Platon'un Düşünler (İdealar) Kuramı - 2
|
İyi bir yaratıcı yapıt için, sanırım gereklidir bu yaşantı. Fakat, yeter değildir. Onun getirdiği öznel kesinlik, gerçekte, büyük ölçüde yanıltıcı olabilir. William James, gülme etkisi uyandıran gazla böyle bir yaşantıya ulaşan adamın öyküsünü anlatıyor. O kişi, gazın etkisindeyken evrenin gizemini bilirim sanır. Fakat bu etki geçince gizemin ne olduğunu unuturmuş. Bir gün, aşırı bir çabayla, görü yitip gitmeden yazmış onu. Gazın etkisinden sıyrılınca hemen okumaya girişmiş yazdığını. Şuymuş yazdığı: "Her yerde petrol kokusu." Dolayısıyla ani bir iç görü'sü yanıltıcı olabilir, tanrısal esriklik geçince ayık kafayla denetlenmelidir o.
Platon'un Devlet'i yazdığı sırada güvendiği görü'sü, yapıtının okuyucu yönünden daha iyi anlaşılması için bir istiareyi gerektirir en sonunda: mağara istiaresini. Okuyucuya, idea'lar dünyasının gereksinimini gösterecek biçimde tasarlanmış değişik ön tartışmalarla varılır ona.
Önce, zeka dünyası, algılanır dünyadan ayrıdır. sonra, zeka ve algı kavramı da ikiye ayrılır. Algı kavramının türleri bizi ilgilendirmiyor burada. Zeka kavramının türlerine gelince, onlar "us" ve "anlayış"tır. Bunlardan us daha yüksektir. Salt idealarla ilgilidir.
Yöntemi diyalektiktir. Anlayışsa, matematikte kullanılan bir zeka türüdür, us'tan aşağıdadır. Denetliyemediği varsayımlarda usa baş vurur. Sözgelimi geometride "ABC'nin gerçekten doğru çizgili bir üçgen olup olmadığını sormak kurallara aykırıdır yine de. Aynı biçimde, matematik bize, neyin var olduğunu değil, şöyle şöyle koşullar altında neyin var olacağını söyler. Duyulur dünyada doğru çizgi yoktur. Böylece matematiğin varsayımsal doğruluktan daha çoğuna sahip olması isteniyorsa duyulurüstü dünyada duyulurüstü çizgilerin varlığına kanıt bulmalıyız. Bu, Platon'göre, anlayışla değil, usla yapılır. Us, gökte, geometrik önermelerin varsayımsal değil, kesin olduğu doğru çizgili bir üçgen bulunduğunu gösterir.
Bu noktada Platon'un gözünden kaçan, modern idealist filosoflar için açık bu güçlük var. Tanrı'nın tek bir yatak yaptığını görmüştük. Onun tek bir doğru çizgi çizdiğini kabul etmek de doğaldır. Fakat eğer gökte bir üçgen varsa tanrı üç tane doğru çizgi çizmiş olmalı. Geometri nesneleri ideasal olsa bile pek çok örneklere sahip bulunmalılar... sözgelimi, kesişen iki çember istiyebiliriz. Bu, Platon kuramında, geometrinin, son doğruluğa yetenekli olmadığını görüntüyü ele alan çalışmanın bir bölümü olarak kınanması gerektiğini anlatır. Söz konusu noktayı bir yana bırakacağız yine de.
Platon, açık anlıksal görüyle, karmaşık, duyu algısı görü'sü arasındaki ayrımı, görme duyusundan yaptığı bir benzetme yardımıyla açıklamaya çalışır. "Görme -der-, yalnız gözü ve nesneyi değil ışığı da gerektirmesi bakımından öbür duyulara benzemez. Nesneleri, güneş ışığında apaçık, alaca karanlıkta yarım yamalak görürüz, zifiri karanlıktaysa hiç görmeyiz. İdea'lar dünyası, nesnenin güneşle aydınlanması sırasında gördüğümüz dünyadır." Göz tine (ruha), ışık kaynağı olarak güneş doğruluğa ya da iyiliğe karşılıktır.
"Ruh, bir göz gibidir. Doğruluk ve aydınlığın parladığı nesneye yönelince kavrar ve anlar, zekayla ışıklanmıştır o anda. Oluş ve bozuluşunun egemen olduğu alaca karanlıktaysa sadece kanıya sahiptir. Orada bakar durur hep. Bazen şu, bazen de bu kanıya sahip olur. Zekaya sahip değilmiş gibi görünür... "bilinene doğruluk nitesini, (vasfını), bilene bilme gücünü veren şeye, iyi ideası diyeceğim. ve siz ona bilimin nedeni diye bakacaksınız."
Ünlü mağara istiaresine götürür bu bizi. İstiareye göre, felsefeden yoksun olanlar, bir mağarada ancak bir yöne bakacak biçimde bağlanmış tutuklulara benzer. Arkalarında ateş yanar. Önlerinde duvar vardır. Kendileriyle duvar arasında hiçbir nesne yoktur. Gördükleri, arkalarındaki nesnelerin ateş aracılığıyle duvara yansıyan gölgelerinden ibarettir. Kaçınılmaz olarak, bu gölgeleri gerçek sayarlar. Onların asıl bağlı bulunduğu nesnelerle ilgili bir kavrama sahip değillerdir. Sonunda tutuklulardan biri mağaradan kaçarak gün ışığına çıkar, ilk kez gerçek nesneleri görür. O zamana değin gölgelerle aldatılmış olduğunu anlar. Eğer kurtulan, koruyucu olmaya değer, filosof yapılı bir kişiyse, eski tutukluluk arkadaşlarına durumu anlatmayı görev sayar. Ancak onlar doğruya inanmakta güçlüğe uğrıyacaktır. Çünkü, gün ışığında mağaraya girince, gölgeleri, öbür tutuklulara bakıldığında, daha az belirgin bulacak ve arkadaşlarını kurtuluştan önceki zamana bakıldıkça daha aptal sayacaklardır.
İYİ'NİN DURUMU
İyi'nin durumu ilginç! "Bilim ve doğruluk -der Platon-, iyi gibidir. Fakat, iyinin makamı daha yüksektir. iyi, öz değildir. Yücelik ve güç bakımından aşar özü" Diyalog, mutlak iyinin algılanmasında anlıksal (intellectual) dünyanın sonuna götürür bizi ve matematikçinin varsayımlarını, iyinin yardımıyla bir yana bırakabilir. Bunun temelindeki düşünce, gerçeğin, görünüşe karşıt olarak eksiksiz ve tam iyi olduğudur. Böylece, iyiyi algılamak, gerçekliği algılamak olur, Platon felsefesinde baştan başa Pythagoras felsefesinde olduğu gibi zekayla gizemciliğin kaynaşmış olması dikkati çekiyor. İyi hususunda gizemcilik ağır basıyor.
İDEALAR ÖGRETİSİNİN YANLIŞLARI
Birtakım açık yanlışlar içerir idealar öğretisi. Felsefede büyük bir aşamadır yine de, günümüze değin değişik biçimlerle gelen tümeller sorununa ağırlık vermiş ilk öğreti olması nedeniyle. Başlangıçlar üstünkörü olmaya açıktır. Üstünkörü diyerek idealar öğretisinin özgünlüğünü görmezlikten gelemeyiz. Tüm zorunlu doğrulamalar yapıldıktan sonra bile kimi şeyler kalır geride. Geride kalanlardan kesinlikle en küçüğü, Platon'a en çok karşıt olanların bile kabul edeceği şu gerçektir: Tüm özel adlardan kurulu bir dille konuşamayız. "Adam", "kedi", "köpek" türünden genel sözcüklerle "benzer", "önce" türünden bağlantı sözcükleri de gereklidir. Anlamsız gürültüler değildir o sözcükler. Dünyanın bütünüyle tek tek şeylerden kurulu olması durumunda adı geçen sözcüklerin, özel adların gösterdiği türden bir anlama nasıl sahip olacağını kestirmek güç. İlk bakışta tümeller adına çalışan bu' kanıttan kurtulmanın yolları vardır. Geçici olarak, bir aşamaya değin geçerli sayacağım onu. Fakat, bu denli geçerlikten hiç de Platon'un dedikleri çıkmaz.
Önce Platon, felsefe söz dizimini anlamış değildir... Sokrates insandır, Platon insandır v.ö. diyebilirim. Bütün bu anlatımlarda "insan" sözcüğünün aynı anlama sahip olduğu düşünülebilir. "İnsan" sözcüğü ne anlatırsa anlatsın, Sokrates'le Platon'un ve insan soyunu biçimleyen öbür bütÜn bireylerle aynı olmayan bir şeydir bu sözcük. "İnsan," sıfattır. " İnsan insandır" demek saçma olur. Platon, böyle bir saçmalığa düşmektedir. Güzelliğin güzel, " insan"ın Tanrı tarafından yaratılmış bir örnek-insan'ın adı, edimdeki (actual) insanın, asıl örneğin eksikli ve gerçek dışı bir kopyası olduğunu düşünür. Ayrıca, tümellerle tikeller arasında nasıl bir boşluk bulunduğunu anlayamamıştır. Onun ideaları, sağtöresel (ethic) ve estetik olarak, sıradan tikellere üstün başka tikellcrdir gerçekte, Kendisi de daha sonra bu güçlüğü görmeye başlamıştır. Parmenides diyalogu, bir filozofun kendini eleştirmesinin en güzel örneğini verir.
Parmenides'in, Antiphonos (Platon'un üvey kardeşi) tarafından öykülendiği varsayılır. Söyleşiyi anımsayan yalnız oymuş: Sonradan bu tür sorunları bırakıp atlarla uğraşmaya başlamış, kendisini elinde bir dizginle bulmuşlar ve Parmenides - Zenon - Sokrates arasında geçen üçlü tartışmayı anlatması konusunda zar zor kandırmışlar. Söylendiğine göre, bu tartışma sırasında, Parmenides yaşlı (aşağı yukarı 65 yaşında), Zenon orta yaşlı (40 yaşlarında), Sokrates'se oldukça gençmiş. Sokrates burada, idealar kuramını açıklar. Benzerlik, güzellik, adalet ve iyilik ideaları bulunduğundan emin, insan ideası bulunduğundan emin değildir. Kıl, çamur, pislik gibi nesnelerin ideası bulunduğu yolundaki öneriyi küçümsiyerek hayırlar (reddeder). "Arada ideasız bir şey bulunmadığını düşündüğüm olur" der. Dipsiz saçmalık çukuruna düşmekten korktuğu için bu görüşten kaçınır.
"Evet Sokrates -dedi Parmenides-, şimdi gençsin, zaman gelecek, felsefeyi daha iyi kavradığında, yanılmıyorsam, en aşağılık nesneleri bile küçümsemiyeceksin."
Platon'un Devlet'i yazdığı sırada güvendiği görü'sü, yapıtının okuyucu yönünden daha iyi anlaşılması için bir istiareyi gerektirir en sonunda: mağara istiaresini. Okuyucuya, idea'lar dünyasının gereksinimini gösterecek biçimde tasarlanmış değişik ön tartışmalarla varılır ona.
Önce, zeka dünyası, algılanır dünyadan ayrıdır. sonra, zeka ve algı kavramı da ikiye ayrılır. Algı kavramının türleri bizi ilgilendirmiyor burada. Zeka kavramının türlerine gelince, onlar "us" ve "anlayış"tır. Bunlardan us daha yüksektir. Salt idealarla ilgilidir.
Yöntemi diyalektiktir. Anlayışsa, matematikte kullanılan bir zeka türüdür, us'tan aşağıdadır. Denetliyemediği varsayımlarda usa baş vurur. Sözgelimi geometride "ABC'nin gerçekten doğru çizgili bir üçgen olup olmadığını sormak kurallara aykırıdır yine de. Aynı biçimde, matematik bize, neyin var olduğunu değil, şöyle şöyle koşullar altında neyin var olacağını söyler. Duyulur dünyada doğru çizgi yoktur. Böylece matematiğin varsayımsal doğruluktan daha çoğuna sahip olması isteniyorsa duyulurüstü dünyada duyulurüstü çizgilerin varlığına kanıt bulmalıyız. Bu, Platon'göre, anlayışla değil, usla yapılır. Us, gökte, geometrik önermelerin varsayımsal değil, kesin olduğu doğru çizgili bir üçgen bulunduğunu gösterir.
Bu noktada Platon'un gözünden kaçan, modern idealist filosoflar için açık bu güçlük var. Tanrı'nın tek bir yatak yaptığını görmüştük. Onun tek bir doğru çizgi çizdiğini kabul etmek de doğaldır. Fakat eğer gökte bir üçgen varsa tanrı üç tane doğru çizgi çizmiş olmalı. Geometri nesneleri ideasal olsa bile pek çok örneklere sahip bulunmalılar... sözgelimi, kesişen iki çember istiyebiliriz. Bu, Platon kuramında, geometrinin, son doğruluğa yetenekli olmadığını görüntüyü ele alan çalışmanın bir bölümü olarak kınanması gerektiğini anlatır. Söz konusu noktayı bir yana bırakacağız yine de.
Platon, açık anlıksal görüyle, karmaşık, duyu algısı görü'sü arasındaki ayrımı, görme duyusundan yaptığı bir benzetme yardımıyla açıklamaya çalışır. "Görme -der-, yalnız gözü ve nesneyi değil ışığı da gerektirmesi bakımından öbür duyulara benzemez. Nesneleri, güneş ışığında apaçık, alaca karanlıkta yarım yamalak görürüz, zifiri karanlıktaysa hiç görmeyiz. İdea'lar dünyası, nesnenin güneşle aydınlanması sırasında gördüğümüz dünyadır." Göz tine (ruha), ışık kaynağı olarak güneş doğruluğa ya da iyiliğe karşılıktır.
"Ruh, bir göz gibidir. Doğruluk ve aydınlığın parladığı nesneye yönelince kavrar ve anlar, zekayla ışıklanmıştır o anda. Oluş ve bozuluşunun egemen olduğu alaca karanlıktaysa sadece kanıya sahiptir. Orada bakar durur hep. Bazen şu, bazen de bu kanıya sahip olur. Zekaya sahip değilmiş gibi görünür... "bilinene doğruluk nitesini, (vasfını), bilene bilme gücünü veren şeye, iyi ideası diyeceğim. ve siz ona bilimin nedeni diye bakacaksınız."
Ünlü mağara istiaresine götürür bu bizi. İstiareye göre, felsefeden yoksun olanlar, bir mağarada ancak bir yöne bakacak biçimde bağlanmış tutuklulara benzer. Arkalarında ateş yanar. Önlerinde duvar vardır. Kendileriyle duvar arasında hiçbir nesne yoktur. Gördükleri, arkalarındaki nesnelerin ateş aracılığıyle duvara yansıyan gölgelerinden ibarettir. Kaçınılmaz olarak, bu gölgeleri gerçek sayarlar. Onların asıl bağlı bulunduğu nesnelerle ilgili bir kavrama sahip değillerdir. Sonunda tutuklulardan biri mağaradan kaçarak gün ışığına çıkar, ilk kez gerçek nesneleri görür. O zamana değin gölgelerle aldatılmış olduğunu anlar. Eğer kurtulan, koruyucu olmaya değer, filosof yapılı bir kişiyse, eski tutukluluk arkadaşlarına durumu anlatmayı görev sayar. Ancak onlar doğruya inanmakta güçlüğe uğrıyacaktır. Çünkü, gün ışığında mağaraya girince, gölgeleri, öbür tutuklulara bakıldığında, daha az belirgin bulacak ve arkadaşlarını kurtuluştan önceki zamana bakıldıkça daha aptal sayacaklardır.
İYİ'NİN DURUMU
İyi'nin durumu ilginç! "Bilim ve doğruluk -der Platon-, iyi gibidir. Fakat, iyinin makamı daha yüksektir. iyi, öz değildir. Yücelik ve güç bakımından aşar özü" Diyalog, mutlak iyinin algılanmasında anlıksal (intellectual) dünyanın sonuna götürür bizi ve matematikçinin varsayımlarını, iyinin yardımıyla bir yana bırakabilir. Bunun temelindeki düşünce, gerçeğin, görünüşe karşıt olarak eksiksiz ve tam iyi olduğudur. Böylece, iyiyi algılamak, gerçekliği algılamak olur, Platon felsefesinde baştan başa Pythagoras felsefesinde olduğu gibi zekayla gizemciliğin kaynaşmış olması dikkati çekiyor. İyi hususunda gizemcilik ağır basıyor.
İDEALAR ÖGRETİSİNİN YANLIŞLARI
Birtakım açık yanlışlar içerir idealar öğretisi. Felsefede büyük bir aşamadır yine de, günümüze değin değişik biçimlerle gelen tümeller sorununa ağırlık vermiş ilk öğreti olması nedeniyle. Başlangıçlar üstünkörü olmaya açıktır. Üstünkörü diyerek idealar öğretisinin özgünlüğünü görmezlikten gelemeyiz. Tüm zorunlu doğrulamalar yapıldıktan sonra bile kimi şeyler kalır geride. Geride kalanlardan kesinlikle en küçüğü, Platon'a en çok karşıt olanların bile kabul edeceği şu gerçektir: Tüm özel adlardan kurulu bir dille konuşamayız. "Adam", "kedi", "köpek" türünden genel sözcüklerle "benzer", "önce" türünden bağlantı sözcükleri de gereklidir. Anlamsız gürültüler değildir o sözcükler. Dünyanın bütünüyle tek tek şeylerden kurulu olması durumunda adı geçen sözcüklerin, özel adların gösterdiği türden bir anlama nasıl sahip olacağını kestirmek güç. İlk bakışta tümeller adına çalışan bu' kanıttan kurtulmanın yolları vardır. Geçici olarak, bir aşamaya değin geçerli sayacağım onu. Fakat, bu denli geçerlikten hiç de Platon'un dedikleri çıkmaz.
Önce Platon, felsefe söz dizimini anlamış değildir... Sokrates insandır, Platon insandır v.ö. diyebilirim. Bütün bu anlatımlarda "insan" sözcüğünün aynı anlama sahip olduğu düşünülebilir. "İnsan" sözcüğü ne anlatırsa anlatsın, Sokrates'le Platon'un ve insan soyunu biçimleyen öbür bütÜn bireylerle aynı olmayan bir şeydir bu sözcük. "İnsan," sıfattır. " İnsan insandır" demek saçma olur. Platon, böyle bir saçmalığa düşmektedir. Güzelliğin güzel, " insan"ın Tanrı tarafından yaratılmış bir örnek-insan'ın adı, edimdeki (actual) insanın, asıl örneğin eksikli ve gerçek dışı bir kopyası olduğunu düşünür. Ayrıca, tümellerle tikeller arasında nasıl bir boşluk bulunduğunu anlayamamıştır. Onun ideaları, sağtöresel (ethic) ve estetik olarak, sıradan tikellere üstün başka tikellcrdir gerçekte, Kendisi de daha sonra bu güçlüğü görmeye başlamıştır. Parmenides diyalogu, bir filozofun kendini eleştirmesinin en güzel örneğini verir.
Parmenides'in, Antiphonos (Platon'un üvey kardeşi) tarafından öykülendiği varsayılır. Söyleşiyi anımsayan yalnız oymuş: Sonradan bu tür sorunları bırakıp atlarla uğraşmaya başlamış, kendisini elinde bir dizginle bulmuşlar ve Parmenides - Zenon - Sokrates arasında geçen üçlü tartışmayı anlatması konusunda zar zor kandırmışlar. Söylendiğine göre, bu tartışma sırasında, Parmenides yaşlı (aşağı yukarı 65 yaşında), Zenon orta yaşlı (40 yaşlarında), Sokrates'se oldukça gençmiş. Sokrates burada, idealar kuramını açıklar. Benzerlik, güzellik, adalet ve iyilik ideaları bulunduğundan emin, insan ideası bulunduğundan emin değildir. Kıl, çamur, pislik gibi nesnelerin ideası bulunduğu yolundaki öneriyi küçümsiyerek hayırlar (reddeder). "Arada ideasız bir şey bulunmadığını düşündüğüm olur" der. Dipsiz saçmalık çukuruna düşmekten korktuğu için bu görüşten kaçınır.
"Evet Sokrates -dedi Parmenides-, şimdi gençsin, zaman gelecek, felsefeyi daha iyi kavradığında, yanılmıyorsam, en aşağılık nesneleri bile küçümsemiyeceksin."