JEAN-JACQUES ROUSSEAU'NUN EGEMENLİK ANLAYIŞI - 3

Egemen varlığın kendinden üstün bir varlık kabul etmesi saçma ve çelişik bir şeydir. Kendi kendini, bile bile, bir efendiye kul etmek, özgür olmanın ta kendisidir.{...) Devlette yalnız bir tek sözleşme vardır, o da, ortaklık sözleşmesidir. Sadece bu, başka her türlü sözleşmeyi olanaksız kılar. Bunun dışında ne türiü sözleşme yaparsanız, bunu bozar" . Rousseau burada, daha önce de belirttiğimiz gibi, egemenliğin yegane temsilcisi olarak halkı görmektedir. Halkın onamadığı hiçbir işlem ya da girişim, yani halka rağmen yapılan hiçbir girişim, yasal değildir ve egemenlik ilkesi ile bağdaşmaz. Bir başka ifadeyle, genel iradeye aykırıdır. Genel iradeye aykin olan hiçbir girişim, halk tarafından kabul görmez ve halkın ortaklık temelinde ortaya çıkardığı toplum sözleşmesine aykırıdır. Burada esas olan, bütün bireylerin haklarının korunduğu ve ortaklık temeline dayalı, özgürlüğün biricik kaynağı olan otonomi ilkesinin temele alındığı ve halkın iradesiyle oluşmuş yasalarla güvence altına alınmış bir toplum sözleşmesinin varlığının kabulüdür. Böylelikle, Rousseau'nun, "kendi kendini, bile bile, bir efendiye kul etmek, özgür olmanın ta kendisidir" ifadesi, daha anlamlı hale gelecektir. Buradaki sihirli sözcük, "bile büe"dir. Bu sözcük, toplum sözleşmesinin temel felsefesini oluşturmaktadır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: İsteyerek ve bilerek sahip olduğu haklardan feragat eden ve bunu bir sözleşme dahilinde, eşitlik ve ortaklık temelinde kendisi gibi diğer bireylerin de haklarının korunacağı yeni bir sözleşme ile kayda bağlayan birey, Rousseau açısından özgürdür ve sahip olduğu bütün hakları güvence altına alınmıştır. Bu güvence, her bireyin bilerek ve isteyerek kendi koymuş olduğu kurallara yine kendisinin uyması şeklinde ifade edilen otonomi ilkesinin varlığıyla kendisini gösterir. Yani, bireyin özgürlüğünün garantisi, yine kendisidir. Kuralları kendi koyan ve bu kurallara uygun davranan birey, özgürdür. Özellikle belirtmek gerekirse Rousseau, özgürlüğü, eşitliğin varlığına bağlamaktadır. Yani, eşitlik olmadan özgürlük olmaz. Ortaklık temeline dayalı toplum sözleşmesi, bireyin özgürlüğünün korunması noktasında yasal bir güvence niteliğindedir. Bu güvenceyi, bütünüyle halkın bilerek ve isteyerek oluşturduğu bir güvence olarak değerlendirebiliriz. Tersi olsaydı, yani herhangi bir insanın bir başka insana (efendiye) olan kulluğu ya da köleliği başka nasıl açıklanabilirdi? Bilerek ve isteyerek yapılan eylemleri iradi eylemler diye tanımlamak ve bu eylemlerin sorgulanmasını bireysel özgürlükler noktasında uygun bulmamak, böyle bir düşüncenin anlaşılması noktasında önem ifade etmektedir. Özgürlükten vazgeçmeyi, insan olmaktan ve insani haklardan vazgeçmek olarak niteleyen Rousseau'nun bu konudaki duyarlılığını anlamak güç olmasa gerek.

Rousseau'nun özgürlük anlayışı ile ilgili temel belirlemelerinin de bu bağlamda, yani otonomi ilkesinin varlığı ve işlerliği bağlamında ele alınıp değerlendirilmesinin doğru olacağı kanaatindeyiz. Ünlü Alman filozofu Immanuel Kant (1724-1804), felsefesini oluştururken Rousseau'dan etkilendiğini açıkça ifade eder. Kant'ın özellikle, insan doğasının iyiliği ve değeri gibi kavramları Rousseau'dan aldığı ve bu kavramlar üzerine ahlaki bazı ilkeler geliştirdiği söylenebilir. Bu bağlamda Rousseau'nun, Kant'ı, ahlak önermelerine temel olması noktasında törel bilinç (vicdan) kavramını geliştirmesinde ve ahlaki ilkeleri oluştururken yararlandığı düşünülen otonomi ilkesiyle etkilemiştir, denilebilir. Kant'ın etkilenmiş olduğunu söylediğimiz otonomi ilkesi, bir kavram olarak değil de daha çok içerik olarak ve benzer ifadeler şeklinde kendini göstermiştir. Bir başka ifadeyle, "Kant'ın, bir yasanın herkesin akla dayalı rızası olmaksızın bir ahlak yasası olamayacağı konusundaki vurgusunun, Rousseau'nun insanlara özgü olan özgürlük ve eşitlik kavramlarının yeniden biçimlendirilişi olduğu" düşüncesinin gündeme getirilmesi bu etkileşime örnek olarak verilebilir.

Egemenliğin bölünemeyeceğini ve bir başkasına devredilemeyeceğini ifade eden Rousseau, bu düşüncesine bağlı olarak yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, egemenliğin temsil edilmesini de olanaksîz görür. Egemenliğin esasım oluşturan genel irade ise, "hata yapmaz, yanılmaz, her zaman doğru yoldadır, haklıdır ve her zaman kamu yararına yöneliktir" . Rousseau'ya göre, hükümet, egemen varlığın sadece bir aracıdır. Hükümet, "yurttaşlarla egemen varlığın karşılıklı ilişkilerini sağlamak amacıyla kurulmuş, gerek yasaları yürütmek, gerekse politik ve toplumsal özgürlükleri sürdürmekle görevli, aracı bir bütündür" .

Kendisine özgü siyasal görüşleri ile "demokratik hayata geçiş"e önemli katkılar sağlayan Rousseau, yine bu görüşleri nedeniyle çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştiriler, kimi zaman onun sisteminin eksik yönleri üzerinde, kimi zaman da yaşantısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu eleştirileri kısaca ele almaya çalışalım:

Rousseau'nun, doğa durumu ve buna dayanılarak açıklanan toplumsal sözleşme kuramının birer faraziye olduğu ve güncelleştirilmesinin olanaksız olduğu görüşü, bu eleştirilerin ilkidir. Kendi kuramı ile gerçek siyasal uygulamadaki birleşimi doğal olarak Rousseau'nun zihnindedir. Ancak, ütopik olduğu söylenen ve uygulanabilirliği tartışılan bu kuramın, iddia edildiği gibi de olsa, ortaya konulması, eşitlik ve özgürlük arayışı gibi insan yaşamını anlamlı ve değerli kılan, ona sonsuz bir güven sağlayan bu düşüncelerin dillendirilmesi, o günün şartlan dikkate alındığında önemli ve devrim niteliğinde görüşler olarak değerlendirilebilir. Aynca Rousseau, "gerçekçi olmayan ütopik idealler ileri sürmemişti. (...) Aksine, Toplum Sözleşmesi, eve benzeyen bir nesnenin kuramsal temellerini açıklamak için yazılmıştır" .

Rousseau, egemenlik anlayışı çerçevesinde dile getirdiği görüşlerin uygulanabilirliği noktasında da çeşitli eleştiriler almıştır. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, egemenlik bölünemez ve başkasına devredilemezdi. Bu bağlamda Rousseau, halkın doğrudan doğruya kendisini yönetmesini ve bu yönetme sürecinde temsilciler kullanılmaması gerektiğini ifade eder. Böylece, milli egemenlik anlayışını savunmasına rağmen, onun bir sonucu olarak kabul edilen temsili demokrasiyi kabul etmemesi ve doğrudan demokrasiyi bir zorunluluk oiarak görmesi noktasında bir çelişkiye düştüğü söylenebilir . "Ayrıca bir de bugünün olduğu gibi, kendi zamanının dahi devletlerine tatbiki imkansız doğrudan demokrasi teklifi ile Utopist durumuna düştüğü söylenebilir. (...) Aynı şekilde temsili rejimin bir sonucu olan siyasi partiler de Rousseau'nun reddine rağmen demokratik siyasi hayatın "vazgeçilmez unsurları" haline gelmişlerdir" . Ancak son zamanlarda meydana gelen yeni gelişmeler ışığında bakıldığında, demokrasinin yan doğrudan bir yapıya kavuşmasını sağlayarak Rousseau'ya biraz daha yaklaşıldığı görülmektedir . Burada özellikle şunu belirtmek gerekir ki, temsili demokrasileri, seçilmiş aristokrasiler olarak gören Rousseau, aynı zamanda bazı koşulların oluştuğu durumlarda da bunları en iyi yönetim biçimleri olarak ele alır. Rousseau'ya göre, temsili demokrasiler, ancak ekonomik eşitsizliklerin olmadığı ya da bu durumu yaratacak koşulların bulunmadığı ülkelerde var olabilir. Yani, eşitsizliğe dayalı toplum düzeninin egemen olduğu ülkelerde temsili demokrasinin varlığı, o ülkenin yurttaşları için bir kazanım değil aksine ciddi sorunların kaynağını oluşturur. Ekonomik eşitliğin olmadığı ülkelerde sistem bütünüyie güçlülerden ve zenginlerden yana işleyecektir. Böylece olması istenen temsili düzen, hiçbir anlam ifade etmeyeceği gibi, toplumsal yapının kırılmasına ve yönetim sorunlarının başlamasına sebep olacaktır. Bu açıdan bakıldığında Rousseau için, ekonomik eşitsizliklerin bulunmadığı ülkelerde temsili demokrasinin iyi bir düzen olabileceği söylenebilir. Çünkü, "temsil düzeneği genel iradeyi ortaya çıkarabilecek bir yönde çalışacaktır. Böyle bir yönetimde genel irade de kendisini parlamentodaki çoğunluğun iradesinde ortaya koyabilecektir" .

Rousseau'ya göre, genel irade sadece temsilde çoğunluğun sağlanması ile ortaya konulamaz. Ona göre, egemenliği elinde bulunduran tek bir kişi, grup ya da azınlık, eğer toplumu toplumsal yarar yönünde yönetiyorsa, genel iradeyi temsil ediyor demektir. Bu açıdan bakıldığında Rousseau da, çoğunluğun iradesi değil de, tek bir kişinin veya bir grubun iradesi bile genel irade olabilmektedir. O halde temsilde çoğunluk her şey değildir. Önemli olan yöneten konumundakilerin halkın yararını gözeterek onları yönetiyor olmalarıdır. Bu tespitin yapılmasından sonra şunu özellikle belirtmek gerekir ki, "klasik demokrasinin temel ilkelerinden olan "egemenlik halktadır" ilkesinin de kaynağının yine Rousseau olduğu ileri sürülmüştür. Egemenlik toplumun tümüne aittir ve egemenliğin tek kaynağı toplumdur" Ayrıca Rousseau; teorik açıdan iki bakımdan daha etkilidir ve etkili olmaya devam edecektir. Her şeyden önce Rousseau'nun görüşleri, her dönemin demokratik fikirleri üzerinde çok ciddi ve besleyici bir kaynak özelliğindedir. Demokrasi denilince akla gelen ve demokrasinin en büyük teorisyenlerinden olan Rousseau 'yu, bir görüş, "liberal bireyciliğin yani klasik demokrasinin öncüsü olarak görmektedir. (...) Buna göre, Rousseau, sosyal sözleşme görüşü ile siyasal iktidarların insanlar üzerindeki otoritesini rasyonel bir temele dayandırmıştır" .

Rousseau'nun en önemli etkilerinden biri de, eşitlik ve özgürlük kavramlarının bütün demokrasilerde iki temel şart olarak kabul edilmesinin sağlanması noktasında olmuştur. Ayrıca onun "egemenliğin bölünemeyeceği ilkesi" şeklinde ifade edilen görüşü, çağdaş anayasalara geçmiş ve onlara kaynaklık etmiştir.

Rousseau'nun çoğunluk sistemi ile birey egemenliği düşüncesinin birbiriyle çelişik olduğu ileri sürülmüştür. Yani, kişinin çoğunluğun iradesine boyun eğmesi ile özgür ve egemen sayılması arasında bir çelişkinin olduğu dile getirilmiştir. Ancak Rousseau'nun geliştirmiş olduğu sistem temelinde bakılacak olursa, bu görüşe katılmak pek mümkün değildir. Çünkü, "bireyler sosyal sözleşme ile çoğunluğun iradesini kabul etmişlerdir. Kişi tüm yasaları, kendinin muhalif kaldığı yasaları da kabul etmiş, çoğunluk iradesini benimsemeyi göze almıştır. Bu nedenle çoğunluğun hâkim olması halinde de yine birey, egemenliğinden bir şey kaybetmeyecektir" . Eşitlik ve ortaklık temeline dayalı toplumsal sözleşme ile bireyle devlet arasındaki ilişkilere işlerlik kazandırmayı amaçlayan Rousseau'nun, öngörmüş olduğu eşitlik ve özgürlük anlayışıyla da, çağdaş demokrasilerin öncüsü olarak demokratik hayatın yeniden şekillenmesine önemli katkılar sağladığını söyleyebiliriz. Eşitliği, hukukî eşitlik bağlamında ele alan Rousseau, hak eşitliğini savunmuş ve böylece farklı birtakım değerlendirmelere olanak tanımamıştır. Siyasal görüşleri ile bir döneme damgasını vuran ve daha sonraki dönemlerde de etkisini hissettiren ve birçok yönüyle kendinden sonra gelenleri etkileyen Rousseau, düşünce tarihinin gelişimi açısından bakıldığında da tarihin kaydettiği önemli bir düşünürdür.

KAYNAKÇA

AYDIN, Ayhan. Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, İstanbul, 2000
DENT, N. J. H. Rousseau Sözlüğü (Çev. B. Gözkân ve ark.,), İstanbul, tarihsiz
ERDİNÇ, Tahsin. "Jean-Jacques Rousseau, Görüşleri ve Demokratik Sistem Üzerindeki
Etkileri", İst. Üniv. Hukuk Fak. Mecmuası, C. XL, S. 1-4, İstanbul, 1974
GÖZE, Ayferi. Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, 2000
NİSBET, Robert. "Rousseau &Equality", Encounter, Vol: XLIII, No:3, London, 1974
ROUSSEAU, Jean-Jacques. İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk (Çev. S. Eyüboğlu-S.
Evrim), İstanbul, 1942
ROUSSEAU, Jean-Jacques. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı (Çev. R. Nuri
İleri), İstanbul, 2001
ROUSSEAU, Jean-Jacques. Toplum Sözleşmesi (Çev. Vedat Günyol), İstanbul, 2001
SHKLAR, Judith N. "Jean-Jacques Rousseau and Equality", Daedalus, Vol: 107, No: 3,
Virginia, 1978
ŞENEL, Alâeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, 1996
WOKLER, Robert. "Jean-Jacques Rousseau: Ahlaki Çöküş ve Özgürlük Arayışı", Çev.
Mimar Türkkahraman (Siyasal Düşüncenin Temelleri (Derleyen: Brian Redhead,
• Çev. Hikmet Özdemir) adlı eserin çevirisi içerisinde), İstanbul, 2001
YENİŞEHİRLİOĞLU, Şahin. Birey, Toplum, Devlet İlişkileri, Ankara, 1995
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP