Soru 98 : Anadolu türk toplumunda felsefe niçin ortaya çıkmamıştır?

Felsefeyi kendi başına gelişen bir araştırma çabası gibi ele aldık. Felsefenin toplumsal köklerine değinmedik. Okurun dikkatini dağıtmamak ve doğrudan doğruya felsefî düşünceye yöneltmek istediğimiz için yaptık bunu. Aslında, en teorik felsefî düşünceler bile köklerini toplumsal ve tarihî şartlardan alırlar. Felsefî düşünce bir kere ortaya çıktıktan ve kendi birikimini yaratıp geleneklerini ortaya koyduktan sonra, maddî şartların yani toplumdaki ve tarihteki şartların etkisinde değilmiş gibi görünür. Felsefenin bu bağımsızlığı belli bir dereceye kadar doğrudur. Ama işin derinine inildiği zaman, felsefenin tam anlamıyla bağımsız olmadığı ve içinden çıkmış olduğu toplum ve tarih şartlarının etkisini taşıdığı görülür. Belli bir felsefe, ancak belli bir toplumda ortaya çıkabilir. Gerekli toplum ve tarih şartları olmadığı zaman, felsefenin de gereği yoktur; felsefî düşünce ortaya çıkamaz. Yunan düşüncesi, köleci toplumun ürünüdür. Yani kölecilik aşamasına ermiş olan; işbölümü bir hayli gelişmiş bulunan ve ferdin toplumdan kopmuş; kendisini ona karşı koyabilmiş olduğu bir toplumun ürünüdür. Marx, bu durumu, «insanın göbekbağmı toplumdan kopartmış olması» sözüyle açıklar. Gerçekten de, ferdin göbekbağmı toplumdan koparmamış olduğu durumda, hür düşüncenin; kendini toplumdan farklı olarak görüp sorular soran; kendine verilmiş olanı eleştiren insanın sözü edilemez, yani bir kelimeyle felsefenin sözü edilemez. en başında ele aldığımız bir soruya burada yeniden dönmemiz gerekiyor. İnsanoğlunun «evreni kuran, evrenin kökünde bulunan anamadde nedir?» sorusunu sorabilmesi için; toplum tarafından yani mitolojiler ve din tarafından evren hakkında yapılmış açıklamalardan uzaklaşması; onları eleştirici bir şekilde bilinçle ele alabilmesi; yani kendini, toplum karşısında bir «kişi», bir «fert» olarak ortaya koyabilmesi zorunludur.

Toplumun hakikat olarak ortaya sürdüğü ve genellikle kabul edilmiş bir görüşü ya da değer yargısını eleştirmek, irdelemek ve bu görüşten farklı bir cevaba varabilmek, yani «hayır» diyebilmek için, kendini dış dünya karşısında bağımsız bir özne olarak kavrayan ferdin ortaya çıkması zorunludur. Bu özellik, genellikle Yakın-Doğu toplumlarında ve özellikle Anadolu türk toplumunda mevcut değildir. Anadolu türk toplumu, insanla toplumun tam anlamıyla birlik ve bütünlük teşkil ettiği bir toplum değildir. Böyle bir topluma, ancak, ilkel topluluk ya da aşiret dediğimiz kuruluşlarda rastlıyoruz. Ama Anadolu türk toplumu, köleci, feodal ya da kapitalist toplumlar gibi, sınıfların birbirinden kesin olarak ayrıldığı ve fertlerin tam anlamıyla ortaya çıktığı bir toplum da değildir. Anadolu türk toplumu,ilk sınıflı toplumlar kategorisine giren bir toplumdur. İlkel toplum ile Batıda gördüğümüz toplumlardan aynı uzaklıkta bulunan bir toplumdur. Bu toplumda, fert ile toplum arasındaki kaynaşmışlık ve birlik tamamen kaybolmamıştır; ama fert kendini topluma bağlayan göbekbağmı da tamamen kopartmamıştır. Bu toplum, toplum yapısının en yukarısında yer alan ve yönetici yani hâkim olan bürokratlar ya da onların yardımcıları (kapıkulları) ile köylerde yaşayan ve üretim yapan halk kütlelerinden teşekkül etmiştir. Bu toplumda, sınıflar vardır (bürokratlar, zanaatkarlar, köylüler gibi) ama, bu sınıflar arasında kesin sınırlar olmadığı gibi herhangi bir sınıfın bir başka sınıfı devirerek toplum yönetimini ele alması gibi bir durum da yoktur. Yani, tek tek sınıflara karşılık, toplumun bütünlüğü ve birliği ağır basmaktadır. Ayrıca, belli sınıflara mensup fertlerin bir başka sınıfa geçmesindeki kolaylık (meselâ köylü çocuğunun sadrıazam olması gibi), sınıf mücadelelerinin Batıda görüldüğü gibi keskin ve amansız olmasını imkânsız kılan bir başka nedendir. Bu toplumda, «kendinde» sınıflar sözkonusudur; kendisi - için sınıflar yani kendi bilincine vararak kendi mücadelesini yürüten ve ölüm kalım savaşına giren sınıflar söz konusu değildir. Toplumun birlik ve bütünlük olarak ağırbasması ve sınıf mücadelelerinin iktidara yönelmiş bir ölüm - kalım meselesi haline gelmemiş olması, Anadolu türk toplumuna mensup ferdin de Batıdaki gibi bir «fert» haline gelmemesi sonucunu doğurmuştur.

1 Yorum

24 Ocak 2016 16:10  

felsefe, onun bilgi severlik bağını bir kenara koyar ve salt nesnesini düşünce ile anlama etkinliği ile sınırlarsak anadolu türk toplumunda felsefe ortaya çıkmıştır diyebiliriz. batının kabul gören tek biçimli felsefe anlayışı ile çelişen bir yapıda, anadolu türk felsefesi de bir süreç olarak ele alınmalıdır. nasıl ki bir alman felsefesinden söz ettiğimizde onun sürecinde antik ionya aydınlanmasını başlangıç olarak görüyorsak, benzer bir süreç de burada kendisini göstermektedir. buna tasavvuf diyoruz. tasavvuf iki biçimde ele alınmalıdır: 1- kaynağı bağlamında, 2- ereği bağlamında. kaynağı bağlamında hikmetle yaşama yolu, ereği bağlamında ise hikmeti üretme yolu. tasavvuf, felsefedeki aklın olgunlaşmış halidir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP