Rönesans ve Doğu Felsefesi
|
Lucien Febure Rönesansı bu sözlerle tanımlamaktadır.’Antik yunanla on yüzyıllık bir açıklık bulunan ve zaten on yüzyıllık Hıristiyan geçmişinin eskilerin beyninden, gönlünden, bilincinden derinlemesine farklı bir beyin bir gönül bir bilinç meydana getirdiği insanların antik düşünceyi kısmen almaları özümlemeleri evet hiç kuşkusuz Rönesans bunları gerçekleştirmiştir’.
Rönesans insanı, her türlü teorici kaygıdan uzak, insanı kendi eylemi ile kendini gerçekleştiren mükemmelleşmeyi ve ilerlemeciliği esas alan kendi tarihini kendi yaptıkları ile oluşturan kaderini değiştirebilecek kudrete sahip bir varlık olarak görmektedir. İnsan dinamik bir varlık olarak ele alınır. Bu anlayışın bir gerçeği olarak, geçmişi, bugünü ve geleceği insanın yarattığı kabul edilir. İnsanı merkeze alan bu yaklaşımda, insana özgü özgürlük, kardeşlik ve insan hakları gibi kavramlar ortaya atılmıştır.
Bu dönemin filozofları, ortaçağ insanını ve dini yapısını değerlendirmişlerdir. Dinin eleştirisini de yapmışlardır. İnsanı, doğuştan kötü yapan insanın özgürce yaşamasına engel olan dinsel ve yönetsel baskıları hedef almışlardır. Bu doğrultuda kilise ve dinin toplumsal ve siyasal alandaki konumunu belirlemişlerdir. Özgürlükçü ve eşitlikçi düşünceler bu dönemde ne kadar yer almış olsa da uygulamada bunları görmek pek mümkün olmamıştır. Thomas More’nin Cumhuriyet Ütopyasında köleler bir çok haklardan yararlanamamaktadır. Tanrıya inanmayanlar yurttaş sayılmamakta ve siyasal yaşama katılamamaktadırlar.
Rönesans, Hindistan’ın yerleşik dini Brahmanizme tepki olarak ortaya çıkan Budizmi andırır. Budizm deki rahiplerin oluşturduğu Brahmanlar sınıfı, ortaçağda kiliselerin oluşturduğu otoriter yapı ile aynıdır. Bu nedenle Rönesans ve Budizm deki düşüncelerin kaynağında bu sınıflara tepki görülmektedir.İnsanı anlama arayışının ilk adımı olan Rönesans Hümanizmin doğuşuna neden olmuştur. Hümanizm geniş anlamıyla, modern insanın yeni hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır.
Rönesans, insanı evrensel bir organizmanın renksiz bir üyesi olmaktan kurtarıp, onu kişiliğini arayan benliğinin özel renklerini bütün canlılıkları ile ortaya koymak isteyen birey yaratmıştır. Nietzsche bu dönemin Avrupalısının günümüz Avrupalısından daha üstün olduğunu düşünmektedir. Bu görüşünde de oldukça haklıdır. Çünkü günümüz Avrupalısı etrafında olup bitenin farkında bile olmayan kendini modern sanan duyarsız insanlar topluluğundan başka bir şey değildir.
Rönesans insanı, her türlü teorici kaygıdan uzak, insanı kendi eylemi ile kendini gerçekleştiren mükemmelleşmeyi ve ilerlemeciliği esas alan kendi tarihini kendi yaptıkları ile oluşturan kaderini değiştirebilecek kudrete sahip bir varlık olarak görmektedir. İnsan dinamik bir varlık olarak ele alınır. Bu anlayışın bir gerçeği olarak, geçmişi, bugünü ve geleceği insanın yarattığı kabul edilir. İnsanı merkeze alan bu yaklaşımda, insana özgü özgürlük, kardeşlik ve insan hakları gibi kavramlar ortaya atılmıştır.
Bu dönemin filozofları, ortaçağ insanını ve dini yapısını değerlendirmişlerdir. Dinin eleştirisini de yapmışlardır. İnsanı, doğuştan kötü yapan insanın özgürce yaşamasına engel olan dinsel ve yönetsel baskıları hedef almışlardır. Bu doğrultuda kilise ve dinin toplumsal ve siyasal alandaki konumunu belirlemişlerdir. Özgürlükçü ve eşitlikçi düşünceler bu dönemde ne kadar yer almış olsa da uygulamada bunları görmek pek mümkün olmamıştır. Thomas More’nin Cumhuriyet Ütopyasında köleler bir çok haklardan yararlanamamaktadır. Tanrıya inanmayanlar yurttaş sayılmamakta ve siyasal yaşama katılamamaktadırlar.
Rönesans, Hindistan’ın yerleşik dini Brahmanizme tepki olarak ortaya çıkan Budizmi andırır. Budizm deki rahiplerin oluşturduğu Brahmanlar sınıfı, ortaçağda kiliselerin oluşturduğu otoriter yapı ile aynıdır. Bu nedenle Rönesans ve Budizm deki düşüncelerin kaynağında bu sınıflara tepki görülmektedir.İnsanı anlama arayışının ilk adımı olan Rönesans Hümanizmin doğuşuna neden olmuştur. Hümanizm geniş anlamıyla, modern insanın yeni hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır.
Rönesans, insanı evrensel bir organizmanın renksiz bir üyesi olmaktan kurtarıp, onu kişiliğini arayan benliğinin özel renklerini bütün canlılıkları ile ortaya koymak isteyen birey yaratmıştır. Nietzsche bu dönemin Avrupalısının günümüz Avrupalısından daha üstün olduğunu düşünmektedir. Bu görüşünde de oldukça haklıdır. Çünkü günümüz Avrupalısı etrafında olup bitenin farkında bile olmayan kendini modern sanan duyarsız insanlar topluluğundan başka bir şey değildir.