ve diğer filozoflar, idealist doktrinin başlalangicını teşkil eden görüşleri temsil ettiler ve gelişme, doğum ve ölüm konusundaki Herakleitosçu teoriyi şiddetle eleştirdiler. Bu düşü­nürlerin hemen hepsinin aristokratik kesimin aktif taraftarları ve destekleyicileri olmaları ve Ele'deki demokratik rejimin kuvvetle yıkılmasından yana bulunmaları çok dikkat çekici bir şeydir. Parmenid zengin ve nüfuzlu bir aileden gelmeydi ve şehrin kanunlarını yapan adam diye tanınırdı.

Eleli düşünürler, (eleatlar) genel devinmeye ve genel değişime tanıklık eden duyusal algıların bizi yanılttığını ifade ediyorlardı. Ger­çekte, Varlık, duyu organlarının gerçekliğine tanıklık ettiği özelliklerin hiçbirine sahip olmadığını; hareketsiz, değişmez, tam yusyuvarlak bir küre gibi kesimsiz olduğunu, ve heryanının birbirine, kendine benzediğini söylüyorlardı. Bunun içindir ki onların zamanında yaşayanlar eleatları yalnız "doğaya karşı filozoflar" (antinaturaliste) değil, "evrensel sükunun - dinginliğin - adamları" diye adlandırıyorlardı.

Oluş olanağı ve çokluk olanağı inkâr ediliyor, dış dünyanın duygusal imajı, gerçek dışı, aklın eleştirisine dayanmak yeteneğinden yoksun kabul ediliyordu: Bu düşünceye göre yanılgının "iki yolu" duyusal dünyanın gerçekliği inancı ve Herakleitos doktriniydi.

Eleatler algıların karşısına onları çürüttüğü kabul edilen, bir takım mantıkî mülâhazalar koyuyorlardı. Bunun gibi, Zenon'a göre, uçuyor gibi görünen ok gerçekte hareketsizdir; gerçekten de her an kendi uzunluğuna eşit bir uzay parçası işgal eder, belirli bir yer tutar; oysa, nesnelerin devinmesi nesnenin kendinden daha büyük bir yer gerektirir, ama ok aynı zamanda başka başka boylarda olamaz. Ok, aynı zamanda hem bulunduğu uzayda hem de bulunmadığında, iki uzayda birden devinemez. O halde sonuç olarak, ok, yörüngesi boyunca belirli her anda hareketsiz demektir. Devinmeyi durgunluk halinin basit bir toplamı gibi telâkki eden bu sofizmden (safsatadan - bilgicilikten) ve daha başkalarından, Zenon, devinmenin imkânsız olduğu metafizik sonuca ulaşır. Var - olana devinmek için gerekli olan boş bir uzayın mevcudiyeti dönüp Var-olmıyanın varoluşuna gelecekti. Ama Herakleitos'un zıtlar ve onların birliği üstüne öğretisine hiç önem vermeksizin yalnız varolan vardır, var olmayan yoktur diyecektir.

Varolan, eleatlarca salt (mutlak) olarak kabul edilir; varlık, duyular üstü, doğaüstü ve başka uzak bir dünyaya ait bir şey gibi, duyularca algılanabilir doğaya karşıdır. Bir yandan Varlık'ın ya da özün bu muhalefeti, öte yandan duyusal algı ile kazanılmış nesnel gerçeğin muhalefeti, idealist ve metafizik felsefenin başlangıcını gösterir. Materyaüstlerin ve tanrıtanımazların amansız düşmanı Platon, "büyük Parmenides’ten ondan önce gelenlerin hiçbirine bağışlamadığı bir saygı ile bahseder. Yani Parmenides, "metafizik" tapınağının içinde değilse bile hiç olmazsa onun "girişinde" kılavuzluk etmektedir. Böylece, ilkel ve çocuksu diyalektik özellikle anadan doğma materyalistler tarafından hazırlanırken, değişmezliğin metafiziği de tarihsel olarak dünyanın idealist yorumuna bağlandı.

Kaynak: Georges Cogniot - İlk Çag Materyalizmi



  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP