BEŞERÎ BİLİMLERDE ÖZNE - NESNE KESİKLİLİĞİNİN KURULMASI ÜZERİNE

KADiR CANGIZBAY

Cemil Meric'in tabiriyle "ilk sosyolog — ilk sosyalist" Saint - Simon, sosyolojiyi "özgürlüğün bilimi" olarak adlandırır, "Özgürlüğün bilimi", faaliyet (eylem) halindeki toplumu (la société en acte) inceleyecektir. Toplum ise, "emektir, iştir, çalışmadır (La société, c'est le travail). Bu sözü türkçeleştirelim: Toplum insana kendi dışından ve baştan verilmiş değildir, üretilir. Bu üretme işi boşlukta, daha baştan serbest kılınmış, hiçbir belirleyiciliğe (determinizme) tabi olmayan bir no man's land de değil, kendi iç düzenliliğine sahip yani belirli bir belirleyicilikler hiyerarşisinin hüküm sürdüğü ve insanın kendisini de içeren bir ortamda, insanın kendi bilinçli çabasıyla söz konusu hiyerarşiyi değişikliğe uğratması, bu arada kendisinin belirlenmişliğini de geriletmesi şeklinde gerçekleşen, dolayısıyla öznesinin (insanın) özgürlüğüne tekabül eder. Başka bir ifadeyle, toplumsal gerçeklik (realite) doğal gerçeklikte mündemiç olmadığı gibi, insanın kendi bilinçli çabasıyla üzerinde toplumsal gerçekliği yaratacağı doğa, insan tarafından biçimlendirilmeyi baştan hazır olarak bekleyen amorf bir hammadde değildir. Doğa bilimlerini mümkün ve meşru kılan da işte budur; yani, kendi iç-düzenliliğini insandan bağımsız olarak sürdüren bir dış âlemin varlığı. Ancak buradaki 'dış'lık, baştan verilmiş, insan tarafından hazır bulunmuş bir 'dış'lık olmayıp, ancak insan tarafından üretilirse, üretildiği sürece ve üretildiği kadar varolabilen bir 'dış'liktır; insan, kendisini de içeren bir varlık parçası üzerinde hüküm süren doğal belirleyicilikler hiyerarşisini kendi müdahalesiyle değişikliğe uğrattığı, kendi kendisini doğal düzenliliğe tümüyle tâbi, doğaya tümüyle amili olmaktan çıkarttığı, yani söz konusu düzenliliğin dışına çıkabildiği ölçüde ve sürece, bu düzenliliğin varolmaya devam ettiği alanlar, insan açısından "dış âlem" niteliği taşıyor olacaklardır. Bu aynı zamanda demektir ki, artık, söz konusu doğal düzenliliği ayakta tutan belirleyicilikler çerçevesinde açıklanması mümkün olmayan, yani doğal gerçeklikten farklı yeni bir gerçeklik varlık kazanmıştır. Beşeri bilimleri mümkün ve meşru kılan da işte tam tamına budur.

Söz konusu gerçeklik, yani beşeri âlem, doğal düzenlilik dışına çıkılmasından kaynaklanan bir varlık alanı olarak, içinde taşıdığı düzenlilik açısından, ne zaman ne de mekân içinde homojenlik gösterecektir; birbirlerinden şu ya da bu ölçüde Şarklı ve birbirleriyle şu ya da bu ölçüde eklemlenmiş münferit toplumsal gerçeklikler şeklinde somutluk kazanır. Bu noktada şunu açıklıkla belirtebiliriz: Genel olarak beşerî bilimleri, ama özellikle de sosyolojiyi ve bir bilim olarak tarihi ', nesnesi taşıdığı düzenlilik açısından hem zaman hem de mekân içinde homojenlik gösteren doğa bilimleri modeli esasmda kurmaya yönelik her girişim daha baştan başarısızlığa mahkûmdur. Doğa bilimlerinin metodolojisini kopya etmeye kalkışan her 'sosyoloji', kendi mevcudiyetini meşru kılan varlık alanını 'o alan', yani beşerî varlık alanı yapan temel özellikleri yakalanmakta aciz kalacak, sosyolojinin doğa bilimlerininkine benzer bir gelişme çizgisi izleyeceği yolundaki her beklenti ise, hayal kınklığıyla sonuçlanacaktır; zira, beşerî âlemi oluşturan münferit toplumsal gerçeklikleri aynı bir bilimin nesnesi çerçevesinde biraraya getirmemizi mümkün kılan, bunların ortak bir iç-düzenlilik taşıyor olmaları değil, bunlardan her birine tekabül eden farkîı düzenliliklerin, doğuş tarzı esasmda gösterdikleri ortaklık, yani hepsinin de, insanın mevcut belirleyicilik hiyerarşilerini kendi bilinçli çabasıyla değişikliğe uğratması sonucunda varlık kazanıyor olmalarıdır.

Beşeri gerçekliğin insan özgürlüğüne dayanıyor olması, dolayısıyla beşeri bilimlerin ele alacağı nesnenin bütün zamanlar için baştan verilmiş tek bir düzenlilik çerçevesine ya da sayısı/sırası belli bir düzenlilik çerçeveleri takımına yerleştirilip sabitleştirilebilir olmaması, bu bilimlerin tasviri ve/veya sistematik, olmakla yetinmeyip 'açıklama (explication)'ya yöneldikleri ölçüde, her türlü bilimsel faaliyet için zorunlu olan nesnelliğin varuksal temeli durumundaki bilgi öznesi - bilgi nesnesi kesikiiliğinden yoksun kalmalarına yol açar. Zira, bilimde "açıklamak", belirleyicilikleri yakalayıp ortaya koymak demektir; beşeri bilimlerin ortaya koymak zorunda oldukları belirleyicilikler ise ister istemez, doğadan kaynaklanmayıp insan çabasıyla varlık kazanıp ayakta tutulan, yani öznesi yine insanın kendisi olan belirleyiciliklerdir ki, işte tam bu noktada da, bilimin öznesi ile nesnesi arasında, insan ortak paydası esasmda bir süreklilik ortaya çıkar. Başka bir anlatımla, beşerî bilim, tasvir ve/veya sistematizasyondan 'açıklamaya doğru yol aldığı ölçüde, nesnesinin ağırlık merkezi de "eser"den "fiil'e, dolayısıyla "faile, yani insana doğru bir kayma gösterecektir. Bu durumda, nesne "eser" ağırlıklı iken öznenin nesne karşısında belirli bir mesafe koymasına varlıksal temel oluşturan fizikî örtüşmezlik, kendisi de "fiil"de bulunmakta olan beşerî bilimcinin kendisi ile "fiil/fail" ağırlıklı nesnesi arasında böyle bir mesafe bulunmasını garanti eder olmaktan çıkacaktır; zira "kendisi" "identité"si zaman ve mekan boyudan esasında kurulmayan psişik bir kategoridir.

Doğa bilimlerinde, kendileri için bir veri durumundaki özne-nesne kesikliliği temelinde ve kişisel tercih ve inançların işin içine kanştmtoaması, meseleye önyargılarla yaklaşılmaması, öznenin nesne üzerindeki müdahalelerinin kontrol altında tutulup, buntann etkilerinin sonuçta hesaba katılması vb... suretiyle korunan nesnelliğin, beşeri bilimlerde de aynı şekilde sağlanabileceğinin sanılması, aslında beşeri bilimlerin bilim olarak mümkün ve meşru olmalarım tehlikeye sokan bir anlayışa işaret eder. Zira, özne nesne kesiküliğinin nasıl sağlanabileceği üzerinde durmaksızın nesnellikten söz ediliyorsa, ya beşerî gerçeklik, hükmünü bilim öznesi üzerinde de icra edebilecek bir iç-düzenülikten yoksun sayılıyor demektir ki, bu haliyle hiçbir bilime nesnellik edemez; zira her bilimin temel varsayımı nesne olarak ele aldığı gerçekliğin belirli bir iç-düzenlilik taşıyor olduğudur, böyle bir düzenlilik taşımayan bir gerçekliğin bitimini yapmak ise mümkün değildir; ya da, beşeri bilimlerde nesnelliğin ancak izafî olabileceği baştan kabul ediliyor demektir ki, bu durumda da beşerî bilim adî altında yapılan faaliyetlere doğa bilimleri karşısında ast bir statü tanınmış, dolayısıyla da bunların bilim olarak meşrulukları büyük ölçüde reddedilmiş olmaktadır. Bu durumda beşerî bilimcinin, ama özellikle de — açıklama'ya yönelmek zorunda olan — sosyolog ve tarihçinin temel kaygısı, söz konusu özne-nesne kesikiiliğim kurmak olacaktır. Ancak açıktır ki, bu kesikliliği insan ile doğa bilimlerinin nesnesi arasındaki kesikliliğin kuruluş biçimini örnek almak suretiyle kurmaya kalkacak her girişim daha baştan başarısızlığa mahkûm olmuş demektir. Zira insan, kendi bilinçli müdahalesiyle doğal düzenliliğe emili bir nesne olmaktan çıktığı ölçüde kendi kendisini doğal gerçeklik karşısında özne konumuna, bu gerçekliği de bir nesne olarak efe alınabilecek bir "dış âlem" hâline getirmiştir ama, aynı şeyi beşeri gerçeklik karşısında da tekrarlaması imkânsızdır; bu yoldaki her girişimi, kendisini beşeri gerçekliğin dışına sıyırmasına imkân vermek yerine, söz konusu gerçekliğin kendisinden sıyırüma girişiminin kendisini de kapsayacak şekilde genişlemesinden başka sonuç vermeyecektir.

Kısacası, beşeri bilimler, doğa bilimlerinin keşfedecekleri "dış âlem"e mümasil bir "dış âlem"e hiç bir zaman sahip olamayacaklardır. Bu durumda yapılacak olan şey, özne-nesne kesikliliğini, özne'nin nesne karşısında aşkıniaşması esasında kurma niyetini terkedip, nesne'nin özne karşısında açığa alınmasına yönelik bir yol izlemektir.

Beşeri bilimler için "nesne", üzerinde beşeri düzenliliğin hüküm sürdüğü varlık alanı olduğuna ve insan da, ister beşeri bilimci olsun, ister olmasın, bu alanın parçasını oluşturduğuna göre, beşeri bilimlerde nesnelliği sağlamak üzere özne-nesne kesikliliğini kurma peşinde olan beşeri bilimci her şeyden önce, beşeri bir varlık olarak kendisinin söz konusu düzenlilik uyarınca biçimlenmiş, dolayısıyla aynı anda hem incelenecek nesne'de, hem de inceleyecek özne'de birden yer alarak söz konusu kesikliliği imkansız kılan yanlarım yakalayıp ortaya kovmak zorundadır. Ancak, kendisinde mündemiç beşeri "nesne"yi yakalayacak olan kişi, kendisine hareket noktası olarak yine kendisini aldığı takdirde, bu çabası daha baştan boşa gitmiş demektir; zira, kişinin biyo- fizyolojik bir organizma olarak içine doğduğu ve yine içinde belirli bir beşeri zatiyet (entité, kendilik) aiteüği kazandığı münferit toplumsal-tarihsel çerçevenin ötesinden getirdiği ve hal'deki mevcut "kendisi"nden daha otantik (daha kendisi) bir "ön" veya "üst" kendisi yoktur ki, onu ölçüt olarak kullanarak "mevcut kendisi" nin beşeri düzenlilik uyarınca biçimlenerek "nesne"ye emilmiş yanlarını ayıklayabilsin. Bu durumda başvurulacak yol şudur: kişinin, kendisine "mevcut kendisi"ni vurabileceği ölçüt olarak bir "mümkün kendisi" tasarımlaması. Ancak burada kişiyi, bütün çabalarını boşa çıkartabilecek bir tehlike beklemektedir: Kişi, söz koşusu "mümkün kendisi "ni "mevcut kendisi" dışında yer alan nirengi noktalarına dayanmaksızın çizmeye kalkıştığı takdirde ortaya çıkacak olan figür, aslında "mevcut kendisi"nin, deforme edilmiş, çarpıtmaya uğratılmış olsa da, yine aslı esasında oluşturulmuş, ondan kopmamış bir variyasyonu, yani türevi olmanın ötesine geçemeyecektir. Buradaki figürü, "luna park"lardaki "kahkaha aynalarının yansıttığı görüntülere benzetebiliriz: Aynı bir vücûdun (problematik veya paradigmanın), mevcut bölüm veya organları (parametreleri) da aynı kalmak şartıyla, bunların kendi aralarındaki oran veya dengelerin nedensiz ve bedelsiz olarak ve gerçek bir vücut açısından işlevsel (fonksiyonel) ve işlemsel (operatuar) olamayacak şekilde değişikliğe uğratılmış bir versiyonu. Kişi, burada bir "mümkün kendisi" üretmemiş, "mevcut kendisf'ni yine kendi muhayyilesi aracılığıyla fantezi düzeyinde yeniden üretmiştir. Ortaya çıkan figür, kişinin "mümkün kendisi" değil, tam tamına gerek kendisi, gerekse herhangi başka biri için "imkânsız olan"ın ta kendisidir; zira, baştan ayağa "gratuit (bedelsiz ve nedensiz)"dir ve mutlak "gratuit"yi mümkün kılacak, ancak yoktan varedebilen bir kudretin başarabileceği bir iştir.

Metodolojik bir araç olarak kullanılmak üzere "mümkün kendisi" kurma girişiminin bir fantezi kurma şöleni şeklinde yozlaşmasın» önlemek açısından şu hususun bilinmesinde yarar vardır: Belirli bir an ve çerçeve açısından "mümkün", halen gerçekleşmemiş durumdadır, yani "namevcut"tur; ama, bu demek değildir ki, her "namevcut" aynı zamanda ve zorunlu olarak "mümkün"dür de. Bu durumda, "mümkün kendisi"ni kurmak için gerekli nirengi noktasının içinde aranacağı alan, yani "kendi dışı", "mevcut kendisi" kaynaklı keyfilikleri yansıtan bir "Fantasia"ya dönsün istenmiyorsa, yoktan kalkılarak pozitif bir yoldan değil, zaten varolan bir şeyleri esas alan negatif bir işlem aracılığıyla ortaya konmak zorundadır: "Kendi dışı", kişinin kendisini kendilerinden olarak görmediklerinden, kendilerinin dışında hissettiklerinden, yani "başkalarından oluşur.

"Başkaları" kelimesinin telaffuz edilmiş olmasının, kişinin 'olaylara başkalarının gözüyle de bakmayı denemesi ya da 'başkalarıyla empati kurması" gibi daha ziyade pazarlamacılık, halkla ilişkiler, sosyal yardım uzmanlığı, psikolojik danışmanlık, psikiyatri vb... türünden teknik dallara ilişkin, bilimsel nesnelliği sağlamak açısından ise, şu ana kadarki çabalarımıza düşük yaptırtacak pragmatik amaçlı ve manipülatif olmaya elverişli taktikleri çagnştırabileceğinin bilinci içinde, sözünü ettiğimiz "başkalarının, aramakta olduğumuz nirengi noktasının kendisi olmayıp, sadece bu noktayı içinde arayacağımız alanı oluşturduğunu vurgulamak istiyoruz. Bu nirengi noktasının ne olabileceğini çıkartabilmek için ise, birilerini herhangi bir kişinin gözünde "başkaları" yapan şeyin ne olduğunu ortaya koymak gerekecektir. Bu konuda bize yol gösterebilecek husus ise, kişinin "kendisi" ile "başkaları" arasındaki sınırın fizikî değil, psişik bir nitelik taşıması, dolayısıyla da zaman ve mekân boyutlarmdan bağımsız olarak çiziliyor olmasıdır. Kişinin fizikî varlığıyla örtüşmeyen her —bireysel veya kollektif beşerî varlık, o kişi için mutlaka "başkaları" değildir. Bu durumda, birilerini belirli bir kişi açısından "başkaları" konumuna sokan, bu birilerinin o kişi tarafından, şu ya da bu özelliği taşıyor ya da taşımak istiyor, şunu ya da bunu yapıyor ya da yapmak istiyor olarak —gerçekte öyle olsa da, olmasa da— biliniyor olmalarıdır. Nirengi noktası olarak neyin alınacağı da artık işte tam bu noktada açıklık kazanır: "Başkalarının, o başkaları olarak kalmalarını mümkün kılacak münferit özgürlükler".

Her ne kadar "münferit özgürlükler" sözünü zaten kullanmış isek de yine de şu hususların açıkça belirtilmesinde yarar olduğunu düşünüyoruz: Burada söz konusu olan soyut, genel ve pozitif bir özgürlük değil, belirli birilerinin belirli bir şeyleri yapma ya da yapmamalarına ilişkin, bu yapma ya da yapmama boşlukta yer almadığına göre de mutlaka birşeylere ve/veya birilerine karşı ve karşın fiilîleşen, dolayısıyla da negatif, kısmî, göreli ve somut özgürlükleridir ve de zaten ve ancak bu halleriyle bizim işimize (nirengi noktası olarak) yarayabileceklerdir; beşeri bilimcinin bu özgürlükleri nirengi noktası olarak alması ise, bilimsel nesnelliği kurma yolunda teknik bir işlem olmanın ötesinde, şu ya da bu özgürlükten yana veya genel anlamda özgürlükçü olunması da "başkalarına hoşgörüyle davranılması türünden siyasî veya ahlakî bir tavrı gerektirmediği gibi bu yoldaki bir telkinin hamili de değildir. Beşeri bilimcinin "başkalarının özgüriüğü"yle yapacağı, bu kavramın kendi gözündeki somut içeriği oluşturan münferit özgürlükleri birer projektör, daha doğrusu radyoskopi aleti gibi kullanıp, "mevcut kendisi"ni bunların ışınlarıyla taramak olacaktır. Bu ışınların bir bolümü, "mevcut kendisi"nin oluşturduğu psiko-kültürel kütleyi hiç bir engelle karşılaşmaksızın katederken, bazdan da bu işi ancak güçlükle ya da kırılarak başarabilecek, diğer bazıları ise söz konusu kütleye hiç bir şekilde nüfuz edemeyeceklerdir.

"Mevcut kendisinin bütün noktalarda mutlak bir açıklık ya da mutlak bir saydamlık göstermesi de mantıken mümkün olmakla birlikte, birinci durum, kişinin, bütün an ve noktalarında belirli bir düzenlilikle hemzemin bir varlık, yani beşeri bilimler açısından salt bir "nesne", ikinci durum ise, kişinin her türlü tarihsel - toplumsal çerçeve karşısında bağımsız salt bir "intellect" olmasına tekabül edeceğinden, fiilen imkânsızdır. Bu bakımdan, söz konusu taramanın muhtemel sonucu, çıplak gözle bakıldığında kişinin "mevcut kendisi" olarak görünen alanın sınman içinde yer alan, ama onunla tam tamına örtüşmeyen ve koyulukları nüfuz edilmeklikleriyle birlikte artan çeşitli karartı nokta ve bölgelerinin belirmesi olacaktır.

Beşeri bilimciye kendi nesnelliğini, daha doğrusu bu nesnelliğe temel oluşturan özne-nesne kesıkiiiiğim kurma şansını verebilecek tek şey, işte bu "kararlı bölgesi tespiti" işlemidir; tabiî, kendi üzerinde. Şöyle ki, karartı bölgesi, kişinin "mevcut kendisi"nin en opak, en geçit vermez, en nüfuzedilmez yanlarına tekabül etmektedir. Kendisine geçit verilmeyen ışınlar, yani kendileri hakkında kişinin "işte, artık bu kabul edilmez, tasavvur edilemez, insanın böyle olmaya ya da şöyle yapmaya hakkı yoktur, buna izin verilemez, verilmemeli (tüm opaldik, koyu karartı)", veya "oiur, ama şu şartla ki., (kütleyi, ancak kırılarak katedebilen ışınlar)" ya da "artık ne yapılabilir ki, çaresiz, izin vereceksin, göz yumacaksın; kabul etmekten başka çıkar yol yok (gölgeli saydamlık, ışınların kütleyi güçlükle katetmesi)" dediği şeyler beşerî kaynaklı olup, "başkalarının münferit özgürlükleri" ne, yani içerik olarak insanın şu ya da bu özelliğe sahip olmasına ve/veya şu ya da bu fiilde bulunmasına tekabül etmektedirler. Bu demektir ki, söz konusu özellik ve/veya filleri, imkânsız ya da ıor gerçekleşir kılan herhangi bir doğal belirleyicilik yoktur, dolayısıyla da ışınlarla taranan psiko-kültürel kütlenin bunlar karşısında şu ya da bu ölçüde opaklık göstermesi doğal belirleyicilikler değil, beşeri belirleyicilikler esasında tayin edilmekte olup, ortaya çıkan karartı bölgesi de, belirli bir belirleyicilikler hiyerarşisine tekabül eden münferit bir beşerî düzenlilik çerçevesi içinde yer almaktadır.

Bilimin, ancak belirli bir iç-düzenlilik taşıyan gerçeklikleri ele alabileceğini, böylesine bir düzenliliğin insan ürünü olarak varlık kazandığı alanların ise beşerî bilimlerin "nesne"sini oluşturduğunu hatırlarsak, ortaya çıkan karartı bölgesinin, söz konusu "nesne"nin kişinin kendisi içinde devam eden, ya da tersten bakarsak kişinin " nesne" yle süreklilik taşıyan yanları olduğunu söyleyebiliriz. Bu antma işinin psiko-kültürel gerçeklik düzeyinde tam olarak gerçekleşmesi, yani kişinin "mevcut kendisi"ne bütün noktalarında mutlak bir saydamlık kazandırması, yukarıda da söylemiştik, fiilen imkânsızdır; bilimsel nesnelliğin gerektirdiği arıtma da zaten psiko-kültürel değil sadece entellektüel düzeyde yer alan ve özneyle nesne açısından ortak faktör durumundaki karartı bölgesinin parantez içine alınmasına dayanan zihinsel bir işlemdir ve bu, psiko-kültürel düzeydeki arıtmanın imkansızlığının empoze ettiği asgarici bir çozüm değil, tam tersine, beşeri bilimleri, beşeri gerçekliğin belirleyiciliklerini ortaya koymak yerine, bu gerçekliği kendisi belirleyecek bir teknoloji olarak kurma sevdasındaki bir bilim anlayışının, yani pozitivizmin doğrultusunda oluşacak başka bir öznelliğin aracı durumuna düşmekten korumak için gerekli bir sınırlandırmadır.

Bu noktada artık —beşerî bilimlerde nesnellik - tarafsızlık ayırımı konusunda da katkısı olur umuduyla — şunu söyleyebiliriz: Nasıl ki, doğa bilimcisinin nesnel olabilmek için, inceleyeceği nesneyle devamlılık gösteren yanlarından, yani biyolojik varlığından arınması, onu yoketmesi söz konusu değildir, beşerî bilimcinin de, kendi nesnelliğini kurmak açısından "nesne"sinin kendi şahsında devam eden uzantılarını tespit edip, zihinsel bir parantez içine almanın ötesinde hiç bir yükümlülüğü yoktur. Ancak, başka hiç bir yükümlülüğünün olmaması, varolan tek yükümlülüğünün de ihmal edilebilir olması anlamına gelmez. Kendisinde mündemiç "nesne'yi yakalayıp parantez içine alma işlemini gerçekleştirmeyen bir beşeri bilimci her şeyden önce, kendi kendisini ele alacağı nesneden ebediyen yoksun bırakmış olur, zira insan ancak sınırları kendi dışında biten, kendi karşısında dışsailık taşıyan bir şeyi ele alıp inceleyebilir. Ancak, çok daha önemlisi, nesnelliğini özne-nesne kesikliliği üzerine kurmamış beşeri bilimci, kendisi de Dünya'da yer alıp onunla birlikte dönmekte olduğundan, onun döndüğünü farkedemeyip, nasıl döndüğünü ve —buradaki dünya beşeri bir dünya olup ancak insanlar tarafından döndürülüyor olabileceğine göre — kimler tarafından döndürüldüğünü ortaya çıkartma şansını ister istemez peşinen ve ebediyen kaybetmiş olmanın ötesinde, mevcut dönme tarzım, yani yürürlükte olan münferit iç - düzenliliği inşam aşan bir belirleyiciliğin ürünüymüş gibi görüp-göstermesiyle, onu o şekilde döndürenlerin konumunu meşrulaştınp iktidarını pekiştiren ideolojik bir hizmetkar durumuna da düşmüş olacaktır.

KAYNAKÇA

EHOUN, Doğan, Sosyoloji ve Tarih, Der, Yay,, îstk., 1982
GUHVITCH, Georges, Sosyoloji ve Felsefe, Değişim Yay., İst., 1985
GRANAI, Georges, "Techniques de S'enquête sociologique" in Gurvitch Sosyolojisi, (K.Cangızbay), Değişim Yay., tst, 1985
MEBIÇ, CEMIL, Sosyolog — İlk Sosyalist : Saint - Simon, Çan Yay., 1st., 1867
ÖNER, Necati, insan Hürriyeti, Selçuk Yay., Ank., 1982
SEZER, Baykan, Sosyolojinin Ana Baslıkları, 1st. 0. Ed. Fak. Yay., İst., 1985
YILDIRIM, Cemal, Bilim Felsefesi, Remzi Yay., İst., 1979

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP