Geleneğe Karşı Olan Hint Felsefesi - 1

Hint felsefesinin şimdi girmekte olduğumuz, ikinci önemli döneminin süresi üzerinde uzmanlar arasında bir görüş birliği yoktur. İÖ 500 yıllarında - yalnız Hindistan'da değil - bütün dünyada yeni bir çağın başladığı konusunda görüş birliği varsa da Hindistan’da bu çağın süresi söz konusu olunca gö­rüşler ayrılmaktadır. 19. yüzyılda İÖ 500'den zamanımıza kadar olan dönem «Vedalar Sonrası Çağ» diye adlandırılırken çağdaş araştırmacılar, bu çağın da dönemlere ayrılarak incelenmesi gerekti­ğini belirtmişlerdir. Son incelemelerde genellikle İÖ 500'den İS 1000 yılına dek sürmüş olan döneme «Klasik Çağ» ve sonrasına da «Klasik Çağ Sonrası» denmiştir. Köklü değişimlerin yaşandığı ve baş­ka bir havanın estiği İÖ 500 yıllarını izleyen çağı daha önceki çağlarla karşılaştırdığımızda gözümüze
çarpan gelişmeler şunlardır:

1. Upanişadların başlangıcına kadar olan Vedalar Çağında yerleşmiş, belirleyici ve ezici bir tek görüş, bir tek ses ağır basmaktadır. Bu çağdaki bü­tün düşünce akımları üstlerindeki Brahman dininin geniş çerçevesi dışına çıkamamışlardır. Eleştiri yüklü düşüncelerin sayısı Veda yazınında hiç de az değildir. Ama öyle anlaşılıyor ki, kuşkular, eleş­tiriler, sapkın akımlar ya hep bastırılmış ya da yerleşik, egemen düşünce sisteminin çerçevesi içine alınarak eritilmiştir. Ancak şimdi, geleneğe karşı çıkan akımlar yandaş bularak öyle çoğalmış ve eleş­tiriler öyle ağırlaşmıştır ki bunları artık bastırmak olanağı kalmamıştır.

Bu düşünce akımlarının kimisi olumsuz ve uzlaşmaz bir tutum, kuşku ve alay dolu bir bakış açı­sıyla ilgi toplamış kimisi de özellikle maddeci ve kuşkucu bir yaklaşımı olan bağımsız ve tutarlı dü­şünce yapıları oluşturmuştur. Bunun da ötesinde, Mahavira ve Buda (Buddha) gibi yeni dinlerin kuruluşuna neden olan önemli kişiler sahneye çıkmış, ve bu dinler Brahman dininin yanı sıra bağımsız olarak gelişebilmişler ve felsefeye konu olabilecek düşünce yapıları geliştirmişlerdir. Artık bundan sonraki Hint düşünce tarihine bir tek dinin de­ğil, pek çok dinin damgasının vurulduğunu görüyoruz.

2. İlahilerin ve Upanişadların ya hiç bilinmeyen ya da söylencelerin ağı içinde seçilemeyen yazar kişiliklerine karşılık bu yeni dönemde kişilikleri ve yaşam öyküleri az çok belli düşünürler ve yazarlarla karşılaşıyoruz.

3. Felsefe bir gizli öğreti olma niteliğini yitirmiş, yeni öğretiler geniş halk kitlelerine, özellikle şimdiye dek yüksek bilgilerin, düşüncelerin dışında bırakılmış olan aşağı kastlara da açılmıştır.

4. Bu yeni akımlarla gelen bir başka yenilik de öğretilerin artık bilginlerin ve rahiplerin ağır diliyle değil, halkın konuşma diliyle açıklanmış olması­dır.

Vedaların yetkesini (otoritesini) tanımayan, onları Tanrıdan gelen bilgiler olarak görmeyen bü­tün düşünce sistemleri topluca ortodoks olmayan (Yunanca, orthos: doğru, doxa: görüş) ya da geleneğe karşı olan sistemler olarak adlandırılır. Bunların karşısında geleneğe bağlı (ya da ortodoks) olan, Vedalarla bağdaştırılabilen öğretiler vardır.

Geleneğe karşı pek çok düşünce sistemi oluş­muştur. Bunlardan üçü ötekiler arasında sivrilmiştir, ve aşağıda yalnız bunlar incelenecektir: Çarvaka'ların (Charvakas) maddeci felsefesi ve öteki iki yeni din, Caynacılık (Caynizm) ve Budacılık (Budizm). Bunlar içinde de Budacılık öteki akımları gerek önem ve gerekse yaygınlık bakımından geride bırakmış olduğu için daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

1. ÇARVAKALARIN MADDECİLİĞİ

Çarvaka (Charvaka) adının bu akımı başlatan kişinin adı mı olduğu yoksa başka bir kökten mi geldiği bilinmiyor. Bu ad altında toplanan düşünürler yalnız Brahman dininin değil, her türlü dini inancın karşısına çıkarak, maddeciliği yücelten ve tüm varoluşu madde olarak gören ve her türlü duygu ve düşünceyi maddeye dayandıran yeni bir görüşle ileri atıldılar.

Dini ve rahipleri aşağılayarak alaya aldılar, maddi olmayan hiç bir gerçek tanımadıkları gibi felsefe ve dinden kaynaklanan düşünceleri de madde ötesi saçmalıklar diye küçümsediler.

Çarvakaların öğretilerini, görüşlerini derli toplu olarak zamanımıza taşıyan bir kaynak yoktur. Bunlar pek çok metinlere dağılmış olarak günümü­ ze ulaşmıştır.

Şu dizeler bu akımın en ünlüsü olan Brihaspati'den kalmıştır:

"Atalarımıza adanan bağışlar
Brahmanlarımızın kesesine dolar
Vedaların üçünü de uyduranlar
Yalancılar dolandırıcılar onlar"

Atman öğretisi de bir aldatmaca olarak de­ğerlendirilir. Dört öğeden (eleman) oluşan madde dışında bir ruh olamaz. Madde ötesini reddederek kendilerinden önceki bütün Hint düşünce geleneğini karşılarına alan Çarvakaların ahlak anlayışı da gelenekle bağdaşmaz; daha doğrusu onlar gelenekçi ahlak yasalarını da tanımazlar ve onlara göre en yüce amaç yaşamın tadını çıkarmaktır.

Bir başka ünlü metinde kuşkucu ve maddeci bir düşünür, bir prense şöyle sesleniyor:

"Ey Rama! Gereksiz kurallarla tatlı canını niçin sıkarsın!
Bunlar aymazları, kafasızları kandırmak için değil mi?
Acırım, saçma kurallara uymak için yırtınanlara
Zevk almak istemiyorlar, uçup gidiyor verimsiz yaşamları
Atalara ve tanrılara adanan kurbanlara da yazık!
Boşa giden kurbanlar! Tanrılar, atalar yemek yiyebilir mi!
Birileri burada tıkınırken, onlara sanki bir şey mi kalır ?
Brahmanlara sunulan yemek, atalara ulaşır mı hiç?
Kurnaz rahipler işlerine gelen kurallar koymuşlar, ve derler ki:
'Neyin varsa ver, tapın, dua et, bu dünya yalan!'
Ey Rama! Öbür dünya yalan, tapınmak, yalvarmak saçmalık
Yaşamın tadını çıkar, sakın o palavralara kanma!

Yukarıda adı geçen Brihaspati ise sözü kısa kesiyor:

"Ye iç bol bol, eğlen, borçlan!
Ömür kısa - Hoşça geçir gününü.
Verilmişken tatlı yaşam,
Giden gelmez - düşünme hiç ölümü!"

Yaşamdaki acıların nasıl değerlendirileceği konusunda da Çarvakalar gerek kendilerinden önce ve gerek kendilerinden sonra gelenlerden kesinlikle ayrılırlar. Yaşam acılarla dolu diye zevk almak istemeyen kimseye iyi gözle bakmazlar:

"Duyularla tad alarak canlanır ölümlüler
Acıyı tatmamak için kaçanlarsa deliler
Aklı başında olan kimse bu dünyadan kaçmaz
Beyaz pilavda çeltik bulursa kusura bakmaz"

Çarvakaların görüşlerinin büyük bir ilgiyle karşılanmasına şaşmamak gerek! Kitlelerin, Çarvakaların konuşmalarını dinleyebilmesi ve tartış­maları izleyebilmesi için büyük toplantı salonları bile yapılmıştı.

Hint halkının yaradılışına ters düşen bu tür öğretiler uzun süre ayakta kalamazdı. Çarvakalar, Brahman dinine yönelttikleri yıkıcı eleştirilerle başka dinlerin ve görüşlerin doğabilmesi ve gelişebilmesi için elverişli bir ortam hazırladılar. Yeni dinlerin kurucularının Brahman rahipleri kastı içinden değil, Kşatriyalar (savaşçılar kastı) içinden çıktığı görülüyor. Yeni dinler bütün kastlara açıldılar ve kurulu dini düzene karşı çıkanların kuşkuculuğundan, eleştirilerinden de yararlandı­lar.

2. MAHAVİRA VE CAYNACILIK

Caynacılığın (Caynizm, Jainism) kurucusu olan ve adı «ulu er» anlamına gelen Mahavira, bir söylentiye göre İÖ 599 yılında, bir başka söylentiye göre de İÖ 549 yılında zengin ve iyi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ana ve babası gene doğumu bir uğursuzluk sayan ve kendini öldürmeyi bir çıkış yolu olarak gören bir inanca bağlıydı. İnançları doğ­rultusunda ölüm orucuyla yaşamlarına son verdiler. Bu olayın etkisi altında kalan Mahavira dünya zevklerine sırtını çevirdi ve gezgin bir çileci olarak bir dini akım başlattı. Yetmiş iki yaşında öldüğünde izdeşlerinin sayısı on dört bin'i bulmuştu. Caynaların inancına göre Mahavira dünyaya belirli aralıklarla gelen kurtarıcılardan, «cina'lar»dan (jinas) biriydi ve Mahavira'dan önceki son «cina» ondan aşağı yukarı 250 yıl önce gelmişti. Belki de bu kişi gerçekten yaşamış ve Cayna dinine adını vermiştir.

Mahavira'yla ilgili bize kalan belgelerin en eskileri onun dünyadan ayrılışından ancak 1000 yıl sonra yazılanlardır. Aradan geçen bu uzun süre içinde Caynalar pek çok kollara ayrılmışlardı. Bunların en önemlilerinden biri beyaz giysiler giyen «Ak Giyenler» ve biri de «Hava Giyenler» idi. Bu sonuncular adlarından da anlaşıldığı gibi çırılçıplak gezerlerdi. Bu bölünmeleri başka bölünmeler de izlemiştir, ancak bu kolların hepsi de öğretilerinin temelini Mahavira'ya dayandırırlar.

Caynaların kurtuluş öğretisine gelince, bu şöyle: Dünya, kuruluşundan beri canlı bir öz olan «civa» dan (jiva) ve cansız maddelerden, «aciva»'dan (ajiva) oluşur. Civa'lar doğaları gereği tüm bilgiyi, erdemi ve sonsuz mutluluğu içerirler. Bu özelliklerini açıkça gösterememelerinin nedeni ise daha baştan, türlü türlü maddelerle kirlenmiş, bulanmış olmalarıdır. Civanın her hangi bir işe başlaması, o işe bulaşmasına ve yeni maddelerle kirlenmesine yol açar. Böylece gerçekte kusursuz ve ölümsüz olması gereken civa’lar (ruhlar) ölümlü, maddi vücutlarla bağlanmış olurlar. Civanın bu maddeye bağlanmışlık durumundan kurtuluşu ancak kirli maddelerden, aciva'lardan arınmasıyla ve yeni kirlenmelerin önlenmesiyle sağlanabilir. Bunu başarmanın yolu ise kirletici maddelerin alınmasının azaltıldığı sıkı perhizlerden, ve kirlenmenin önüne geçilebilmesi için katı din kurallarına kesinlikle bağlı çileci ve erdemli bir yaşam sürmekten geçer.

Cayna andı; verilmemiş olanı almamak, dünya zevklerinden vazgeçmek, ve özellikle yaşayan hiç bir şeyi öldürmemektir. Bir Cayna, hayvan kesemez, kurban edemez, sudaki görülmeyen küçücük canlıları yutmamak için içme suyunu süzer, solurken görünmeyen canlılar içine girmesin diye yüzü­ne bir peçe takar, kazayla bir canlıyı ezmemek için ayağının önündeki yerleri süpürür.

Bu gibi kurallara sıkı sıkıya bağlı kalınamaması doğaldır. Mahavira’nın katı öğretisi yüzyıllar boyunca çeşitli değişimlere uğramış, yumuşatılmış, kimi zaman da yanlış yorumlanmıştır.

Katı ve kapalı öğretilerini saldırılara karşı savunmak için Caynalar çok ince bir tartışma ve kanıtlama yöntemi geliştirdiler. Bunun en yetkin örneğini, mantığın bir tür görecelik kuramı (rölativite teorisi) olan Syadvada oluşturur. Bu ilginç kuram çok benzer bir biçimde bir sonraki bölümde incelenecek olan Budacı mantıktaki «çoklu değilleme»de yine karşımıza çıkacağı için burada ayrıntı­
lara girilmeyecektir.

Öğretilerinin ve ahlak yasalarının katılığından ötürü Caynacılık geniş kitlelere yayılamadı. Caynalar hep seçkin bir azınlık olarak kaldılar. Bugün bile Hint toplumunda çoğunlukla önemli yerlerde bulunan Caynaların sayısı 2 milyona yakındır.

Caynacılığın Hint düşünce yaşamına etkisinin derin olduğunun bir göstergesi de Mahatma Gandhi'nin «ahimsa» - yaşayan hiç bir canlıyı öldürmeme - ilkesini benimsemiş ve bunu siyasi yaşamının temel ilkesi yapmış olmasıdır.

3. BUDACILIK

a) Buda'nın Yaşamı

Bugün yeryüzünün en yaygın dinlerinden biri olan Budacılığın (Budizm, Buddhism) kurucusunun yaşamöyküsü üzerine - İsa'nın yaşamöyküsünde olduğu gibi - doğrudan doğruya çağdaşlarından ve onu görenlerden kaynaklanan hiç bir belge yoktur. Ne var ki, böyle belgelere ya da sözlü kaynaklara - İncil’de olduğu gibi - dayandığı belli olan birtakım bilgiler günümüze ulaşmıştır. Buda'nın ardından, ona inananların ve izdeşlerinin hayranlıkları­nı dile getiren söylencelerle ve menkıbelerle örülmüş örtüyü kaldırarak tarihi gerçeği aramak oldukça güç, belki de hiç bir zaman başarılamayacak bir iştir.

Bu kaynaklardan şu bilgiler elde edilebilir: Buda İÖ 560 yıllarında Himalayaların güney eteklerinde küçük bir ülke olan Kapilavastu'da, bu ülkenin beyinin (ya da kralının) oğlu olarak dünyaya geldi. Kralın adı Şakya (Shakya) soyundan Shuddhodhana'ydı, takma adı da Gautama'ydı.

Oğluna ise »amacına ulaşan« anlamına gelen Siddharta adını koydu. Sonraları ona pek çok onurlandırıcı adlar takılmıştır. «Aydın» anlamındaki Buda (Buddha) adını ise aydınlandıktan sonra kendisi almıştır.

Budacı yazında Buda'nın doğuşunu çok renkli ve süslü olarak betimleyen gerçeküstü öykülerden buraya yalnızca kraliçe annenin görmüş olduğu olağanüstü bir düşü aktaralım: Kraliçe dört kral tarafından gümüş dağdaki gümüşten bir saraya kaçı­rılmış; orada gördüğü gümüşten hortumuyla bir lotus çiçeği tutan beyaz bir fil, üç kez onun çevresinde döndükten sonra sağ yanından yanaşarak kucağından içeri dalmış ve karnına girmiş. Kral altmış dört bilge Brahman çağırarak bu düşün yorumunu istemiş. Onlar da kraliçenin düşünü şöyle yorumlamış­ lar: "Kraliçe bir oğlan doğuracak, bu çocuk büyüdü­ğünde babasının evinde kalırsa dünyaya egemen büyük bir hükümdar, yok eğer, babasının evini bırakıp giderse dünyanın yüzünden bilgisizliğin pe­çesini kaldıran bir ermiş olacak."

Kral baba oğlunun dünyaya sırt çevirmiş bir bilge olmasını istememiş, sarayda kalıp ileride kendisinin yerine geçmesini ve ülkeyi yönetmesini uygun bulmuş. Bu yüzden de oğlunun zenginlik ve bolluk içinde eğlenerek büyümesini sağlamış ve dünyadaki yoksulluğu, acıları ondan gizlemek için elinden geleni yapmış.

1 - 2 - 3 - 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP