ETHİK VE ANTROPOLOJİK AÇIDAN ÖZGÜRLÜK KAVRAMI (... devam )

Böyle bir varlığın yapıp etmelerini, eylemlerini, yabancı bir güç, kör ve katı bir biçimde nasıl belirleyip yönetebilirdi! Böyle bir varlık, yabancı, kör determinationlara bağımlı olamaz; ancak gören, özgürlüğe imkân tanıyan bir determinationu olabilir insanın. Çünkü bu determination, gören, kendi kendini belirleyen bir varlığın ürünüdür. Yalnızca böyle bir varlık özgürce eyler, eyleyebilir; ama dizginlenemez, sınır tanımaz bir özgürlük değildir bu. İnsanın eylemleri, onun kendisi tarafından da olsa, belirlenmiştir çünkü. İnsan, yapmak üzere olduğu bir şeyi gerçekleştirebilir de, bundan vazgeçebilir de. Her iki durumda da, yani gerçekleştirmede de, vazgeçmede de sorumluluğu taşıyan, insanın kendisidir; çünkü vazgeçme de, eylemenin bir başka türüdür. Gerçekleştirilmemiş bir eylem, gerçekleştirilmiş eylemle eşdeğerlidir; burada yüklenen sorumluluğun aynı ağırlıkta olması gerekmez. Doğada ise böyle bir durum sözkonusu olamaz. Düşmekte olan taş, herhangi bir engele çarpmadıkça düşmeye devam eder.

Günlük, somut hayatta, eylemlerimizin özgür olmadığını öne sürmek kimsenin aklına gelmez. Bu özgürlük herkese apaçık ve kendiliğinden anlaşılır bir şey gibi görünür. Somut hayatta insanlar birbirlerine, «bunu yapmamalıydın, şunu yapmalıydın» derler. Eylemlerimizde özgür olduğumuzu kabul etmeseydik, karşımızdakine nasıl olur da «şöyle değil böyle yapsaydın» diyebilirdik? Oysa doğada olup bitenlerden böyle bir şey beklenemez; burada herşey, nasıl olmak zorundaysa öyle olur. Buna karşılık eylem alanında «zorunluluk» değil, «gereklilik» egemendir.

Günlük hayatın bir fenomeni olarak özgürlük ne kadar apaçık olursa olsun, karşımızda duran, elle tutulabilir fenomenleri bir yana bırakıp da ayaklarımızı yerden kesince, yani geleneksel soyut, boş düşüncelere dalınca, özgürlük karanlık ve problematik bir şey haline geliverir; çaresizliklere düşer, kendimizin neden olduğu güçlüklerle karşılaşırız. Burada olduğu gibi her yerde, fenomenlerden ayrılmamalı, onları konuşturmalıyız. Bundan sonra yapılacak iş, fenomen zeminini terketmeden, bu zemini körü körüne teorinin ellerine bırakmadan, özgürlüğü teorik bir temele oturtmanın mümkün olup olmadığını araştırmak olabilirdi. Böyle bir temel bugüne kadar bulunamadı. Kant'm üçüncü antinomisi çözülmemiştir; zaten çözülemez de. Bu konuda bütün çözüm denemeleri başarısız kalmıştır. Kant'm kendisi de, haklı olarak, özgürlüğün, akim bir faktumu olduğunu söylemişti. Özgürlük bir faktum olduğu için kamtlanamıyordu; bir faktum olarak gözlerimizin önünde bulunduğu ve etimize kemiğimize işlemiş olduğu için, yadsmamıyordu da. Antropoloji de bu görüşü savunur. Yalnız, antropoloji için özgürlük, akim değil, somut hayatın; bütün, bölünmez insan varlığının bir fakturnudur.

Burada, yani antropolojide, insan bir bütün olarak, «nedenseliik-üstü bir varlık» (überkausales Wesen) olarak anlaşılır. Antropolojiye göre, insanı yönetip belirleyen yalnızca değerlerdir; iki değer grubudur. Bu iki değer grubunun insanı belirlemesi, birbirine hiç benzemez. Aşağı değerlerin getirdiği déterminationla yüksek değerlerin yönettiği determination arasında büyük bir fark vardır. Aşağı değer grubu, yüksek değer grubundan ayrılmış, soyutlanmış olarak eylemlerimizi yönettiği sürece, özgürlüğe ya hiç yer vermez ya da pek az yer verir. Çünkü, burada eylemlerimizi yönlendiren, öznel çıkar alanıdır. Bu alan, insanın başkalarıyla bağlantılı yapıp etmelerine dönüktür. Burada insan kendine, önceden tasarladığı bir yarar sağlamak istiyorsa, içinde bulunduğu maddi ilişkileri göz önünde tutmak zorundadır. Bu yüzden de hem kendi çıkar alanım, hem de karşı tarafmkini hesaba katmalı ve eylemlerini buna göre, yani içinde bulunduğu durumun gereklerine göre, ayarlamalıdır; yoksa bu işten eli boş döner. Demek ki insan, maddi çıkarlarından oluşan aşağı değerler alanında eylediği sürece, bu alana bağımlıdır; özgür değildir; ya da özgürlüğü, bağımlılığa neredeyse eşit olacak oranda azdır.

Buna karşılık yüksek değerler alanında durum bambaşkadır. Bu değer grubunun yönettiği eylemler özgürdür, çünkü burada insan, bağlantılara bağımlı değildir; kendi basmadır. İnsan bu alanda eylemlerini, yapıp etmelerini özgürce gerçekleştirebilir; bunlara kendi değer duygusuna göre özgürce biçim verebilir. Ama, daha önce de vurguladığımız gibi, özgürlük insana hazır bir çeyiz olarak değil, bir «imkân» olarak verilmiştir. Özgürlüğü gerçekleştirmek, birey olarak insanın işidir. İnsanın taşıdığı yetenekler için de aynı şey geçerlidir. Doğanın kendisine vermiş olduğu yetenekleri de insan yine kendisi geliştirmek zorundadır. Bu geliştirmenin oranı bir yandan birey olarak insanın kendisine, öte yandan da onun «varoluş koşullarına», yani bireyin içinde doğup büyüdüğü koşullara bağlıdır. Bu yetenekleri gerçekleştirmenin bir sınırı vardır; insan bu sınırı aşamaz. Özgürlük için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Özgürlüğünün oranından insanın kendisi sorumludur; çükü özgürlük, doğanın insana vermiş olduğu bir içgüdü değildir. Özgürlüğü elde etmek için savaşmak, elde ettiğini de korumak zorundadır insan.

Her insan, kendi gücüne göre, bu «gizil (potentiell) özgürlüğün» ancak bir bölümünü gerçekleştirir. Gerçekleştirilecek bu özgürlüğün oranı, en az ya da en çok olabilir. Bu, insandaki değer determinationunun türüne bağlıdır. İnsan aşağı değerlerle yönetiliyorsa, özgürlüğe pek az yer kalacaktır. Buna karşılık yüksek değerlerin determinationu, olabilecek en çok oranda özgürlük sağlayacaktır. Demek ki insanda yüksek değerlerin determinationu ne kadar ağır basıyorsa, insan da o kadar özgür olur; aşağı değerlerin yönetimi ne kadar baskınsa, özgür olmayışı da o oranda artacaktır insanın. Ama aşağı değerleri de ortadan kaldırmamalıyız; çünkü somut hayatımız her iki değer grubuna da dayanır.

O halde aşağı değerleri de korumalı ve gerçekleştirmeliyiz. Ancak, insan özgür olacaksa, aşağı değerlere önem verilmemeli, bunlar yüksek değerlerin hizmetine girmelidir. Bu ilişkiyi tersine çevirmek, insanın özgürlüğünü elinden almak demektir. Yüksek değerlerin kılavuzluğu da insana öğüt ya da baskı yoluyla değil, ancak eğitimle benimsetilebilir. Eğitim, temelleri biopsişik varlıkta bulunan bütün yetenek ve tohumları geliştirebilir. Öyleyse insan, özgür olmak için de eğitilmek zorundadır. Eğitim, genç insanın değer bilincini geliştirip keskinleştirebilir; içinde uyuklayan yönleri bilinç düzeyine yükseltebilir; yetişmekte olan insanı yüksek değerlerin bilincine vardırabilir. Genç bir insan bir kere aşağı değerler doğrultusunda eğitilmişse, bu değer bilincinden kurtulup yüksek değerlerin bilincine varması artık çok güçtür.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, özgürlük insanın bütün aktlarıyla, yapıp etmeleriyle ilgilidir; çünkü gerçekleştirilecek aktların, yapıp etmelerin, eylemlerin hepsi, insanın bütün varlığıyla sıkı bir ilişki içindedir ve bunlar değerlerce yönetilir. Düşünme, gözlemleme, algılama, öğretme, öğrenme vb. aktlar, ya yüksek değerlerce, ya da yalnızca aşağı değerlerce belirlenir. Aktlar yüksek değerlerce yönetildikleri zaman özgürdür, özerktir; yani bunlar, özgür ve özerk olarak gerçekleştirilir. Buna karşılık bu aktları yöneten aşağı değerler olursa, öznel çıkar alanına bağlı kalınır. Bu durumda insanın aktîarı özgür değil, bağımlıdır. Bu tür aktları gerçekleştiren kimse, yalnızca kendisine yarar sağlayan, çıkarlarına hizmet eden şeyleri düşünür; bunlara bakar; bunları öğrenir; başka şeylere dönüp bakmaz bile. Hayatta böyle bir insana «kurnaz» deriz. «Kurnaz» kişi, öznel çıkar alanının dışında kalabilecek hiçbir şeyden söz etmez; nesnel gibi görünen tavırlarının altında bile, kendi çıkar alanı yatar. Böyle bir kişi, yüksek değerleri önemsemez. Oysa aktlanrnızı yüksek değerler yönlendiriyorsa, aşağı değerlere hiç önem vermeyiz. Bu yüzden de nesnel, özgür düşünür, öğrenir, öğretir, gözlem yapabiliriz.

Düşünce tarihinde bir de özeî bir düşünce özgürlüğünden söz edilir. Ama bütün aktlarırmzm, determinationlarma göre, ya özgür, özerk, ya da özgür olmayıp bağımlı oluşları nasıl anlaşılabilir? Özel bir düşünce özgürlüğünden söz etmek, bir yanlış anlamaya dayansa gerek. Çünkü özgür insan, bütün aktlarmda özgürdür, dolayısıyla onun bütün aktları özgürce gerçekleşir. Ancak, dış engeller, aktların ya da bu aktların ürünü olan düşüncelerin görünür hale gelmesini, ortaya çıkmasını önleyebilir. Ama bu engellerin, işin özüyle hiçbir ilgisi yoktur; bunların kökleri başka bir yerde: siyasal, bazen de dinsel alanda aranmalıdır. Hiç düşünüp taşınmadan, özel bir düşünce özgürlüğü olduğu öne sürüldüğü gibi, bir iç, bir de dış özgürlüğün bulunduğu da söylenir.

Dış özgürlük genellikle siyasal özgürlük olarak, iç özgürlük de etnik özgürlük olarak nitelendirilir. Oysa özgürlüğün böyle ikiye bölünmesi, hiçbir nesnel temele dayanmaz; çünkü özgürlük hep, eyleme, yapıp etme özgürlüğüdür. Özgürlükle ilgili bir iç eylem yoktur; eylem dediğimiz şey, hep ortaya çıkmak, gözükmek zorandadır. O halde tek bir özgürlük vardır: Her insandan, gerçekleştirilmeyi bekleyen «gizil özgürlük», «imkân» olarak özgürlük.

Öyleyse özgürlük, nasıl olup da böyle ikiye bölünebiliyor? Bu bölme, eylemlerin, aşağı değerlerce yönetilenler ve yüksek değerlerce yönetilenler diye ikiye ayrılmasına dayanır. Aşağı değerlerin belirlediği eylemler, kendi sınırlarını aşma eğilimini gösterir; çünkü bu eylemler, maddî şeyler alanında hareket eder. Buradaki aşma her zaman insanın kendi çıkarı ve karşıdakinin zararıyla içice geçmiştir. İşte siyasal özgürlük problemi de ancak burada ortaya çıkabilir. Ethik alanda ise, aşağı değerlerin önemsenmemesi ön koşul olduğundan, böyle aşmalar söz konusu olamaz. Ama, antropolojik açıdan bakarsak, özgürlüğü bu şekilde ikiye bölmenin aksaklığını görürüz. Özgürlük, parçalara ayrılamaz; olsa olsa iki yönü olduğu söylenebilir özgürlüğün. Birbirinden ayrılmış iki özgürlük olduğu ise öne sürülemez.

Buraya kadar ele alıp tartıştığımız görüşlerden sonra, özgürlüğün bir tür determination olduğundan artık kuşkumuz yoktur. Ne var ki bu determination, nedensel, kör bir determination değil; değişebilen, gören bir determinationdur. Bu değerler determinationu, insanın girişim gücüne açıktır. İnsan her zaman için kendi ağırlığım, önünde duran olasılıkları, terazinin kefesine koyabilecek, ölçüp biçebilecek; girişim gücünü kullanarak özgürce eyleyebilecek durumdadır. Yine de, determination problemi, özellikle de bu determinationun türü, özgürlük probleminde en duyarlı ve belirleyici noktadır. Bu noktada özgürlük problemi, bir yol ayrımmdadır; ya incelenebilecektir bu problem, ya da inceleme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanacaktır. En kolay yol, başarısızlığa uğramaktır. O zaman özgürlük hemen yok sayılır; dolayısıyla herşey katı, nedensel bir determination altındadır; insan da kuraldışı olamaz burada; öyleyse özgürlük yoktur.

Özgürlük problemiyle ilgili inceleme ve çözüm denemeleri ise pek çoktur. Bu yazımızda bunlardan üçünü ana çizgileriyle vermeyi denedik. Özgürlük probleminin ele alınmasında, herşeyin insan anlayışına, yani bu problemle uğraşan düşünürün insanı nasıl anladığına bağlı olduğunu da gördük bu arada. İnsanı iki alana (beden-ruh—akıl; beden-ruh—Geist) ya da üç alana (beden, ruh, Geist) ayıran düşünürler, insanın bir yarısını (bu da hep beden-ruhtur) doğayla bağlantı içine sokuyordu; bu yarısıyla insan, doğanın bir parçasıydı. Bu düşünceye göre insanın bu yarısı, tıpkı doğanın kendisi gibi, katı bir biçimde belirlenmiştir; öbür yarısı ise böyle belirlenmemiştir. İşte bu ikinci yan, bir artı-determination olarak insanın yardımına koşar; böylelikle insan, hiç değilse bir bölümüyle, doğa determinationundan kurtulmuş olur ve bu yanıyla özgürdür artık. İnsanın bu yanı da ya akıl ya irade ya Geist ya da bunlara benzer bir şeydir.

Antropoloji bu tür yaklaşımları bir yana bırakarak insanı bambaşka bir biçimde kavrar. Artık bir bütün olarak anlaşılan insan, doğadan, doğanın nedensel determinationundan kurtulmuştur. Antropoloji ne doğayla insan arasında paralellik kurulmasına, ne de insan varlığının parçalara ayrılmasına izin verir. İnsan, bir bütün olarak, nedensellik-nstü, nedensellik-dışı bir varlıktır demek ki. Bu nedensellik-üstü oluş, insan olmanın bir ayrıcalığı olarak, insanın bütün somut varlığına ilişkindir.

Doğa, insanı özel yeteneklerle de donatmıştır; insan sürekli olarak, gücü yettiğince doğayla hesaplaşır. Doğa nedenselliğinin içine yerleştirilmemiştir insan; bu nedensellik onun yanı sıra yürür. İnsan da bu arada bütün gücünü kullanarak doğa nedenselliğinin yönünü değiştirmeye, bu nedenselliği elinden geldiğince kendi hizmetine sokmaya çalışır. İnsanın gücü elbette sınırlıdır, ama onun özüne, varlığına uygundur bu güç. Bilimsel-teknik çabaların bir amacı da, başarılabildiği ölçüde, doğa güçlerinden yararlanmaktır.

İnsan alanında nedensel bir determinationdan söz edebilmek için, insanın yapay olarak bölümlere ayrılması gerekir; oysa böyle birşey olamaz. İnsanın çeşitli alanlara bölünmüşlüğünü olmuş bitmiş, özgürlüğü de hazır ve akla ya da Geist'a ilişkin bir konu olarak kabul etmenin kökleri, insanı dinsel olarak kavrayan görüşte bulunur. Bu görüş, dile gelse de gelmese de, bu çeşit bir özgürlük anlayışında hep etkisini sürdürür.

Son olarak şunu belirtelim: Özgürlük problemiyle ilgili hiçbir şey kanıtlayamayız; hiçbir şey kanıtlamadık da zaten. Gördüğümüz gibi Kant, özgürlüğü aklın bir faktumu olarak nitelendirmişti. Özgürlüğün hem kanıtlanamaz, hem de reddedilemez oluşu üzerinde ısrarla durmuştu. Antropoloji için de aynı şey geçerlidir. Yalnız, yineleyerek Kant'ın düşüncesine eklemek istediğimiz bir nokta var: Özgürlük gerçi bir faktumdur, ama aklın faktumu değil, bir bütün olarak insan varlığının faktumudur. Ayrıca özgürlük, hazır olarak verilmiş bir faktum da değildir; tam tersine, her insan onu kendisi kazanmak zorundadır. Özgürlük bir faktum olarak insanın karşısmdadır; onu elde etmek isteyen her insan, bu çabaya bütün gücüyle hazır ve kendi kendisiyle hesaplaşmış olmalıdır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP