Soru 53 : Spinoza «cevher»i nasıl anlıyordu?
|
Spinoza (1632-1677),Descartes'ın ileri sürdüğü cevher kavramından yola çıkar. Cevherin varolmak için kendisinden başkasına muhtaç olmayan şey olduğunu söyler. Ama bu tanım gereğince bir tek cevher kabul etmemiz gerekir. Çünkü, sadece kendisi dolayısıyle varolan şey zorunlu olarak sonsuzdur, çünkü herhangi bir şey tarafından belirlenmemiştir ve sınırlanmamıştır. Bundan ötürü Descartes'da olduğu gibi birden fazla cevherin varolduğunu söylemek yanlıştır. Sadece bir tane sonsuz cevher varolabilir. Bu mutlak cevher, bütün varlıkların gerçek nedenidir; her şey ondan türemiştir. Madde ve ruh, bu cevherin iki yüzü gibidir.
Spinoza, bu sonsuz ve mutlak cevher (tanrı) kavramı ile Descartes'ın felsefesinde daha önce sözünü ettiğimiz ikiliği aşmaya çalışmaktadır. Evren ve varolan her şey, tanrıdnn zorunlu olarak çıkmıştır. Bu mutlak cevher, kendi kendisinin nedenidir; yani özü, varolmasını gerektirir. Spinoza, tanrıyı ve evreni birbirinden ayırmaz, bundan ötürü onun metafiziğinde heptanrıcılık (panteizm) eğilimi ağır basar. Bütün evrenin tanrıdan; ezelî ve ebedî olan mutlak cevherden nasıl çıkmış olduğunu, bu cevherin tanımından başlayarak geometrik bir kesinlikle ortaya koymaya çalışır. Bütün varlıklar belli bir düzen ve şartlanma içinde ortaya çıkmışlardır ve bu çıkış zorunludur, başka türlü olamaz. Bu görüş, Spinoza'nın insan iradesi ve hürriyeti hakkında şu açıklamaları yapmasına yol açmıştır: Evrensel cevher, çeşitli tek tek varlıklar haline girmiştir, insan da bunlardan biridir. Ve bundan ötürü, belirli nedenler tarafından oluşturulmuştur, öyleyse insanda, hür bir irade olduğundan söz edilemez. İnsanların kendilerini hür sanmaları, sadece yaptıkları işlerin farkında olmalarından ama bu işleri belirleyen nedenleri bilmeyişlerindendir. Bundan ötürü, gerçek hürlük, kendi ta-biatımızın zorunluğunu bilmek, buna ayak uydurmaktır. Yani, «hür olma», zorunlukları bilmedir, onun bilincidir.
Spinoza, bu sonsuz ve mutlak cevher (tanrı) kavramı ile Descartes'ın felsefesinde daha önce sözünü ettiğimiz ikiliği aşmaya çalışmaktadır. Evren ve varolan her şey, tanrıdnn zorunlu olarak çıkmıştır. Bu mutlak cevher, kendi kendisinin nedenidir; yani özü, varolmasını gerektirir. Spinoza, tanrıyı ve evreni birbirinden ayırmaz, bundan ötürü onun metafiziğinde heptanrıcılık (panteizm) eğilimi ağır basar. Bütün evrenin tanrıdan; ezelî ve ebedî olan mutlak cevherden nasıl çıkmış olduğunu, bu cevherin tanımından başlayarak geometrik bir kesinlikle ortaya koymaya çalışır. Bütün varlıklar belli bir düzen ve şartlanma içinde ortaya çıkmışlardır ve bu çıkış zorunludur, başka türlü olamaz. Bu görüş, Spinoza'nın insan iradesi ve hürriyeti hakkında şu açıklamaları yapmasına yol açmıştır: Evrensel cevher, çeşitli tek tek varlıklar haline girmiştir, insan da bunlardan biridir. Ve bundan ötürü, belirli nedenler tarafından oluşturulmuştur, öyleyse insanda, hür bir irade olduğundan söz edilemez. İnsanların kendilerini hür sanmaları, sadece yaptıkları işlerin farkında olmalarından ama bu işleri belirleyen nedenleri bilmeyişlerindendir. Bundan ötürü, gerçek hürlük, kendi ta-biatımızın zorunluğunu bilmek, buna ayak uydurmaktır. Yani, «hür olma», zorunlukları bilmedir, onun bilincidir.