Türkiye'deki felsefi üretim, ülkenin sorunlarına neden sistematik bir yanıt veremiyor
|
Türkiye'de Filozoflar Neden Ülke Sorunlarına Sistematik Bir Çözüm Sunamıyor?
Türkiye'de felsefenin, ülkenin karmaşık ve çok katmanlı sorunlarına neden sistematik ve bütüncül bir tanı koyup kapsamlı bir çözüm üretemediği sorusu, entelektüel camiada sıkça dile getirilen ve kökleri derinde olan bir meseledir. Bu durumun tek bir cevabı olmamakla birlikte, tarihsel, akademik, sosyo-politik ve felsefenin kendi doğasından kaynaklanan bir dizi birbiriyle ilişkili faktörden kaynaklandığı görülmektedir.
Tarihsel ve Kurumsal Engeller
Türkiye'deki felsefi düşüncenin mevcut durumu, Osmanlı'nın son döneminden ve Cumhuriyet'in kuruluşundan devralınan mirasla yakından ilişkilidir.
Gelenek ve Kopuş Tartışması: Türkiye'de felsefenin en temel tartışmalarından biri, "özgün bir felsefi gelenek" oluşturup oluşturulamadığıdır. Akademik felsefe, büyük ölçüde Batı felsefesi (Kıta Avrupası ve Analitik felsefe) ekollerinin tanıtılması ve yorumlanması üzerine yoğunlaşmıştır. Bu durum, felsefenin kendi kavramsal çerçevesini ve yöntemlerini Türkiye'nin özgün tarihsel ve kültürel bağlamına doğrudan uygulamasını zorlaştırmıştır. Kökleri İslâm felsefesi ve yerel düşünce dünyasında olan birikimle modern felsefi yaklaşımlar arasında sentetik bir bağ kurma çabaları ise sınırlı kalmıştır.
Akademinin İçe Dönük Yapısı: Türkiye'deki felsefe bölümleri, genellikle felsefe tarihçisi yetiştirmeye odaklı bir müfredat izlemektedir. Platon'dan Kant'a, Heidegger'den Wittgenstein'a uzanan Batı düşüncesinin derinlemesine incelenmesi önemli olmakla birlikte, bu eğitim modeli felsefecileri güncel ve yerel sorunlara yöneltmekte yetersiz kalabilmektedir. Felsefi üretim, daha çok akademik dergilerde ve dar bir çevrede kalan, teknik ve tarihsel tartışmalarla sınırlı olma eğilimindedir. Felsefenin "toplumsallaşması", yani halka inmesi ve güncel tartışmalara yön vermesi önündeki en büyük engellerden biri bu akademik yapıdır.
Sosyo-Politik Baskı ve Düşünce Özgürlüğü
Felsefenin en temel gereksinimi olan eleştirel düşünce ve ifade özgürlüğü ortamı, Türkiye'de tarihsel olarak dalgalı bir seyir izlemiştir.
Siyasal Kutuplaşma ve İdeolojik Baskı: Ülkedeki derin siyasi kutuplaşma ve ideolojik gerilimler, felsefecilerin hassas konulara mesafeli yaklaşmasına neden olabilmektedir. Sorunları tarafsız ve temelden ele alması beklenen bir filozofun, belirli siyasi kamplar tarafından anında "taraf" olarak yaftalanma riski, özgür düşünce üretimini kısıtlayan önemli bir faktördür. Bu durum, felsefecileri daha "güvenli" ve soyut alanlarda çalışmaya itebilmektedir.
Eleştirel Düşünceye Karşı Direnç: Toplumda ve yönetim kademelerinde, yerleşik kanıları ve mevcut düzeni sorgulayan eleştirel düşünceye karşı genel bir direnç gözlemlenmektedir. Felsefe, doğası gereği rahatsız edici sorular sorar ve temel kabulleri sarsar. Bu sorgulayıcı tavır, "faydasız" veya "tehlikeli" olarak görülebilmekte, bu da felsefenin kamusal alanda etkili bir aktör olmasını engellemektedir.
Sorunlara Eğilen İsimler ve Yaklaşımları
Bu genel tabloya rağmen, Türkiye'nin sorunlarını felsefi birikimleriyle ele alan ve bu yönde çaba gösteren önemli felsefeciler de mevcuttur. Ancak bu çabalar, genellikle bütüncül bir "sistem" kurmaktan ziyade, belirli alanlarda yoğunlaşmıştır.
İoanna Kuçuradi: Türkiye'de felsefenin kurumsallaşmasına büyük katkı sağlamış olan Kuçuradi, çalışmalarını özellikle insan hakları, etik ve değerler felsefesi alanında yoğunlaştırmıştır. Türkiye'nin adalet, liyakat, insan onuru gibi temel sorunlarını bu felsefi perspektiften ele alarak önemli kavramsal analizler sunmuş ve çözüm yolları önermiştir.
Nermi Uygur (1925-2005): Kültür felsefesi, dil felsefesi ve yaşama felsefesi gibi alanlarda öncü çalışmalar yapan Uygur, denemelerinde Türkiye'nin kültürel ve zihinsel yapısına dair derinlikli sorgulamalara girişmiştir. Toplumun "yaşama biçimlerini" ve düşünsel kalıplarını felsefenin süzgecinden geçirmiştir.
Ahmet İnam: "Gönül felsefesi" gibi özgün yaklaşımlarıyla tanınan İnam, teknolojiden gündelik hayata, ahlaktan siyasete kadar geniş bir yelpazede güncel sorunlara dair felsefi denemeler ve yorumlar kaleme almaktadır. Felsefeyi akademik dilin dışına taşıyarak daha geniş bir kitleye ulaştırma çabasıyla öne çıkmaktadır.
Bu ve benzeri değerli çabalar, belirli sorun alanlarına felsefi bir ışık tutmakla birlikte, ülkenin tüm sorunlarını (ekonomik, siyasi, hukuki, kültürel) tek bir potada eriten sistematik bir felsefi yapıya dönüşmemektedir.
Sonuç: Sistematik Bir Analiz Neden Yok?
Özetle, Türkiye'de bir filozofun ya da felsefi akımın ülke sorunlarını Platon'un "Devlet"i veya İbn Haldun'un "Mukaddime"si gibi sistematik bir bütünlük içinde ele alamamasının temel nedenleri şunlardır:
Akademik Odak: Felsefe eğitimi ve üretimi, büyük ölçüde Batı felsefesi tarihine odaklanmış durumdadır ve güncel toplumsal sorunların analizine yönelik metodolojik bir öncelik bulunmamaktadır.
Gelenek Eksikliği: Ülkenin kendi sorunlarına özgü kavramsal araçları üretecek, nesiller boyu devam eden birikimli bir felsefe geleneğinin zayıflığı.
Siyasal Ortam: Düşünce özgürlüğü üzerindeki dolaylı ve doğrudan baskılar ile siyasi kutuplaşma, felsefenin en temel işlevi olan köktenci eleştiriyi zorlaştırmaktadır.
Felsefenin Toplumdan Kopukluğu: Felsefenin "fildişi kulede" yapılan bir etkinlik olarak algılanması ve felsefecilerin kamusal tartışmalara yeterince müdahil olamaması.
Bu nedenlerle, Türkiye'deki felsefi üretim, sorunlara bütüncül bir sistemle yanıt vermekten çok, belirli konularda değerli ve aydınlatıcı "parça parça" analizler sunma eğilimindedir.