BİR PARADOKS VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
|
Dr. Zekiye Kutlusoy
Yunanca kökenli "paradoks" sözcüğü,para (: karşı(t), zıt, ters, aykırı), doxos (: fikir,düşünce, inanç, kanı) sözcüklerinden oluşur ve genellikle kabul görmüş bir fikre, düşünceye zıt olan önerme anlamını taşır. Bir paradoks kendi kendiyle çelişen bir önerme olabilir. Bunun yanı sıra, birlikte gerçekleşmesi, var olması, beklenmeyen iki olgu veya nitelikle ilgili, kapsamlı bir süreçle ortaya çıkan paradoksal bir sonuç, hatta, düpedüz mantıksal bir çelişki olabilir.Böyle paradoksal bir süreç, geri plandaki bir öyküden yola çıkarak, görünüşle kabul edilebilir/akla yatkın öncüllerden, yine görünüşle kabul edilebilir/akla yatkın bir akıl yürütme zinciri ile, asla kabul edilemeyecek bir sonuca varır.
Bu,açıklanmayı gereksinen, garip, saçma bir durumdur. Bu duruma yol açan neden açıklığa kavuşturulmayı beklemektedir. Bu bağlamda, bir paradoksun çözümü/açıklanması (hatta keşfi/icadı bile) insanın düşünsel bir etkinliğidir ve yoğun bir biçimde kavramların, nosyonların, olguların, ilkelerin, sezgilerin ve benzerlerinin, bunların aralarındaki ilişkilerin,yeniden gözden geçirilmesinden, tüm ayrıntılarıyla derinlemesine irdeienmesinden, bazen de, yeniden doğru olarak aydınlatılmasından, başka bir şey değildir.İşte bu anlamda,burada çözüm önereceğim, epistemolojinin bir paradoksu olan Önsöz Paradoksu da, günümüzün epistemolojisinin en önemli kavramlarına ışık tutmakta ve bu alanda oluşmakta olan dağarcığın gelişimine katkıda bulunmaktadır.
Bir epistemik haklilandırma paradoksu olan Önsöz Paradoksu'na ve ona ilişkin çözüm önerisine geçmeden önce, onu daha iyi anlayabilmek için, ortaya çıktığı epistemoloji çerçevesine, açıkçası, epistemik haklılandırma kavramına değinelim. Özellikle analitik bilgi kuramcıları tarafından benimsenmiş geleneksel bilgi yaklaşımı, bilgiyi, birarada sağlanması gereken, üç gerekli ve yeterli koşulla tanımlar: Doğruluk koşulu,inanma koşulu ve bu inanmanın haklı çık(arıl)ması koşulu. Buna göre, bilebilen özne S'nin P gibi bir önermeyi bilebilmesi için, P*nin doğru olması, S'nin P'ye inanması ve S'nin bu inancında haklılandırılması gerekli ve yeterlidir. Oysa, Edmund L. Gettier 1963'te yayımlanan, "Haklılandırılmış Doğru İnanç Bilgi Midir?" başlıklı makalesinde,bu üç kısımlı standart bilgi analizinin, yani bu üç koşulun, gerekli olsa bile yeterli olamadığını iki karşı-örnekle göstererek, bilginin bu klasik haklılandırılmış-doğru-inanç (HDİ) tanımına karşı çıkar. Böylece epistemologlar Gettier'in örnekleriyle ortaya çıkan ve Gettier Sorunu olarak adlandırılan bu sıkıntıyı açıklamaya girişerek gidermeye çalışırlar. Bir bölümü analizi yeterli hale getirebilecek ek bir 4. koşul arayışı içine girer.Ama daha çok, öznenin inanmasının/inancının haklılandırılmasının gerekliliğini öne süren, benim Türkçe'de "haklılandırma koşulu" olarak adlandırmayı önerdiğim (İngilizce: justification condition), koşula bir açıklık getirme çabası içindedirler. İşte, bu koşulla açıklanmak istenen, Türkçe'ye "epistemik haklılandırma" (İng.: epistemic justification) olarak çevirebileceğim kavram, son otuz yılın bilgi felsefesi, özellikle analitik epistemoloji, literatüründeki tartışmaların merkezinde yerini almıştır. Epislemologlar artık epistemik haklılandırmanın ne olduğunu sorgulamaktadırlar.
Şimdi, S'nin P'ye inanmasında,bilginin yolunu açabilme anlamında, haklı çik(arıl)ması, daha açık bir deyişle, S'nin,P'nin inancına sahip olmasının haklı bir epistemik nedene/gerekçeye dayandırılması zorunludur. Epistemik çerçevenin dışında kalabilecek herhangi bir dayanak bazında, S'nin P'ye olan inancının epistemik haklılandırılmasmdan söz etmek mümkün değildir. Bu bağlamda, inanma/inanç haklılığını temellendirecek gerekçenin, epistemik kaygılarla belirlenmesi, epistemik niteliklerinin saptanması, son derece önemlidir. Öyle ki, epistemik haklılandırmanın oturtulacağı bu epistemik zeminin aydınlatılması, epistemik haklılandırma kavramına da ışık tutacaktır. Bu anlamda, İngilizce'de "epistemic evidence" olarak geçen, benim "epistemik gerekçe" terimini önerdiğim bu kavramın, ne olduğunun anlaşılmasının, günümüzün epistemolojisindeki epistemik haklılandırma kavramının "neliginin araştırılmasında önceliği vardır. Bu çerçevede, epistemik gerekçenin ne olması gerektiğini hemencecik söyleyebilmek kolay değildir. Ancak, en azından elimizde, ne olmaması gerektiğine ilişkin tartışmanın yolunu açabilecek ip uçları vardır.
Başlangıç için hiç de küçümsenemeyecek bu ip uçlarını da bize, bu alanda ortaya çıkmış paradokslar verir. Bu paradokslar, epistemik haklılandırma paradoksları olarak, epistemik gerekçenin öneminin ve önceliğinin açık kanıtlarıdır. İşte Önsöz Paradoksu, bu paradokslardan bir tanesidir ve çözümü için girişilen çok ayrıntılı bir inceleme, öznenin inanmasının/inancının haklılandırılmasını epistemik almayan bir gerekçeye dayandırmanın, nasıl paradoksa) bir sonuca yol açtığını gözler önüne sermektedir.
Önsöz Paradoksu ilk kez D.C. Makinson tarafından 1965te ortaya atılır. Böylece,öznenin, görünüşte epistemik anlamda teker teker hakliîandırılmış ancak birlikte tutarsız olan inançlarından oluşmuş kümelerin, epistemik olarak haklılandırılması yaygın bir biçimde tartışmaya açılmış olur. Paradoksa gelince: Makinson'ın makalesindeki paradoksun öyküsü bir yazardan söz eder. Bu yazar akademik bir kitap yazmaktadır. Yazar kitabında birçok sav ileri sürmekte ve bu savların doğruluğuna, sağlam gerekçelere dayanarak, haklı olarak inanmaktadır. Ancak aynı zamanda, kitabındaki savların tümünün birden birarada doğru olmadığına da inanmaktadır. Bu inancında ise onu haklı kılan gerekçe, daha önce yazdığı kitaplara ilişkin edinmiş olduğu deneyimleridir. Gerçekten de, daha önceki kitap yazma yaşantılarından öğrenmiştir ki, başta, her bir savını, doğruluğuna haklilandırılmış bir şekilde inanarak yazmasına rağmen, sonradan, savlarından bazılarının doğru olmadığını, ya kendi görmüş ya da bu konuya başkaları tarafından dikkati çekilmiştir. Bu nedenle, şimdiki kitabında da önceden fark edemediğini düşündüğü hataların, yanlışlıkların var olduğuna inanarak, kitabının önsözünde, bunların sorumluluğunu okuyucusu karşısında üstlenir. Fakat aynı zamanda, teker teker, haklı bir nedene dayanan, her bir savma olan inancı da sürmektedir. Görüldüğü gibi, inandırıcı bir öyküye dayanan bu sistematik düşünsel süreç, kabul edilebilir bir başlangıç noktasından hareket ederek, akla yatkın bir akıl yürütme zinciri ile, asla kabul edilemeyecek paradoksal bir sonuca vararak, paradoksal bir sürece dünüşür. Çünkü, yazar, aynı anda, hem savlarının birlikte tümünün birden doğruluğuna, hem de savlarının tümünün birden birarada doğru olmadığına, görünüşte haklı dayanaklarla haklı çıkarılarak, inanır. Daha açık olarak, burada öznenin, hem P gibi bir önermeye hem de P'nin çelişiğine birlikte inanmasında, yani mantıksal bir çelişkiye olan inancında, haklılandırılmışlığı söz konusudur.
Gelinen, ancak epistemik çerçevede kabul edilemeyecek nokta budur. İşte bu yüzden, Önsöz Paradoksu bir epistemik haklılandırma paradoksu olarak görülür.Bu paradoksal sürecin adım adım ayrıntılı bir analizi bize göstermektedir ki, yazarın inançlarına ilişkin haklılandırmalar için, bu sistematik süreç boyunca, farkh gerekçelerin yanı sıra farklı kurallar ve ilkeler de devreye girmektedir. Öyle ki, yazar,inanmalarında,bu gerekçeler bazında ve bu kurallar/ilkeler vasıtası ile haklı çıkarılmaktadır. O halde,burada madem ki bir (epistemik) haklılandırma paradoksu ile karşı karşıyayız, etkin bir işlevsel rol üstlenerek, yazarın haklılıklarını sağlayan tüm haklılandırma elemanlarını,yani tüm gerekçeleri ve kuralları, inceden inceye sorgulamamız gerekir. Ancak bu yolla,yazarın buradaki inançlarında haklı çıkarılmasının haklı olup olmadığını anlayabiliriz.
Daha açıkçası, ancak bu yolla, buradaki haklılandırmalann, daha doğrusu gerekçelerin ve kuralların, gerçekten epistemik nitelikli olup olmadığının bir değerlendirmesini yapabiliriz. Şimdi, bu amaçla yola çıkıldığında, bu paradoksal süreçte üç ana haklıIandırma halkası/aşaması görüiür. Paradoksun analitik formulasyonunda bu aşamaları daha açık bîr biçimde, adım adım göstermek için, öncelikle, kullanılacak simgesel ifadeleri aşağıdaki analizde ortaya çıkış sıralarına göre anlamlandıralım: Özne S"nin (burada kitabın yazarı akademisyenin) kitabındaki savlan / inançları: Sİ, S2,..., Sn. HİsSİ: S Si (i=l,...,n) önermesine inanmasında / inancında haklılandınhr. &: Tümei-evetleme eklemi.
(K/G)i (i=l, ..., n): Si'ye inanmayı haklılandırma elemanları, yani kural(lar) ve gerekçeler). -* : Koşul eklemi. Bir haklılandırma ilkesi'olarak tümel-evetleme ilkesi (T-E)-herhangi bir P ve Q önermesi için: (HisP&HisQ) -» Hİs(P&Q). V: Tümel niceleme imi.MP: Modus ponens çıkarım kuralı: (P -» Q), P .'. Q. ( /.: çıkarım imi). ~: Değilleme /olumsuzlama eklemi. Son .olarak da, bu paradoksal süreç boyunca tek bir adımda görünen tümevarımsal haklılandırmaya ilişkin olarak (THK/ THG): Tümevarımsal haklılandırma elemanları; THK: Tümevarımsal haklılandırma kuralı / ilkesi; THG:Tümevarımsal haklılandırma gerekçesi. Bunların açık ifadelerini daha sonraya bırakarak, şimdi, her adımın gerekçesini sağ tarafta köşeli parantezlerde belirterek, bizi paradoksal bir sonuca götüren bu süreci adım adım gösterelim:
1. HİsSİ & HİsS2 & ... & HİsSn [(K/G)l & (K/G)2 & ... & (K/G)nj
2. (HİsSİ & HİsS2 & ... & HİsSn) — Hİs(Sl & S2 &... & Sn) [T-E ]
3. ViHİsSi — HİsViSi i=l, ...,n • [2, V]
4. HİsViSi i=l,...,n [1,3, MP ]
5. Hİs-ViSi i=l,...,n ' [1,{THK/THG)]
6. (HİsViSi & Hİs~ViSi) i=l,..., n [4,5, &]
7. (HİsViSi & Hİs~ViSi) -* Hİs(ViSi & -ViSi) i=l,..., n [T-E]
8. Hİs(ViSî & -ViSi) i=l n [6, 7.MPJ
8. adımda net bir şekilde görüldüğü gibi, gelinen nokta paradoksal bir sonuçtur. Bu süreçteki üç ana hakhlandırma aşaması ise 1., 4. ve 5. adımlarda ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda oluşturulan inanç kümesi, yani buradaki öznenin / akademisyen-yazarın, bu adımlarda haklılandırılmiş inançlarının oluşturduğu küme, tutarsız bir kümedir: {Sİ, Sİ,..., Sn, ViSi, -ViSi}, i=l,... , n. Şimdi, bu kümeyi tutarsızlığından kurtarmak, yani bir başka deyişle, paradokstan kurtulmak için, bu üç hakhlandırma aşamalarının en az birinden vaz geçmek yeterlidir. Daha açık bir deyişle, ya 1. adımın, ya, bir haklılandırma ilkesi olan T-E'nin (ki 4. adımdaki hakiılandırmayı mümkün kılan bu ilkedir), ya da, 5.adımdaki tümevarımsal çıkarım yolu ile yapılan haklılandırmanın (THK ve/veya THG'nin) reddi, paradoksun çözümü için yeterli olacaktır. Gerçekten de, bu paradoksa ilişkin olarak önerilen çözümlere bakıldığında, bu üç yoldan birinin benimsendiği görülür. Dikkatle bakıldığında ise, bu üç yoldan yalnızca birincinin ve üçüncünün gerçek çözüm olabileceği açıktır. Çünkü, yalnızca bu iki çözüm söz konusu inanç kümesini tutarsızlığından kurtaracaktır: Birincide küme, {-{SI & S2 & ... & Sn)} kümesine dönüşürken, üçüncüde {Sİ, S2, ..., Sn, (Sİ & S2 & ... & Sn)} kümesi olmaktadır ve bu kümelerde tutarlılıkları açısından bir sorun yoktur. Oysa, ikinci çözümde, yani T-E'nin reddi durumunda, küme, yani {Sİ, S2,..., Sn, -(Sİ & S2 & ... & Sn)} kümesi, doğrudan bir çelişki içeriyor gibi görünmemekle birlikte, tutarsız bir kümedir ashnda. Çünkü, buradaki n+1. elemanın harılandırılmış bir inanç olması (ki öyledir, aksi halde bu kümede yer alamazdı), öznenin kitabındaki n tane inanç-önermesinden en az birinin, diyelim ki Sj'nin (1 <,] <, n), çelişiğinin haklılandırılmış olması demektir. Ama aynı zamanda bu kümede Sj de haklılandırılmış bir inanç olarak içerilmektedit. O halde, paradokstan kaçmak için T-E'den vaz geçmek pek de bir işe yaramamaktadır. Ayrıca, bu ilke sezgisel açıdan anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir ilkedir de. (Bu ilkenin savunulması bir başka yazının konusu olabilir.) Diğer yandan, buradaki paradoksal durumu açıklayan diğer iki çözüm yolu paradoksa gerçek çözüm olmaktadır. Bu anlamda bu paradoksun iki çözümünün olduğu söylenebilir: Belli koşullar altında paradoksal sürecin ilk adımını reddetmek birinci çözümü oluştururken, her koşul altında beşinci adımı reddetmek ise ikinci çözümü getirmektedir. Şimdi bunları ayrıntıları ile görelim.
Akademisyenin yazmakta olduğu kitabın oldukça karmaşık ve yoğun bir içeriğe sahip olmasının yanı sıra, konunun yazar için yeni bir konu olduğunu düşünelim. Ayrıca,kitap hayli uzun bir kitap olsun. Bu koşullar altında, 1. adımdaki haklılandırmaların en azından birinin geçerli bir haklılandırma olması (o haklılandırmaya ilişkin haklılandırma elemanlarından, yani ilke(ler)den kural(lar)dan ve gcrekçe(ler)den, en azından birinin doğru olmaması) oldukça olanaklı görünmekledir. Bu durumda, burada yer alan tümel-evetlemeli bileşik önerme, ilgili bileşeninin yanlışlanmasından ötürü, yanlışlanmış olacak ve paradoksal süreç daha ilk adımda çökecektir. (Ancak, bu çözüm çerçevesi içinde,bazı çözüm önerilerinin kabul edilemeyeceğine de dikkat çekelim: Örneğin, sırf sürecin 1. adımını geçersiz kılarak paradoksu çözmek adına, kitabın tüm önermelerine ilişkin haklılandırmaların tümünün birden, ya da kitabın en temel savlarının haklılandırılmalarının, geçersiz olduğu yönünde bir açıklamanın, söz konusu kitabın akademik bir kitap olduğu düşünülürse, hiç de inandırıcılığı kalmamaktadır.) Şimdi bu çözüm, hemencecik akla gelen, kolay ve hatta önemsiz bir çözümdür. Ayrıca, süreci baştan çökerterek, diğer adımlardaki haklılandırma işlemlerini inceleme fırsatını elden almakladır. Öte yandan, 1.adımın doğruluğu pekala da olanaklıdır. Özellikle yazar, örneğin, uzun bir süreden beri üzerinde çalışarak çok iyi özümsemiş olduğu bir konu hakkında, üstelik kısa bir kitap yazmakta ise. İşte bu durum bize süreç boyunca ilerleme olanağını tanıyarak, sıradan olmayan bir çözümü yakalama şansını da getirmektedir.
Bu çözüm, 5. adımda ortaya çıkan, yazarın, endüksiyon yolu ile, kitabındaki tüm savlarının birlikte doğru olamayacağı yolundaki inancında haklı çıkarılması işleminin reddi ile gelen çözümdür. Yazar sürecin bu aşamasında, tümevarımsal bir haklılandırma gerekçesi bazında (THG) ve tümevarımsal bir haklılandırma kuralı (THK) vasıtası ile, dahası, ilginç bir şekilde, kitabın tüm savlarının teker teker haklılandırılmalarının hepsine birden, yani 1. adıma, dayanan bir çıkarımın sonucu olarak, bu inancında haklı çıkarılmaktadır. Görülüyor ki, buradaki haklılandırma aşaması için, her üç elemana da gereksinim vardır ve birinin devreden çıkması haklılandırma işlemini düşürmektedir.
Şimdi, bu çözüm diğer çözümün aksine 1. adımı kabul eden bir çözümdür. O halde buradaki sorun THG ve / veya THK'den gelmektedir. 5. adımın haklılandırma elemanlarından biri olan ve en azından şimdilik korunması düşünülen THK kuralı tümevarımsal bir haklılandırma yolunu sergiler:
THK: Bilebilen özne, henüz gözlenmemiş ancak gelecekle ortaya çıkması olanaklı bir şeye olan inancında, geçmişteki benzer durumlarda edinmiş olduğu deneyimleri temelinde haklilandırır.
Burada gerektirilen geçmiş ile şimdinin benzerlikleri arasındaki köprü, yazarın şimdiki kitabının savlarına olan inançlarının teker teker haklı dayanaklara sahip olması zemininde, yani 1. adımda, kurulur. Bu benzerliğin kurulmasından sonra ise, yazarın geçmişte yazmış olduğu kitaplarına ilişkin deneyimlerini dile getiren THG gerekçesi bir diğer hakhlandırma elemanı olarak kendini gösterir:
THG: Yazar, geçmişte, her bir savının doğruluğuna olan inancında hakhlandırıldığına hakiı olarak inanarak kitaplarını yazmıştır. Ancak daha sonra, onların bazılarında hatalar olduğunu ya kendi fark etmiştir ya da başkaları tarafından uyarılmıştır.
Aslında yazar 5. adımda 1. adımdan kalkarak, THG temelinde yaptığı tümevarımsal çıkarımın sonucunda, şimdiki kitabında da savlarının tümünün birden biramda doğru olmadığı (-ViSi, i=l,..., n) inancına varmaktadır. Aynı zamanda, türetilen bu sonuç/ inanç böylece harılandırılmış olmakladır da. Kısaca, sürecin 5. adımında tümevarımsal bir haklılandırma işlemi ile karşı karşıyayız. İşte bu işlemde itiraz edilmesi gereken öğe THG'dir. Bu itiraz, paradoksa bir açıklama getirdiği gibi, paradoksun akıl yürütme zincirindeki halkalarından birini kırarak, sürecin paradoksal sonuca varmasını engellediği için, paradoksu çözmüş olur.
THG'ye itiraz, bu hakhlandırma gerekçesinin epistemik bir hakhlandırma gerekçesi olarak görülemeyeceğinden gelmekledir. Çünkü, bu gerekçe çok fazla öznel bir gerekçedir ve bu yüzden de söz konusu inanç-önermesinin haklılandırılması için yeterli tümevarımsal desteği sağlayamamaktadır. Burada temelde yatan kaygı nesnelliğin sağlanmasına ilişkin kaygıdır. Bu bağlamda Kant'ın yaklaşımı bu noktaya oldukça ışık tutucudur.
Kant'ta haklılandırma koşulu bir "nesnel yeterlilik" koşulu olarak karşımıza çıkar. Buna göre, öznenin yargısının / inancının temellerinin / dayanaklarının nesnel yeterliliğe sahip olması, o yargının herkes için geçerli olması, yani, özneden başka, diğerlerinin aklında da aynı etkiyi yaratması demektir. Oysa, akademik kitapların çoğunun önsözünde yazarları, kitaplarındaki hatalardan ötürü okuyucularından özür dilememektedirler. Ayrıca,bunu yapanların bir bölümünün, yalnızca bir alçakgönüllülük gösterisi içinde olduğu da düşünülebilir. Demek ki, THG,,yalnızca paradoksun kahramanı yazarın, ona özgü kişisel, ancak tüm akademisyen-yazarlara mal olmamış, deneyimlerini dile getirmektedir. Bu haliyle de, nesnel yeterliliğe sahip olamayan bu gerekçe, epistemik nitelikli bir gerekçe olarak görülemez. Reddi ile de paradoksa] süreç 5. adımda çöker. Bu çözümü ile Önsöz Paradoksu, epislemik haklılandırma gerekçesi kavramının önemini ve önceliğini vurgularken, epistemik gerekçenin göz ardı edilemeyecek nesnel yeterlilik boyutunu da ışığa çıkararak değer kazanır.
Yunanca kökenli "paradoks" sözcüğü,para (: karşı(t), zıt, ters, aykırı), doxos (: fikir,düşünce, inanç, kanı) sözcüklerinden oluşur ve genellikle kabul görmüş bir fikre, düşünceye zıt olan önerme anlamını taşır. Bir paradoks kendi kendiyle çelişen bir önerme olabilir. Bunun yanı sıra, birlikte gerçekleşmesi, var olması, beklenmeyen iki olgu veya nitelikle ilgili, kapsamlı bir süreçle ortaya çıkan paradoksal bir sonuç, hatta, düpedüz mantıksal bir çelişki olabilir.Böyle paradoksal bir süreç, geri plandaki bir öyküden yola çıkarak, görünüşle kabul edilebilir/akla yatkın öncüllerden, yine görünüşle kabul edilebilir/akla yatkın bir akıl yürütme zinciri ile, asla kabul edilemeyecek bir sonuca varır.
Bu,açıklanmayı gereksinen, garip, saçma bir durumdur. Bu duruma yol açan neden açıklığa kavuşturulmayı beklemektedir. Bu bağlamda, bir paradoksun çözümü/açıklanması (hatta keşfi/icadı bile) insanın düşünsel bir etkinliğidir ve yoğun bir biçimde kavramların, nosyonların, olguların, ilkelerin, sezgilerin ve benzerlerinin, bunların aralarındaki ilişkilerin,yeniden gözden geçirilmesinden, tüm ayrıntılarıyla derinlemesine irdeienmesinden, bazen de, yeniden doğru olarak aydınlatılmasından, başka bir şey değildir.İşte bu anlamda,burada çözüm önereceğim, epistemolojinin bir paradoksu olan Önsöz Paradoksu da, günümüzün epistemolojisinin en önemli kavramlarına ışık tutmakta ve bu alanda oluşmakta olan dağarcığın gelişimine katkıda bulunmaktadır.
Bir epistemik haklilandırma paradoksu olan Önsöz Paradoksu'na ve ona ilişkin çözüm önerisine geçmeden önce, onu daha iyi anlayabilmek için, ortaya çıktığı epistemoloji çerçevesine, açıkçası, epistemik haklılandırma kavramına değinelim. Özellikle analitik bilgi kuramcıları tarafından benimsenmiş geleneksel bilgi yaklaşımı, bilgiyi, birarada sağlanması gereken, üç gerekli ve yeterli koşulla tanımlar: Doğruluk koşulu,inanma koşulu ve bu inanmanın haklı çık(arıl)ması koşulu. Buna göre, bilebilen özne S'nin P gibi bir önermeyi bilebilmesi için, P*nin doğru olması, S'nin P'ye inanması ve S'nin bu inancında haklılandırılması gerekli ve yeterlidir. Oysa, Edmund L. Gettier 1963'te yayımlanan, "Haklılandırılmış Doğru İnanç Bilgi Midir?" başlıklı makalesinde,bu üç kısımlı standart bilgi analizinin, yani bu üç koşulun, gerekli olsa bile yeterli olamadığını iki karşı-örnekle göstererek, bilginin bu klasik haklılandırılmış-doğru-inanç (HDİ) tanımına karşı çıkar. Böylece epistemologlar Gettier'in örnekleriyle ortaya çıkan ve Gettier Sorunu olarak adlandırılan bu sıkıntıyı açıklamaya girişerek gidermeye çalışırlar. Bir bölümü analizi yeterli hale getirebilecek ek bir 4. koşul arayışı içine girer.Ama daha çok, öznenin inanmasının/inancının haklılandırılmasının gerekliliğini öne süren, benim Türkçe'de "haklılandırma koşulu" olarak adlandırmayı önerdiğim (İngilizce: justification condition), koşula bir açıklık getirme çabası içindedirler. İşte, bu koşulla açıklanmak istenen, Türkçe'ye "epistemik haklılandırma" (İng.: epistemic justification) olarak çevirebileceğim kavram, son otuz yılın bilgi felsefesi, özellikle analitik epistemoloji, literatüründeki tartışmaların merkezinde yerini almıştır. Epislemologlar artık epistemik haklılandırmanın ne olduğunu sorgulamaktadırlar.
Şimdi, S'nin P'ye inanmasında,bilginin yolunu açabilme anlamında, haklı çik(arıl)ması, daha açık bir deyişle, S'nin,P'nin inancına sahip olmasının haklı bir epistemik nedene/gerekçeye dayandırılması zorunludur. Epistemik çerçevenin dışında kalabilecek herhangi bir dayanak bazında, S'nin P'ye olan inancının epistemik haklılandırılmasmdan söz etmek mümkün değildir. Bu bağlamda, inanma/inanç haklılığını temellendirecek gerekçenin, epistemik kaygılarla belirlenmesi, epistemik niteliklerinin saptanması, son derece önemlidir. Öyle ki, epistemik haklılandırmanın oturtulacağı bu epistemik zeminin aydınlatılması, epistemik haklılandırma kavramına da ışık tutacaktır. Bu anlamda, İngilizce'de "epistemic evidence" olarak geçen, benim "epistemik gerekçe" terimini önerdiğim bu kavramın, ne olduğunun anlaşılmasının, günümüzün epistemolojisindeki epistemik haklılandırma kavramının "neliginin araştırılmasında önceliği vardır. Bu çerçevede, epistemik gerekçenin ne olması gerektiğini hemencecik söyleyebilmek kolay değildir. Ancak, en azından elimizde, ne olmaması gerektiğine ilişkin tartışmanın yolunu açabilecek ip uçları vardır.
Başlangıç için hiç de küçümsenemeyecek bu ip uçlarını da bize, bu alanda ortaya çıkmış paradokslar verir. Bu paradokslar, epistemik haklılandırma paradoksları olarak, epistemik gerekçenin öneminin ve önceliğinin açık kanıtlarıdır. İşte Önsöz Paradoksu, bu paradokslardan bir tanesidir ve çözümü için girişilen çok ayrıntılı bir inceleme, öznenin inanmasının/inancının haklılandırılmasını epistemik almayan bir gerekçeye dayandırmanın, nasıl paradoksa) bir sonuca yol açtığını gözler önüne sermektedir.
Önsöz Paradoksu ilk kez D.C. Makinson tarafından 1965te ortaya atılır. Böylece,öznenin, görünüşte epistemik anlamda teker teker hakliîandırılmış ancak birlikte tutarsız olan inançlarından oluşmuş kümelerin, epistemik olarak haklılandırılması yaygın bir biçimde tartışmaya açılmış olur. Paradoksa gelince: Makinson'ın makalesindeki paradoksun öyküsü bir yazardan söz eder. Bu yazar akademik bir kitap yazmaktadır. Yazar kitabında birçok sav ileri sürmekte ve bu savların doğruluğuna, sağlam gerekçelere dayanarak, haklı olarak inanmaktadır. Ancak aynı zamanda, kitabındaki savların tümünün birden birarada doğru olmadığına da inanmaktadır. Bu inancında ise onu haklı kılan gerekçe, daha önce yazdığı kitaplara ilişkin edinmiş olduğu deneyimleridir. Gerçekten de, daha önceki kitap yazma yaşantılarından öğrenmiştir ki, başta, her bir savını, doğruluğuna haklilandırılmış bir şekilde inanarak yazmasına rağmen, sonradan, savlarından bazılarının doğru olmadığını, ya kendi görmüş ya da bu konuya başkaları tarafından dikkati çekilmiştir. Bu nedenle, şimdiki kitabında da önceden fark edemediğini düşündüğü hataların, yanlışlıkların var olduğuna inanarak, kitabının önsözünde, bunların sorumluluğunu okuyucusu karşısında üstlenir. Fakat aynı zamanda, teker teker, haklı bir nedene dayanan, her bir savma olan inancı da sürmektedir. Görüldüğü gibi, inandırıcı bir öyküye dayanan bu sistematik düşünsel süreç, kabul edilebilir bir başlangıç noktasından hareket ederek, akla yatkın bir akıl yürütme zinciri ile, asla kabul edilemeyecek paradoksal bir sonuca vararak, paradoksal bir sürece dünüşür. Çünkü, yazar, aynı anda, hem savlarının birlikte tümünün birden doğruluğuna, hem de savlarının tümünün birden birarada doğru olmadığına, görünüşte haklı dayanaklarla haklı çıkarılarak, inanır. Daha açık olarak, burada öznenin, hem P gibi bir önermeye hem de P'nin çelişiğine birlikte inanmasında, yani mantıksal bir çelişkiye olan inancında, haklılandırılmışlığı söz konusudur.
Gelinen, ancak epistemik çerçevede kabul edilemeyecek nokta budur. İşte bu yüzden, Önsöz Paradoksu bir epistemik haklılandırma paradoksu olarak görülür.Bu paradoksal sürecin adım adım ayrıntılı bir analizi bize göstermektedir ki, yazarın inançlarına ilişkin haklılandırmalar için, bu sistematik süreç boyunca, farkh gerekçelerin yanı sıra farklı kurallar ve ilkeler de devreye girmektedir. Öyle ki, yazar,inanmalarında,bu gerekçeler bazında ve bu kurallar/ilkeler vasıtası ile haklı çıkarılmaktadır. O halde,burada madem ki bir (epistemik) haklılandırma paradoksu ile karşı karşıyayız, etkin bir işlevsel rol üstlenerek, yazarın haklılıklarını sağlayan tüm haklılandırma elemanlarını,yani tüm gerekçeleri ve kuralları, inceden inceye sorgulamamız gerekir. Ancak bu yolla,yazarın buradaki inançlarında haklı çıkarılmasının haklı olup olmadığını anlayabiliriz.
Daha açıkçası, ancak bu yolla, buradaki haklılandırmalann, daha doğrusu gerekçelerin ve kuralların, gerçekten epistemik nitelikli olup olmadığının bir değerlendirmesini yapabiliriz. Şimdi, bu amaçla yola çıkıldığında, bu paradoksal süreçte üç ana haklıIandırma halkası/aşaması görüiür. Paradoksun analitik formulasyonunda bu aşamaları daha açık bîr biçimde, adım adım göstermek için, öncelikle, kullanılacak simgesel ifadeleri aşağıdaki analizde ortaya çıkış sıralarına göre anlamlandıralım: Özne S"nin (burada kitabın yazarı akademisyenin) kitabındaki savlan / inançları: Sİ, S2,..., Sn. HİsSİ: S Si (i=l,...,n) önermesine inanmasında / inancında haklılandınhr. &: Tümei-evetleme eklemi.
(K/G)i (i=l, ..., n): Si'ye inanmayı haklılandırma elemanları, yani kural(lar) ve gerekçeler). -* : Koşul eklemi. Bir haklılandırma ilkesi'olarak tümel-evetleme ilkesi (T-E)-herhangi bir P ve Q önermesi için: (HisP&HisQ) -» Hİs(P&Q). V: Tümel niceleme imi.MP: Modus ponens çıkarım kuralı: (P -» Q), P .'. Q. ( /.: çıkarım imi). ~: Değilleme /olumsuzlama eklemi. Son .olarak da, bu paradoksal süreç boyunca tek bir adımda görünen tümevarımsal haklılandırmaya ilişkin olarak (THK/ THG): Tümevarımsal haklılandırma elemanları; THK: Tümevarımsal haklılandırma kuralı / ilkesi; THG:Tümevarımsal haklılandırma gerekçesi. Bunların açık ifadelerini daha sonraya bırakarak, şimdi, her adımın gerekçesini sağ tarafta köşeli parantezlerde belirterek, bizi paradoksal bir sonuca götüren bu süreci adım adım gösterelim:
1. HİsSİ & HİsS2 & ... & HİsSn [(K/G)l & (K/G)2 & ... & (K/G)nj
2. (HİsSİ & HİsS2 & ... & HİsSn) — Hİs(Sl & S2 &... & Sn) [T-E ]
3. ViHİsSi — HİsViSi i=l, ...,n • [2, V]
4. HİsViSi i=l,...,n [1,3, MP ]
5. Hİs-ViSi i=l,...,n ' [1,{THK/THG)]
6. (HİsViSi & Hİs~ViSi) i=l,..., n [4,5, &]
7. (HİsViSi & Hİs~ViSi) -* Hİs(ViSi & -ViSi) i=l,..., n [T-E]
8. Hİs(ViSî & -ViSi) i=l n [6, 7.MPJ
8. adımda net bir şekilde görüldüğü gibi, gelinen nokta paradoksal bir sonuçtur. Bu süreçteki üç ana hakhlandırma aşaması ise 1., 4. ve 5. adımlarda ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda oluşturulan inanç kümesi, yani buradaki öznenin / akademisyen-yazarın, bu adımlarda haklılandırılmiş inançlarının oluşturduğu küme, tutarsız bir kümedir: {Sİ, Sİ,..., Sn, ViSi, -ViSi}, i=l,... , n. Şimdi, bu kümeyi tutarsızlığından kurtarmak, yani bir başka deyişle, paradokstan kurtulmak için, bu üç hakhlandırma aşamalarının en az birinden vaz geçmek yeterlidir. Daha açık bir deyişle, ya 1. adımın, ya, bir haklılandırma ilkesi olan T-E'nin (ki 4. adımdaki hakiılandırmayı mümkün kılan bu ilkedir), ya da, 5.adımdaki tümevarımsal çıkarım yolu ile yapılan haklılandırmanın (THK ve/veya THG'nin) reddi, paradoksun çözümü için yeterli olacaktır. Gerçekten de, bu paradoksa ilişkin olarak önerilen çözümlere bakıldığında, bu üç yoldan birinin benimsendiği görülür. Dikkatle bakıldığında ise, bu üç yoldan yalnızca birincinin ve üçüncünün gerçek çözüm olabileceği açıktır. Çünkü, yalnızca bu iki çözüm söz konusu inanç kümesini tutarsızlığından kurtaracaktır: Birincide küme, {-{SI & S2 & ... & Sn)} kümesine dönüşürken, üçüncüde {Sİ, S2, ..., Sn, (Sİ & S2 & ... & Sn)} kümesi olmaktadır ve bu kümelerde tutarlılıkları açısından bir sorun yoktur. Oysa, ikinci çözümde, yani T-E'nin reddi durumunda, küme, yani {Sİ, S2,..., Sn, -(Sİ & S2 & ... & Sn)} kümesi, doğrudan bir çelişki içeriyor gibi görünmemekle birlikte, tutarsız bir kümedir ashnda. Çünkü, buradaki n+1. elemanın harılandırılmış bir inanç olması (ki öyledir, aksi halde bu kümede yer alamazdı), öznenin kitabındaki n tane inanç-önermesinden en az birinin, diyelim ki Sj'nin (1 <,] <, n), çelişiğinin haklılandırılmış olması demektir. Ama aynı zamanda bu kümede Sj de haklılandırılmış bir inanç olarak içerilmektedit. O halde, paradokstan kaçmak için T-E'den vaz geçmek pek de bir işe yaramamaktadır. Ayrıca, bu ilke sezgisel açıdan anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir ilkedir de. (Bu ilkenin savunulması bir başka yazının konusu olabilir.) Diğer yandan, buradaki paradoksal durumu açıklayan diğer iki çözüm yolu paradoksa gerçek çözüm olmaktadır. Bu anlamda bu paradoksun iki çözümünün olduğu söylenebilir: Belli koşullar altında paradoksal sürecin ilk adımını reddetmek birinci çözümü oluştururken, her koşul altında beşinci adımı reddetmek ise ikinci çözümü getirmektedir. Şimdi bunları ayrıntıları ile görelim.
Akademisyenin yazmakta olduğu kitabın oldukça karmaşık ve yoğun bir içeriğe sahip olmasının yanı sıra, konunun yazar için yeni bir konu olduğunu düşünelim. Ayrıca,kitap hayli uzun bir kitap olsun. Bu koşullar altında, 1. adımdaki haklılandırmaların en azından birinin geçerli bir haklılandırma olması (o haklılandırmaya ilişkin haklılandırma elemanlarından, yani ilke(ler)den kural(lar)dan ve gcrekçe(ler)den, en azından birinin doğru olmaması) oldukça olanaklı görünmekledir. Bu durumda, burada yer alan tümel-evetlemeli bileşik önerme, ilgili bileşeninin yanlışlanmasından ötürü, yanlışlanmış olacak ve paradoksal süreç daha ilk adımda çökecektir. (Ancak, bu çözüm çerçevesi içinde,bazı çözüm önerilerinin kabul edilemeyeceğine de dikkat çekelim: Örneğin, sırf sürecin 1. adımını geçersiz kılarak paradoksu çözmek adına, kitabın tüm önermelerine ilişkin haklılandırmaların tümünün birden, ya da kitabın en temel savlarının haklılandırılmalarının, geçersiz olduğu yönünde bir açıklamanın, söz konusu kitabın akademik bir kitap olduğu düşünülürse, hiç de inandırıcılığı kalmamaktadır.) Şimdi bu çözüm, hemencecik akla gelen, kolay ve hatta önemsiz bir çözümdür. Ayrıca, süreci baştan çökerterek, diğer adımlardaki haklılandırma işlemlerini inceleme fırsatını elden almakladır. Öte yandan, 1.adımın doğruluğu pekala da olanaklıdır. Özellikle yazar, örneğin, uzun bir süreden beri üzerinde çalışarak çok iyi özümsemiş olduğu bir konu hakkında, üstelik kısa bir kitap yazmakta ise. İşte bu durum bize süreç boyunca ilerleme olanağını tanıyarak, sıradan olmayan bir çözümü yakalama şansını da getirmektedir.
Bu çözüm, 5. adımda ortaya çıkan, yazarın, endüksiyon yolu ile, kitabındaki tüm savlarının birlikte doğru olamayacağı yolundaki inancında haklı çıkarılması işleminin reddi ile gelen çözümdür. Yazar sürecin bu aşamasında, tümevarımsal bir haklılandırma gerekçesi bazında (THG) ve tümevarımsal bir haklılandırma kuralı (THK) vasıtası ile, dahası, ilginç bir şekilde, kitabın tüm savlarının teker teker haklılandırılmalarının hepsine birden, yani 1. adıma, dayanan bir çıkarımın sonucu olarak, bu inancında haklı çıkarılmaktadır. Görülüyor ki, buradaki haklılandırma aşaması için, her üç elemana da gereksinim vardır ve birinin devreden çıkması haklılandırma işlemini düşürmektedir.
Şimdi, bu çözüm diğer çözümün aksine 1. adımı kabul eden bir çözümdür. O halde buradaki sorun THG ve / veya THK'den gelmektedir. 5. adımın haklılandırma elemanlarından biri olan ve en azından şimdilik korunması düşünülen THK kuralı tümevarımsal bir haklılandırma yolunu sergiler:
THK: Bilebilen özne, henüz gözlenmemiş ancak gelecekle ortaya çıkması olanaklı bir şeye olan inancında, geçmişteki benzer durumlarda edinmiş olduğu deneyimleri temelinde haklilandırır.
Burada gerektirilen geçmiş ile şimdinin benzerlikleri arasındaki köprü, yazarın şimdiki kitabının savlarına olan inançlarının teker teker haklı dayanaklara sahip olması zemininde, yani 1. adımda, kurulur. Bu benzerliğin kurulmasından sonra ise, yazarın geçmişte yazmış olduğu kitaplarına ilişkin deneyimlerini dile getiren THG gerekçesi bir diğer hakhlandırma elemanı olarak kendini gösterir:
THG: Yazar, geçmişte, her bir savının doğruluğuna olan inancında hakhlandırıldığına hakiı olarak inanarak kitaplarını yazmıştır. Ancak daha sonra, onların bazılarında hatalar olduğunu ya kendi fark etmiştir ya da başkaları tarafından uyarılmıştır.
Aslında yazar 5. adımda 1. adımdan kalkarak, THG temelinde yaptığı tümevarımsal çıkarımın sonucunda, şimdiki kitabında da savlarının tümünün birden biramda doğru olmadığı (-ViSi, i=l,..., n) inancına varmaktadır. Aynı zamanda, türetilen bu sonuç/ inanç böylece harılandırılmış olmakladır da. Kısaca, sürecin 5. adımında tümevarımsal bir haklılandırma işlemi ile karşı karşıyayız. İşte bu işlemde itiraz edilmesi gereken öğe THG'dir. Bu itiraz, paradoksa bir açıklama getirdiği gibi, paradoksun akıl yürütme zincirindeki halkalarından birini kırarak, sürecin paradoksal sonuca varmasını engellediği için, paradoksu çözmüş olur.
THG'ye itiraz, bu hakhlandırma gerekçesinin epistemik bir hakhlandırma gerekçesi olarak görülemeyeceğinden gelmekledir. Çünkü, bu gerekçe çok fazla öznel bir gerekçedir ve bu yüzden de söz konusu inanç-önermesinin haklılandırılması için yeterli tümevarımsal desteği sağlayamamaktadır. Burada temelde yatan kaygı nesnelliğin sağlanmasına ilişkin kaygıdır. Bu bağlamda Kant'ın yaklaşımı bu noktaya oldukça ışık tutucudur.
Kant'ta haklılandırma koşulu bir "nesnel yeterlilik" koşulu olarak karşımıza çıkar. Buna göre, öznenin yargısının / inancının temellerinin / dayanaklarının nesnel yeterliliğe sahip olması, o yargının herkes için geçerli olması, yani, özneden başka, diğerlerinin aklında da aynı etkiyi yaratması demektir. Oysa, akademik kitapların çoğunun önsözünde yazarları, kitaplarındaki hatalardan ötürü okuyucularından özür dilememektedirler. Ayrıca,bunu yapanların bir bölümünün, yalnızca bir alçakgönüllülük gösterisi içinde olduğu da düşünülebilir. Demek ki, THG,,yalnızca paradoksun kahramanı yazarın, ona özgü kişisel, ancak tüm akademisyen-yazarlara mal olmamış, deneyimlerini dile getirmektedir. Bu haliyle de, nesnel yeterliliğe sahip olamayan bu gerekçe, epistemik nitelikli bir gerekçe olarak görülemez. Reddi ile de paradoksa] süreç 5. adımda çöker. Bu çözümü ile Önsöz Paradoksu, epislemik haklılandırma gerekçesi kavramının önemini ve önceliğini vurgularken, epistemik gerekçenin göz ardı edilemeyecek nesnel yeterlilik boyutunu da ışığa çıkararak değer kazanır.