SİMAVNA KADISIOĞLU ŞEYH BEDREDDİN MAHMUT - 2

4- Letaifü’l-İşarat: Bedreddin’in İslam Hukuku’na ilişkin yazdığı ilk eseridir. Bunu kazaskerliğinden önce yazmıştır.
5- Camiü’l-Fusuleyn: İslam Hukukunun muamelât bölümüne ait çok kıymetli bir eserdir. Kazaskerliği döneminde yazmaya başlamış ve bir yılda tamamlamıştır. Bedreddin’i gerçek şöhretine ulaştıran en önemli eserlerden birisidir..
6- El-Teshil: Letaifü’l-İşarât’a bizzat müellif tarafından şerh olarak yazılmıştır. Bu eserini Edirne’de yazmaya başlamış, İznik’e gittikten dört beş ay sonra tamamlamıştır.
7- Nuru’l-Kulûb: Bedreddin’in tefsire dair iki ciltlik eseridir. Şeyh bu eserini tamamlayınca padişaha takdim etmek istiyordu. Fakat idam edilince dostları ve müridleri bu tefsiri gizlediler. Nerede olduğu belli değildir.
8- Camiü’l-Fetava: Fıkhın furuuna dair eseridir. Fazla şöhret bulmamıştır.
9- Çırağu’l-Fütuh: Arapçanın gramerine ait fazla tanınmayan bir başka eseridir.
10-Varidât: Bedreddin’in bir çok meseleleri tamamıyle kendi perspektifinden izah ettiği, en ehemmiyetli ve en çok şöhret bulan eseri şüphesiz varidat’tır. Diğer eserleri gibi Arapça olan Varidât oldukça muhtasar olup, veciz bir ifade ile yazılmıştır. Bir çok Türkçe çevirileri olan Varidât birbiri ile fazla ilgisi olmayan çeşitli meclislerde sorulan sorulara cevap niteliği taşıyan bir eserdir. Ayrıca bu eserde birbirleri ile tenakuz teşkil edecek fikirlere de yer verilmiştir. Eserin bir yerinde cennetin varlığı inkar edilirken, diğer bir yerinde Cennetin sekiz kapısından bahsedilir. Bazı yerlerinde taklitçi ulemaya karşı sert ve amansız bir lisan kullanılmıştır. Varidât’ın kanaatimizce ulemada uyandırdığı husumetin başlıca sebebi, İlahiyatla ilgili tabu sayılabilecek pek çok konunun ele alınıp tevil edilmesi ve bu yorumlamada geleneksel/egemen İslam düşüncesinde pek fazla tasvip edilmemiş olan “Batıni” tarzında bir izah denemesine baş vurulmuş olmasıdır.

Şeyh Bedreddin’in Fikirleri

İslam düşüncesiyle ilgili pek çok konuya değinmiş olan Şeyh Bedreddin’in temel düşüncesi Vahdet-i Vücud anlayışına dayanır. Varidât isimli eserinde değişik konular üzerinde düşünceler yürütürken birden bire Vahdet-i Vücud fikrine döner ve evrendeki bütün varlıkların salt varlık olan Tanrı’nın görüntülerinden başka bir şey olmadığını, bazen anlaşılamayacak kadar karmaşık ifadeler ve çeşitli benzetmelerle ispatlamaya çalışır.

“Salt varlık genel ve mutlak oluşu itibariyle bu eşyaya geçmiş, Cemal ve Celal’i ile hepsini süslemiştir. Halbuki bu ulu varlık yine salt olması cihetiyle cümlesinden beridir. Aşağılık, büyüklük, karanlık ve aydınlık gibi şeyler hep mazharlarda görülür. Başkalıklar o mazharlara göre husule gelir. Salt varlığa nisbetle hepsi birdir. Gerçekte salt varlıktan “Başka” yoktur. Bin bir surette meskün görünse dahi yine şeydir. Salt varlık haktır. Hak her şeyde ve her şey de onda tecelli eylemektedir. Hakkın eşyada zuhuru kendi özü ile değil, istidadı hasebiyledir”.

Şeyh Bedreddin, Allah’ın zatını, mahlukatından ayrı olarak kabul etmez ve alemin kadim olduğuna benimser..

“Alem mutlak olarak cins ve nevi ve şahısla kaimdir. Hudusu zatıdır, zamani değildir. Mutezat olduğu halde haktan sudur eder”.

Bedreddin’e göre beden dağılınca bir daha birleşmez. Yani cesetler haşredilmez, şeklin dağılması ruhun yok olmasını gerektirmediği gibi dağılan suret de bir daha birleşmez. Ama insan türünden hiçbir kişi kalmayınca yine bir insanın yaratılması ve insan türünün yeniden türemesi mümkündür. Yoksa hayal edilen kıyamet kopmayacağı gibi rüsum ulemasının söyledikleri şekilde cesetler de haşredilmeyecektir.

Kur-an’da Hazreti İsa’nın öldürülmediği söylendiği halde Şeyh Bedreddin Varidât’ında O’nun öldüğünü belirtir.

Şeyh’e göre Cennet ve Cehennem de netice itibariyle bu dünyadaki iyi ve kötü hareketlerin ruhlardaki acı veya tatlı tezahürlerinden ibarettir.

Şeyh’e göre Deccal, Dabbetü’l Arz ve emsali gibi kıyamet alametlerinden sayılan Eşrat-ı Saatten şimdiye kadar hiç biri zuhur etmediği gibi, binlerce yıl sonra da yine bunlardan umumiyetle kabul edilen şekilde bir şey belirmeyecektir.

Şeytan ve Melek hakkındaki düşünceleri oldukça te’vilcidir. Şeyh’e göre insanı, hakka ve doğruya teşvik eden hak yoluna meylettiren her şey melek, fitne ve fesat yollarına sevkeyleyen hayvani duygu ve vehimlerde birer şeytandır. Cinler ise bunlar arasında bulunan bir takım orta kuvvetlerdir.

“Biz emaneti göklere ve yere verdik, almaktan kaçındılar” insan onu yüklendi ayetindeki emanetin hak sureti olduğunu, bunu insanın yüklendiğini söyleyen Bedreddin bütün mutasavvıflar gibi insana büyük önem verir. Hak sureti Tanrı emanetidir ve insana verilmiştir. Bu surete insan mazhar olmuştur. Bu yüzden Tanrı’nın halifesidir. Tanrının cemal ve celal sıfatları insanda görülmüştür. Mutlak varlık insan mertebesindeki yücelikleri, ululukları başka mertebelerde görmemiştir.

Bedreddin’e göre tarikata giren kişi Şeyh’e tam bir itaat göstermeli ve kendini doktora teslim eden bir hasta gibi teslim olmalıdır. Doktorun verdiği ilaçları, acı ve kullanılması çetin şeyler olabilir. Ama iyileşmek isteyen hasta bunlara katlanmak zorundadır. Sonunda da iyileşir veya iyileşmez, gerçek mutluluğa ermek isteyen kişi de kendisine gösterilen yolda karşılaşacağı güçlüklere katlanmak zorundadır.

“Köpek olan eve melek girmez” hadis-i şerifi, ev sahibinin köpeklik sıfatını gösterir. Böyle kimsede melekten bir nasip yoktur.

Bedreddin, Peygamberlerle çocuk eğiticilerinin durumlarını birbirine benzetir: İkisi de eğitecekleri varlıkları iyi yetişmeye teşvik etmek için aslı olmayan şeylerle korkutur ya da tamahlandırırlar. Peygamberlerin yalan gibi görülen bu sözleri, aslında gerçeğe uygundur. Çünkü yalan söylemek Peygamberlere yakışmaz, bunların ancak ermiş kişilerce bilinen gizli anlamları vardır.

Bedreddin’in ilginç fikirlerinden biri de kişilerin ibadetlerinin niteliği hakkındadır. İbadetlerin amaçları ve biçimleri insanın içinde bulunduğu duruma göre değişir. Ermiş kişinin ibadeti, şeriatın sınırlarını korumak içindir. Bu sözler batınileri hatırlatıyor. Zira Batıniler” İnanç gerçekleşince tapınmanın gereği kalmaz” şeklinde yorumlarlar, ermiş kişilerin ibadet yapmasını gerekli görmezler.

Bedreddin, “Müslim, İsevî, Musevî ve Mecusi yoktur ancak insanlar yani kardeşler vardır ve bu kardeşlik sayesinde hak batılı yener” diyerek dinlerin birliği fikrini savunmuş ve, ulemanın hücumuna uğramıştır.

“Allah dünyayı yaratmış insanlara bahşetmiştir. Servet ve arazi mahsülleri cümlenin müşterek hakkıdır. İnsanlar müsavidir, birinin tüm servetleri toplayıp, diğerlerinin ekmeğe bile muhtaç kalmaları Allah’ın iradesine aykırıdır”. sözleriyle Türkiye’ de sosyalizm fikrinin öncüsü olarak kabul edilmiştir.

Bedreddin’e göre: Hangi dine mensup olursa olsun bütün insanlar kardeştir. Bir yanda göz kamaştırıcı servet yığanlar, bir yanda kapkara bir yoksulluk olamaz. Bütün insanlar cins ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin bir tutulmalı, her şey-kadınlar- müstesna-ortaya konulmalıdır.

Semahaddin Cem, Bedreddin hakkındaki tetkikinde şöyle der: O, beşeri ve mutlak bir eşitlik ister. Menkul, gayri menkul her şeyde ve her malda iştirak ister. Hükümetler ona göre tegallüp teşkilatıdır ve yıkılmasını ister. Gaye kazanç, toprak, eşya ve hayvanatta kolektivizmi sağlamaktır.

Yine Semahaddin Cem, Heşt Behişt sahibi Mevlana Hakim İdris Bitlisi’den şunları nakleder: “Gaybdan işaret ile kendi müritlerimle aleme sahip olmak için zuhur ve huruc ederek memleketleri müritlerim arasında böleceğim. İlim kuvveti ve sırrı tevhidin tahkiki ile taklit sahiplerinin millet ve mezhep kanunlarını iptal ile haram sayılan bazı şeyleri helal yapacağım”.

Buna göre Şeyh, Osmanlı toprağında yaşayan halk arasındaki din farkını ortadan kaldıracak, herkes eşit olarak ülkenin taksiminden faydalanacaktır.

Şeyh Bedreddin’in özellikle hayatının sonlarına doğru merkezi otoriteye tamamen karşı çıktığını, padişahlığı zulüm olarak nitelendirip cumhuriyet istediği iddia edilmektedir.

“Hükümet zulüm ve tegallüp mahsülüdür. Onun tecavüzlerini hoş görmek, maksud-ü Halik’a münafi, emirlerine itaat etmek caiz değildir. Heyet-i idare zaman-ı saadette olduğu gibi millet tarafından intihab olunmalıdır. Saray, saltanat, muharebe, asker hep zulümdür. Tekkeler, dervişler, ulema onlar da zulüm ve tegallüb eserleridir”.

Şeyh Bedreddin, işte bu fikirleri ile hükümet ve ulema arasında müsamaha edilemeyecek kadar tehlikeli bir ihtilalci durumuna gelmişti.

Sonuç

Büyük bir toplum ve isyan hareketinin başı olan, lehinde ve aleyhinde yüzyıllarca yazılıp konuşulan, sanat eserlerine konu olan bir insan elbette sıradan biri olamaz. Kendi çağına en yakın yıllarda yazılmış olan hemen bütün tarih eserleri Bedreddin’in geniş bilgisini, ilim ve faziletini, derin anlayışını över ve takdirle karşılarlar.

Gerçekten de Şeyh Bedreddin değişik hocalardan çok iyi bir tahsil görmüş, hayatının büyük bir kısmını ilim tedrisatı ile geçirmiş, zamanının alimleri arasında müstesna bir mevki işgal etmiştir. Özellikle İslam Hukuku’nda üstad olan Şeyh Bedreddin içtihat derecesine gelmiş çok özel bir yer edinmiştir. Onun çağdaşı olan İbn’ül-Arab ise Şeyhin meclislerinde bulunduğunu ve “Benim hidaye müellifine cevabını veremeyeceğim, bin doksan sorum vardır. ”dediğini söylemekte ve bu münasebetle ilmin üstünlüğünü takdir etmektedir.

Filibeli Ali, “Simavna Kadısı oğlu Bedreddin çeşitli eserleriyle bilinen ve yüksek kerametleriyle dünyanın ve asırların malumu bulunan filozof ve çok büyük bir alimdi. Sultan Musa’nın saltanatı zamanında ondan başka alimin bulunduğu malum değildir”. der.

Ahmet Refik Bey, “Bedreddin’in tasavvurundaki iktidar meziyetleri ile şöhret kazanmış olduğunu zikreder ”.

Niyazi Mısrî Bedreddin’i dini ihya etmekle taltif etmektedir.

“Muhyı’d-din ve Bedreddin, ittiler ihyay-i din
Deryâ Niyazi Fusus envarıdır varidât”.

Abdurrahman Şeref ise :”Bedreddin ilim ve faziletiyle gayet meşhur idi. Pek çok müridi ve şakirdi vardı.”diyerek Şeyh’i övmektedir.

Netice itibarıyla, Badreddin’in devrinin en büyük alimlerinden sayıldığı ve etkileyici bir kişiliğe sahip olduğu hususunda hemen herkes müttefiktir. Ancak O’nun yerleşik İslam inancına ters düşen yorumları kendisine hücum edilmesine, devlete karşı isyanı da idamına sebep olmuştur.

Dinler arasında fark gözetmemek, mal ortaklığı, haşr-ı ve yeniden dirilmeyi inkar etmesi Cennet ve Cehennemi inkar ederek bunları bir takım tasavvurlardan ibaret sayması, Hükümeti zulüm ve tegallüp mahsülü olarak nitelendirmesi gibi konular tümüyle devlet otoritesini ve ehl-i sünnet ulemasını karşısına almasına sebep olmuştur.

Ona karşı çıkanların başında ilk devir tarihçilerinden Aşık Paşaoğlu, Bedreddin’in devlete karşı isyan ederek “Gelin şimdiden sonra padişahlık benimdir. Taht benim elimdedir. Sancak isteyen gelsin, Tımar isteyen, Subaşılık isteyen gelsin. Elhasılı ne dileği olan varsa gelsin. ”dediğini nakleder.

Aziz Mahmut Hüdai . Ahmet’e sunduğu layihalarda Şeyh Bedreddin’i cisimlerin haşrini ve kıyamet alemetlerini inkar ettiğini, ilhad ve ibahad üzere olduğunu kaydeder.

Semahaddin Cem ise: Bedredddin’in Batıni şeyhi Hüseyin Ahlatî’nin emri ile Tebriz’e gittiğini, Anadoluyu istilaya ve Osmanlı devletini yıkmaya hazırlanan meşhur Aksak Timur’la görüştüğünü, kendisini ona sevdirdiğini ve onun tarafından Anadolu’ya isyan çıkarmakla vazifelendirildiğini nakletmektedir.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; Şeyh Bedreddin, zamanın en büyük alimlerinden olmasına ve Musa Çelebi’nin Kazaskerliğine kadar yükselmesine rağmen O, sahip olduğu bu ilmi kötüye kullanmış, bir takım nasları te’vil ederek Batınilik düşüncesine sapmış, hatta temel İslam inancına dair bazı şeyleri inkar ederek mürtet durumuna düşmüştür. Ayrıca Osmanlı tarihinde ilk defa “Bütün mallarda ortaklığı” savunarak sosyalizmin Türkiye’deki öncüsü kabul edilebilir. Hükümeti zulüm ve gasp eseri olarak gördüğü ve isyan ettiği için de idam edilmiştir.

1 - 2

3 Yorumlar

16 Haziran 2008 18:57  

bu yazının ve diğer yazıların dipnot ve kaynakçalarını da eklemenizi rica ediyorum. çünkü bu şekilde eksik bir yazı.

24 Mayıs 2010 21:15  

Bu yaziyi boylesine tarafkar yazabilme yetenegini gosterebilen zat-i muhteremi tebrik ediyorum.
Karl Marx a sormuslar:Dunyada komunizm hic yasandi mi? diye.Islamiyetin ilk yillarina bakin demis.Oyle ya ,yetim ve dullarin ,bir de Allah icin harcanacaklarin payi ayrildiktan sonra(bu 1/5 oraniydi) geri kalan uretilenler ve ganimetler herkese belli agirlikta paylastirilmaktaydi.
Seyh Bedrettin bunun gibi daha neleri dosdogru tesbit etti ya hala gunumuzde bile hakim sinifin borazani sozde muslumanlarin anlamamakta israr etmesi ve-veya carpitmasi ne buyuk gaflet.

Adsız
9 Şubat 2012 14:13  

helal olsun bu yazıyı yazana ve bizim gibilerin oldugunu bilmek gelecege umutla bakmaktur...

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP