GUNES ULKESİ - 5.Bolum

Öte yandan, beceriksizlikleri yüzünden yenilgiye uğrayan, ya da zafer fırsatını kaçıran kumandanlar ayıplanır. Düşmanın önünden ilk kaçanlar ölüm cezasına çarptırılırlar. Ancak, bütün ordu bağışlanmalarını ister, ve teker teker suçu paylaşırlarsa, ölümden kurtulabilirler. Sırası gelmişken şunu da söyleyeyim ki, bu gibi suçlar binde bir bağışlanır, bir çok koşulların da suçludan yana olması gerekir. Bir dostun, ya da savaş arkadaşlarının yardımına koşmamış olanlar sopa dayağına çekilirler. Buyrukları hiçe sayanlar ayı ve arslan gibi yırtıcı hayvanların bulunduğu bir çukura atılırlar. Kendilerini savunmak için de ellerine sopadan başka bir şey verilmez. Hayvanları altedenler - ki, bu hemen hemen görülmüş şey değildir - bağışlanır ve yeniden topluma kabul edilirler.

Savaşta ele geçirilen ya da kendi isteğiyle Güneş Ülkesi'nin buyruğuna giren kentlerde hemen mal ortaklığı kurulur. Bu kentler Güneş Ülkelilerin gönderdiği yöneticileri ve askerleri kabul eder ve bütün kentlerin şahı olan Güneş Kentin törelerini benimser, hattâ bazan okuyup eğitilsinler diye çocukları bile Güneş Kent'e gönderirler. Güneş Kent de onların eğitim giderlerini sevine sevine kendi üstüne alır.

Keşif kollarından, nöbetçilerden, savaş hilelerinden ve askerlikle ilgili özelliklerden söz etmek uzun sürer. Bunları sen kendin de düşünebilirsin.
Yurttaşlar kamu görevlerine tâ çocukluktan başlayarak seçilirler. Bunda doğal eğilimleri, yetileri, kafa durumları ve yıldız burçları göz önünde tutulur. Böylece her yurttaştan istenen iş gönlüne göre olur. Onun için herkes işini kendiliğinden ve seve seve yapar. Aynı şeyi strateji işçilerinde ve başka görevlerde çalışanlar için de söyleyebiliriz.

Kent'in dört kapısını gece gündüz nöbetçiler bekler. Başka nöbetçiler, yedinci çemberin dış duvarlarında, kulelerde, tümseklerde, siperlerde tetikte beklerler. Bu tedbirler her türlü sürprizlere karşı Kent'i koruduğu gibi, nöbetçileri de uyanık tutar. Nöbet görevlerini gündüzleri kadınlar, geceleri de erkekler görür. Nöbetçiler, bizdeki gibi, her üç saatte bir değiştirilir. Hepsi, güneş batarken trampet sesleri arasında yerlerini alırlar.

Güneş Ülkeliler, savaşa benzediği için, avlanmaktan hoşlanırlar. Bayramlarda, piyadelerle süvariler, savaş havaları arasında, meydanlarda gösteriler yaparlar. Güneş Kentliler düşmanlarının onur kırıcı sözlerini, kusurlarını cömertçe bağışlarlar. Zaferi kazandıktan sonra, yendikleri halklara iyilik üstüne iyilik yaparlar. Ama, düşman kentin duvarlarının yıkılmasına, halkın kılıçtan geçirilmesine karar verilmişse, bu kararlar zafer günü hemen uygulanır. Bu tedbirler yerine getirildikten sonra, Güneş Ülkeliler yenilenlerin durumunu düzeltmeye çalışırlar. Çünkü, onlara göre, savaşın amacı düşmanı yok etmek değil, daha iyi hale getirmektir.
İki Güneş Kentli arasında, gerek onur kırıcı bir söz, gerek herhangi bir başka nedenden ötürü, kavga çıkarsa, (anlaşmazlığın onur konusu dışına çıktığı binde bir olur), başkanla yöneticiler, öfkesine kapılıp karşısındakini haksız yere hırpalayan kimseyi gizlice azarlar. Ama, kavga, onur kırıcı bir kaç sözden öteye geçmemişse, o zaman yöneticiler kararı ileride çıkacak savaşa bırakır ve onuru kırılan kimsenin öfkesini yalnız düşmandan alabileceğini söylerler. Kavgalılardan hangisi savaşta yararlık gösterirse, onun haklı olduğu kanısına varılır. Bununla beraber, bazı hallerde adalet, verilen cezaların suçla orantılı olmasına dikkat eder. Kavgaların düello ile sonuçlanmasına hiç bir zaman izin verilmez. Düello mahkemelerin gücünü hiçe saydığı gibi, haklı olan tarafın yenilmesiyle de sonuçlanabilir ki, bu da akla aykırı bir durumdur. Böylece, onur kırıcı sözleri hak etmediğini, karşısındakinden daha üstün, daha erdemli olduğunu ileri süren kimse, bütün bunları Güneş Kent'in düşmanlarına karşı açılan savaşta göstermek yetisine sahiptir.

OSPİTALARİO
Çoğu zaman devletleri ortadan kaldıran, Atina ve Roma'da olduğu gibi, başa birtakım zorbaları getiren çekişmeleri, iç savaşları önleme bakımından böylesine töreler bana çok akıllıca, çok yerinde görünüyor.
C. KAPTAN
Savaş, tarım, hayvancılık gibi işler bütün yurttaşların ortak ve zorunlu uğraşıdır demiştim daha önce. Bu üç çeşit uğraş herkesçe pek büyük bir şeref sayılmaktadır. Onun için kim, ne kadar çok zanaat ve meslekte ustalık kazanırsa o kadar değerli sayılır ve bir zanaatta en usta olan kimse o zanaatın öğretmeni seçilir. Madencilik ve yapı işleri gibi en çetin uğraşlar öylesine üstün sayılmaktadır ki, kimse yorucudur diye kendini bu işe vermekten kaçınmaz. Çünkü, bu uğraşlara ayrılanların zaten eğilim ve yetileri daha önceden göz önünde tutulmuştur. Akıllıca ve ustaca bir iş bölümü, kişilerin yıpranmasını, güçten kuvvetten düşmesini önlediği gibi, daha da güçlendirir onları. En az yorucu uğraşlar kadınlara bırakılmıştır. Bütün Güneş Kentliler yüzme bilmek zorundadırlar. Bu amaçla, Kent'in duvarları içinde ve dışında birçok yüzme havuzları yapılmıştır. Bunlar sularını çeşmelerden alırlar.

Güneş Kentliler ticarete pek o kadar önem vermezler. Bununla beraber, çeşitli paraların değerini bilirler. Hattâ, elçilerin ve gezginlerin yabancı ülkelerde kullanmaları için yeterince para da basarlar. Dünyanın türlü memleketlerinden gelen tüccarları kabul ederler ve onlara ihtiyaçlarından arta kalan malları satarlar. Ama Güneş Kentliler para kabul etmezler. Mallarını, kendilerinde olmayan mallarla değiş tokuş ettikleri gibi, kimi zaman da bu malları parayla satın alırlar. Güneş Kent'te çocuklar, az bir para karşılığında kucak dolusu mal veren yabancı tüccarlara katıla katıla gülerler. Ama yaşlılar buna gülmezler. Güneş Kentliler, kölelerle yabancıların kötü alışkanlıklarıyla Kent'in ahlâkını bozmalarını önlemek için, her çeşit alışverişi Kent'in dışında yaparlar. Savaşta aldıkları tutsakları yine oralarda satarlar. Satamadıklarını da Kent'in dışında çukur kazmada, ya da çeşitli ağır işlerde kullanırlar.

Kent'in dört kapısından denize kadar geliş gidişi sağlayan dört yol uzanır. Dört bölük asker, sürekli olarak, tarlaları gözler ve orada çalışanları korur. Bu askerler, yabancıların rahatça gidip gelmelerine göz kulak olurlar.

Güneş Kentliler yabancılara karşı her zaman iyi ve nazik davranırlar. Yabancıları tam üç gün devlet hesabına ağırlarlar. Önce ayaklarını yıkar, sonra Kent'in dört bir yanını gezdirir, törelerim birer birer anlatır ve onları ortak sofralarına alırlar. Yabancılara göz kulak olmak ve onları ağırlamakla görevli kimseler bile vardır Güneş Ülkesi'nde. Bu yabancı konuklardan yurttaşlığa girmek isteyenler, bir ay köyde, bir ay da Kent'de çeşitli denemelerden geçirilirler. Bu denemelerden sonra yurttaşlığa alınıp alınmayacaklarına karar verirler. Güneş Kent'in yeni üyeleri birtakım törenlerden sonra and içer ve yurttaşlığa girerler.

Güneş Ülkeliler tarıma çok önem verirler. Bu Ülkede bir karış toprak yoktur ki ekilmemiş olsun. Güneş Kentliler tarla işlerinde rüzgârları ve yıldızları kollarlar. Çift sürme, tohum ekme, yaban otlarım ayıklama, hasat, meyva toplama bağ bozumu zamanı geldi mi (Kent'i korumak için kalan bir avuç insan dışında) bütün yurttaşlar, ellerinde bayraklar, çalgılar, türküler söyleyerek tarlalara akın ederler. Birkaç saat içinde, büyük bir titizlikle işlerini bitiriverirler.

Güneş Kentliler, yelkenli kocaman arabalar kullanırlar. Bunlar, içice dönen tekerleklerle, rüzgâra karşı da gidebilirler. Rüzgâr olmadığı zamanlarda, birtek at koskoca bir arabayı rahatça çekebilir. Doğrusu, güzel bir buluştur bu. Güneş Kentliler tarlalarda çalışırken, silâhlı biniciler durmadan, nöbetleşe dört bir yanı fır dönüp çalışanları korurlar.

Bu insanlar tarlalarda bostanlarda ne gübre kullanırlar, ne de pislik. Çünkü, onlara göre, bunlar toprak ürünlerini bozar, bu ürünleri yiyenler de güçsüz ve kısa ömürlü olur. Gübreyle beslenen toprağı, Güneş Kentliler, güzelleşmek için bedenlerini işletecek yerde düzgün süren ama dünyaya çelimsiz çocuklar getiren kadınlara benzetirler.

Onun için toprağı düzgünlemektense, bir güzel sürmek daha iyidir derler, nitekim sürerler de. Toprağa ektikleri bütün tohumların çarçabuk yeşermesi, bol ürün vermesi için birtakım sırları vardır Güneş Kentlilerin. Toprakların yalnız geçimlerini karşılayacak kadarım ekip biçerler; geri kalanını otlak olarak hayvanlara bırakırlar. Tarımla ilgili bütün bu bilgiler Georgia adlı bir kitapta yer almaktadır.

At, öküz, koyun, köpek ve bütün evcil hayvanların üretilip yetiştirilmesi onlarca soylu bir uğraştır. Aygırlarla kısrakları, ancak çiftleşme zamanı bir arada otlatırlar. Bu da Ok burcunun Merih ve Müşteri gezegenleriyle bir çizgide olduğu zamana rastlatılır. Öküzler için Öküz burcuna, koyunlar için Koç burcuna göre davranırlar. Kümes hayvanlarının çiftleşmesi Sevir burcuna göre ayarlanır. Kadınlar tavşanları ve kazları Kent dışındaki çayırlara götürür ve çitlerle çevrili yerlerde peynir, yağ ve başka sütlü besinler yaparlar. Oralarda tavuk horoz besler, meyva yetiştirirler. Bütün bunları Buccolica adlı kitaptan öğrenirler.

Güneş Ülkesi'nde her şey boldur. Çünkü, herkes kendi uğraşında başta gelmeye bakar, düzenli ve metotlu çalışır ve böylece işler hem çabuk biter, hem de verimli olur. Her iş grubunun başındaki kimseye «kral» denir. Ama bu ad işin ustalarına verilir. Kadın ve erkeklerin «krallar»ının ardı sıra, düzenli kümeler halinde işlerine bir gidişleri var ki, görseniz, içiniz saygıyla dolup taşar. Başlarındaki kimseye bir baba, bir ağabey gözüyle bakarlar, bizdeki gibi nefretle değil. Güneş Kent'in çevresinde yabani hayvanlarla dolu ormanlar vardır. Yurttaşlar oralarda avlanırlar.

Güneş Ülkesi'nde denizciliğe büyük önem verilir. Yelkensiz ve küreksiz, ustaca bir mekanizmayla yüzen gemileri, direkli kadırgaları olduğu gibi, yelkenli gemileri de vardır. Güneş Kentliler yıldızların yerini, durumunu, denizin ne zaman alçalıp ne zaman yükseleceğini iyiden iyiye bilirler. Çeşitli ülkelerin insanlarını görmek, her iklime özgü ürünleri incelemek amacıyla okyanuslar aşarlar. Hiç kimseye saldırmaz, zorlanmadıkça da dövüşmezler. Ama, hiç bir hakarete de gelemezler. Er geç bütün dünyanın kendi kurumlarını benimseyeceğine sarsılmaz inançları vardır. Ama, kendilerininkinden daha üstün bir toplum düzeni uygulayan başka bir ulus olup olmadığım aramaktan da geri kalmazlar. Hıristiyanlığa karşı hayranlık beslerler. Gerek kendileri, gerek bizim için havarilere yaraşır bir hayatın özlemi içindedirler. Çin, Siyam, Çinhindi ve Kalkütta gibi birçok ada ve kara memleketleriyle dostluk antlaşmaları yaparak, buraları gezip görme olanakları sağlamışlardır. Güneş Kentliler, gerek kara gerek deniz savaşlarında, başka ulusların bilmediği birçok yeni ateşli silâhlara ve sayısız savaş yollarına baş vurmaktadırlar. Onun için, her zaman savaştan düşmanlarını yenerek çıkarlar.

OSPİTALARİO
Şimdi de, Güneş Kentlilerin ne yiyip ne içtiklerini, nasıl ve ne kadar yaşadıklarını anlatırsanız, çok sevindirirsiniz beni.
C. KAPTAN
Güneş Ülkelilere göre, önce toplumun, sonra da tek tek insanların hayatını gözetmek gerekir.
Bu insanlar, et, peynir, tereyağı, bal, hurma ve çeşitli sebzelerle beslenirler. İlk zamanlar et yemezlermiş. Çünkü, hayvan öldürmeyi barbarlık sayarlarmış. Ama sonradan, kesip yedikleri sebzelerin de, bir bakıma canları, duyguları olduğunu düşünmüşler ve böylece haksızlık etmeyelim derken, açlıktan ölmek gibi bir duruma düşeceklerini, aşağı yaratıkların üstün yaratıkları beslemek için yaratılmış olduklarım anlamışlar ve o gün bugün, toprak ürünleriyle birlikte et yemeye de karar vermişler. Ne var ki, bugün de, at ve öküz gibi faydalı hayvanları kesip yemeye pek yanaşmıyorlar. Faydalı besinleri zararlılarından ayırt etmesini biliyor ve bu bakımdan tabiat bilimlerinden yararlanıyorlar.

Yemek bakımından, uydukları kural şudur: Bir gün et, bir gün balık, bir gün de sebze yerler. Dördüncü gün, mideleri yorulmasın ve organizma güçsüz düşmesin diye yeniden ete dönerler. Sindirimi en kolay besinleri yaşlılara ayırırlar. Bunlar, günde üç öğün, o da azar azar yemek yerler. Ama çoğunluk, günde iki öğün, çocuklarsa doktorun öğütleri gereğince dört öğün yerler. Güneş Ülkeliler, genel olarak, yüz yıl yaşarlar, iki yüz yıl yaşayanları da az değildir.

İçki bakımından, Güneş Ülkeliler çok ölçülü davranırlar. Doktorun izin verdiği haller dışında, on dokuz yaşından aşağı çocuklara şarap verilmez. Bu yaştan aşağı çocuklarla kadınlar şarabı su katarak içerler. Ama elli yaşındaki ve daha büyük erkekler, genel olarak, su katılmamış şarap içer, her mevsimde yetişen en özlü meyvaları yer ve bunda da doktorun sözünden çıkmazlar. Zaten Güneş Ülkelilere göre, zararlı hiç bir ürün yoktur. Yazın sıcağına dayanmak ve serinlemek için özellikle taze meyva ile beslenir; kışınsa kuru yemiş ve sebze yerler. Sonbaharda, gam dağıtmak için Tanrı'nın bol bol verdiği üzümleri yerler. Güzel kokular sürünmesini de sever Güneş Kentliler. Sabahlan, yataktan kalkar kalkmaz, saçlarını tarar, ellerini yüzlerini soğuk suyla yıkar, nane, maydanoz ve rezene çiğneyerek dişlerini temizler, ayni otlan ellerine de sürerler. Sonra, yüzlerini doğuya çevirir, kısa bir dua okurlar Tanrıya, İsa'nın bizlere armağan ettiği duaya benzer bir dua. Sonra, küme küme dışarı çıkarlar. Kimi yaşlıların hizmetine koşar, kimi toplantıya, kimi de görevine gider. Daha sonra derslere girer, tapınakta toplanır, beden eğitimine katılır, kısa bir dinlenmeden sonra da, ortak sofraya giderler.

Güneş Kentliler damla, romatizma, siyatik, nezle, karın ağrısı, bağırsak sancısı, nefes darlığı nedir bilmezler. Bu gibi hastalıklar doku sıvılarının salgısızlığından, şişkinlikten gelir ve Güneş Ülkeliler bu gibi rahatsızlıkları yiyeceklerine içeceklerine dikkat etmek ve bedenlerini işletmekle önlerler. Tükürme, kusma ayıp sayılır. Çünkü bu gibi haller, tembelliğin, aylaklığın, oburluğun, rezilce bir yaşayışın belirtileridir. Güneş Ülkelilerde en çok görülen hastalıklar, ateş ve kuru kaşınmadır. Bunu da bol ve sulu, sütlü besinlerle, ferahlatıcı banyolar, köyde kırda dinlenme ve hafif beden hareketleriyle önlerler.

Güneş Ülkesi'nde, firengi ve bel soğukluğu gibi hastalıklara pek rastlanmaz. Çünkü Güneş Kentliler sık sık şarapla yıkanır, kokulu yağlarla vücutlarını oğar, bir de bedenlerini işleterek bu gibi hastalıklardan kurtulurlar. Çünkü, çalışan beden terler, terse kanı ve iliği bozan zehirli buharları dışarıya atar. Güneş Ülkesi'nde verem pek az rastlanılan hastalıklardandır. Çünkü Güneş Kentlilerin ciğerleri zararlı doku sıvılarıyla zehirlenmez. Bazı doku sıvılarının kalınlaşmasından doğan nefes darlığına tutulan hemen hemen yok gibidir. Güneş Kentliler yüksek ateşi soğuk suyla düşürürler; hafif ateşleriyse, güzel kokular, koyu et ve sebze sularıyla, uyku, müzik ve eğlencelerle giderirler. Sıtma nöbetlerini kan alarak, müshil kullanarak, iç söktürücü otları kaynatıp içerek atlatırlar. Sara nöbetlerine gelince, hastayı ansızın korkutarak, ya da bazı otların suyunu içirerek önlerler. Bütün bu ilaçların sırrını bana bir bir açıkladılar. En çok korktukları sürekli ateştir. Ateşi düşürmek için yıldızlardan, çeşitli şifalı otlardan medet umar, Tanrıya yakarırlar. Her beş, altı, sekiz... günde bir tutan nöbetlere gelince, bunlara Güneş Kent'de hiç rastlanmaz. Çünkü, bu insanların doku sıvıları hiç bir zaman kalınlaşmaz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP