GUNEŞ ULKESİ - 2.Bolum

Bütün bu çeşitli kişilerin Güneş Ülkesi'yle ne ilgisi vardı, bizim tarihimizi nerden biliyorlardı? Sonradan öğrendim ki, Güneş Kent'te bütün diller öğrenilirmiş. Dünyanın dört bir yanına, boyuna kâşifler, elçiler salar, çeşitli ulusların törelerini, yönetim yollarını, yasalarını, tarihlerini, iyi ve kötü yanlarıyla öğrenirlermiş. Bütün bu bilgileri kendi ülkelerinde uyguladıkları ve bundan zevk duydukları açıkça görülüyordu. Bu arada, Çinlilerin barutu ve basımcılığı bizden önce bulduklarını da öğrendim.

Güneş Kent'te bu sayısız resimleri açıklamak ve taşıdıkları anlamı öğretmekle görevli öğretmenler var. Gencecik çocuklar, daha on yaşına basmadan bu çeşitli bilimleri, hattâ bu bilimlerin tarihini, hiç güçlük çekmeden, adetâ oyun oynarcasına öğreniyorlar.

Hoh'un üç yardımcısından biri olan Sevgi Güneşlilerin üreme işini düzenlemekle görevlidir. Başlıca işi, kadınla erkeğin kusursuz bir soy yetiştirecek yolda birleşmelerini sağlamaktır. Güneş Kentliler, köpek ve at soyunun gelişmesine büyük önem veren ama, insan soyunun gelişmesine pek aldırış etmeyen bizlerle düpe düz alay ediyorlar. Böylece, Çocukların eğitimi, hekimlik, eczacılık, tarım işleri, meyvacılık, hayvancılık, bir kelimeyle, yiyip içecek, giyim kuşam, cinsel alışverişle ilgili ne varsa, hepsi Sevgi'nin yönetimi altındadır. Kendisine bu konuda kadın-erkek bir çok görevli yardım etmektedir.

İşte, Metafizikçi, bu üç yardımcısıyla birlikte,Kent'in, yukarıda saydığımız bütün işlerini yüksekten yönetir: Onun isteği dışında hiç bir şey yapılmaz. Devletin bütün işlerini bu dört kişi çekip çevirir ama, Metafizikçi ne yönde karar verirse, üç yardımcı ona boyun eğer.

OSPİTALARİO
Bu ülkenin kamu görevleri nelerdir? Halk nasıl eğitilir, nasıl yaşar? Devleti halk mı, kral mı, aristokratlar mı yönetir, lütfen söyler misiniz dostum.
C. KAPTAN
Bu ülkenin insanları Hindistan'dan gelmişler. Memleketi kasıp kavuran büyücü rahiplerin, haydutların ve zorbaların elinden kaçmışlar, filozofça ve ortak bir toplum kurup yaşamaya karar vermişler. Doğdukları memlekette kadınlar ortak olmadığı halde, onlar arasında anlatacağım biçimde bir ortaklık vardır. Onlarda her şey ortaktır. Paylaşma işini yöneticiler görür. Bununla beraber, bilimler, şerefler ve dünya nimetleri öylesine dağıtılmıştır ki, kimse bunları başkasının zararına ele geçirmeyi düşünemez. Onlara göre, insanın bir evi, bir karısı, kendi çocukları oldu mu, mal mülk derdine düşer. Bencillik bundan doğar. Oğlumuzu yükseltmek, zengin etmek ve miraslara, kondurmak için halkın varını yoğunu elinden alırız. Paramızla, gücümüzle başkalarını buyruğumuz altına alınca, ya da güçsüz, yoksul ve tanınmış bir ailedensek, cimri, hain ve iki yüzlü oluruz. Güneş Ülkeliler bencilliğin amacını ortadan kaldırmakla onu yok etmişler ve yerine ortak yaşama sevgisini koymuşlardır.
OSPİTALARİO
Ama, Aristoteles'in Platon'a karşı ileri sürdüğü gibi, bu koşullar altında hiç kimse çalışmaya yanaşmaz, geçimini sağlamak için başkalarının çalışmasına bel bağlar.
C. KAPTAN
Bu konuda seninle tartışamam, çünkü tartışma sanatını bilmiyorum. Yalnız şunu söyleyeyim ki, Güneş Kentliler yurtlarına inanılmayacak kadar büyük bir sevgi ile bağlıdırlar. Böyle olmaları da gerekir. Çünkü, yurt sevgisi, kişisel çıkardan vazgeçildiği ölçüde artar. Tarih bize bunu açıkça göstermiyor mu? Eski Romalılar özel mal mülkü hor gördükleri ölçüde kendilerini seve seve yurtlarına feda edebilmişlerdir. Bana kalırsa, bizim din adamları ve papazlar, eşlerine dostlarına olan aşırı sevgileri, yükselme tutkuları yüzünden bozulmasalar, ermişlere yaraşır bir hayat sürer, dünya malına o kadar düşkün olmaz, tıpkı havariler ve günümüzdeki birçok insanlar gibi, herkese iyilik yapmaktan başka bir şey düşünmezler.
OSPİTALARİO
Ermiş Augustinus da aynı şeyi söylemişti, yanılmıyorsam. Ama siz bana şunu söyleyin lütfen: Birbirlerine yardım etmek fırsatını bulamadıklarına göre, Güneş Kentliler hiç bir zaman dostluğun ne olduğunu bilemeyeceklerdir, öyle değil mi?
C. KAPTAN
Tam tersine. Bir defa, hiç kimse başkasından herhangi bir hediye alamaz. Çünkü, toplum ona ihtiyacı olan ne varsa hepsini sağlamaktadır. Yöneticiler de kimsenin, hakkettiğinden fazlasını almamasına dikkat ederler. Herkes neye ihtiyacı varsa alır onu. Dostluk, Güneş Kentlilerin gerek savaş ve hastalık gibi hallerde birbirlerine gösterdikleri yakınlıkta, gerekse bilimsel çalışmalarda, bilgi ve öğüt yoluyla birbirlerine yaptıkları karşılıklı yardımlarda açıkça gösterir kendini. Aynı yaştaki Güneşliler birbirlerine kardeş derler. Yirmi ikisini aşanlara baba, bu yaştan aşağı olanlara da oğul denir. Yöneticilerin belli başlı işlerinden biri de, kardeşlerin birbirine haksızlık etmemesine çalışmaktır.
OSPİTALARİO
Peki, nasıl başarıyorlar bu işi?
C. KAPTAN
Bizde ne kadar erdem adı varsa, Güneş Ülkesi'nde de o kadar yönetici adı vardır. Örneğin, Büyüklük, Cesaret, Namus, Cömertlik, Çalışkanlık, Tokgözlülük (ve daha başka) adlı yöneticiler vardır. Kim çocukluğunda, okulda bu erdemlerin birine en fazla eğilim gösterirse, bu göreve seçilir. Hırsızlık, adam öldürme, ahlâksızlık, uygunsuz çiftleşme gibi suçların ne olduğunu bilmezler. Onların birbirlerine yükledikleri suçlar nankörlük, kötülük, nezaketsizlik, tembellik, asıkyüzlülük, huysuzluk, hafiflik, dedikoduculuk ve yalancılıktır. Hele yalancılık onlar için vebadan beterdir. Bu suçların cezası, yargıçların uygun görecekleri bir süre, ortak sofradan uzaklaştırılmak ve kadınsız bırakılmaktır.
OSPİTALARİO
Yöneticiler nasıl seçilir, onu söyleyin!
C. KAPTAN
Daha önce, Güneş Kentlilerin nasıl yaşadıklarını anlatayım. Hemen şunu söyleyeyim: Kadınlarla erkeklerin kılığı hemen hemen aynıdır. Yalnız kadınların dizleri kapalı, erkeklerinki açıktır. Bu kılık savaşa daha elverişlidir. Erkek ve kız çocuklar, hiç bir ayrım yapılmaksızın, her türlü zanaat eğitiminden geçerler. Bir yaşla üç yaş arasında bütün çocuklar duvarlardaki resimler ve yazılar önünde dolaşa dolaşa hem alfabeyi, hem okumayı öğrenirler. Çocuklar dört bölüğe ayrılırlar. Her bölüğün başında, çocukları çekip çeviren bir başkanla, yaşlı bir öğretmen bulunur. Bunlar her işte ve bilgide denenmiş dürüst kimselerdir.

Bir süre sonra, çocuklar, güçlenip kuvvetlensinler diye, güreşe, koşuya, disk atmaya ve başka beden hareketlerine alıştırılırlar. Yedi yaşına kadar ayakları çıplak, başları açık gezerler. Daha sonra, çeşitli zanaatları öğrensinler diye, çocuklar bölük bölük, aşçı, marangoz, kunduracı, demirci ve resim atelyelerine götürülerek, hangi zanaata eğilimleri olduğu, nelerden hoşlandıkları öğrenilir. Yedi yaşındaki çocuklar, duvarlardaki yazılardan matematik kavramlarını öğrendikten sonra, doğa bilimlerini okumaya başlarlar. Bu dersleri dört ayrı öğretmen verir. Her ders dört saat sürer ve bu süre içinde her bölük bütün dersleri görmüş olur. Çünkü, çocukların bir bölüğü beden eğitimi yaparken, bir başka bölüğü de kamu hizmetlerinde çalışır, bir başkası da yalnız okuma yoluyla bilgilerini arttırır. Bu dersleri görüp öğrenenler, daha zor konulara geçer, matematik, tıp ve başka bilimlere başlarlar. Öğrenciler arasında durmadan bilimsel tartışmalar, yarışmalar tertiplenir. Zamanla, filân bilim dalında ya da falan zanaat kolunda kendilerini gösterenler, bu bilim ya da zanaatin yöneticiliğine getirilir; artık herkes onlara usta gözüyle bakar. Tarım ve hayvancılık, gözlem yoluyla öğretilir. Öğrenciler öğretmenleriyle birlikte tarlalara gidip çalışma yollarını incelerler, içlerinden en çok beğenilen ve saygı görenler, birçok zanaat ve meslekten anlayan ve bunları en büyük başarıyla uygulayanlardır. Onun için Güneş (İlkelilerin, zanaatları hor gören, buna karşılık, hiç bir meslekleri olmayan, hiç bir yararlı iş görmeyen, bolluk içinde aylak yaşayıp zevkleri ve keyifleri için sürü sürü insan kullanan kimselere soylu kişi gözüyle bakan bizlerle ne denli alay ettiklerini anlatamam. Onlara göre, böylesine bir tutum bir devlet için en kötü sonuçlar doğurabilir: Ahlâksızlıklar okulu denebilecek böylesi bir topluluktan sürü ile haydutlar, eli bıçaklılar çıkar.

Öbür yöneticileri, en büyük dört yönetici (Metafizikçi, Güç, Akıl ve Sevgi) ile her görevin özel öğretmeni seçer. Bu öğretmen kimin şu ya da bu erdemden, şu ya da bu sanattan hangisini öğrenebileceğini herkesten daha iyi bilir. Onları Yöneticiler Kurulu önerir. Bu öneriye karşı, ya da bu öneriden yana bir diyeceği olan söz alıp konuşur.

Hoh olabilecek kimsenin, cumhuriyet olsun, krallık olsun, bütün devletlerin yasalarını, devlet biçimlerini, geleneklerinin ve dinlerinin tarihlerini derinlemesine bilmesi gerekir. Ayrıca yasa koyanları, sanatları geliştirenleri adlarıyla bilecek; bir de yerde ve gökte olup bitenlerden haberi olacak. Bütün mekanik sanatlar üstünde bilgisi olacak (pratik bilgi aranmadığına göre, yukarıda sözünü ettiğimiz adlarla bu sanatların her biri iki günde öğrenilebilir). Fizik ve astronomi bilgisi de ayrıca önemlidir. Yabancı dil üstünde o kadar titizlikle durulmaz. Çünkü, memlekette bol bol (gramerci adı verilen) tercüman vardır. Ama, her şeyden önce, Hoh'tan istenen, metafiziği ve teolojiyi iyiden iyiye, bütün bilim ve sanatları, ilkeleri, tanımlamalarıyla adamakıllı bilmesi, nesnelerin benzerlik ve ayrılık ilişkilerini, dünyanın düzenini ve kaderini, Tanrı'nın ve yaratıkların önem sırasını ve benzerliklerini, Tanrı'nın gücünü, Tanrı'da gerçeğin ve idealin birleşmesini kavramış olması, Tanrı ve insan sevgisine ermesi, yer gök ve denizle ilgili ne varsa hepsini bilmesi, hiç değilse bir insanın ulaşabileceği bilgi katına varmasıdır. Ayrıca, Hoh'un peygamberlerin kitaplarım ve astroljiyi adamakıllı incelemiş olması aranır. Böylece, Güneş Ülkeliler, kimin Hoh olacağını daha önceden kestirebilirler. Çünkü böylesine geniş ve çeşitli bilgiye herkeste pek rastlanamaz. Böylesine yüce bir göreve kimse otuz beşini doldurmadan seçilemez. Bu görev ömür boyunca sürer. Ama, bu ara, Güneş Ülkesi'nde Hoh'tan daha bilgili, devlet işleri için daha yetkili birisi çıkacak olursa, o zaman eski Hoh yerini yenisine bırakır.
OSPİTALARİO
Ama kim böylesine bilge olabilir? Kendini bilimlere adamış birisi, yönetim işinin üstesinden gelebilir mi, her zaman?
C. KAPTAN
Bu soruyu ben de sormuştum Güneş Kentlilere ve şu karşılığı almıştım: «Biz böylesi bir bilge adamın devleti iyi yöneteceğine sizlerden -başınıza çok zaman bilgisizleri geçiren ve bunları sırf hükümdar soyundan geldiği için ya da güçlü bir partice seçildiği için yönetime elverişli sayan sizlerden - daha çok güveniriz. Bizim Metafizikçi, her çeşit yönetim işinde acemi olabilir ama, o uçsuz bucaksız bilgisi, onu kötü, hain ve zorba olmaktan ister istemez alıkoyar. Bununla beraber, başkanımızın bilgisinden çıkardığımız kanıta siz bizler kadar önem vermezsiniz. Çünkü, sizler bilgin diye Aristoteles'in ya da başkalarının gramer ve mantık kurallarını en çok bilenlere diyorsunuz ve böylece sizin memleketinizde bilim, sadece domuzuna yorulma ve kölece ezbercilik isteyen bir iştir. Bu da insanın düşüncesini körletir, onu olayların derinine inmekten alıkoyar, bir sürü laf kalabalığı ile yetinmesine yol açar, ruhunu alçaltır, kitapların ölü kelimeleriyle kafasını doldurur. Onun için, böylesi bilginler Tanrı'nın bütün varlıkları nasıl yönettiğini, tabiatın ve ulusların kurallarını, törelerini bilmezler. Oysa, bizim Hoh'umuz için böyle bir şey söylenemez. Çünkü, böylesine geniş bir bilgiye ulaşabilen kimse bununla dehasının yüceliğini göstermiş, en çetin görevlere, özellikle devlet yönetimine elverişli olduğunu ispatlamış sayılır. Ayrıca, bize göre, kendini sadece bir tek bilime adayıp sadece kitaplarla yetinmiş bir kimse kafası tam gelişmemiş, beş para etmez bir kimsedir. Dehanın özü bütün bilimleri kendine mal etmek ve derinlere inmektir: İşte, bizim en yüce başkanımız Hoh öyle olmalıdır. Ki öyledir de. Öte yandan, Hoh'un yardımcısı olan öbür üç başkanın doğrudan doğruya görevleriyle ilgili işlerde derin bilgileri olması gerekir. Ortak işlerdeyse sadece tarih olaylarını bilmeleri elverir. Örneğin, Güç, binicilik, ordu düzeni, ordugâh kurma, silâh yapımı, tabiye, tahkimat gibi işlerde yetki sahibidir. Ama bunları yapabilmesi için, felsefe, tarih, politika, fizik vb. bilmesi gerekir. Aşk ve Akıl için de aynı nitelikler istenmektedir. Güneş Kentlilerin yaşama yollarından, eğitim araçlarının üstünlüğünden söz ederken şunları belirtmem gerekir. Daha önce anlatmıştım: bu kentte bilimler o kadar kolay öğretiliyor ki, çocuklar bizimkilerin on ya da on beş yılda öğrendiklerini bir yılda kavrayabiliyorlar. İsterseniz bir deneyin, çocuklara bir şeyler sorun bakalım.»

Bu, önce biraz şaşırttı beni. Ama, çocuklardan bir kaçına sorular sordum. Hiç duraksamadan bir çırpıda verdikleri o yerinde ve bilgili cevaplar karşısında nasıl ağzım açıkta kaldı anlatamam. Çoğu ana dilimizi kusursuz konuşuyordu. Meğer her bölükten üç kişi bizim dilimizi, üç kişi Arapçayı, üç kişi Lehçeyi, üç kişi de dünyanın başkaca üç dilini öğrenmek zorundaymışlar. Çocuklar bütün bu eğitim bitmeden ne dinlenebilirler, ne de tatil yapabilirlermiş. Ancak öğretim dönemi sonunda köylere, kırlara gezmeye, tarlalarda koşup oynamaya gider, ok, mızrak atmayı, silâh kullanmayı öğrenir, avlanır, bitkiler, hayvanlar ve madenler üstünde incelemeler yapar, tarım işleriyle uğraşır, sürülere bakarlarmış. Her öğrenci bölüğü akıllıca düzenlenmiş işlerde sırayla çalışırmış.
OSPİTALARİO
Bu ülkenin devlet görevleri nelerdir, ayrı ayrı söyler misiniz? Özellikle eğitim ve toplum hayatı üstüne bildiklerinizi.
C. KAPTAN
Güneş Kentlilerin evleri, odaları, yatakları ve gerekli bütün eşyaları ortaktır. Her altı ayda bir, yöneticiler herkese hangi çevrede, hangi evde, hangi odada kalacağını bildirir. Her odanın kapısında, içinde geçici olarak oturanın adı yazılıdır. Bütün kol ve kafa işlerinde erkekler gibi kadınlar da ortakça çalışır. Yalnız toprağı belleme, ekip biçme, hasat, bağ bakımı gibi ağır işleri erkekler görür. Hayvan sağma, peynir yapma, Kentin duvarları dışında sebze ekip toplama, meyva devşirme gibi işler de kadınlara düşmektedir. Ayrıca, oturarak ya da ayakta görülen, örneğin, kumaş dokumak ya da örmek, dikiş dikmek, elbise yapmak, saç sakal kesmek, ilâç hazırlamak gibi işleri de kadınlar yapar. Ama, tahta ve demir atelyelerinden, silâh yapılan yerlerden uzak tutulurlar. Resim yapmaya eğilimli olanlara güçlük çıkarılmaz. Tam tersine, daha çok yaraşır diye kadınlara, bazan da yetenekli çocuklara özgü bir uğraş sayılır bu. Ama, bunların boru ve trampet çalışmalarına izin verilmez. Kadınlar ayrıca, yemek pişirmek, sofra kurmakla da görevlidirler. Sofrada hizmet etmekse yirmi yaşından aşağı erkek ve kız çocukların işidir.
Kent'in her çemberinin kendi özel mutfağı, kileri, kap kaçağı vardır. Her mutfağı, görmüş geçirmiş yaşlı bir kadınla yaşlı bir erkek yönetir.
Bunlar görevlerini savsaklayan tembelleri, beceriksizleri ya da dik kafalıları ya kendileri döver ya da dövdürebilirler. Bunlar, kız ya da erkek çocukların hangi işlere yatkın olduklarını bulup ortaya çıkarırlar.

Bütün gençler, kırkını doldurmuş olanlara hizmet ederler. Akşamları yatma zamanı gelince, kadın ve erkek öğretmenler gençleri odalarına götürürler, sabahleyin de, her odadan bir ya da iki kişiyi sırayla işe koşarlar. Bu kutsal görevi kaytarmaya kalkışanın vay haline!
Yemekler ortak sofrada yenir. Birinci ve ikinci diye ayrı sofra, her sofranın iki ucunda da oturacak yerler vardır. Sofraya önce kadınlar, sonra erkekler oturur. Yemek manastır sofralarında olduğu gibi, derin bir sessizlik içinde yenir. Yemek boyunca, bir delikanlı yüksek sesle kitap okur, ve çoğu zaman, yöneticiler önemli saydıkları yerlerde okumayı durdurur, sorular sorar, açıklamalar yaparlar. Sade elbiseleri içinde o güzelim gençlerin büyüklerin her çeşit hizmetlerine canla başla koşmalarını görseniz gözleriniz yaşarır. Bütün bu dostlar, kardeşler, evlâtlar babalar ve anaların bir arada, bunca düzen ve saygı içinde yaşamalarını görmek de ayrıca dokunuyor insana. Herkese ayrı tabak, peçete ve payına düştüğü kadar yemek verilir. Yaşlıların, gençlerin ve hastaların ne yiyeceklerini her gün hekimler aşçılara bildirmekle görevlidir. Yöneticilere hem daha bol, hem daha iyi yemekler verilir; onlar da bunların bir parçasını sabahleyin bilim ve askerlikle ilgili derslerde başarı göstermiş olan çocuklara verirler. Yöneticiden yemek almak çok büyük bir şeref sayılır. Bayram günleri sofrada türkü söylenir. Kimi zaman birkaç kişi, kimi zaman da Lüra eşliğinde sadece bir kişi türkü çağırır. Bütün işlere herkes canla başla katıldığı için, eksik hiç bir şey kalmaz. Yaşlı yöneticiler mutfak işlerinin düzenlenmesine, yemeklerin hazırlanmasına, hattâ yatakların, odaların, elbiselerin, kap kaçağın, atelyelerin, kapı ve koridorların temizliğine göz kulak olurlar.

Güneş Kentliler beyaz gömlek, onun üstüne de bedenlerine yapışık, pantalon yerine geçen, kıvrıntısız bir elbise giyerler. Bu elbiseler, kalçalardan topuklara kadar yırtmaçlıdır. Her yırtmaç yuvarlak düğmelerle tutturulmuştur. Ayaklarında pabuçlar, diz kapaklarına kadar uzanan ve meşin bağlarla bacakları sımsıkı kavrayan dolaklar vardır. Daha önce de dediğimiz gibi, bütün bunlar bir harmani altında göze görünmez. Bu elbiseler bedenlerine öylesine yapışıktır ki, harmanilerini çıkardılar mı bedenlerinin bütün çizgilerini apaçık görebilirsiniz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP