Diyalektik Antropoloji ve Mekanist Marksizmin Eleştirisi

Ali AKAY

Son yıllarda mekanik ve diyalektik tartışmaları yeniden ön plana çıkmış gibi gözükmektedir. R.Garaudy ve Sartre arasındaki hümanist ve anti-hümanist tartışmalarında, Althusser ve Poulantzas' dan yola çıkılıp, Althusser'in mekanist ve anti - diyalektik yaklaşımları başta Pierre Philippe Rey olmak üzere, A.Badiou ve diğer düşünürler tarafından eleştirilmektedir. Diyalektik Antropoloji kavramını ortaya koyan Rey, materialist diyalektiğin gelişmesinde Marx ve Engels'in devrimci öznesini teşkil eden işçilerin hareketlerini iki kısımda incelemektedir. Birincisi Marx ve Engels'in yapıtları; ikincisi bugüne bakıldığında Hegel'in köle ile efendi diyalektiğinin tekrar okunması: Hegel'i Fransa'da tanıtan A.Kojeve'in çevirisinde, Hegel'in Almanca metninde olmayan bir şey vardır. Köle ve Efendi diyalektiği içinde, Kojeve kölenin çalışarak bilinçleneceğini ve böylece başkaldıracağını yazmıştır. Halbuki Hegel bu tip bir başkaldırıdan bahsetmez. Aslmda kölenin insan haline gelip özgürleşmesi, hem kölenin hem de efendinin doğa karşısında verdikleri mücadelenin ürünüdür. Kojeve'in çevirisini izleyen Marksist kuramcılar işçinin fabrikada çalışarak bilinçlenmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Ancak bu şekilde işçinin bilinçlenebileceğim savunmuşlardır. Buradan çıkan sonuç da, köylüler fabrikalarda çalışmadıkları için üretim güçlerini geliştiremeyecekler ve başkaldıramayacaklar şeklinde yorumlanmıştır. Bu suretle, üretim güçlerinin geliştirilerek sosyaliz-me varılacağı sanısı kuramsal olarak güçlenmiştir. Halbuki Pierre Philippe Rey böyle bir sürecin yaşanmadığını göstererek, kuramsal düzeyde Marksist düşünce için yeni bir okumayı geliştirir.

Diyalektik Maddecilikte üretim kavramının rolü Marksizmin gelişme mantığı olan komünizmde, özne hakim sınıfın öznelleşmesi şeklinde ortaya konulmuştur (Bu fikir daha önce Hegel'in Fransız Devrimini incelemesi sırasında geliştirilmişti). Üretim kavramı mekanist Marksizm teorisinin gelişmesinde kulla-nılması bakımından ana kavramdır. Aynı kavram Marx için diyalektik bir kavramdı. Oysa bugünlerde, hem mekanist, hem metafizik bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Marksistlerin tartıştıkları üretim kavramı, Rey'e göre, kavramın kendisi üzerinde değil, kavramın saptırılması etrafında gelişmektedir. Ona göre, üretim ilişki-lerinin yeniden üretiminin ve üretim biçiminin tam olarak ne anlama geldiğini sorgulamak gerekmektedir. Üretim kavramı bütün diğer kavramların merkezini oluşturur (Üretim ilişkileri, üretim biçimleri, yeniden üretim vs...). Bu kavramı yeniden açıklayıp, ona dönmek gerekmektedir. Hegel'in köle ve efendi diyalektiğinden ve ekonomik alanda da Adam Smith ve Ricardo'nun teorilerinden yola çıkmak, Rey'e göre tek yoldur.

Hegel'deki emek kavramı üzerine epen Rey, insanın kendi bilincine varması sürecini, Hegel'den yola çıkarak, şöyle açıklar: İnsanın kendi bilincine varması için, kendisi ile mücadelesinde çalışıp, emek harcayarak, doğa ile mücadeleye girmesi lâzımdır. Böylece insan özgürlük yolunda özneleşir. Efendi köle diyalektiğinde Hegel efendinin güç kullanarak, yaşamını tehlikeye atıp, doğanın evrenselliğiyle mücadelede hizmetkâr olmaktan kurtulduğunu söyler.

Bu ölçüde kendisinin öznelleşmesini başarmaktadır; ama bunun yanında köle hayatını ortaya koymaz ve doğa ile mücadelesinde efendiye yenik düştüğünü kabul eder; böylece kendisinin bir nesne olduğunu kabul etmiş olur. Köle doğa ile girişmiş olduğu mücadelede, emek sarfederek doğaya karşı çıkmakta ve dünyadaki insan ilişkilerinin ilk planda değişmesinde ilk rolü oynamaktadır. Halbuki, hakimiyetini kabul ettiren efendi bu süreç içinde kendi ihtiyaçlarım rahatça karşılamaktadır. Efendinin gelişip olgunlaşması, kendi ihtiyaçlarını hemen belirleyip, onlara sahip olmasında yatmaktadır. Köle kendi ihtiyaçlarını tam olarak sağlayamamıştır; çünkü emeğinin büyük bir kısmı efendisinin ihtiyaçlarının giderilmesi için harcanmıştır; fakat emek verdiği işinde çalışarak, doğayı değiştirmekte başarılıdır. Burada Alexandre Kojeve'in çevirisi "köle sonunda emek verdiği yerde çalışarak bilinçlenir ve sonunda efendisine başkaldırır" şeklindedir.15 Aslmda yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi, Hegel'in orijinal metni bu şekilde yazılmamıştır. Hegel, tam tersine, mutlak bilgi fikrinin üretiminde kölenin köleliğine devam ettirir. Hegel için önemli olan, insanın diğer bir insan ile ilişkisinde, karşısındakine kendi insanlığını ispat etmek istemesidir. İnsan kendi kendinin bilincinden yola çıkar. Gerçeğe varabilmesi için karşısında doğadan başka bir şey daha vardır: Kendini ispatlamak istediği diğer insan. (Marx bir insan ile diğer bir insan ilişkisi yerine,ilişkiyi çoğullaştırarak, insan ilişkileri adını koymuştur.) insanın doğa karşısındaki rolünün yükseldiği şüphe götürmez; yani bu, kendi kendinin bilinci karşısında şüpheli olmamaktır. Bu olgu insanın kendi hayatından çok daha önemlidir. Kendisini özel olarak belirtmesi, hayatını ortaya koymaktan da daha önemli gibi durmaktadır. Kendi kentfne dünyada tek olmadığını anlayıp, bunun bilincine varan insan kendi içine kapalı bir şekilde yaşayamayacağının bilmeme varmıştır. İşte bu bilinç ile yanıp tutuşmaktadır. Bu nedenle, bir insanın diğerlerine, insan olduğunu ispatlayabilmek arzusu en önemli sorunlardan birisidir. Diğerinin rolünün de kendisine boyun eğmek olduğunu da kabul etmemektedir; buna rağmen diğer insanın kendisini insan olarak tanımasını da kaldıramamaktadır. Tıkanıklık burada boy gösterir. Mücadele artık başlamıştır: Diğer insana kendisinin gerçek bir insan olduğunu göstermeye çalışmasının mücadelesidir bu ve körükörüne verilen bir mücadeledir. Öteki insanın insanlığının kendi insanlığından daha önemli olduğunu kanıtlamaya kalkmasının ve kendinden daha önemli olmasının çekememezliğinin mücadelesi bu savaşı oluşturur. Bu aynı zamanda insanın kendi kendisine de insan olduğunu ispatlamasının mücadelesidir. Her bir insanın mücadele süreci esnasında, hayatını ortaya koyacak bir şekilde kavga vermesi ilk eklemlenmeyi doğurur; üç şık vardır:

1)İkisi de ölür, o zaman zaten ikisi de toprak olurlar ve doğaya dönerler. Burada kendi kendinin bilincine varmanın ihtimali yoktur.

2)Biri ölür, canlı kalan doğaya karşı kazanmıştır; ama bu defa karşısında kendi kendinin bilincini göstereceği, kendisinin insan olduğunu ispatlayacağı ikinci bir insan kalmamıştır. İkinci çıkmaz burada yatmaktadır.

3)Mücadele esnasında, biri varlığının aklı ile kavgayı terkeder ve hayatını ortaya koymaktan vazgeçer ve böylece diğerine boyun eğmeyi kabul eder. Kendisinin insanlığından feragat eder. Kendi insanlığını arayışı ikinci plana düşer, can tatlı gelmiştir. Doğa karşısında verdiği mücadelede kendi değerini düşürmüş olur. Ama yine bir çıkmaz oluşur: Evet köle efendiyi tanımıştır, ama köle köle olmak niteliği ile insanlığını da kaybetmiştir. İnsanlığını kaybeden köle, ötekinin karşısında kendi kendisinin insan olduğunun bilincini de bir yana bırakmıştır. Efendi kendisinin efendi olmasını, karşısındaki öteki bir insana değil, bir köleye kabul ettirebilmiştir. Efendinin kendi kendisinin bilinci vardır, ama efendi için bu bilincin varlığı bilinçsizleşmektedir; çünkü yalnızca kendisi tarafından tanı-nabilmektedir. Böylece, kölenin dışında bu bilinç varolabilmektedir ve dolayısı ile efendinin dışında bu bilinç yok olmaktadır. Efendinin kendisi artık kendisinde olabilen bir varlık değildir (Un Etre en soi).

Kendinin bilinci, bu suretle karşısındaki insan tarafından kabul edilemez. Köle de kendisinin dışındadır. Efendi böylece karşısında bulunanın insanlığını kaybetmiştir. Kendisinin insan olduğunu, egemenliğini gösterecek bir insanı karşısında bulamaz. Bir bölünme söz konusu olmuştur: Öznel evrensellik bölünmüştür; ya bu hoşnutsuzluk giderilmelidir ya da eskiyi de içinde saklamakta olan bir aşma söz konusu olacaktır (Hegel'in meşhur "döpassement" aşma fikri). Anlaşılacağı gibi, ortaya çıkan iki insan arasındaki ilişkilerde bir tıkanmada. Kişi, öznel tin, sosyal sınıflar ise nesnel tin olmuşlardır. Bu nedenle de bir geçiş söz konusu, tam manasıyla, olamaz. Tek taraflı olarak tıkanan mücadele köle tarafından tıkanmıştır. Kendisini nesne yapması, hayatını kurtarmak için insanlığını bırakması bu mücadeleyi çıkmaza sürmüştür. Böylece köle doğanın da mahkûmu olmuştur. Efendi ise kölenin emek gücü aracılığı ile doğaya karşı verdiği mücadelede ilerler. Özgürlüğü kölenin çalış-masından ve doğaya karşı mücadele verip, efendisine boyun eğmesinden geçmektedir. Böylece yabancılaşmış olan köle, emek harcamaya devam edecektir. Bu durumda efendinin bir başka efendi tarafından tanınması değil, bir nesnenin yani kölenin, kendi kendine yabancılaşarak karşısındaki efendiyi tanıması gerçekleştirilecektir. Hegel bu noktada önemli bir şeye dikkatle değinir: İnsanlık kendi kendine yabancılaşmış bir şekilde emek harcayarak doğa karşısında ilerlemektedir. Hegel'in antropolojik yaklaşımını, bu şekilde, Pierre Philippe Rey okuyucuya aktarır. İnsanların aralarındaki ilişkilerde bir tıkanıklığın ortaya çıkması ve bu tıkanıklığın doğa ile insan arasındaki ilişkiye dönüşmesi. Hegel için, emek sarfetmek ve bilmek doğayı değiştirebilmek içindir. Ölüm sezgisi ile titremektedir. Bu mücadele içine giren insan da bu doğayı dışlayıp, yadsımaya çalışmaktadır. Artık bilinç doğadan çekilmiştir ve bilinç kendi kendişinin içindedir, kendi kendisi için olmuştur. Doğanın arı bir şekilde yadsınması da kendine yabancılaşmış insanın kendi emeği sürecinde bilince ulaşmaktadır. Hegel dışarıdan içeriye doğru girerek "Mutlak Bilgiye" ulaşmayı düşlemektedir; bir bakıma idealizmi de buradan kaynaklanmaktadır. Mutlak Bilgi, Hegel için, hoşnutsuzluğun mutlak giderilmesine dönüşmek zorunda kalacaktır. İnsanların da nesnelerle olan ilişkilerini ön plana çıkarır. P.P. Rey'e göre bu ardından mekanist Marksistler adını verdiği filozof ve antropologlar tarafından aynen alınacak ve kullanılacaktır. İhsanlar arasındaki ilişkiler, insanların nesnelerle olan ilişkileri yanında ikinci plana düşecektir. Althusser yapısalcı Marksizminde nesneler ile olan ilişkiler daha önemlidir. Bu üretim kavramının değiştirilmesinin tek pratik olmadığının kavranmasıdır: Toplum kendi kendine değişikliğe uğrar. Hakim sınıflar böylece kendi ihtiyaçlarını giderirler. Manc'm, Hegel diyalektiğine eklediği şey efendi ve kölenin tek olmadıklarıdır. Birden fazla efendi ve köle mevcuttur. Bir tek efendinin yalnızca ezilenlerle değil, hakim efendiler arasında da bir iktidar mücadelesi vardır. Bu şekilde bir mücadele içinde sistem daimî bir şiddet içinde yürümemektedir. Bu şekilde devamlı şiddet serma¬yenin akışına darbe vuracağından, belli dönemlerde bu şiddetin sona ermesi gerekmektedir. Şiddet için de barış daimî olamaz. Üretim biçimi içindeki efendiler, hakimiyet ilişkilerini pekiştirerek, üretim birimleri arasındaki ilişkilerle, hakimiyetlerinin devamını sağlayabilmek amacıyla, sistemin yeniden üremesine çalışırlar. Ancak bu şartlarda üretim birimlerinin üzerinden yapılan "aşma" yalnızca hakim sınıfların aşması şeklinde oluşur (doğa ile mücadele de yeni bir etabı aşmak). Örneğin, feodal Avrupa toplumlarında bu şiddetli çelişkiler feodal beylerin birbirleriyle çatışmaları şeklinde kendini gösterir. Aynı şekilde Ortaçağ turnuvalarında yapılan gösteriler, her zaman şiddete yer vermezler; bu hakim sınıfların belli dönemlerde birleşmelerini sağlar. Düzenlenen turnuvalarda libidinal arzu oyun biçiminde akımını sağlar; ve onların oyun sürecindeki birleşmelerini gösterir. Böylece çelişkiler birleşirler ve merkezîleşirler. Marx aynı şekilde, Kapital'in üçüncü cildinde sermaye piyasaları arasındaki çelişkileri, şehirler arasındaki savaşları, hakimiyeti elinde tutanlar arasındaki mücadeleleri, kâr yüzdesinin düşüşü bölümünde, kapitalistler arasmdaki mücadelelerde göstermiştir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP