Felsefe ve Felsefe Tarihi Üzerine

"Felsefe" terimi tarihin bütün dönemlerinde aynı anlamda kullanılmadı. Eskiçağ'da birinci planda ahlak sorunlarıyla ilgileniyor da olsa bütün bir bilim alanına karşılıktı. Bir başka deyişle felsefe düşünsel etkinliğin bütünüydü. Sonra bu bütünsel etkinlikten yavaş yavaş özel bilimler doğmaya başladı. Felsefe daha Eskiçağ'da en soyut düşünce alanını yitirdi: felsefeden matematik doğdu. Yeniçağ'ın eşiğinde, XVI.yüzyılda gökbilim ayrıldı felsefeden. Yeniçağ'ın başında, XVII. yüzyılda fizik bağımsızlığını ilan etti. Bir yüzyıl sonra kimya benzer bir serüveni yaşadı. XIX. yüzyılın birinci yarısında biyoloji doğdu. Az sonra da ruhbilim ve toplumbilim dünyaya geldiler. Sonra başdöndürücü bir gelişim oldu: bazı bilimler bazı bilimlerle ortak alanlar oluşturunca yeni yeni bilimler ortaya çıktı. Bugün bilimleri saymaya kalkmak bir olmazı denemek olur. Bir takım toplumsal baskıların ağırlığını taşıyarak da olsa Eskiçağ'ın filozofları sınırlı bilgileriyle insanı keşfe çıkarken alabildiğine bağımsızdılar. Ortaçağ'da kilise filozofun bağımsızlık hakkını kaldıracak ve herkes benim gibi düşünmek zorundadır dayatmasını getirecektir.

Felsefe yapmak insanı düşünmektir, buna göre bütün bir insanlığı tüm temel özellikleriyle ele alıp incelemektir. Bu tanım bize felsefenin uçsuz bucaksız bir alan olduğunu gösteriyor. İnsan denen varlık sü­rekli bir değişimin öznesi olduğu gibi çeşitliliklerde kendini ortaya koyuyor. Zamana ve uzama göre değişen çok şey olduğu gibi bireye göre de değişen çok şey var. Hayvanlar dünyasında bu değişkenliği ve bu çeşitliliği bulamıyonız. Bir kedi bireyinin davranışları bir başka kedi bireyinin davranışlarından azçok ayrılsa da ikisinin davranış açı­sından ortak yanları daha çoktur. Doğa yüksek düzey hayvanlarını çok dar ölçülerde özgür kılmıştır. Bir türün bireyleri açısından ortaya çıkan değişiklikler elbette özel özelliklerle ilgilidir. Ancak bu özel özellikler çok dar bir çerçevede kendini gösterir. Doğanın en özgür varlığı insandır ve onun özgür yaşamı doğal koşullara daha az bağlıdır. Sonunda tüm canlılar doğanın birer üyesidir ama insanda bir doğadan ayrılma durumunun gerçekleştiği de kesindir. Belki de insanı kendi türü içinde zaman zaman yırtıcı kılan da budur: bizler özgürlüklerimizi gerçekleştirirken başka özgürlüklerin duvarlarına çarparız. İşte ahlakın ortaya çıktığı nokta da bu noktadır.

Felsefe her zaman tek bir kişinin düşünsel üretimi gibi görünse de onda her zaman toplumsal, iktisadi, siyasal ve dinsel etkenlerin belirleyici etkisi oldu. Bir yanda filozofun bilinci vardı, öte yanda toplumun bilinci vardı. Bu yüzden filozoflar birbirlerine çokça benzemediler. Aynı dönemde bile birinin söylediği öbürünün söylediğine uymuyordu. Ancak insanlığın doğruları bu değişik bakış açılarının tartışmalı ilişkisinde kendilerini ortaya koymuşlardır. Bu kişilerin herbirinde ger­çekliğin bir ya da birkaç yüzü yansıyordu. Her felsefede bize gerçekliği gösteren bir şeyler vardır. Şu ya da bu filozof değil felsefe haklıdır.

İnsan felsefede bir yandan iç zenginliklerini bulup çıkarırken bir yandan o uçsuz bucaksız evreni gözlemledi. İnsandaki evren ya da evrendeki insan: her şey bu bütünlükte anlamını buluyordu. Ancak sorunlar o kadar büyük ve o kadar çeşitliydi ki bu arada onlara yönelmenin en sağlam ve en kullanışlı yollarını bulmak gerekiyordu. Felsefenin dizgesel bir düşünce alanı olması, onun özellikle XVII. yüzyılla birlikte yöntem sorunlarını öne çıkarması bu yüzdendir.

İnsan dediğimiz karmaşık varlığı derinden derine incelemek öncelikle felsefenin işidir. Bu yüzden felsefeye insan araştırması diyoruz. Aynı araştırmayı kendi açılarından ve kendi yöntemleriyle bilimler ve sanatlar da yapıyor. Felsefeyi onlardan ayıran nokta insanı en genel çerçevede tartışmak noktasıdır. Bu alanda kesinliklerimiz yok. Kesinliklerimiz olsaydı belki de zorda kalacaktık kesinliklerimiz öngörü­lerimizi engelleyecekti. Felsefenin alanı yanlış yapma kaygılarını elden bırakmadan alabildiğine geniş düşünmeyi gerektirir. Yanılsamalar her zaman vardır ve olacaktır: hiçbir felsefe bugüne kadar insanı eksiksiz bir yetkinlikte ve eksiksiz bir doğrulukta açıklamak başarısını gösterememiştir. Bütün bunlar bize felsefenin bir gelişigüzel düşünme alanı olduğunu düşündürmemelidir. Filozof yaşamın somut dayanaklarını temel alarak düşünmeye çalışır. Bu konuda onun en büyük yardımcılarının bilim ve sanat olduğunu söyleyebiliriz. Bu da insana tarihsel bir derinlikte ve bütün bir dünya genişliğinde bakma zorunluluğunu getirir. Tarihsel bir varlık olan insanı ancak tarihi içinde doğru olarak anlamak olasıdır.

Felsefe tarihinin dışında felsefe yoktur. İnsanlığın başlangıcından bugüne kadar neler düşündüğünü ve nasıl düşündüğünü öğrenmeden felsefe yapamayız. Felsefe bilgisinin dışında felsefe yapmak ileri geri konuşmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Yazık ki felsefe bilmeden felsefe yapmak çoklarına daha kolay geliyor. Köksüz, derinliksiz ve dolayısıyla anlamsız filozofluklar daha çok kafa karıştırmak gibi olumsuz bir işlevi yüklenmiş görünüyor. İnsanlar iyi düşünsün istemiyorsak böyle bir işievin çok önemli sonuçlar doğuracağını söyleyebiliriz. Gerçekte bütün bilgi alanları ancak kendi tarihsel gelişimleri çer­çevesinde doğru olarak anlaşılabilirler.

Bir bilgi alanını tarihinden kopardığınız zaman geriye kalan şey teknikle ya da uygulamayla ilgili kaba bilgiler olacaktır. İnsanın bu kaba bilgilerle yetinmek isteyeceği durumlar vardır ya da olabilir. Gündelik yaşam bazı koşullarda ağır ve derin kuramların dışına çıkma zorunluluğunu getirebilir. Bazı insan etkinlikleri kuramdan çok uygulamayla iş görmeyi zorunlu kılabilir. Teknisyenler bu yüzden vardır. Yaşamın hızlı akışı içinde herhangi bir işi gerçekleştirmek sözkonusu olduğunda tarihsel bilgi hatta kuramsal bilgi gereksiz görünebilir. Ancak gerçek anlamda bilginin peşindeysek o zaman kuramıyla ve uygulamasıyla bütünlüklü bilgiye gereksinimimiz vardır.

Felsefe genelde zor bilgilerin alanı diye bilinir. Oysa zor bilgi diye bir şey yoktur, zorlaştırılmış bilgi vardır. Yeterince felsefi donanımı olmayan kişiler felsefenin temel sorunlarına yöneldikleri zaman kavrama güçlükleri çekiyorlar. insanla ilgili en temel kavramları bilmeden felsefe yapmak olası değildir. Yetersiz koşullarda insanlar bilgi üretme zorunluluğuyla karşı karşıya kaldıklarında bilgiden çok bilgisizlik üretiyorlar, daha da önemlisi yanlış bilgi üretiyorlar. Eksik bilinç yanlış bilinç kadar tehlikeli değildir. Bütün alanlarda olduğu gibi felsefenin alanında da en çok özen gösterilmesi gereken şey yanlış bilginin kıskaç­Iarına düşmemek için kılı kırk yarmaktır, yalan yanlış bilgileri sunanlar karşısında gözü açık durmaktır. Yalancı filozoflar herzaman olacaktır, bize düşen onlara karşı uyanık olmaktır. Yalnızca bilgisizlikle değil bazen de ideolojik nedenlerle insanlar felsefi bilgileri çarpıtmaktan geri kalmazlar. Özellikle siyaset bağlamında bu saptırmacılığın sık sık kar­şımıza çıktığını görürüz. Dürüst bir felsefe adamı genel olarak felsefi bilgileri ortaya koyarken onları kendi ideolojisi yönünde çarpıtmayacaktır. O ancak kendi felsefesini geliştirirken görüşlerini bize kendi açısından sunma rahatlığında olabilir.

Tarih bilinci taşımayanlar genel olarak tarihin de bu arada felsefe tarihinin de gelişim koşulları dışında ardı ardına gelmiş ya da üst üste yığılmış görüşlerden oluştuğu gibi bir fikri benimsemeye yatkındırlar. Oysa insanlığın tarihi de felsefenin tarihi de evrensel bilincin dönüşüm koşulları çerçevesinde birbirini yaratan ya da birbirinden türeyen olu­şumların tarihidir. Bu kavrayış geçmişin felsefelerini gözümüzde önemsiz kılmaz, bizi onlar çoktan aşıldılar duygusuna düşürmez, tersine oradan buraya nasıl geldiğimizin saydam görünümlerini elde etmemiz için kolaylıklar sağlar.

O zaman biz felsefenin de daha başka insan başarılarının da bir takım öngörülü ve zeki kişilerin birbirlerinden iyiden iyiye kopuk bir biçimde kendi bilinç koşulları çerçevesinde ortaya koydukları özgün görüşlerden daha çok bir şey olduğunu, öncelikle bir yerin ve bir zamanın kişisel bilinçlerde yansıyan gereksinimlerinden doğmuş olduğunu görürüz. Bu yüzden felsefeleri kişilerden çok toplumların, bir baş­ka deyişle bir yerin ve bir zamanın ürünü olarak kavramak doğru olur. Tarihten yani ilerlemeden korkan, dönüşümleri insan yaşamı için tehlikeli gören kimseler elbette geçmişin tüm oluşumlarını tespih taneleri gibi ardarda dizilmiş, birbirlerinden tam anlamında kopuk üretimler olarak değerlendireceklerdir. Değişim insan yaşamının aşılamaz koşuludur, ne var ki değişim duygusu değişime en yatkın insanı bile bir ölçü­de tedirgin eder. Birtakım biçimlerin dağılması ve birtakım biçimlerin yeniden kurulması, biçimlerin daha değişik ve daha üstün bir biçimde yeniden yaratılması insanın dinginliğini ve esenliğini tehlikeye düşürür ve hemen herkeste alttan alta şu duyguyu uyandırır: gene mi değişim ! Değişimi göze alanlar onun güçlüklerini de göze alacaklardır. Değiş­memekteki büyük rahatlık değişimin hiçbir biçiminde yoktur.

Değişen insanı tarihin gelişim koşulları boyunca görmek ve göstermek felsefe adamının temel yükümlülüğüdür. Felsefe yapmak insanın kendi bilincine varabilmesi için temel koşuldur. Solcrates'i araştırıyorsam ne olduğumu anlamak için araştırıyorum. Ortaçağ'ın düşünce koşullarını bilmek istiyorsam kendimi tanımak için böyle bir işe kalkışıyorum. Sokrates'i doğru ve geniş çerçeveli anlamamın temel koşulu kendimi çok iyi anlayabilmemdir, kendimi çokiyi aniayabilmem için de Sokrates'i çok iyi anlamaya gereksinimim vardır. Ben yalnızca bir toplumun değil bütün bir insanlığın, yalnızca bir zaman diliminin değil bütün zamanların içindeyim ya da daha doğrusu öyle olmam gerekir. Elbet gündelik yaşayanlar için böyle bir zorunluluk yoktur. İnsan için gündelik yaşam koşullarına sıkışıp kalmakyan bilinçliliğin karanlı­ğında boşa kürek çekmektir. Bazı insanlar doğadan çokça uzaklaş­mak istemezler, insan için yeni sezişlere, yeni duyarlıklara, yeni tasarımlara ulaşmak gibi, bir başka deyişle her şeyin yeniden daha güçlü bir biçimde kurulmasına katkıda bulunmak gibi bir yol tutmayı düşünmezler. Gündelik bilinçle yaşayanlar için temel etkinlik üremeyle ve beslenmeyle ilgili etkinliktir.

Her felsefe tarihi kitabı bir kılavuz kitaptır, tek bir felsefe tarihi kitabında hapsolup kalmak felsefe eğitimi almaya ya da felsefe yapmaya yönelenler açısından tam anlamında bir kısırlık olur. Bir felsefe tarihi kitabı bir harita gibidir, onun yol göstericiliğinde dünyayı genel çizgileriyle tanımak önemlidir. Haritaya bakarak ya da harita ezberleyerek dünyayı ya da dünyanın bir parçasını ya da bir bölümünü tanı­mak olası değildir. Bu açıdan felsefe tarihine takılıp kalmak bir tembellik belirtisi olabilir.

Onun yol göstericiliğinde felsefenin gerçek verimine ulaşmak için ondan hiç mi hiç kopmadan yapıtlara yönelmek gerekir. Platon'un devlet anlayışıyla ilgili bir şeyler öğrenmek için bir felsefe tarihi kitabı iyi bir önder olabilir. Ama bu konuda canlı, köklü, ayrıntılı bilgiye yönelmek için doğrudan doğruya Devlet'in kapağını açmak gibi bir zorunluluk vardır. Bu da bize felsefe tarihinin önemini gösterirken felsefe alanının sürekli bir araştırma gerektirdiğini de gösterir.

Her felsefe tarihi bizi yere ve zamana uyarlı kılmak gibi bir görevi öncelikle yerine getirir. O yüzden iyi bir felsefe tarihi kitabı iyi bir elkitabıdır, bir başucu kitabıdır, bir kılavuz kitaptır. Her mesleğin ya da her bilgi alanının böylesi yol gösterici temel kitapları vardır: iyi bir uzman ondaki bilgileri büyük ölçüde özümsemiş de olsa zaman zaman herhangi bir konuda ona başvurmak gereksinimi duyar. Felsefede önemli olan, bir şeyi öğrenip geçmek değil, elde edilen bilgilerden giderek bütünsel bilgiye ulaşmaya çalışmaktır, elde edilen bilgilerden giderek iyi düşünmenin, sağlıklı düşünmenin, doğru düşünmenin koşullarını kendinde yaratabilmektir.

Herkesten büyük bir istekle felsefeye adanmasını bekleyemeyiz. Felsefe tarihi öğrenmekten amaç bilgi yığmak değil felsefe yapma yatkınlığını kazanmaktır. Bu yatkınlığı kazanabilmek için felsefe tarihi yalnızca başlangıçta değil ama her zaman zorunlu bir kaynaktır. Son amaç fılozofça düşünme noktasına ulaşmaktır, dünyaya felsefenin gö­züyle bakma yetkinliğine ve yatkınlığına ulaşmaktır. Az düşünmek ve çok öngönnek ne kadar tehlikeliyse az bilmek ve çok düşünmek de o kadar çıkarsızdır. Yeterince düşünemeyen insanın serüveni çıkış kapı­sı olmayan bir dehlizde çıkış aramak için dolanıp duran adamın serü­venidir. Çıkmaz sokaklar arasında dönüp durmak, işte şimdi çıkış yerini buldum derken kalakalmak son derece sıkıntılı birdurumdur. Felsefe bize yaşam ustalığı kazandırır, bu ustalığın en eski adı da bilgeliktir. Bilge kişi bize dinginliğiyle her zaman hiç yaşamayan adam izienimi verse de gerçek yaşamın ondaki bir takım edinilmiş özellikleri gereksindiği kesindir. Kısacası felsefe felsefe için değil yaşam içindir. Mutluluğun özü dinginlikte, dinginliğin özü felsefededir. Sağlam bir ahlak, sağlam bir öngörü, sağlam bir kavrayış ancak felsefeyle elde edilebilir.

Kaynak: Afşar Timuçin - Gençler İçin Felsefe Tarihi

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP