BİR BİLGÎ ETKİNLİĞİ OLARAK BİLİM VE SANAT (...devamı )
|
Bilim sanat ilişkisi üzerine konuşulurken hiç şüphesiz önemli bir hususta her iki faaliyet alanının birbirine katkısıdır. Bu katkı bilgi verici fonksiyonlarında ve faaliyetin gerçekleşmesi teşvik edilmesinde görülmektedir. "Bilimsel keşifler edebi fanteziyi teşvik etmektedir." Diğer yandan da edebi fantezi bilimsel faaliyete ivme kazandırmaktadır. Örneğin Jules Verne'in 1865 de yazdığı "Aya Yolculuk"tan bir asır sonra bunun gerçekleşmesi bu edebi fantezinin teşvik edici rolü olduğunu gösterir. Aynı zamanda Einstein'in Rölatif Teoriyi ortaya koymasında "Dostoyevski bana Gauss'tan daha çok şey verdi." diye ifade etmesi açıkça bu ilişkiyi gösterecek örneklerden bazılarıdır.
Sanat gibi bilimi de "ileri götüren, kendi özgürlük ve bağımsızlığı içindeki insan fantezisidir." Gerçekte evren ister bir düzen ve mantık örgüsü olarak algılanılsın isterse evrenin bir düzen ve mantık örgüsünden yoksun olduğu varsayılsın yinede evrenin çekiciliği ve cazibesi sanatçı gibi bilim adamını da kendine yöneltmektedir.
Bilim sanat ilişkisi üzerine konuşurken önemli bir tartışma konusu da bilimsel yargılarla estetik yargıların özelliğidir. Bu konuda Tunalı bilgiselliğin nesnelliğe dayandığını bu anlamda doğruluk ve yanlışlığın söz konusu olduğunu ancak estetik yargıların objektifliğe dayanmadığım dolayısıyla onların doğrulukla ve yanlışlıkla ilgili olmadıklarını söyler.
Bir sanat eserine (tabloya, mimari yapıta, heykele veya müzik yapıtına) baktığımızda ona objektif değil sübjektif bir anlam yükleriz. Ancak bir bilimsel teori, hipotez yada yasa için aranan öncelikle doğruluktur. Bilimsel bilgiyi güçlü kılan onu üst bir statüye taşıyan ya onun doğrulanabilir özelliği yada Popper'cı bir yaklaşımla yanlışlanabilir özelliğidir. Bilimsellik yanhşlanabilirliğe, veya doğrulanabilirliğe bunlar ise, teorinin test edilebilme özelliğine bağlıdır. Aynı ölçütü estetik yargılarda arayabilir miyiz? Hiç şüphesiz estetik yargılarda objektiflik yerine sübjektiflik söz konusu olduğu için yanlışlanabilirlik veya doğrulanabilirlik gibi ölçütler söz konusu bile edilmez.
Estetik yargılarda doğruluk yanlışlık aramıyoruz. Estetikte doğru ya da yanlış değerinin yerini güzel,çirkin kavramları alır. Estetik yargılar "bireysel yargılardır... benim haz yada acı duyguma dayanır, kavrama değil. Bundan ötürü beğeni yargılarının objektiv genel geçerliliği gibi bir niceliği yoktur."
Estetik yargılarının geçerliliği kendi kültür çevresinde mümkündür. Kültürler heterojen olduğuna göre estetik beğeni farklılık gösterecek, bu da röiativizme yol açacaktır.Ancak kültürlerin birbirlerine açılması gitgide bu rölativizmin gücünü ve geçerliliğini yitirmesi de demektir. Estetik yargıların bilimsel yargılar gibi ele alınmasını savunanlarda vardır. Bunun anlamı: Sorunun estetik varlık alanından çıkarılıp mantık alanına taşınmasıdır. Krapçenko da sanatla gerçeklik arasında hiç bir yakınlık olmadığını ileri süren düşünceler ne denli yanlışsa, sanatın gerçekliği ile yaşamın gerçekliğinin özdeşliğine ilişkin ileri sürülen düşüncelerde o denli eleştiriye açıktır derken işaret ettiği de sanat ne kadar gerçektir, tartışmasında kesin kriterlerin olmayışıdır.
Bilimsel yargı ise "...olguların belirleyici özelliklerini aydınlatan genel yanlan kapsayabilmelidir." Sanat-gerçeklik ilişkisine Bozkurt farkh yaklaşır. Sanatın daha önce var olmayan bir nesne yaratmayı amaçlayan bir etkinlik olmasından dolayı gerçekliğin ardından değil önünden gittiğini ve bundan dolayı da sanat yapıtını gerçeklikten daha gerçek olarak değerlendiriyor.
Acaba güzelin objektif nitelikleri gibi bir sorun estetik için anlamlı mı ? Bu soruya cevaben Tunah, Croce'ye atıfta bulunarak "bu yolda yapılmış olan araştırma ve incelemelerde hiçbir başarılı sonuca ulaşmadan kalmıştır" demektedir. Estetik objektif nitelikler peşinde değildir. Ancak bilim doğası gereği objektif nitelikleri amaçlamaktadır. Çünkü bilimsel yönden yanlış ve geçersiz olan bir ifade estetik yönden geçerli olabilir. Bilim ile sanatın kriterleri birbirinden farklıdır. Sanat için objektif kriterler yoktur ama onun da tatmin edici bir tarzı vardır. Bu konuda Croce'nin şöyle bir örneği var:
"Schopenhauer gibi bir filozof sanatın platonik ide'lerin bir tasviri olduğunu hayalinde tasavvur edebilir; bilimsel bakımdan bu yanlış bir öğretidir; fakat, bilimsel bakımdan yanlış olan bu öğretiyi Schopenhauer estetik yönden olağanüstü doğru olan bir nesir içinde geliştirmiştir." Bu örnek iki alanın yargılarının belirgin olarak ayn kriterlere sahip olduğunu göstermektedir. Açıklama ve görme biçimine bağlı olarak bilimsel ve sanatsal yargıların arasında temel ayrışımlar oluşur. Bunlardan birincisi "doğru gibi gerçeklik yargılarına, ikincisi ise değer yargılarına bağlıdır."
Kuhn ise bilim-sanat ilişkisi üzerine yapılan tartışmalarda iki alanı birbirlerine benzer görenlere bir eleştiri yöneltir ve bu benzerliğin onların içsel benzerliğinden değil araştırmalarda kullanılan araçların başarısızlığından kaynaklandığını söylemektedir. Bilim-sanat arasındaki benzerlikle ilişkili olarak Hafner'e atıf yaparak benzerliğin şu üç alandan ileri geldiğini söyler: "Bilim adamı ile sanatçının ürünleri, bu ürünleri yaratan etkinlikler ve son olarak, bunlara kamunun göstermiş olduğu karşılık." Birinci benzerliği ressamın resminin onun amaç ürünü olduğunu ancak bilimsel resimlerin bilimsel etkinliğin yan ürünleri olduğunu söyleyerek reddeder.Yani sanatta amaç olan resim bilimde ancak bir araç durumundadır.Tabii ki bunun tersi durumlar da söz konusu olabilir.
Benzerliklerle ilişkili ileri sürülen ikinci husus olan ürünleri yaratan etkinliği bu hususta da bilim ile sanat faaliyetlerinin işleyişinde benzerliklerin yanında farklılıklarda oldukça önemlidir. Örneğin bilimdeki bir kuramı deney, gözlem ve ölçmeye dayalı test etme yoluyla doğrulama sanatta söz konusu değildir. Üçüncü olarak da her bir faaliyet alanın tüketicisi kamudur. Ancak bu konuda da kamunun her bir alana ilişkin beklenti durumu aynı mıdır? Bu konuda İnam sanat, bilim ve felsefeden ortak beklentinin olduğundan söz eder ve önce bilimden beklentimiz olarak belirlediği "ontolojik, epistemolojik, düşünme ile ilgili, teknolojik-ahlaksal (sanatla tedavi, sanatla daha uyumlu yaşama), manevi ve estetik" beklentilerin her üç alan arasında bir ortaklığın ölçütü sayar. Ama bu ortak beklentinin yanından her bir alandan diğerlerine göre daha fazla beklentinin olduğu hususların varlığı da bir gerçektir. Örneğin sanattan beklenti daha çok yaşamın estetik yönüyle ilgili iken, bilimden beklenti yaşamı kolaylaştırıcı, teknoloji üretimine katkıyla ilgilidir.
Bilim ve sanatın tarihleri açısından ilişkilerine bakıldığında da farklı tavırların olduğu gözlemlenir.
"Bilim sanattan farklı olarak kendi geçmişini yıkar durur" diyen Kuhn'a göre bilimsel süreç bulmaca çözme faaliyeti ve paradigmalar savaşından oluşur.Sorunların çözüme kavuşturulamaması durumunda mevcut paradigmanın yerine açıklayıcılık gücü daha yüksek olan yenisi gelir. Bilimsel bilginin tarihsel süreç içerisinde değişim gösterdiği görülüyor. "...dünün bilimsel sonuçlan sık sık, bugünün yanlışları olarak karşımıza çıkıyor." Örneğin evrenin boyutu, gezegenlerin durumu, maddenin yapısı gibi konulara ilişkin bilgiler günümüze kadar pek çok bilim adamı tarafından farklı şekillerde ifade edilmiştir. Sanat içinse bu durum daha farklı bir özellik göstermektedir.
"Sanatın doğası her şeyi destekleyen bir temel bulmak için sanatın kökenine geri gitmek suretiyle de araştırılamaz" iken bilimin doğasının anlaşılması için bilimin tarihini araştırmak gerektiği Kuhn dahil pek çok bilim felsefecisi tarafından savunulmaktadır. Sanatın ürünleri ise bilimin ürünlerinden farklı olarak daha ebedidir. Zaman geçtikçe o kendi estetik önemini estetik fonksiyonlarını ve özellikle eğitici, değiştirici etkilerini muhafaza ediyor ve bu fonksiyonları yerine getirmesine göre de ebedi karakter taşıyor.
Sanasatsallığı yüksek sanat eseri asırlarca değerini koruyor.Her bir önemli sanat eseri aslında toplumun belli sosyo-kültürel aşamasını yansıtan bir vasıtadır. Bu eserlerde halkın farklı tarihsel dönemlerindeki dünya görüşü, ahlakı, dini, yaşam tarzı, estetik idealan, doğal karakteri sanatsal olarak ifade edilmiştir. Fakat sanat hiçte yalnız olan olayları olduğu gibi yansıtmak vasıtası olmayıp aslında insanların toplumun manevi, ahlaki sosyo-kültürel gelişmesine de yakından iştirak eden önemli bir araçtır. Belki de buna göre gerçek sanatın ebediliğinden, ölümsüzlüğünden söz etmek mümkündür. Ve bundan dolayı eski sanat değerleri her zaman için aktüel mana taşımaktadır ve zaman geçtikçe bile önemini kaybetmemektedir.
Çağdaş insan eski sanatsal değerlerde kendisi için her zaman gerekli manevi ahlaki değerle sistemi bulabiliyor.Unutmamak gerekir ki, çağdaş insana özgü olan ahlaki-manevi özellikler (hoşgörü, konukseverlik, kıskançlık, korku, erdemlilik, cesaret, bilgelik, sanatsevedik, vatan özlemi, sevgi vs.) gibi geçmişteki insanlara da özgü özelliklerdir. Sanat eserleri adeta genelleştirilmiş anlamlar olan bu özellikleri yüksek sanatsallıkla ve sanatsal imgeler vasıtasıyla ifade ediyorlar. Bu nedenlerle en eski şaheserler bugün de insanları heyecanlandırabiliyor. Uzun asırlar geçmesine rağmen bu eserler çağdaş insanı derinden etkileyebiliyor. Ona büyük estetik haz verebiliyor. Onun duygularını harekete geçirebiliyor. Sonuçta onun ahlaki benliğini eğitiyor. Günümüzde bile bu tür sanat eserlerinin sosyal fonksiyonunu koruduğuna şahit oluyoruz. Örneğin, Eski Yunan sanatının örneği olan Atina'daki Parthenon gibi mimari abideler veya Myron'un Disk Atıcı adlı yapıtı, Michelangelo'nun Musa Heykeli, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa resmi, Sophokles'in Kral Oidipus'u, Shakespeare'in Hamlet, Otello, Romeo ve Juliet Trajedileri, Mevlana'nm Divanı, Yunus Emre'nin şiirleri çağdaş döneme ait sanat eserlerinden daha az etkileyici değillerdir. Bu eserler milli çerçeveleri çoktan aşmış evrensel bir düzeye ulaşmışlardır. Bunun en önemli nedeni de bu eserlerde beşeri duygular, hisler, karakterler,insan münasebetleri vs. yüksek bir sanatsallıkla ifade edilmiş olmasıdır.
Bilim adamı araştırma konusu olan olgu ve olayların özelliklerini ortaya koymak için sürekli bir araştırmaya ihtiyaç duyar. Sanatçıda bilim adamı gibi sanatsal faaliyet içerisinde karşıya koyduğu objeyi derinden öğrenir ve analiz eder. Ancak bir objeyi her yönden idrakten sonra onun sanatsal ifadesinden söz etmek mümkün olur. Sanat eserleri yalnızca estetik fonksiyonlar sınırlandırılarnıyor, insanın duygularını yansıtmakla yetinmiyor. Bazen sanat eserlerinden bir devrin en büyük bilimsel keşifleri hakkında bile ilgi çekici malumatlar bulabiliyoruz. Özellikle halk mitolojisinde, masallarda, destanlarda, edebi sanat abidelerinde, profesyonel sanatta bir dizi bilimsel malumatlar bulunabiliyor. Gerçekte sanatın görevi bilimin fonksiyonunu kendi üzerine alarak tarihi olaylar, objeler hakkında kesin genel-geçer bilgi vermek değildir. Ancak bazen toplum ve bilim adamı için önemli olan bilgileri de nesillere ulaştırabilmektedir.
Örneğin sanat eserlerinde verilen bilgilere göre bir toplumun tarihi geçmişiyle ilgili bilgi sahibi olunabiimektedir. Hatta bilimsel ifadelerin keşiflerin geniş toplum kesimleri tarafından daha kolay ve çabuk benimsenmesi için son zamanlarda edebiyatta, sinema sanatında vs. de bilim kurgulara çok rastlanmaktadır. Bu türden olan eserler insanların özellikle gençlerin bilimsel düşüncesinin, hayal güçlerinin gelişmesine büyük yarar sağlamaktadır.
Bugün bilim ve sanatın birbirine yaklaşımı sürecinin şahidi olunmaktadır. Yapısalcı yaklaşımdan etkilenen "eleştirmenler yapıtın sanatçının duygularından çok, genel bir anlam üretme sistemini ifade ettiğini savunmaktadırlar." Böyle bir yaklaşım sanat yapıtını sanatçının öznel duyarlılığının bir ifadesi olarak gören klasik anlayışından oldukça farklıdır. Sanat yapıtında bir anlam sorununu öne çıkaran bu anlayış sanatı epistemik açıdan yorumlayıp bir bilgi etkinliği olarak bilimle sanatı birbirine yaklaştırmaktadır.
Sonuç olarak, bilim ve sanat insanın iki ayrı eylem alanı olmakla beraber her ikisi de bilgi verici fonksiyona sahiptirler. Ancak bu verilen bilginin niteliği konusunda bilimsel bilgi için daha objektif, sanat bilgisi içinse daha sübjektif özellik taşıyan bir bilgi içerir diyebiliriz. Sanatın işleyişinde daha çok duygusallık, bilimin işleyişinde ise rasyonellik egemen olmaktadır. Her iki alanda da obje-suje arasındaki bağı kuran farklı aktlar etkindir. Ancak bazı düşünürlerin de ifade ettiği gibi "sanat sezgisi özel türden bir sezgi" olsa da genelde sezgi her iki alanda da oldukça Önemli rol oynamaktadır.
Ayrıca sanat ürünlerinin daha kalıcı bilimsel ifadelerin ise değişebilirlilik özelliği vardır. Her iki alanın ürünlerine kamunun gösterdiği ilgi de oldukça yüksek olmasına karşın her birinden beklentisi farklılık göstermektedir.
KAYNAKÇA
Adorno, T. W., "Sanat, Toplum, Estetik", Çev: Taylan Altuğ, Felsefe Tartışmaları, 20.
Kitap, İstanbul 1996.
Altar, C. M., Sanat Felsefesi Üzerine, İstanbul 1996.
Bozkurt, Nejat, "Sanatlar Toplumları Dönüştürebilir mi?", Felsefe Logos, Sayı:4, İstanbul 1998.
Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul 1995.
Croce, B, Estetik, Çev: İsmail Tunalı, İstanbul 1983.
Derek, G., Bilim ve Felsefe, Çev: Feride Kurtulmuş, İstanbul 2000.
Dilthey, W., Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev:Doğan Özlem, İstanbul 1999.
Freud, S., Sanat ve Sanatçılar Üzerine, Çev: Kamuran Şipal, İstanbul 1995.
İnam, Ahmet, "Bilim, Sanat ve Felsefe", Bilim Felsefesi Seminerleri, Derleyen: Dr.
Benam Dinçtürk, Tübitak Marmara Araştırma Merkezi, Kocaeli 1997.
Krapçenko, M., "Estetiksel Göstergenin Niteliği", Estetik Yazıları, Derleyen: Aziz
Çalışlar, İstanbul 1984.
Kuhn, Thomas S., "Comment on the Relations of Science and Ait", The Essential Tension, Chicago 1977.
Magee, B., Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev: Mete Tuncay, İstanbul 1990.
Medawar, P. B., "Bilim Anlayışımızda İki Yaklaşım", Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi,
İstanbul
Mengüşoğlu, T., Felsefeye Giriş, İstanbul 1993.
Oeser, E. "Egon Friedell Örneğinde Edebi ve Bilimsel Fantezi", Doğan Özlem, Felsefe
Yazıları, İstanbul 2002.
Öner, Necati, "Bir Bilgi Türü Olarak Sanat", Felsefe Yolunda Düşünceler, Ankara
1999.
Popper, Karl R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev: İ. Aka-İ. Turan, İstanbul 1998.
Sena, Cemil, Estetik, İstanbul 1993.
Sena, Cemil, Estetik, İstanbul 1972.
Timuçin, Afşar, Estetik, İstanbul 1998.
Tunalı, İsmail, B. Croce Estetik 'ine Giriş, İstanbul 1983.
Tunalı, İsmail, Marksist Estetik, İstanbul 1979.
Sanat gibi bilimi de "ileri götüren, kendi özgürlük ve bağımsızlığı içindeki insan fantezisidir." Gerçekte evren ister bir düzen ve mantık örgüsü olarak algılanılsın isterse evrenin bir düzen ve mantık örgüsünden yoksun olduğu varsayılsın yinede evrenin çekiciliği ve cazibesi sanatçı gibi bilim adamını da kendine yöneltmektedir.
Bilim sanat ilişkisi üzerine konuşurken önemli bir tartışma konusu da bilimsel yargılarla estetik yargıların özelliğidir. Bu konuda Tunalı bilgiselliğin nesnelliğe dayandığını bu anlamda doğruluk ve yanlışlığın söz konusu olduğunu ancak estetik yargıların objektifliğe dayanmadığım dolayısıyla onların doğrulukla ve yanlışlıkla ilgili olmadıklarını söyler.
Bir sanat eserine (tabloya, mimari yapıta, heykele veya müzik yapıtına) baktığımızda ona objektif değil sübjektif bir anlam yükleriz. Ancak bir bilimsel teori, hipotez yada yasa için aranan öncelikle doğruluktur. Bilimsel bilgiyi güçlü kılan onu üst bir statüye taşıyan ya onun doğrulanabilir özelliği yada Popper'cı bir yaklaşımla yanlışlanabilir özelliğidir. Bilimsellik yanhşlanabilirliğe, veya doğrulanabilirliğe bunlar ise, teorinin test edilebilme özelliğine bağlıdır. Aynı ölçütü estetik yargılarda arayabilir miyiz? Hiç şüphesiz estetik yargılarda objektiflik yerine sübjektiflik söz konusu olduğu için yanlışlanabilirlik veya doğrulanabilirlik gibi ölçütler söz konusu bile edilmez.
Estetik yargılarda doğruluk yanlışlık aramıyoruz. Estetikte doğru ya da yanlış değerinin yerini güzel,çirkin kavramları alır. Estetik yargılar "bireysel yargılardır... benim haz yada acı duyguma dayanır, kavrama değil. Bundan ötürü beğeni yargılarının objektiv genel geçerliliği gibi bir niceliği yoktur."
Estetik yargılarının geçerliliği kendi kültür çevresinde mümkündür. Kültürler heterojen olduğuna göre estetik beğeni farklılık gösterecek, bu da röiativizme yol açacaktır.Ancak kültürlerin birbirlerine açılması gitgide bu rölativizmin gücünü ve geçerliliğini yitirmesi de demektir. Estetik yargıların bilimsel yargılar gibi ele alınmasını savunanlarda vardır. Bunun anlamı: Sorunun estetik varlık alanından çıkarılıp mantık alanına taşınmasıdır. Krapçenko da sanatla gerçeklik arasında hiç bir yakınlık olmadığını ileri süren düşünceler ne denli yanlışsa, sanatın gerçekliği ile yaşamın gerçekliğinin özdeşliğine ilişkin ileri sürülen düşüncelerde o denli eleştiriye açıktır derken işaret ettiği de sanat ne kadar gerçektir, tartışmasında kesin kriterlerin olmayışıdır.
Bilimsel yargı ise "...olguların belirleyici özelliklerini aydınlatan genel yanlan kapsayabilmelidir." Sanat-gerçeklik ilişkisine Bozkurt farkh yaklaşır. Sanatın daha önce var olmayan bir nesne yaratmayı amaçlayan bir etkinlik olmasından dolayı gerçekliğin ardından değil önünden gittiğini ve bundan dolayı da sanat yapıtını gerçeklikten daha gerçek olarak değerlendiriyor.
Acaba güzelin objektif nitelikleri gibi bir sorun estetik için anlamlı mı ? Bu soruya cevaben Tunah, Croce'ye atıfta bulunarak "bu yolda yapılmış olan araştırma ve incelemelerde hiçbir başarılı sonuca ulaşmadan kalmıştır" demektedir. Estetik objektif nitelikler peşinde değildir. Ancak bilim doğası gereği objektif nitelikleri amaçlamaktadır. Çünkü bilimsel yönden yanlış ve geçersiz olan bir ifade estetik yönden geçerli olabilir. Bilim ile sanatın kriterleri birbirinden farklıdır. Sanat için objektif kriterler yoktur ama onun da tatmin edici bir tarzı vardır. Bu konuda Croce'nin şöyle bir örneği var:
"Schopenhauer gibi bir filozof sanatın platonik ide'lerin bir tasviri olduğunu hayalinde tasavvur edebilir; bilimsel bakımdan bu yanlış bir öğretidir; fakat, bilimsel bakımdan yanlış olan bu öğretiyi Schopenhauer estetik yönden olağanüstü doğru olan bir nesir içinde geliştirmiştir." Bu örnek iki alanın yargılarının belirgin olarak ayn kriterlere sahip olduğunu göstermektedir. Açıklama ve görme biçimine bağlı olarak bilimsel ve sanatsal yargıların arasında temel ayrışımlar oluşur. Bunlardan birincisi "doğru gibi gerçeklik yargılarına, ikincisi ise değer yargılarına bağlıdır."
Kuhn ise bilim-sanat ilişkisi üzerine yapılan tartışmalarda iki alanı birbirlerine benzer görenlere bir eleştiri yöneltir ve bu benzerliğin onların içsel benzerliğinden değil araştırmalarda kullanılan araçların başarısızlığından kaynaklandığını söylemektedir. Bilim-sanat arasındaki benzerlikle ilişkili olarak Hafner'e atıf yaparak benzerliğin şu üç alandan ileri geldiğini söyler: "Bilim adamı ile sanatçının ürünleri, bu ürünleri yaratan etkinlikler ve son olarak, bunlara kamunun göstermiş olduğu karşılık." Birinci benzerliği ressamın resminin onun amaç ürünü olduğunu ancak bilimsel resimlerin bilimsel etkinliğin yan ürünleri olduğunu söyleyerek reddeder.Yani sanatta amaç olan resim bilimde ancak bir araç durumundadır.Tabii ki bunun tersi durumlar da söz konusu olabilir.
Benzerliklerle ilişkili ileri sürülen ikinci husus olan ürünleri yaratan etkinliği bu hususta da bilim ile sanat faaliyetlerinin işleyişinde benzerliklerin yanında farklılıklarda oldukça önemlidir. Örneğin bilimdeki bir kuramı deney, gözlem ve ölçmeye dayalı test etme yoluyla doğrulama sanatta söz konusu değildir. Üçüncü olarak da her bir faaliyet alanın tüketicisi kamudur. Ancak bu konuda da kamunun her bir alana ilişkin beklenti durumu aynı mıdır? Bu konuda İnam sanat, bilim ve felsefeden ortak beklentinin olduğundan söz eder ve önce bilimden beklentimiz olarak belirlediği "ontolojik, epistemolojik, düşünme ile ilgili, teknolojik-ahlaksal (sanatla tedavi, sanatla daha uyumlu yaşama), manevi ve estetik" beklentilerin her üç alan arasında bir ortaklığın ölçütü sayar. Ama bu ortak beklentinin yanından her bir alandan diğerlerine göre daha fazla beklentinin olduğu hususların varlığı da bir gerçektir. Örneğin sanattan beklenti daha çok yaşamın estetik yönüyle ilgili iken, bilimden beklenti yaşamı kolaylaştırıcı, teknoloji üretimine katkıyla ilgilidir.
Bilim ve sanatın tarihleri açısından ilişkilerine bakıldığında da farklı tavırların olduğu gözlemlenir.
"Bilim sanattan farklı olarak kendi geçmişini yıkar durur" diyen Kuhn'a göre bilimsel süreç bulmaca çözme faaliyeti ve paradigmalar savaşından oluşur.Sorunların çözüme kavuşturulamaması durumunda mevcut paradigmanın yerine açıklayıcılık gücü daha yüksek olan yenisi gelir. Bilimsel bilginin tarihsel süreç içerisinde değişim gösterdiği görülüyor. "...dünün bilimsel sonuçlan sık sık, bugünün yanlışları olarak karşımıza çıkıyor." Örneğin evrenin boyutu, gezegenlerin durumu, maddenin yapısı gibi konulara ilişkin bilgiler günümüze kadar pek çok bilim adamı tarafından farklı şekillerde ifade edilmiştir. Sanat içinse bu durum daha farklı bir özellik göstermektedir.
"Sanatın doğası her şeyi destekleyen bir temel bulmak için sanatın kökenine geri gitmek suretiyle de araştırılamaz" iken bilimin doğasının anlaşılması için bilimin tarihini araştırmak gerektiği Kuhn dahil pek çok bilim felsefecisi tarafından savunulmaktadır. Sanatın ürünleri ise bilimin ürünlerinden farklı olarak daha ebedidir. Zaman geçtikçe o kendi estetik önemini estetik fonksiyonlarını ve özellikle eğitici, değiştirici etkilerini muhafaza ediyor ve bu fonksiyonları yerine getirmesine göre de ebedi karakter taşıyor.
Sanasatsallığı yüksek sanat eseri asırlarca değerini koruyor.Her bir önemli sanat eseri aslında toplumun belli sosyo-kültürel aşamasını yansıtan bir vasıtadır. Bu eserlerde halkın farklı tarihsel dönemlerindeki dünya görüşü, ahlakı, dini, yaşam tarzı, estetik idealan, doğal karakteri sanatsal olarak ifade edilmiştir. Fakat sanat hiçte yalnız olan olayları olduğu gibi yansıtmak vasıtası olmayıp aslında insanların toplumun manevi, ahlaki sosyo-kültürel gelişmesine de yakından iştirak eden önemli bir araçtır. Belki de buna göre gerçek sanatın ebediliğinden, ölümsüzlüğünden söz etmek mümkündür. Ve bundan dolayı eski sanat değerleri her zaman için aktüel mana taşımaktadır ve zaman geçtikçe bile önemini kaybetmemektedir.
Çağdaş insan eski sanatsal değerlerde kendisi için her zaman gerekli manevi ahlaki değerle sistemi bulabiliyor.Unutmamak gerekir ki, çağdaş insana özgü olan ahlaki-manevi özellikler (hoşgörü, konukseverlik, kıskançlık, korku, erdemlilik, cesaret, bilgelik, sanatsevedik, vatan özlemi, sevgi vs.) gibi geçmişteki insanlara da özgü özelliklerdir. Sanat eserleri adeta genelleştirilmiş anlamlar olan bu özellikleri yüksek sanatsallıkla ve sanatsal imgeler vasıtasıyla ifade ediyorlar. Bu nedenlerle en eski şaheserler bugün de insanları heyecanlandırabiliyor. Uzun asırlar geçmesine rağmen bu eserler çağdaş insanı derinden etkileyebiliyor. Ona büyük estetik haz verebiliyor. Onun duygularını harekete geçirebiliyor. Sonuçta onun ahlaki benliğini eğitiyor. Günümüzde bile bu tür sanat eserlerinin sosyal fonksiyonunu koruduğuna şahit oluyoruz. Örneğin, Eski Yunan sanatının örneği olan Atina'daki Parthenon gibi mimari abideler veya Myron'un Disk Atıcı adlı yapıtı, Michelangelo'nun Musa Heykeli, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa resmi, Sophokles'in Kral Oidipus'u, Shakespeare'in Hamlet, Otello, Romeo ve Juliet Trajedileri, Mevlana'nm Divanı, Yunus Emre'nin şiirleri çağdaş döneme ait sanat eserlerinden daha az etkileyici değillerdir. Bu eserler milli çerçeveleri çoktan aşmış evrensel bir düzeye ulaşmışlardır. Bunun en önemli nedeni de bu eserlerde beşeri duygular, hisler, karakterler,insan münasebetleri vs. yüksek bir sanatsallıkla ifade edilmiş olmasıdır.
Bilim adamı araştırma konusu olan olgu ve olayların özelliklerini ortaya koymak için sürekli bir araştırmaya ihtiyaç duyar. Sanatçıda bilim adamı gibi sanatsal faaliyet içerisinde karşıya koyduğu objeyi derinden öğrenir ve analiz eder. Ancak bir objeyi her yönden idrakten sonra onun sanatsal ifadesinden söz etmek mümkün olur. Sanat eserleri yalnızca estetik fonksiyonlar sınırlandırılarnıyor, insanın duygularını yansıtmakla yetinmiyor. Bazen sanat eserlerinden bir devrin en büyük bilimsel keşifleri hakkında bile ilgi çekici malumatlar bulabiliyoruz. Özellikle halk mitolojisinde, masallarda, destanlarda, edebi sanat abidelerinde, profesyonel sanatta bir dizi bilimsel malumatlar bulunabiliyor. Gerçekte sanatın görevi bilimin fonksiyonunu kendi üzerine alarak tarihi olaylar, objeler hakkında kesin genel-geçer bilgi vermek değildir. Ancak bazen toplum ve bilim adamı için önemli olan bilgileri de nesillere ulaştırabilmektedir.
Örneğin sanat eserlerinde verilen bilgilere göre bir toplumun tarihi geçmişiyle ilgili bilgi sahibi olunabiimektedir. Hatta bilimsel ifadelerin keşiflerin geniş toplum kesimleri tarafından daha kolay ve çabuk benimsenmesi için son zamanlarda edebiyatta, sinema sanatında vs. de bilim kurgulara çok rastlanmaktadır. Bu türden olan eserler insanların özellikle gençlerin bilimsel düşüncesinin, hayal güçlerinin gelişmesine büyük yarar sağlamaktadır.
Bugün bilim ve sanatın birbirine yaklaşımı sürecinin şahidi olunmaktadır. Yapısalcı yaklaşımdan etkilenen "eleştirmenler yapıtın sanatçının duygularından çok, genel bir anlam üretme sistemini ifade ettiğini savunmaktadırlar." Böyle bir yaklaşım sanat yapıtını sanatçının öznel duyarlılığının bir ifadesi olarak gören klasik anlayışından oldukça farklıdır. Sanat yapıtında bir anlam sorununu öne çıkaran bu anlayış sanatı epistemik açıdan yorumlayıp bir bilgi etkinliği olarak bilimle sanatı birbirine yaklaştırmaktadır.
Sonuç olarak, bilim ve sanat insanın iki ayrı eylem alanı olmakla beraber her ikisi de bilgi verici fonksiyona sahiptirler. Ancak bu verilen bilginin niteliği konusunda bilimsel bilgi için daha objektif, sanat bilgisi içinse daha sübjektif özellik taşıyan bir bilgi içerir diyebiliriz. Sanatın işleyişinde daha çok duygusallık, bilimin işleyişinde ise rasyonellik egemen olmaktadır. Her iki alanda da obje-suje arasındaki bağı kuran farklı aktlar etkindir. Ancak bazı düşünürlerin de ifade ettiği gibi "sanat sezgisi özel türden bir sezgi" olsa da genelde sezgi her iki alanda da oldukça Önemli rol oynamaktadır.
Ayrıca sanat ürünlerinin daha kalıcı bilimsel ifadelerin ise değişebilirlilik özelliği vardır. Her iki alanın ürünlerine kamunun gösterdiği ilgi de oldukça yüksek olmasına karşın her birinden beklentisi farklılık göstermektedir.
KAYNAKÇA
Adorno, T. W., "Sanat, Toplum, Estetik", Çev: Taylan Altuğ, Felsefe Tartışmaları, 20.
Kitap, İstanbul 1996.
Altar, C. M., Sanat Felsefesi Üzerine, İstanbul 1996.
Bozkurt, Nejat, "Sanatlar Toplumları Dönüştürebilir mi?", Felsefe Logos, Sayı:4, İstanbul 1998.
Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul 1995.
Croce, B, Estetik, Çev: İsmail Tunalı, İstanbul 1983.
Derek, G., Bilim ve Felsefe, Çev: Feride Kurtulmuş, İstanbul 2000.
Dilthey, W., Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev:Doğan Özlem, İstanbul 1999.
Freud, S., Sanat ve Sanatçılar Üzerine, Çev: Kamuran Şipal, İstanbul 1995.
İnam, Ahmet, "Bilim, Sanat ve Felsefe", Bilim Felsefesi Seminerleri, Derleyen: Dr.
Benam Dinçtürk, Tübitak Marmara Araştırma Merkezi, Kocaeli 1997.
Krapçenko, M., "Estetiksel Göstergenin Niteliği", Estetik Yazıları, Derleyen: Aziz
Çalışlar, İstanbul 1984.
Kuhn, Thomas S., "Comment on the Relations of Science and Ait", The Essential Tension, Chicago 1977.
Magee, B., Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev: Mete Tuncay, İstanbul 1990.
Medawar, P. B., "Bilim Anlayışımızda İki Yaklaşım", Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi,
İstanbul
Mengüşoğlu, T., Felsefeye Giriş, İstanbul 1993.
Oeser, E. "Egon Friedell Örneğinde Edebi ve Bilimsel Fantezi", Doğan Özlem, Felsefe
Yazıları, İstanbul 2002.
Öner, Necati, "Bir Bilgi Türü Olarak Sanat", Felsefe Yolunda Düşünceler, Ankara
1999.
Popper, Karl R., Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev: İ. Aka-İ. Turan, İstanbul 1998.
Sena, Cemil, Estetik, İstanbul 1993.
Sena, Cemil, Estetik, İstanbul 1972.
Timuçin, Afşar, Estetik, İstanbul 1998.
Tunalı, İsmail, B. Croce Estetik 'ine Giriş, İstanbul 1983.
Tunalı, İsmail, Marksist Estetik, İstanbul 1979.
3 Yorumlar
helaliniz var hocam.. ne de olsa devrem.. başka daha ne olsun.. elinize sağlık..
süper açık ve net
okudum ve gerçekten bilim sanat ilişkisi açık ve net bir şekilde anlatılmış teşekkürler