FİLOZOF VE FELSEFE HAKKINDA


Ali Osman GÜNDOĞAN


Yaklaşık olarak 2500- 3000 yıllık felsefe tarihi gözden geçirilecek olursa, sayısız filozof, pek çok felsefî akım ve birbirinden ayrılmış felsefî dönemler görülür.Bu filozoflar, akımlar ve felsefî dönemler arasıda bazı benzerlikler görülse bile bir birlerinden pek çok konularda farklı anlayışlara sahiptirler. Hatta aralanda hoca talebe ilişkisi bulunan filozoflar arasında bile sözgelişi Eflatun - Aristo- derin ayrılıkların olduğu bir gerçektir. Bütün bu farklı anlayışlara, aynı noktadan hareketle farklı sonuçlara ulaşmalara rağmen bu kişilere filozof, faaliyetlerine de felsefe adını veriyoruz. Acaba hangi ortak özellik veya özelliklerden ötürü bunlara filozof ve faaliyetlerine de felsefe denmektedir? Felsefe tarihindeki çok çeşitliliğe rağmen hepsini aynı adla anmamıza neden olan nedir? Bütün farklılıklara rağmen bunlar arasıda bazı ortak noktalar bulunmalı ki, bu ortak noktalar onları filozof kılsın. Gerçi her konuda olduğu gibi felsefede de, düşüncede de elbetteki bir evrim vardır. Bu evrim bu farklılaşmayı, çeşitliliği sağlayıcı bir faktör olarak düşünülebilir.

Nitekim bu düşünce haklıdır da. Çünkü bugünkü fikri düzeyimize uzun bir tarihi sürecin sonunda ulaşılmıştır. Başlangıçta mitik ve mistik olandan dini olana ve en sonunda da rasyonel bir aşamaya gelinmiştir. Ancak ister mitik ve mistik, dini isterse rasyonel düşünce olsun, her dönemin yetiştirdiği düşünürlere filozof adını vermekte hiç bir tereddüt etmiyoruz. Nitekim öğretisinde dinî ve mistik yönler bulunan Pythagoras'ın adı da, pozitivisi A. Comte'un adı da filozoftur. Bunları filozof yapan nedir.

Şuna da tanık olmaktayızki, felsefe değişik dönemlerde türlü şekillerde anlaşılmıştır. Bunun sebebi, felsefenin alanında meydana gelen değişikliklerdir. Felsefeye ilkin bütün bilimleri içine alan evrensel bir bilim unvanı verilmiştir. Bu anlayışa göre bütün filozoflar aynı zamanda bilim adamıdırlar. Ama bunun tersi doğru değildir. Yani bütün bilim adamları filozoftur, denemez. Özellikle ilkçağda karşılaştığımız filozof- bilim adamı tipi bu anlayışın ürünüdür. Daha sonra bilimerin felsefeden ayrılmasıyla felsefe, bilimlerin üstünde bir bilgi olarak anlaşılmış ve bu
türlü bir anlaşılma da metafizik ve özellikle de teolojiye uygun düşmüştür. Nihayet kedi başına bağımsız bilimlerin kullandıkları metodlar, ulaştıkları sonuçlar konusunda bir bilgi teorisine duyulan ihtiyacı yine felsefe karşılamıştır. Felsefeyi bu şekilde farkı anlamlandırmalara rağmen eylemin adı yine felsefedir.

Felsefeye farklı anlamlar yüklemede, felsefî düşüncenin doğuşunda ve gelişmesinde toplum yapılarının da önemli etkileri olmuştur. Farklı toplumlarda farklı felsefî eğilimlerin ortaya çıktığı bir gerçektir. Nitekim bugün bile bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız ve hatta bir Amerikan felsefesinden bahsediyorsak, sebebi herhalde, toplum yapılarının farklılığında aranmalıdır. Bu hususta Ruben'in, Felsefenin Başlangıcı adlı eserinden anlaşıldığına göre, Hindistan'da felsefî düşüncenin doğuşunda o günkü toplumun yaşayış biçimlerinin etkili olduğunu görüyoruz. Eski Hind toplumu bir tarım toplumudur. Tarım yapan ve kadının tarlada çalışmasını, erkeğin ise bereketi sağlamak amacıyla sihri bir takım hareketler yapmasını gerektiren bir toplum sözkonusudur. Böyle bir toplum yapısını felsefî düşünce üzerindeki etkisini Ruben şu şekilde ifade eder. "

Bütün âlem esas itibariyle iki büyük prensipten ibarettir. Bunlardan birisi madde ve diğeri ise ruhtur. Ruhun cinsi erkektir. Ruh sakindir, hiçbir tahrik edici tesiraltında değildir. Hiçbir iş görmez, ancak ruh tahavvüle dalar, isteklerini körletir, herşeyi ve maddî dünyayı terkederek kurtuluşa erer. Fakat madde böyle değildir. Madde olan vücudumuz, daima harekettedir, aktiftir. Vücuttan evlâtlar, torunlar doğar. Binaenaleyh vücut değişir, doğurucudur, annedir". Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Sözgelimi ticaret toplumu olan yerdeki felsefî düşünce ile ilkel ekonomik faaliyet biçimlerini aşamamış toplumların felsefî düşüncelerinin önemli farkları vardır. Yine bütün bunlara rağmen bu düşünce faaliyetlerine felsefe diyoruz. Kısacası, farklı olaylar karşısında olduğu gibi, aynı olaylar karşısında bile filozoflar farklı tavır alış içine girebiliyor ve farklı sonuçlara ulaşabiliyorlar. Bu farklı tavır alış ve farklı sonuç çıkarışlara rağmen ortak bir adla anılmalarının sebebi nedir?

Bir şeyin felsefe olması, yaptığı akıl yürütme ve çıkardığı sonuçların kavranılır olması dolayısıyladır. Konular farklı olabilir ama metod ve herşeyden önemlisi onu felsefe yapan reflexionda bir benzerik bulunur. Şayet böyle bir durum olmasaydı, yani farklı konular ele alınmasaydı, felsefede ahlâk felsefesi, tabiat felsefesi, metafizik, insan felsefesi v.s. gibi alanlarda belki de bahsedemeyecektik. Aynı konudaki felsefe anlayışlarında bile, filozofların birbirini tutmayan düşünceleri atıldıktan sonra geriye kalan bazı ortak noktaları şu şekilde sıralamak mümkündür.

1) Reflexion,
2) Mantıki olma, tutarlı olma, temellendirme çabası,
3) Varolan karşısında bir tavır alış,
4) Tenkitçi olma,
5) En yüksek genellik derecesindeki bügi arayışı.

1) Filozof olmak, mevcut bilgi hakkınıda düşünmek, kendini sorgulamak ve mevcut bilgiyi yeniden dikkatlice irdelemek demektir. Buna göre reflexion, insanın sahip olduğu bilgileri tekrar tartışma konusu yaparak, düşünenin kendi üzerine bir dönüş hareketi olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla felsefeyi reflexion olarak tanımlamak demek, felsefede bilginin ilk aşamasını değil, ikinci aşamasını dikkate almak demektir. Reflexif olma, felsefenin en belirgin özelliğidir ve hangi filozofa bakarsak bakalım hepsinde bu özelliği görürüz. Zira "felsefe tarafından gerçekleştirilmiş ilerlemeler, reflexiondaki ilerlemeler olmuştur." Reflexionun en güzel örneklerine Eflatun'un diyaloglarıda rastlayabiliriz. Özellikle Sokrates'in Ironie metodunu kullanarak muhatabıyla yaptığı sohbetlerde karşımıza reflexion çıkar.

Filozof, sadece dalgın düşünen, işin sadece teorisiyle ilgilenen kişi olarak düşünülmemelidir. Çünkü refexion, sırf düşüncenin kendi üzerine dönmesi olarak anlaşılamaz. Zira felsefe, reflexion vasıtasıyla iyi düşünmeyi amaç edindiği gibi iyi konuşma ve iyi hareket etmeyi de amaç edinmelidir. Bu bakımdan ele alınınca felsefe, "insanı iyi aşamasına yardım eden hayat hakkında bir reflexion" olarak anlaşılır. Filozof, sadece düşünen değil, aynı zamanda aksiyonda bulunan insan olmalıdır. Çünkü özellikle bizim, kafası bilgi ile doldurulmuş, vaktini sadece kendi zihnini tatmine yönelik olarak harcayan filozoflar ordusuna ihtiyacımız yoktur.

Özellikle aksiyon adamına, düşündüğünü uygulayan, toplum insanına ihtiyacımız vardır. Gerçi işin teorisi olmadan pratiğe ulaşılamaz. Teori elbetteki şarttır, ama tabiata ve topluma sırt dönüp, masa başında sadece düşündüğünü yazmak yerine filozof, reflexion ile aksiyon arasıda bir denge kurmalı, sadece pasif bir tarzda reflexiou gaye edinmeden, onu vasıta haline getirip, aksiyonu gaye edinmelidir. Sokrates, bunun en güzel örneğini vermiştir.

2) Reflexion, gelişigüzel bir tarzda olamaz. Çünkü felsefe, sistemleştirilmiş bir bilgidir. Sistemleştirilmiş bir bilgi ise mantıklı, tutarlı ve temellendirilmiş bir bilgi anlamına gelir. Felsefî faaliyet aklidir, felsefî bilgi de aklî bir bilgidir. Akli bilgi ise herşeyden önce tutarlı, mantıklı ve iyi temellendirilrnişbir bilgi olmak durumundadır.

Filozoflar arasında bazı sorular ortak olduğu gibi sorulara verilen cevaplardaki temellendirmenin mantığı da ortaktır. Nitekim "felsefedeki cevapların baş özelliği, bu cevapları birer felsefe cevabı kılan değişmez çekirdek, bütün bu cevapların (gerçekten birer felsefe cevabı iseler) başka bir düşünme alanında rastlanmayan birer temellendirme olmalarıdır." . Temellendirme, bir felsefe sorusuna cevap verişte kedini gösterir. Bu cevap verişte filozof, akıl yürütme eylemi içinde bulunur, akıl yürütme, sıkı sıkıya mantık kurallarına bağlı olmak zorundadır. İşte temellendirmedeki mantıkî ve tutarlı olma buraya bağlıdır. Bu faaliyet esasta ise akli bir faaliyettir. Her Felsefî sistem, bu akli faaliyet esasına dayanmalıdır. Aksi taktirde, yapılan iş felsefe olmaz. Ancak burada bir güçlük belirir : Soru aynı olduğuna göre, aynı akıl yürütme esasalrına bağlı kalarak cevaplar arandığı halde farklılık nereden gelmektedir? Soru aynı olduğu halde, filozofların hareket noktaları farklı olabilir. Filozofların zihni tutumları arasındaki fark ta etkilidir. Zaten, cevaplar aynı olsaydı farklı farklı felsefeler olmazdı. Felsefede de genel geçer, objektif ve kesin bilgilere ulaşılmış olurdu. Halbuki felsefî bilgi bu tür özelliklere sahip değildir. Felsefeyi bilimden ayıran nokta da burasıdır. Felsefe sorusuna cevap, filozofa göre değişmektedir. Temellendirme, felsefede sürekli olduğu için cevaplar da sürekli değişken olacaktır. Filozoflar arasıdaki bu temellendirme farklılığı ve farklı sonuçlara ulaşma, felsefeni tutarlı olmasını engellemez. Tutarlı olmak, başlangıç ile adım adım giderek ulaşılan sonuç arasıda çelişkinin olmadığını ifade eder. Felsefî sistemlerdeki baş özelliklerden biri de bu olmak durumundadır.

3) Felsefe varolan karşısında bir tavrı alıştır. Felsefî tavır, aktif bir tavır olmak durumundadır. Filozof, varolana ve olaylara karşı ilgisiz olamaz. Varolan ise Tanrı, tabiat ve insan olarak belirtilecek olursa felsefenin üç konusu ortaya çıkar: Tanrı doktri, taibat felsefesi ve insan felsefesi, İnsan, bu konular üzeride düşünmeye başladığı zaman, bir tavır alış içine girdiği zaman felsefe yapmaya da başlamış demektir. Jaspers'in , felsefesinin kaynağı şaşmadır, kuşkudur şeklindeki ifadeleri de aslında birer tavır alış ifadesidir. Çünkü varlık karşısında pasif olan insan ne kuşku duyabiir ne de şaşkınlık „ Nitekim "felsefe yapmanın kaynağı, bir varlık karşısında, şaşkınlık duyma, kuşku ve yitmişliğin bilincine varmadır." Felsefi tavır alış, sıradan bir aktiflik değildir. Meselâ, birbirine düşman iki kişi birbirlerine karşı tavır alış içindedirler ama durumları felsefî değildir. Filozof ise, şüphe ile birlikte " o nedir" e cevap arar. Bu cevap arayış,zihni bir aktiviteyi gerektirir. Bu aktivite, doğruya ulaşma, gerçeği elde etme arayışıdır. Felsefî tavır alış, bilgi de doğru olanı, metafizikte hakikat olanı, ahlâkta iyi olanı, sanatta güzel olanı aramadır. Öyleyse felsefî tavır alış gayeli bir tavır alıştır.

4) Filozof, varlıklar ve olaylar karşısında tenkitçi olmak durumundadır. Zaten felsefe, toplu ve tenkitçi bir dünya görüşü sunma çabasıdır. Felsefe yapan kimse, tenkitçi tavırdan ötürü hiçbir gerçek ve ihtimali bir kenara bırakamaz. Dogmatik tavır, felsefi tavırla hiçbir şekilde uyuşamaz. Nitekim " bugün ulaşılan fikri merhalenin, henüz ifadelendirilmemiş veya ifadeside güçlük çekilmiş bir takım sezişlerden, karanlık bir takım düşünmelerden, bunları hazırlayan bir takım mitik ve mistik, spekülatif ve pratik tasavvur ve ihtiyaçlardan, mütemadiyen, bilerek veya bilmeyerek, başarılı veya başarısız, bir akıl ve tecrübe süzgecinden, bir tek kelime ile tenkid süzgecinde geçerek ve geçirilerek vücut bulduğuna inanıyoruz".

Felsefede bu tenkitçi tavır olmasaydı, bugünkü ne felsefî ne de bilimsel seviyeye ulaşmak mümkün olurdu. Felsefedeki tenkitçi tavır, sadece felsefe için değil, aynı zamanda büimler için de faydalı sonuçlar doğurmaktadır. Bilimlerin ulaştıkları sonuçlar, felsefenin tenkidinden geçerek bilimin önü açılmış olur. Bu noktada bilimsel düşünce ile felsefî düşüncenin bütünleşmesi gerekir. Bilim ile felsefe arasında her zaman karşılıklı bir ilişki kurulmalıdır. Sözgelimi " Newton'un bir tanrı sayıldığı devirde yaşayan Kant, maddi âlem olaylarının - şuur tarafından idrak edilmiş olmaları hasebile ve sadece bu sebepten- Newton kanunlarına tâbi olmak mecburiyetinde bulunduklarını apriori olarak gösteriyor. Eğer Einstein, Kant'tan evvel yaşamış olsaydı, acaba Kant, görünüşte aynı derecede mükemmel olan muhakemelerle, bir defa da ancak Einstein nokta-i nazarının doğru olması lâzım geldiğini isbat etmeyecek mi idi" .

Elbetteki Kant'ın çabası belki de bu yönde olacaktır, ama burada dikkate şayan olan husus şudur : Felsefe, bilimin sonucu üzeride - ister doğrulasın ister yalanlasın- bir reflexiondur. Bu bir bakıma bilimin sonucunun bir tenkididir. Felsefenin bu fonksiyonu sadece bilime yönelik olarak sınırlandırılamaz. Felsefe aynı görevi eğitim, toplum ve ahlâk felsefesi alanlarında da yapar. Bu tenkitçi tavır ile en iyi eğitim sistemlerini teşekkül ettirilmesi için klavuzluk, toplumsal düzen ve ahlâk alanlarında da yol göstericilik görevlerini üstlenir.

5) Felsefenin ulaşmak istediği bilgi, özel ve tikel hallerle ilgili bir bilgi değildir. Tek tek tecrübeler hakkında, tek tek olgular hakkıda akıl yürütmek yerine felsefe, bütün bir varlık karşısında bir tavır ahş oludğu için genel hükümlere ulaşmak amacıyla akıl yürütmeler yapar. Gerçi genel hükümlere ulaşmak, olgulardan hareket etmeyi gerektirir ama olgular, tecrübeler filozof için bir amaç değil, bir araçtır.

Falan veya filanın iyiliğini, ahlâklığını değil, genel olarak iyilik'i, ahlâklak'ı araştırır. Böyle bir araştırma sonuda elde edilen bilgi ise en genel bir bilgi olmak durumundadır. Felsefeyi " ilk ilkelerin ve ilk sebeplerin ilmi" olarak ele alan Aristo'nun anlayişıda, ve felsefeye " ilk ilkeleri ve ilk sebepleri" araştırmakla başlayan Descartes'ın anlayışında hep en genel bilgiler sözkonusu edilmiştir. İlk ilkeler ve ilk sebepler, varlık hakkında elde edilecek genel bilgilerdir. Eflatun'a göre de felsefenin tek metodu olan diyalektik ile ideler hakkında tam bilgi sahibi oluruz. En genel bilgi ise, ideler hakkındaki bilgidir. Bütün filozofların her konuda aradıkları bu türlü en genel bilgilerdir. Bütün bunlardan sonra , acaba bu beş özellik bütün filozoflarda bulunması gereken hususlar mıdır? Bunlardan en az bir tanesinin bulunmadığı sistemlere felsefe, sistemin sahibine de filozof denmiyecek mi?

Bu beş özellik, hemen hemen her filozofta bulunan hususlardır. Ancak, bütün özellikler muhakkak surette bulunacaktır, diye bir idida elbetteki çok aşırı olur. Yalnız bunlar içerisinden özellikle ilki olan reflexion, bizce en önemi bir özellik olarak belirmektedir. Çünkü reflexion olmadığı zaman yapılan iş ya sadece bir tasvir ya da basit tarzda bilgi toplama faaliyeti olur. Nitekim bir toplumun sosyal yapısıyla ilgili olara sosyolog, kendine has metodla tasvirler de bulunur, bilgiler toplar. Filozof ise bu tasvirler ve bilgiler üzerine düşünendir. Nitekim bu düşünme fiiliyle birlikte toplum felsefesi alama girilmiş olur. Halbuki bir sosyologu toplum felsefecisi olarak değerlendiremiyoruz.

Kısacası, felsefe aklî bir bilgidir. Onun her çağdaki fonksiyonu ne olursa olsun, en büyük katkısı, düşüncenin uyandınlmasına olmuştur. Felsefe, hayatî önemi olan problemleri ortaya koyarak, bu problemler hakkında insanın düşünmesini, problemlere çözümler bulmasını teşvik eder. Bu problemler ise, bilgide tecrübenin ve akim rolü; hürriyet ya da determinizm ; ruh ile beden ilişkisi; harici dünyanın realitesi ; varoluş ve Tanrı'nın tabiatı ; ahlâki, estetik, dinî değerlerdir. Bu problemler aynı zamanda hayati öneme sahiptirler. Bundan ötürü "felsefe hayat üzerine, bütün bir hayat üzerine reflexiondur" . İşte, filozofların aynı konularda farklı görüşlere sahip olmalarına rağmen onları filozof, eylemlerini de felsefe yapan asıl şey bu reflexiondur.

3 Yorumlar

Adsız
9 Mart 2009 00:56  

felsefe bir dusunme ve uretme bicimiyse neden hep siradisi fikirler ,,,,, yasdigi zaman diliminde akil mantik cercevesinde olusturduklari fikir ve dusunceler zaten toplum tarafindan pek anlasilir liktan cikmasimi ;!

16 Ekim 2009 22:07  

bence bu yazı biraz pragmatist bir yazı olmuş. sanki felsefe mutlak suretle bir şeye yaramak yada bir sonuç elde edilmek zorunda bırakılmıştır. bence felsefe hiç bir suretle zorunda bırakılmamalıdır. eğer böyle bir zorundalık vars bile bu bile sorgulanmalıdır. filozof ise bu anlamda bu zorundalıkları belli bir yöntem kullanarak ve disipline ederek sorgulamalı sonuç olarak elde etmesi gereken ise yerleşmiş ve başımıza dikilmiş bütün putları kırmaktır. bundan dolayı da filozof bir put kırıcıdır. tıpkı hz İbrahim gibi.... ne yapmıştır hz ibrahim eline baltayı alarak bütün putları kırmış ve en son birinin de boynuna asmıştır 'bu yaptı' diye. işte bir filozofunda mutlak suretle baltayı boynuna asacağı bir put olmalı; işte bu descartesin düşünüyorum varım ilkesinden hareketle var olanları sorgulamasına inanmasından başka birşey olmamalıdır. Mehmet peçenek. sosyoloji 4

Adsız
2 Ocak 2020 21:17  

Beğenmedim çok uzun insanın okumak istemiyor canı by mustafa

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP