Eğitimin Hermeneutik Boyutu - 1

Muhsin Yılmaz

Özet

Bu çalışmada, eğitim kavramının, kendisi adına sürdürüldüğü ve ayrıca tam da içinde gerçekleşip üzerinde temellendiği yaşam pratiği ile olan ilgisi ya da bağıntısı belirlenmeye çalışılmıştır. Dlintilendirme, eğitim kavramının, eğer söylenebilirse alt kavramları olan bilgi, davranış ve öğrenme kavramlarının irdelenmesi yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. İrdeleme, kazandırılması ya da edinilmesi amaçlanan davranışı temellendirip meşrulaştıran bilginin öğrenilmesi ve öğretilmesinin, sonuçta anlama edimine ya da sürecine dayalı olmasından dolayı, eğitim kavramı, hermeneutik karakteriyle betimlenmeye çalışılmıştır.

Giriş

“Bilgi çağı” olarak da adlandırılan yeni yüzyılda, bir yandan eğitime olan gereksinimin katlanarak arttığı ileri sürülürken bir yandan da, eğitimin ‘çağın gereklerine uygun’ biçimde nasıl anlaşılması ve giderek nasıl sürdürülmesi gerektiğine dair olabildiğince geniş katılımlı ve bir o kadar da heyecanlı tartışmalar sürüp gitmekte. Neredeyse hem tek tek ülkelerin hem de tüm insanlığın geleceği eğitimin geleceğine bağlanmış durumda. Kim eğitim politika ve programlarını daha etkin biçimde uygulayıp sürdürebilirse, onun geleceği diğerlerine göre daha güvenli ve daha müreffeh olacak sanki.

Bunca beklentinin yüklenip bunca umudun bağlandığı eğitimse, sanki kendisine “ben neyim, nereden gelip nereye gitmekteyim?” sorusunu sormakta. O kadar ki, bilgi merkezli anlayıştan öğrenci merkezli anlayışa ya da öğretimi temel alan yaklaşımdan problem çözücü pragmatik yaklaşıma kılıktan kılığa girerek, kendisine en uygun tanımı ve/veya misyonu aramaktadır sanki. Eğitim kendisini nasıl tanımlamalıdır ki, kendisinden beklentileri gerçekleştirebilmeli ya da kendisine bağlanan umutları boşa çıkarmamalıdır? Eğitim niçin bu kadar önemlidir? Onu gerek bireysel, gerek kurumsal gerekse ulusal ya da kültürel düzlemlerde bu denli yaşamsal kılan nedir? Örneğin eğitim aracılığıyla, içinde yaşanılan gerçekliğe ilişkin üretilmiş bulunan bilgilerin bireylere öğretimi yoluyla bireylerin gerçeklik hakkında (daha çok) bilgi sahibi olması sağlandığından, hem daha çok bireyin hem de tek tek bireylerin daha çok bilgi sahibi olmalarının bir sonucu olarak, bireylerin ve dolayısıyla onların eklemlendikleri sosyal katmanların gerçeklikle ilgili bilgileri düzeyinde yaşamlarını ‘iyileştirecekleri’ beklentisi ya da söylemi eğitimin yaşamsallığına dair bir temellendiriş olarak ileri sürülebilir. Buna göre, çok yaygın biçimde kullanılır olan “bilgi çağı” ya da “bilgi toplumu” söylemlerine de paralel olarak, bireyin, toplumun ya da kültürün gerçekliğe ilişkin (daha çok) bilgiye sahip olma ve sahip olduğu bilgiyi yaşamını düzenlemede etkin biçimde kullanabilme düzeyi, ilgili bireyin ya da toplumsal katmanın yaşam düzeyini belirlediği varsayımıyla eğitim ve gelişmişlik düzeyi birbiriyle doğrudan
ilişkilendirilmektedir sanki. Kısacası çeşitli düzeylerdeki eğitim politika ve uygulamaları, gerçeklik hakkında daha çok bilgi ve daha çok bilginin daha çok bireye etkin biçimde kazandırılması gibi örtük bir ilke doğrultusunda sürdürülmektedir ya da sürdürülmek istenmektedir.

Ancak burada gelişmişlik düzeyi ile doğrudan ilişkilendirilen bilgi üretimi ve aktarımının, iki ayrı süreci imlediği açıktır: bilginin üretimi ile bilginin aktarımı ya da öğretimi. Bir kavram olarak eğitim, bilgi üretiminden daha çok bilginin aktarımı ya da öğretimi süreci ile daha yakından ilişkili olduğundan, eğitim kavramını daha çok bu boyutuyla ele alıp hermeneutik ile ilişkisi çerçevesinde irdelemeye çalışacağız. Bunun için de öncelikle tartışmamızın odak noktasını oluşturan eğitim kavramı ile onun alt kavramları olarak tanımlayabileceğimiz bilgi, öğretim /öğrenim, davranış gibi kimi kavramları da tanımlamak gerekmektedir. Eğitim nedir? Eğitmek ve/veya eğitilmek ne demektir? Günümüzde, kendi dışındaki hemen hemen her sorunun kaynağının ve dolayısıyla çözümünün de kendisine bağlandığı eğitim (süreci) nerede(n) başlar, neleri içerir, nerede ve nasıl gerçekleşir? Eğitimli bireylerin sahip oldukları ya da sahip olmaları beklenen/istenen davranışlar hangi yöntem ya da süreçlerle kazandırılmaktadır ya da kazandırılır? Bu davranışlar birey açısından ne tür edimlerdir? Şu ya da bu davranışın edinilmesinde (hangi) bilgi hangi rolü nasıl oynamaktadır? Bir başka soruş biçimiyle, eğitilen bireyler olarak insanlar ne öğrenirler, niçin öğrenirler, nasıl öğrenirler? Öte yandan eğitim kavramının neredeyse olmazsa olmazı olan öğretim/öğrenim nasıl bir etkinlik, edim ya da süreçtir? Öğretim ve/veya öğrenim hangi süreç(ler) sonunda gerçekleşir, ki böylece eğitim de gerçekleşmiş olur?

Eğitim Kavramı

Yukarıda farklı boyutlarıyla belirlemeye çalıştığımız gibi eğitim kavramının neliği sorusu, her ne kadar bilgi, öğretim ve davranış gibi başka/alt kavramları içerse de, en genel tanımıyla, bilginin öğretimi yoluyla davranış değiştirme ya da kazandırma etkinliği ya da süreci olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz benimsenen eğitim anlayışlarına göre kavramın daha başka tanımları da yapılabilir, ileri sürülebilir. Ancak hangi tanım hangi biçimde yapılırsa yapılsın, söz konusu olan eğitim kavramı ise eğer, eğitim belirli bir davranışı ya da beceriyi kazandırmak üzere, söz konusu davranış ya da becerilerin kimi temel ilke ya da kurallarının teorik ya da pratik yollarla öğretimini içerir ya da içerecektir. Bu anlamda eğitim kavramının içinde, ilgili süreç sonunda kazandırılması hedeflenen bir davranış ya da beceri, davranış ya da becerinin bir anlamda meşrulaştırımı olan bilgi temeli ve nihayet bu bilginin bireye aktarılması süreci ya da tekniği, eğitim kavramını oluşturan alt kavramlar olarak belirlenebilir. Dolaysıyla bizim burada hermeneutik ile ilişkisi çerçevesinde irdelemeye çalışacağımız eğitim kavramı daha çok bu üç kavram etrafında düşünülüp tartışılacak bir kavram olacaktır.

Yukarıda verdiğimiz tanımı yineleyecek olursak, eğitim bilginin öğretimi yoluyla davranış değiştirme ya da kazandırma etkinliği ya da süreci ise eğer, o zaman şu sorular da ortaya çıkmaktadır: Bir davranış nedir ve öğrenen açısından hangi süreç veya işlem sonunda edinilir, kazanılır? Öğreten açısından da bir davranışı oluşturmanın ya da var olan bir davranışı ‘istendik biçimde’ değiştirmenin yolu nedir? Örneğin belirli davranışlar seçilerek bu davranışların ‘iyi’ davranışlar olduğu telkini ile mi kazandırılır ya da değiştirilir? Yoksa ilgili davranışın egzersizi ile mi bir davranış edindirilir? Bu bağlamda herhangi bir davranış ile o davranışın, eğer söylenebilirse meşruiyetini sağlayan bilgi temeli nasıl bir bağ ile ilişkilendirilebilir? Bir başka soruş biçimiyle, niçin belirli davranışları kazandırmak ya da ‘istendik yönde’ değiştirmek üzere belirli bir bilgi tabanı/temeli aranır? Seçilen bilgi türü ya da bütünü hedeflenen davranışı hangi süreç sonunda nasıl oluşturur? Keza, bireyde davranış değişikliğine yol açan ya da bireyin yeni davranışlar edinmesini sağlayan bilginin neliği de irdelenebilir, irdelenmelidir. En genel ve en yaygın tanımıyla bilgi, temellendirilmiş, haklılandırılmış doğru kanı biçiminde tanımlanabilir. Bu tanıma göre eğer bilgi temellendirilmiş ve/veya haklılandırılmış bir kanı ise, bir kanı nasıl temellendirilip haklılandırılmaktadır ki, bilgiye dönüşmektedir?

Bu haliyle bilginin, sahibi olan bireyler açısından eğitici işlevi nedir? Bilgi aracılığıyla bir yandan insanı disipline edip, insanlara formasyon kazandırma, diğer yandan da (belki) yine aynı bilgi aracılığıyla insanların kendi kişiliklerini gerçekleştir(ebil)meleri ve böylece kendilerini özgürleştir(ebil)meleri nasıl mümkün olabilmektedir? Bunun için nerede(n), niçin, ne zaman ve hangi bilgi(ler) seçilip de öğretilmektedir?

Benzer biçimde, öğretim kavramı da en genel anlamıyla, bilgi aktarımı amaçlı, yöntemleri belirli ölçülerde belirlenmiş belirli bir kurum içinde uzmanlar tarafından yürütülen etkinlik olarak tanımlanabilir. Ya da daha teknik tanımlamalarla , belli bir amaca göre gereken şeyleri, ya da bilgileri öğretme işi olarak da tanımlanabilmektedir. Bu tanımda da belki iki sözcüğün altı çizilebilir. Belirlenen amaç ile gereken şeylerin ne olduğu sorulabilir. Buna göre öğretim, belirli şeylerin belirli amaçlar doğrultusunda yerine getirilmesi ile gerçekleşen bir süreç olmalıdır. Dşte tam da burada, amaçlar ile bu amaçlar için seçilenlerin neliği, eğitim kavramının, birey, toplum, kültür ya da yaşam kavramları ile bağının kurulduğu nokta olsa gerekir. Yine eğitim kavramının alt kavramlarından birisi olarak davranış kavramı da, yine yukarıda adı geçen sözlüklere göre sırasıyla, bir organizmanın belirli bir gereksinimi karşılamak için çaba harcayarak gösterdiği etkinlik; bireyin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar dolayısıyla geliştirdiği ve onu aynı durumdaki kimselere yaklaştıran hareketlerin toplamı ya da organizmaların uyaranlar karşısında gösterdiği tepkilerin tümü olarak tanımlanmaktadır.

Bu bağlamda başka biçimlerde başka başka sorular sorulabilir olsa da, benzeri soruların neredeyse tümü, eğitimin yaşam ile olan ilişkisinde toplanabilir olsa gerektir. Zira Dewey’e göre en geniş anlamıyla sosyal yaşamı sürdürmenin bir aracı olan eğitim, toplumsal yaşamın sürekliliği için kaçınılmaz ve zorunludur bir süreçtir (Dewey, 1996, s. 10-11). Dşte biz de, sorduğumuz sorular yardımıyla ve hermeneutik kavramı çerçevesinde, eğitimin yaşam pratiği ile olan ilişkisini kurmaya çalışacağız.

Hermeneutik Kavramı

Son dönemde ilgili literatürde giderek artan biçimde yer alan hermeneutik üzerine çalışmalardan da görülebileceği gibi, belki de olabilecek en genel anlamıyla yorumlama sanatı olarak tanımlanabilir olan “hermeneutik” terimi, ifade etme, açıklama ve yorumlama anlamlarını taşıyan Yunanca “hermeneuein” sözcüğünden türetilmiş bir terimdir (Palmer, 2003, s. 39). “Hermeneutik” sözcüğü köken olarak, tanrıların iletilerini insanlara ileten, ama onları bire bir değil de, bir yorumcu olarak, onları bir anlamda insanlar tarafından daha kolay anlaşılabilir bir forma çevirerek aktaran Hermes’in adından türetilmiştir (Bleicher, 19980, s. 11). Ya da başka bir tanımlamayla, Tanrı’nın iletilerini ölümlülerin dillerine, onların anlayabilecekleri biçimde çevirir, ki bu anlamıyla hemeneutik süreç eninde sonunda bir başka “dünya”ya ait bir anlam bağlamını, o an içinde yaşanılan dünyaya aktarma/çevirme süreci olarak da tanımlanabilmektedir (Gadamer, 1995, s. 11). Zira çeviri söz konusu olduğunda, açıklama, anlama ya da yorumlama, hangi anlamıyla alırsak alalım, sonuçta daima iki dünya söz konusudur: metnin dünyası ile okuyanın dünyası ve ayrıca buna bağlı olarak birisini diğerine “tercüme” etmesi için Hermes’e ihtiyaç vardır (Palmer, 2003, s. 62). Ancak hermeneutik kavramı zaman içinde, yalnızca iletileri ilgili kişilere uygun biçimde iletme anlamının dışına çıkarak, ilk olarak bir sözcüğün, bir cümlenin ya da bir metnin anlam içeriğini tam olarak belirleme ve ikinci olarak da, aynı dilsel yapıda içerilmiş olan öğretinin belirlenip ortaya çıkarılması amacıyla çözümlenip yorumlanması ve giderek anlaşılmasını da içerecek biçimde genişle(til)miştir (Bleicher, 1980, s. 11).

Genel olarak bu anlamlarıyla kullanılan hermeneutik kavramı aynı zamanda özellikle, fen ya da doğa bilimlerinden farklı olarak sosyal bilimlerde/insan bilimlerinde bir araştırma yöntemine atıfla da kullanılmaktadır. Örneğin Dilthey en genel anlamıyla bilimi, yöneldikleri olgu alanları açısından, doğal olguların bilimini “doğa bilimi” olarak tanımlarken; tarihsel ve/veya toplumsal gerçekliği ya da olgu alanını konu alan araştırma alanlarını, doğa bilimleri karşısında bağımsız bir araştırma alanı olarak “tin bilimleri” olarak (Dilthey, 1999, s. 24-27) sınıflamasıyla söz konusu metodolojik faklılığı örneklemektedir. Bu temel üzerinde yine Dilthey’a atıfla Özlem, doğa bilimlerinde olguları yasa hipotezleri yardımıyla açıkladığımızı, yani doğayı açıkladığımızı, ama buna karşılık tin bilimlerinde, simgesel bağlantıları kendinde hissedip bütünleme yoluyla anladığımızı, yani tinsel yaşamı anladığımızı ileri sürer (Özlem, II, 1994, 2. 11).

1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP