TÜRK POSTMODERNIZMI

Ömer Naci SOYKAN

"Postmodern-Tartışma", seksenli yılların bir göstergesidir. Deyimin kullanılışı 1870 yılı dolaylarına dek geri gider. İlkin edebiyat ve plastik sanatlarda başlayan ve kısa sürede hemen hemen tüm kültür alanlarına sirayet eden "Tartışma", Batı'da ortaya çıkışından kısa bir süre sonra ülkemizde de entellektüel çevrelerde gündemin baş maddesi olur. Ve bu durum hem Batı'da hem bizde hâlâ sürmektedir.

Sözlük anlamıyla "modernden sonra" demek olan postmodernin doğru bir ele alınışı, her şeyden önce "modern"e bir açıklık getirmeyi gerektirir. "Modern", ilkin 5. yy.in sonlarında, Hıristiyan dünyasını pagan Roma dünyasından ayırmak amacıyla kullanıldı. Bu ayırma, antik dünya ile ilgiye giren yeni bir dönem bilinci anlamım gösteriyordu. Modernin bir belirlenimi de "Avrupalı olmak"tır (M.Weber, J. Habermas). Buna bağlı olarak başka bir belirlenim "ussallık"tır. Bu da dinsel dünya tasarımlarının yerini bir dünyasal kültürün alması demektir (Weber). "Modern"in felsefe sorunu yapılması ilkin Kant sonrası Alman felsefesinde görülür. Schiller, "eski yunanlılar -biz yeniler" deyişiyle antik-modern karşıtlığını ifade eder ve o, bu yeni dünyada dinin yerine sanatı koyar. Schelling'e göre ise modern dünya, bireyin, parçalanmanın dünyası, antik dünya ise türlerin dünyasıdır. Onda modem dünyanın idesi, insanın doğuşu ve Tanrı 'run ölümü olarak dile gelir. Hegel, tarihsel dönem olarak modemi "Yeni Çağ" diye adlandırır. Bu çağ, Amerika'nın keşfi, Rönesans ve Reformasyon'la başlar. Hegel, "bizim çağımız" dediği "en yeni çağ"ın başlangıcı olarak Aydınlanma ve Fransız Devrimi'ni alır. Bu, "tarihin son evresi"dir. Ona göre, modem çağın ilkesi de öznelliğin özgürlüğüdür.

"Modern"in tarihsel ve kategorik bu belirlenimleri, modern bilgi anlayışı için de önemlilik taşır. "Modern bilgi"nin meşruluğu, bilen, bilimi yapan, yaratıcı öznenin ve onun ürünlerinin otoritesine dayanır. Aşağıda, başlıca kategorik özelliklerini, belirtilerini göreceğimiz postmodern ise, modernin bu otoritesine karşı çıkar, bilimin, bilim adamının ve aklın otoritesine. Adındaki "modernden sonra" deyimiyle de postmodern, modem'in bittiğini ilân eder. Öte yandan modemci düşünürler (öm. Habermas) hem postmodemin kendisine ilişkin öne sürdüğü özelliklerin modernde zaten var olduğu hem de postmodernin bilimden boşalttığı yeri dine ve hurafelere peşkeş çektiği gerekçeleriyle postmoderni reddederler.

Postmodern, tıpkı modern gibi, hem bir tarihsel döneme gönderme yapan bir kavram hem de hangi dönemde olursa olsun belli özellikler taşıyan bir kategori olarak anlaşılır. Ama buna rağmen ondan ne anlaşıldığı tartışmalıdır. Bu tartışmalar, başlıca olarak, postmodemin ilkin ne zaman ortaya çıktığı, kavramın kullanım alanı, içeriği ve meşruluğu üzerinedir.

Postmodemin başlıca kategorik özelliklerini, başka bir deyişle, belirtilerini de başlıklar halinde kısaca şöylece sıralayabiliriz :

1. "Parçalanma": Postmodern insan, ister toplumsal, ister bilgisel ve hatta estetik tarzda olsun her bütünleşmeyi, sentezi hor görür. Atom-altı dünyaya dek uzanan "belirsizlik" ve "parçalanma", böylece evrensel bir ilke yapılır.

2. "Kurallığın bozumu": Bu bozuş ve yok ediş, tüm uzlaşımsal otoriteler için geçerlidir: "Tanrı'run ölümü", "Yazarın ölümü". "Babanın ölümü".

3. "Ben'in, derinliğin yitimi": Postmodern, geleneksel "ben"in içini boşaltır; iç-dış boyut olmaksızın görünür bir yüzeysellikle "ben"i sanki yok eder. "Özne, yalnızca bir uyduruktur" (Nietzsche). "Ben", postmodern dil oyununda kaybolur.

4. "İroni": Bu fenomen, perspektivizm diye adlandırılır. İroni, otoriter bir sav karşısında farklı bakış açılarının ortaya konulması olarak anlaşılır. Bu amaçla oyuna başvurulur, alay edilir.

5. "Melezleşme": Bu evrede kopya ile orijinal aynı gerçekliğe sahip olur. Süreklilik ile süreksizlik, yüksek kültür ile aşağı kültür birbirine karışır. Heidegger'in "zamandaşlık" kavramı postmodemde "zamandaşlığın" bir diyalektiğine dönüşür. Bu, postmodern sanatın "şimdileştirme" karakterini verir.

6. "Geleceğe dön!" (Back To The Future!): İlerlemeyi, yalnızca geçmişin yaratıcı temellükünde gören moderne karşı postmodernin geleceğe dönük yüzü. Ancak bu gelecek, bir şimdidir. Geçmiş ve gelecek, şimdide birleşir. Bu yüzden "tarih bitti; bilim, sanat ve felsefe bttti." denir; "umut", "beklenti" gibi söylemlere yer verilmez.

7. "Her şey gider!" (Anything goes!): "Her şeyin gider" olması için her şeyin doğru ya da her şeyin yanlış olması gerekir. Bu ikisi aynı şeydir Vaktiyle Nietzsche söylemişti: "Her şey yanlıştır! Her şeye izin vardır!" Böylece doğru-yanlış zıtlığı da ortadan kaldırılır.

8. "Eklektisizm": Her tür bütünlüğe karşı çıkan, parçaladığı bütünlüklerin parçalarını birbirine ancak "iliştiren", kendisi için de bir ilişme ilişkisini tercih eden, montaja, kolaja düşkün olan postmodern insanın eklektik olması kendiliğinden açıktır.

Şimdi de asıl konumuz olan Türk postmodernine geçmeden önce, karşılaştırma bakımından önemli olduğu için Japon postmoderninin nasıl göründüğüne kısa bir göz atalım. Japonların postmoderni tamamen sorunsuz olarak absorbe ettikleri; çünkü onların onu öteden beri somut olarak yaşadıkları söyleniyor. Daha 1959'da Alexandre Kojeve'in Japonya için "posthistori" ("tarih-sonrası") durumunu tanılaması üstüne K. Ludwig Pfeiffer, şu yorumu getirir:

"Japonlar, 300 yıldan beri tarihin sonundaki bir yaşamı yaşıyorlardı. Japonya'da değer, çatışma ve tarihle dolu Avrupaca anlamda hiçbir din, ahlâk ya da politika yoktu. Japonya'da tüm değerler tamamen biçimseldir, onların Avrupa'daki olağan insansal-tarihsel içerikleri boşaltılmıştır. Bu, hatta intihar için bile geçerlidir (...). Japonya'da belki 'yapısı bozulacak' az bir şey vardır; çünkü bunun için kendine özgü 'ideolojik' yapılar hemen hemen hiç yoktur" .


"Modern" ve "postmodern"e ilişkin yaptığımız tüm bu saptamalar, belirlemeler ve yorumlamalar ışığında, bizde, Türkiye'de durum nedir? Bu soru, bu yazının yanıtlamayı deniyeceği asıl sorunu ortaya koyuyor. "Postmodern", bizi biz "arabesk"i tartışırken buldu. Daha doğrusu, "arabesk-tartışma"nın tam sonu gelmişti ki, Allah'tan "postmodern" imdada yetişti. Entellektüel hayatımızdaki en yeni, en son tartışma olan postmoderni, kuşkusuz, 'bizim postmodernimiz'i anlayabilmek için, onun son halkası olduğu zincirin bütününe retrospektif bir bakış atarak, son 150-200 yıllık bir kültür tarihimizin çok sınırlı da olsa bir panoramasını yalnızca bazı başlıklarla vermenin yararlı olacağına inanıyoruz.

Aydınlarımızın batı düşüncesiyle tanışmaları, ondan esinlenmeleri ve bu esinle ürün vermeleri anlamında düşünce dünyamızda batılılaşma, ilkin Tanzimat sürecinde görülür. Bu dönemde İbrahim Şinasi (1826-1871), Namık Kemal (1840-1888) ve Ahmet Mithat (1844-1912) ilk önemli adlar arasmda yer alır. Bizim açımızdan, batılı bir yaşama tarzı ve düşünme biçiminin, bilim ve teknolojinin şu veya bu ölçüde benimsenmesi anlamına gelen"batılılaşma", batılı bakış açısından "modernlik" demektir. "Modern", Avrupa'da Yeniçağ'ın başından beri oluşa gelen sürecin kazanımlarına 18. yüzyılda Aydınlanma ve Fransız Devrimi'nin kazanımlarının da katılmasıyla, tüm ayırıcı özelliklerine sahip, artık belli bir tarihsel döneme gönderme yapmaktan uzaklaşan bir kültür kategorisi olmuştur. Türk aydınlan, batının "modern"ini, onun bu son evresiyle algıladı; üstelik yaklaşık yüz yıl sonra. Ve zannedildi ki, batı Aydınlanma'dan ibarettir. Bu olgunun arka-planından ne daha önce ne de o sıralar haberdar olunmadı. Deyim yerindeyse, biz aysberg'in su üstündeki kısmını, onun tümü sandık. Bu yanılgı, aşağıda değineceğimiz 'Cumhuriyet pozitivizmi'ne de tevarüs etmiştir. Daha da ilginci, bizim ilk aydınlanmacılarımız, bunu bir "yeni din" olarak kavradılar. Örneğin, "aydınlanma görüşünü temsil eden Şinasi'ye göre, girdiğimiz yeni medeniyetin, Avrupa'nın mucizesi akıl ve kanundur. Kanun bu yeni dinin getirdiği hükümlerin temelidir" . Önce Allah'a, sonra padişaha, bazan da sevgiliye kul köle olan kafa, Tanzimat'ta bilimi de bunlardan biri gibi sandı. Böylece, yine bir geç-Tanzimat aydını olan Tevfik Fikret, "Kul, köleyiz bilime." derken, "bilim sarhoşluğu"ndan yeni bir kölelik biçimi icat ettiğinin (?!) ayrımında bile değildi.

Bizim Aydmlanma'yı algılamamız, "ziya"ya, bilime tapmakla oldu; nasıl ki özgürlüğü "esir-i aşkın olduk ey didar-ı hürriyet" nidalarıyla bir tür (?!) esaret olarak karşıladtysak. Aydınlanmayı bir "din" olarak kavrayan Tanzimat kafası, ne yazık ki yüz yıl sonra da marksizmi yine bir tür "din" ya da aynı şey demek olan, dinin yerine geçen bir "kaime" olarak anlayacaktır. Düşüncel batılılaşma sürecimize Avrupa'nın 19. yüzyıl pozitivizmi, naturalizmi ve materyalizminin de eklenmesiyle, Şinasi'den Ziya Gökalp'e (1876-1924), ondan da günümüze dek hemen hemen tüm Türk aydınlarının, mezhep-meşrep ayrılıkları bir yana, batıcı, aydınlanmaci, usçu, "modernist" çizgide birleştikleri görülür. Öyle ki, "Türkçülük", "Turancılık" da batı "modernizm"indeki ulusçuluk akımının bizdeki bir yansımasıdır. Hatta Hilmi Ziya'nın "modernist İslamcılar", "modernist ve Türkçü İslamcılar" dediği düşünürler de daha bu adlandırmadan da anlaşılacağı gibi aynı "modernist" çizgide idiler. Tüm çeşitli görünümleriyle moderni zmde birleşen bu anlayış, kendi asıl karşıtını, bu yüzyılın başlarında, başlıca olarak, "Sırat-ı Müstakim" ve "Sebilürreşad" dergileri çevrelerinde toplanan "İslâmcılar"da bulur. Her türlü batıcılığa karşı olan bu "İslamcılık Cereyanı"nın ana düşüncesi şöyle özetlenebilir: "İslâm yalnızca inanç değil, aynı zamanda kanun dinidir. Bundan dolayı dünya hayatına düzen vermesi gerekir" . Vaktiyle Şinasi, nasıl ki Avrupalı "kanunu" "yeni din"in temeline koymuşsa, şimdi de "kanun" İslamın temeline konuluyor. Bir başka nokta da bugün kendilerine "köktenci İslamcı" ya da "İslâmî Hareket" denen anlayışların ilk İslamcılarla başlıca ortak yönü, İslâmın "âlem nizamı" olduğu inancıdır. "Modernist" bir karakteristik olan "kanun-nizam" fikri, görüldüğü gibi modernizme karşı akımların da temelinde bulunuyor. Üstelik bu son İslamcılar, batıyı öncekilerden daha yakından tanımış olmak ve batı terminolojisini ister istemez özümsemekle, batıcı söyleme girmek, batıcı olmak bakımmdan, kılık kıyafetlerindeki tüm farklı görünümlerine rağmen öncekilerden fersah fersah ilerdedirler. Hatta onların görünüşe bu denli önem vermeleri, ihtiyaçları olan farklı oluşa yalnızca kılık kıyafet ve davranış biçimlerinde sahip olabildiklerini gösterir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP