Diyalektik Antropoloji ve Mekanist Marksizmin Eleştirisi ( devam )

Böylece birleşmeler sürecinin daima savaş ve şiddet sürecinde olmadığı, normal yaşam süreci içinde de meydana gelebileceği açıkça ortaya çıkar. Hakim sınıflar arasındaki mücadelelerde nasıl efendiler doğaya karşı vermek zorunda oldukları mücadeleler sürecinde birleşiyorlarsa, onlar da kendi birleşme süreçlerinde tek vücut haline gelirler. Hegel'in değiştirme pratiğinde, kendi kendinin iki bilinci birbiri ile çarpışır. Bu çarpışma efendinin hakimiyetini gösterme, kölenin ise boyun eğme alıştırmalarıdır. İki üretim biçiminin birbirleriyle çelişkileri ve bu suretle de sınıfların varlıklarının ortaya konulması açısından bir okumaya girişecek olursak, sınıfların kendi içlerinde bulunan birdenfazlalık (çokluk) hemen gözümüze çarpacaktır. En azından iki efendi ve iki köle vardır. Aralarındaki çelişkilerde, hem kendi içlerinde mücadeleler hem de karşılarındaki ile mücadeleler vardır. Doğaya karşı verilen mücadelelerde hakim sınıflar kendi iç çelişkilerini aşarlar, belli dönemlerde bu aşmayı, yapılan teknik gelişmelerle, ortak hakimiyette yürütürler. Köleler ise, tarihteki diğer ezilen sınıflar gibi, bu geçişte mücadeleyi doğaya karşı verdikleri ve doğayı zaptettikleri halde efendilerin vardığı özgürlüğe ulaşamazlar. Bu suretle de devamlı parça parça olup bölünürler. Üretim kavramı böylece önemini ortaya koyar: Köleler dolaysız olarak doğaya karşı verdikleri teknik üretiminde, kendi kendilerinin bilincine sahip olmadıkları için, kendi aralarında kavgaya tutuşmaya devam ederler. Bu üretim ilişkileri sırasında hakim sınıflar, teknik üretimlerini zaptedip, kendi iç çelişkilerini hakimiyet altına alabilip, birleşmeyi sağlarlar. Kendi bilinçlerine sahip olarak asıl dolaysız üreticiler üzerinde hakimiyet ilişkilerini hem sürdürürler, hem de, bu süreç içinde, yeni dönem birimlerine girebilmek amacıyla, eski dönem birimlerini, bir anlamda, aşarlar.

Mara'ın üretim kavramı tam olarak buna uygun değildir; çünkü Marx emek ile üretimi karşı karşıya koymaz. Birbirleri ile zıtlıklarını tam olarak göstermez. Marx emek sürecini ve üretim sürecini karşı karşıya koyar. Marx emek sürecini doğa ile saf bir mücadele şeklinde ortaya çıkarır. Üretim süreci ise bir artı-değer yaratabilmek amacıyla emeğin örgenlenme biçiminin yapıldığı alandır. (Toplumsal örgenlenme ile artı-değere el konulur.)

Burada önemle vurgulanmak istenen "sömürü" kavramı ile "el koyma" (extorsion) kavramı arasındaki farklılıktır. El koyma işlemi kapitalizm öncesi toplumlarda varolan bir artı-değer (artı-emek)dir. Örneğin vergici-devletçi üretim biçimlerinde artı-emek söz konusudur. Sömürü ise artı- değer yaratılan kapitalist toplumlara içkin bir kavramdır. Örneğin birinin cebinden para çalmak bir elkoyma işlemidir; kapitalist sömürü ile hiçbir ilgisi yoktur. Üreticilerin kapitalist üretim biçiminin hakim olduğu toplumlarda, sermayeye "gerçek olarak boyun eğdikleri" toplumlarda artı-değer kapitalist anlamında belirir. Böylece sömürü kavramı ortaya çıkar. Aslında sermaye, bu kapitalist üretim biçimi içinde, el koyma mekanizmasını kurallaştırarak, gerçek boyun eğme safhasına erişir ve sömürü mekanizmasmı kurallı hale sokar.
Üretim kavramı bakımından, Rey'in söylemek istediği Hegel, Ricardo, Smith ile, bir kopmanın gerçekleşmiş olduğudur. Marx'm üretim kavramı bakımından getirdiği yenilik emeğin kendi dışında bir düzene boyun eğmesini göstermesindedir. Bu da emeğin serma¬yeye, toplumsal bir düzen içinde, boyun eğme mekanizmasının oluş-masıdır. Bu üretim ilişkilerinin diyalektik gelişmesinde evreler söz konusudur: İlk dönemde, Hegel'in yazmış olduğu gibi, insan ile doğa ilişkisinin kavranılması süreci ön plandadır. Hegel emek sürecini Klasik ekonomistlere göre biraz daha ileri taşımıştır: İnsanın doğaya karşı verdiği savaş ile doğayı nasıl değiştirdiğini göstermeye ağırlık verir (insanın kurnazlığını göstermek ister). Doğayı değiştirme sürecinde Hegel, Kant'a karşı çıkarak, insan emeğinin bir şeyler yaratarak özgürlüğe kavuşmakta olduğunu göstermek ister. Halbuki, Kant'm determinizmi düzen kavramlarını karşı karşıya koyar ve özgürlük kavramının kanunlara riayet edilmemesi biçiminde ol-duğunu gösterir. Hegel'de ise, sonuçta, bütün bunlar doğaya boyun eğerek yürürlüğe girerler. Hegel böylece kendi kendinin bilincini doğaya karşı verilen mücadele içinde sınırlar. İlkel toplumlarda toplumun yeniden üretimi doğaya bağlıdır. Avcı balıkçı kabilelerde in-sanın doğa düzenini ilk aşması teknik bir gelişme ile olmuştur (Homo Faber). Bu andan itibaren toplumun kendi içinde insan tarafından üretilmesi anlamında yeni bir mantık meydana çıkar. Toplumun kuruluşu, doğa ile olan mücadelede, doğaya karşı olarak örgütlenir. İnsan doğayı değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun gidişatının sonucunu da belirler. Böylece yeni bir dönem başlar.

İnsanlığın evreni emek ile örgütlenir ve insanların kendi aralarındaki ilişkiler ön plana çıkar. Bu yeni dönem hakim sınıfların ortaya çıkmaya başladığı evredir. Toplumdaki insanların amacı sadece ihtiyaç gidermekten çıkıp, toplumu örgütlemek ihtiyacına açılır. İlk hakim sınıfın görevi bunu örgütlemek olmuştur. Toplum hakim bir sınıf tarafından zaptedilip örgütlenmeye başlamıştır.

Hegel insanın doğa ile mücadelesinde kendi kendinin bilincini açıklar: İnsanın kendi kendinin bilincine varması doğaya karşı verdiği mücadeleden geçmektedir. Toplumsal düzen kendi içine kapa¬nır ve sonuçta "soydaş"toplum ortaya çıkar ki, bu ilk hakimiyet ilişkilerinin oluştuğu üretim biçimidir. Yeni üretim biçimlerine geçmek yeni örgütlenmeler, yeni teknik gelişmeler ve özgürlük mücadelelerinden geçmektedir. Özgürlük teriminin insanî olarak ortaya çıkışı bu devreye rastlamaktadır. Daha önce hayvanı toplum biçimlerinde ortak yaşayan insanlar söz konusudur. İnsanî özgürlük kavramına ilk geçiş ile hakim sınıflara ezilenlerin boyun eğmesi meydana gelmiştir. Hakim sınıf özgürlük kavramına ulaşırken, ezilenler onlara boyun eğmeye başlamışlardır. Bu doğaya karşı verilen mücadele sürecinde, toplumsal ani değişinim (mütasyon) sınıf hâkimiyeti ilişkilerinde, doğadan kopmaya başlayarak gerçekleşmektedir. Hegel egemenlik altmda bulunan kölenin doğayı daha çabuk değiştirdiğini söyler. Bu şekilde de toplumsal düzen şekillendirilip, yönü tayin edilmiş olur. Efendinin ve kölenin arasındaki ilişki efendinin özgürlüğe kavuşması ile, evrensel bilincin özgürlüğe doğru gitmesi ile gerçekleşmektedir. El koyma biçimi ortaya çıkarken insanlığın bir kısmı doğaya karşı verilen mücadelede özgürlüğe doğru ilerlemektedir. Emek, insanlığı ve toplumu ileriye doğru geliştirmektedir.

Hegel için köle kendi bilincinde doğanın düzenini zaptederken, toplumsal düzen üzerinde basan sağlayamamaktadır. Efendiler bu durumdan faydalanarak özgürlüğe doğru ilerlemektedirler. İlk olarak kollektif bir özgürlük evresi vardır. Burada toplumsal düzenin yeniden üretiminin zaptedilmesi söz konusudur. Hegel özne-nesne ilişkisi arasında, nesnelerin kendi kendilerine yabancılaşmalarında, insan modeli yaratmak konusundaki yetenek ile değişim arasında bir ayırım yapmaz. Buradaki ayıran emeğin yalnızca doğayı değiştirmesi değil, aynı zamanda da toplumun değiştirilmesidir.İnsanın doğa karşısındaki değiştirici rolü, tıpkı fizik kuralları
nın itiş gücü gibidir. Emek doğayı iterken toplumun üzerinde de itici bir güç olarak belirir ve toplumu hareketlendirip değişime uğratır. Hegel'in diyalektik yaklaşım etabı buraya kadar gelişir. Buradan yola çıkan Marx ise toplumsal ilişkilerin, bir üretim biçimi çerçevesinde, toplum üzerine bir baskı kurup, itici güç teşkil ettiğini gösterir. Emek toplumun yeniden üretiminin dinamiği ile kendi kendini belirler. Bu nedenle, bir sınıfın hakimiyet kurması, aynı anda hakimiyet altına giren sınıfın kendi kendine yabancılaşmasını beraberinde getirir. Kölenin kendisi de evrensel özgürlüğe doğru bir adım atmıştır; ama kendi öznelselliği içinde değil, hakim sınıfların öznelsellikleri içinde özgürlüğe yaklaşır. Bir anlamda özgürlük hakimiyet ilişkilerinin ortaya çıkması ile başgösterir. Böylece üretim kavramı ile toplumsal düzenlerin değişinimleri de ortaya çıkmakta ve değişikliği getirmektedir. Emek, üretim kavramı içinde yerini alır, özgürlük kavramının arzulanıp dışa vurulmasında büyük bir rol oynar. Değişimin de değişim koşullarını hazırlar.

Pierre Philippe Rey'in tekil düşünce diye adlandırılan yelpazede önemli bir yeri vardır; çünkü yapısalcılığa karşı girişilen tekil düşünce mücadelesi aynı zamanda Hegel ve Hegel'ci düşünce yapısına karşı da verilmektedir. Bütüncü düşüncelere karşı yeni bir düşünce akımı Frankfurt ekolünü takip ederek, başka yönlere doğru kaymıştır. Pierre Philippe Rey de, diyalektik antropoloji ile, yine yapısalcılığa karşı bir diyalektik düşünceyi geliştirmektedir; ama bu aşmayı, HegePden, Gramsci'den ve Poulantzas'dan geçerek geliştirir. Tekil düşüncenin özneyi yadsımasına karşılık, diyalektik antropoloji özneyi ön plana çıkarmaktadır. Öznenin kuramını kurgudan geçerekyapmaktadır. Rey'in yanında filozof Alain Badiou'yu sıralayabiliriz.

Pierre Philippe Rey, bu arada klasik bütüncü Fransız düşüncesini izlemeye devam eder. Marksizmi Hegel'ci kurgusal (speculatif) düşünce içinde yaşatarak altyapı ekonomizm belirlemesini eleştirir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP