İBN SİNA'NIN KAVRAM ANLAYIŞI ( ... devam )

Ancak bileşik varlıklardaki mahiyetle sureti birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü "bileşik varlıklarda suret, mahiyetin daima bir parçasıdır" . Yani suret, mahiyetin unsurlarını oluşturmaktadır. Bu durumda basit varlığın özü tek bir unsuru ihtiva ederken, bileşik varl ığın özü pek çok unsuru içinde barındırır. Öyleyse basit varlıklar tanımlanamazlar. Çünkü kendisini tanımlayacak yapıcı unsurlara, yani cins ve ayrıma sahip degillerdir . İnsanın , bir şeyin tanımının yapabilmesi (ya da kavramını oluşturabilmesi) için dış dünyadan, bileşik varlıklar alanından hareket etmesi gerekmektedir. Yani insan önce dış dünyadaki varlıklardan genel müfret kavrmaları soyutlama ile elde eder, sonra da onları tanım ve benzerler iyle anlamlı kılar . Bu durumda kendileri hakkında kavramlar oluşturarak bilinen nesneler, dış dünyada tekil olarak var olanlardır.

İbn Sina'nın kavram (ve önerme) anlayışının daha iyi anlaşılabilmesi için, onun "sorular (metâlib)" konusuna dair açıklamalarını burada zikretmek yerinde olacaktır. Çünkü aşağıda belirteceğimiz gibi "metâlib" bir şeyin mahiyet, varlık ve varlığının nedeninin bilinmesine yönelik sorulardır. Bu konu aynı zamanda İbn Sina'nın bilim anlayışında, bilimlerin farklılıklarının ya da benzer yönlerinin ortaya konulmasında ve bilimlere ait metotların belirlenmesinde de ayrıca bir öneme sahiptir.

İbn Sina'ya göre "nedir (mâ)", "var mıdır (hel)", "niçin (lime)" ve "hangi-hangisi (eyyü)" olmak üzere dört çeşit " soru (mat lab) " vardır . Herhangi bir şeye dair bilgiyi , o şeye bu soruları (ya da bunlardan birisini) yönelterek meydana getirebiliriz. "Nedir (mâ) " sorusu "ya boşluk nedir? Anka nedir? gibi ismin anlamının bilinmesine, ya da hareket nedir? mekan nedir gibi bir şeyin özünün hakikatinin bilinmesine yöneliktir" .

Birinci durumda dış dünyada varlığı sözkonusu olmayan şeyler için "nedir" sorusu yöneltilirken; ikinci durumda dış dünyada varlık kazanmış şeyler için "nedir" sorusu yöneltilmektedir. Sorulardan ikincisi olan "var mıdır (hel)" sorusu, mutlak-basit ve mukayyet-mürekkep olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birincisi yani "mutlak var mıdır" sorusu, "Allah var mıdır?", "boşluk var mıdır" gibi bir şeyin mutlak olarak varlığını ya da yokluğunu belirlemeye yönelik iken; "mukayyet var mıdır" sorusu, "insan canlı mıdır?", "insan canlı değil midir?", gibi varlığı mukayyet olanların belirlenmesine yöneliktir . "Allah kötülüğü yaratmış mıdır?" ve "cisim muhdes midir?" gibi sorular da ikinci kısma dahil edilebilir . Birinci durumda bir şeyin doğrudan var olup-olmadığı araştırılırken; ikinci de mesela "kötülüğün" doğrudan var olup-olmadığı değil de, onu Al lah' ın var edip-etmediği araştırılmaktadır. Aynı şekilde "insan canlı mıdır?" sorusunda aranan, insanın var olup-olmadığı değil, onun canlı olarak var olup-olmadığıdır. Sorulardan üçüncüsü olan "niçin (lime)" sorusu, "var mıdır" sorusunun cevabının nedenini bildirmektedir. Bu da diğer sorular gibi ikiye ayrılır:

Birincisi tasdikin nedenini açıklar ki, bu orta terimin bilinmesi demektir . Bunu "var mıdır" sorusunda verilen "cisim muhdes midir?" sorusuna uygulayarak şöyle açıklayabiliriz: "Cisim muhdes midir?" sorusunu "evet" şeklinde cevaplandırdığımızı düşünelim. Bu cevap ,

Her yaratılan muhdestir
Cisim de yaratılmıştır

O halde cisim de muhtestir, şeklindeki bir akılyürütmenin sonunda elde edilmiştir. Burada, "cisim var mıdır" sorusu, "yaratmak" kavramıyla ifade edilen orta terimin verilmesiyle ceveplandırılmıştır ki, "yaratmak" kavramı aynı zamanda önermenin sonucunun nedeni konumunda bulunmaktadır.

"Niçin" sorusu ayrıca bir şeyin varlığının nedenini de açıklar . "Anka var mıdır?" sorusunu "hayır" şeklinde cevaplandırıp arkasından da "çünkü.." diyerek onun yokluğunun nedenini açıklamış oluruz. Sorulardan sonuncusu olan "hangi-hangisi (eyyü)" sorusu, herhangi bir varlığın kendi dışındaki varlıklardan özsel (zâtî) ya da özalliğe (hâssa) dayalı farklılıklarının belirlenmesine yönelik bir sorudur. Bu soru aynı zamanda "var mıdır" sorusunun mukayyet kısmında dahildir. Ve herhangi bir varlığa ait nitelik (keyf), nicelik (kemm), yer (eyn) ve zaman (metâ) kategorilerini de içinde barındırmaktadır .

İbn Sina'ya göre herhangi bir şeye dair bilgilerimizin oluşmasına yönelik olan "bu sorulardan "nedir" ve "hangi-hangisi" soruları kavramı verirken; "var mıdır" ve "niçin" soruları da önermeyi vermektedir" .

Kavramı bize veren " nedir " ve " hangi - hangisi " sorularıyla hem "özsel genel müfret" kavramlar , hem de "özsel olmayan genel müfret " kavramlar elde edilir. Mesela, genel müfret bir kavram olan "insan" lafzı için, "insan nedir ve hangi türden bir şeydir?" şeklinde bir soru yöneltildiğinde, ya onun özsel yönünü ifade eden "canlı" ve "düşünmek" kavramları ona eklenerek "insan düşünen bir canlıdır" türünden özsel bir tanım elde edilir; ya da onun özsel olmayan yönünü ifade eden "gülmek" kavramı ona eklenerek "insan gülendir" türünden bir tanım elde edilir.

Birinci tanım , genel müfret bir kavramın özsel genel müfret şeklinde anlamlı kılınmasıdır ve o şeyin mahiyetine işaret eder; ikincisi ise özsel olmayan genel müfret şeklinde anlamlı kılınmasıdır ki, bu da onun varlığına ait nitelikleri dile getirir.

İbn Sina'ya göre, kavramı veren "nedir" sorusu ismi vermesi yönüyle bütün sorulardan önce gelirken; bir şeyin hakikatini ortaya koyması yönüyle 'basit var mıdır?' sorusundan sonra yer alır" . Buna göre ilkin herhangi bir şey hakkında kavram oluşturmak ya da bilgi edinmek için öncelikle o şeyin isminin bilinmesi gerekmektedir. Mesela "hareket nedir?", "zaman nedir?" türünden sorulara cevap verebilmek yani onları bilinir kılmak için "ilkin bu isimlerin işaret ettiği şeylerin bilinmesi (fehm) gerekir" . Bu, kavramların dille ifade edilmesi demektir. Ancak bu isimler bilindikten sonra, onlar üzerinde konuşmak, bilgi sahibi olmak, bir başka ifadeyle "anlamlı kılmak" mümkün olur. Fakat "nedir" sorusu sadece ismin bilinmesiyle sınırlı kaldığı müddetçe kavramın meydana getirilmesine yetmez.Çünkü ismin bilinmesi bir şeyin hakikatinin bilinmesi, ya da o şeyin tanım ve benzerleriyle anlamlı kılınması değildir.

Bunun için "nedir" sorusu eğer bir şeyin hakikatinin bilinmesi için soruluyorsa, zorunlu olarak o şeyin varlığına ya da yokluğuna dair bir bilgi gerekir. Mesela "Anka nedir?" sorusu onun hakikatini bilmek için soruluyorsa, öncelikle "Anka var mıdır?" sorusunun cevaplandırılması gerekmektedir. Eğer cevap olumlu ise onun hakikati kavranabilir, yani tanımı yapılabilir, değilse kavranamaz. "Anka var mıdır?" sorusunun cevabı "hayır" olacağından ötürü, o sadece adsal olarak bilinebilir, buna karşın hiçbir zaman hakikati kavranamaz. Çünkü "mahiyeti (hakikati) olmayan için 'mahiyeti nedir' demek saçmadır. Mahiyet, dış dünyada (a'yân) var olanlar için söz konusudur.Vehimlerde var olanların ise dış dünyada varlığı yoktur" . Öyleyse "Anka" gibi sadece adsal olarak bilinen hayalî kavramların tanımlarını da yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla bir şeyin bilinebilmesi için, onun öncelikle var olması gerekir.

Buraya kadar yapılan açıklamalarla varılan sonucu kısaca şöyle ifade edebiliriz: İnsan, dış dünyada var olan tikel varlıklardan hareket ederek, sahip olduğu çeşitli yetilerle gerçekleştirdiği soyutlama sonucu genel müfret kavramları meydana getirir ve bu kavramları tanım ve benzerleriyle anlamlı kılarak bilgiyi gerçekleştirebilir. Ayrıca bu kavramlar öncelikle duyulur olandan hareketle ve ilkin duyular aracılığıyla meydene getirildiğinden dolayı a priori bir karakter arzetmezler.

Acaba insanın sahip olduğu bütün kavramlar, tanım ve benzerleriyle mi elde edilmektedir? Tanımlamaya ihtiyaç duymadan herhangi bir anlama sahip olan, ya da bilinebilen kavramlar var mıdır? İbn Sina'nın bu sorulara cevabı aşağıda belirteceğimiz gibi "evet"tir. Esasında bu tür kavramların var olduğunun kabulü İbn Sina'nın varlık anlayışından kaynaklanmaktadır. Nasıl ki, mahiyeti ve varlığı ayrı olan varlıklar, sonunda mahiyeti ve varlığı ayrı olmayan bir varlıkta durmak zorundaysa, aynı şekilde tanım ve benzerleriyle elde edilen kavramlar da, bunlarla elde edilmeyen birtakım kavramlarda durmak zorundadır. "Eğer her şey için bir tanım gerekseydi , her müfret anlamında bir tanımı olurdu ve her müfret anlamın da başka bir anlamı gerekirdi ki, bunun da sonsuza kadar gitmesi söz konusu olurdu" . Böyle bir durum ise İbn Sina tarafından mümkün görülmemektedir Ontolojik olarak düşünüldüğünde mahiyeti varlığının aynısı olan varlık tek iken; epistemolojik açıdan tanım ve benzerleriyle elde edilemeyen kavramlar çoktur. Ancak yine de bunların sayısı oldukça azdır .

İbn Sina "varlık ( mevcut ) , zorunlu ve şey kavramları, anlamları zihinde ilk yer eden kavramlardır" demektedir. Yine ona göre "kendiliğinden kavranılmaya en fazla uygun olan kavramlar, her şeyi kapsayan varlık, bir şey vs. gibi kavramlardır" . Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki, "varlık", "zorunlu", "şey" gibi kavramlar, tanım ve benzerleriyle elde edilemeyen, ilk, açık-seçik, kendiliğinden bilinen kavramlardır. Filozof bu tür kavramların saihip odugu çeşitlinitelikleri "varlık" kavramını analiz ederek ortaya koymaktadır. "Varlığın tanımı nedir?" şeklindeki bir soruya İbn Sina "tıpkı niçin bütün parçadan büyüktür diye sorulamazsa, aynı şekilde varlık için de nedir diye sorulamaz. Çünkü varlık kendiliğinden (lizâtihî) tasavvur edilir, bütün tasavvur edilenlerden daha yalın (basît) ve öncedir (evvel)" diyerek cevap verir. Bu niteliklerinden ötürü "varlık" kavramı kendi dışındaki bütün kavramların nedeni olmaktadır. Hatta "yokluk" kavramı bile ona dayanılarak anlaşılabilir .

Ayrıca "varlık, hiçbir kavrama indirgenemez ve herhangi bir tanımın kurucu unsuru da değildir" . Dolayısıyla "varlık" kavramı herhangi bir şeyin tanımında da yer almaz. Bu nedenle bir şeye doğrudan "var mıdır" sorusu yöneltilerek onun tanımına ulaşılamaz.

"Varlık" ve "zorunlu" gibi kavramlara tanım ve benzerleriyle ulaşılamaması, onların duyularla elde edilmediğini göstermektedir. Çünkü tanım ve benzerleriyle elde edilen kavramlar, insanın duyulur olanla kurduğu bir ilişkinin ürünüdür. Ayrıca varlık, zorunlu gibi kavramlar ilk ve genel olduğundan ötürü, kendilerinden önce bilinen birtakım kavramların olması da imkansızdır. Dolayısıyla da onlara bilinen kavramlarla da ulaşmak mümkün değildir. O halde bu tür kavramlar nasıl elde edilmektedir?

İbn Sina'ya göre "varlık" gibi açık-seçik bir kavram "herhangi bir isim ve alamet aracılığıyla zihne yapılan hatırlatma (ihtar) ve uyarı (tenbih) yoluyla elde edilir". Varlık kavramına da "sabit ( var olan , gerçekliği bulunan ) " , " hasıl ( meydana geen ) " ya da "cevher", "araz" gibi kavramlar aracılığıyla uyarılarak ulaşılır . Kanaatimizce bu tür kavramlar, tıpkı birinci düşünülürlerde olduğu gibi Faal Akıl tarafından meleke düzeyindeki akıl seviyesinde insana verilmektedir. Çünkü "hatırlatma ve uyarma", insanın sahip olduğu ancak bilincinde olmadığı şeyler için geçerlidir. Eğer insan mesela "A" türünden bir şeye sahip değilse, bütün hatırlatmalar ve uyarmalar kendisini "A"ya ulaştıramazlar . Hatta insanın sahip oldugu " A " gibi bir şeye ancak "A"yı çağrıştırabilecek çeşitli kavramlar aracılığıyla uyarılmak suretiyle ulaşmak mümkündür. İbn Sina'nın verdiği "hasıl", "sabit" gibi örnekler de " varlık " ı çağrıştıran kavramlardır . Buna göre varlık ve benzeri kavramların, kendilerini çağrıştıracak birtakım kavramlarla elde edilmeleri; insanın, bilfiil akıl düzeyinde elde ettiği birtakım kavramlar aracılığıyla, meleke halindeki akıl düzeyinde Faal Akl ın kendis ine verdiği açık-şeçik kavramların bilincine varmasından, onları hatırlamasından başka bir şey değildir.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi insanın sahip olduğu kavramların bir kısmı kendiliğinden açık-seçik olan varlık, zorunlu, şey gibi kavramlardır. Diğerleri ise, duyulur olanla girilen ilişki sonunda elde edilen kavramlardır. Bu tür kavramlar tanım ve benzerleri aracılığıyla unsurları ortaya konularak "bilinir" kılınmaktadır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP