DEMOKRASİ EĞİTİMİ

Sabri Büyükdüvenci

Düşüncelerimi iki ana nokta üzerinde yoğunlaştırmak istiyorum; 'Demokrasi'nin ne olduğunu tam olarak ortaya koymaya çalışmaktan çok (ki bunun mümkün olup olamayacağı tartışmalıdır) önemli gördüğüm temel boyutlarını irdelemek, bunun eğitimle olan ilişkisine değinmek ve ikinci olarak ta yine bu bağlamda ülkemizdeki demokratikleşme sorununun bazı felsefi ve kültürel kaynaklarım belirleme denemesinde bulunmak...

Sık sık gönderme yapılan 'eski yunan demokrasisi' ile çağdaş demokrasi arasındaki önemli farklılık 'siyasal güç'le 'birey arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır. Çağdaş demokratik yapılanmalarda güç istismarını önleyen kuramsal sınırlandırmalar, düzenlemeler sözkonusudur. Güç istismarı aslında otokart ya da diktacı tutumun bir göstergesidir. Bir yaşama ve yönetim biçimi olarak 'demokrasi' bireyin, toplumun özgürleşmesini temsil eder. içerir. Bilindiği gibi, bir demokraside insanlar özgür bir biçimde yöneticilerini seçebliir ve seçilenler de tüm bireylerin eşitliğini esas alan yasa ve düzenlemelere uygun olarak bunları yönetir. Seçilmiş yöneticileri özgür ve adil seçimlerle değiştirme gücüne ve hakkına sahip olmak da çağdaş demokrasinin özünü oluşturur. Uygun yöneticileri seçebilmek seçmenlerin sorumluluğu olmaktadır.

Şimdi bunlar aslında sorunun biçimsel boyutuna ilişkindir. Ve bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim, bu biçimsel boyutun içeriğini dolduracak 'demokratik, siyasal kültürün, mentalitenin varlığı ya da yokluğu demokrasinin uygulaması ve yaşanmasını güçleştirir ya- da kolaylaştırır. Soruna bu açıdan bakıldığında 'ekonomik ve kültürel gelişme' yönünden geri kalmış ülkelerde demokrasiyi uygulamaya sokmanın, dahası yaşamanın birçok güçlüğü beraberinde getireceği açıktır. Sözgelimi, 'özgürlük' kavramının yeterince gelişmediği kültürel bir gelenekte 'otoriter çoğunluk' anlayışı, otoriter bir siyasi sistem ön plana çıkacaktır. Buna 'parmak demokrasisi' demek yerinde olur. Önemli kararlar, değişim ve bunun zamanlaması sonuçta ve genellikle gücü elinde tutanın kararları olmaktan öteye gidemeyecektir. Farklı düşünçelerin, inançların özgürce ifade edilmesi engellenecek, bireye kategorik, standart düşünceler, gücü elinde tutanın 'inanç' sistemi en geniş anlamıyla 'eğitim' yoluyla empoze edilecektir. Bunun sonucunda ortaya çıkacak olan şey ise 'kutuplaşma' dır. Muhalifin olumsuzlanmasıyla işleyen bu yapı her türlü yaratıcılığın da önünü kesecektir. Her yeni görüş, yaklaşım belli bir kutup içinde anlamlı ya da geçerli olacak, düşüncelerin kendisinden çok belli bir kutup içinde olmak önem taşıyacaktır. Doğru ya da gerçeği (şayet böyle birşey varsa) katleden, yok eden bir işleyiştir bu. Böylesine kutuplaşmış bir kültür yapısından çok yönlü bir toplum yapısına geçmenin demokratik oluşumun hazırlanmasında zorunlu olduğu düşüncesindeyim.

'Demokratik eğitim' derken düşündüklerimi şu inanca dayandırmaktayım: Demokraitk eğitim, herhangi bir siyasal sisteme ve herhangi bir 'iyi yaşam' kavramına kör bir bağlılığı baştan reddeder. Bu durmda, Tjireysel özgürlükle', 'sivil erdemler (ya da demokrasinin erdemleri diyelim) arasındaki uzlaşmanın nasıl gerçekleştirileceği başlıbaşına bir sorun olmaktadır. Bir başka deyişle, bir yandan düşünce ve basın özgürülğü yüceltilecek, diğer yandan insanların dürüst olmaları, yalan, aldatma ve iftiradan kaçınmaları istenecek; bir yandan 'inanç özgürlüğü talep edilecek öte yandan yönetimlerin insanları iyi inançlara yönelmelerini sağlamaları istenecek; bir yandan eş seçiminde ve yeniden seçiminde özgürlük talepleri, öte yandan da istikrarlı bir aile yapısına ilişkin beklentiler... Kısaca, bir yanda özgürlüklerin giderek genişletilmesi istemleri, öte yanda da bu genişlemenin toplum yaşamını aşındıracağı korkuları...

Bireysel özgürlükle sivil erdemler arasındaki bu gerilimler eğitimde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelik hangisine verilmelidir? Şurası açık ki, ortak bir 'iyi' çevresinde bütünleşmiş toplumlar istisnasız baskıcı ve ayrımcı olagelmişlerdir. Bu 'ortak iyi' nin dışında kalanlar 'hoşgörü'nün de dışında kalmaktadırlar. Ulus-devlet anlayışı bu durumun şimdilerde sorgulanan çarpıcı bir örneğidir. Şimdi şöyle bir ikilemle karşı karşıya kalmış bulnuyoruz; ya bırakalım çocuklar kendi kimliklerini kendileri belirlesinler, ya da toplu'm bu kimliği onlar için belirlesin... Böyle bir ikili bölmenin bir zorunluluk olmadığını düşünüyorum; sivil erdemlerin geliştirilmesi bireysel seçme özgürlüğünün dışlanmasını gerektirmez. Akıl gücü, bireysellik, bağımlılık, dürüstlük, hoşgörü, karşılıklı saygı, bu sözünü ettiğim sivil erdemlerden önemli gördüklerimdir. Buradaki yaklaşımım şudur; bireyler, toplumlarını kopye eden değil, bilinçli bir biçimde yeniden oluşturan kişiler olarak eğitilmek durumundadır. Böylece 'bilinçli yeniden sosyal yapılandırma' demokratik eğitimin temel bir amacı olarak belirlenebilir.

Bir toplumun kendini bilinçli bir biçimde yeniden oluşturma sürecine sokabilmesinin önkoşullarından birisi 'baskıcı olmaması' dır. Baskının olmamasıyla kastettiğim farklı yaşama biçimleri arasında bireylerin yapacakları seçimin yolunu açık tutmak, tıkamamaktır. Farklı 'iyi yaşama' kavramlarının gelişebilmesine olanak tanımaktır.

Bir diğer koşul da 'ayrımcı olmaması'dır. Buna 'dışlamama ilkesi de denebilir; ırk, din, etnik köken, vb. özelliklerin eğitimde temele alınmaması demektir. Böylece, demokratik erdemler anayasal demokrasinin gerçekleşebilmesinin zorunlu koşulları olurken, bireysel özgürlükle de kişisel ve siyasal özerkliğin yolu açılarak kişilerin otoritenin yönettiği insanlar olmaktan kurtulması söz konusu olacaktır. Ben buna 'gerilimlerle yaşamaya alışmak diyorum... gerilimlerle birlikte yaşama ilkelerini bulmak... demokrasi'den bunu anlıyorum. Ve kuşkusuz bu kolay değildir. Ancak bu gerilemelerden kurtuluşu vadeden seçenekler düşünüldüğünde 'demokrasi' daha bir ilgi konusu olmaktadır.

Bu gerilimin iki kaynağı, daha önce sözünü ettiğim ikilem, yani 'bireysellik' ve karşısında 'toplum' ikileminin anlaşılmasının 'demokrasinin niteliğini kavramada gerekli olduğunu düşünmekteyim. Buna şunun için gerek var çünkü 'liberal demokrasiler' çoğu kez 'bireycilik' le suçlanmaktadır. Buna göre. 'demokrasi' insanlara atalarını unutturur; onları toplumdan soyutlar, gibi suçlamalar... Öyleyse nedir bireycilik, nedir toplum ve toplum yaşamı?

Toplum yaşamı sivil yaşamdır. Sivil yaşamın temelleri olarak ta ortak anlayışlar çeşitlilik gösterir; bazı yerlerde bu 'ulusal kültür', bazılarında 'egemen bir din , bazılarında da 'ortak bir tarih ya da siyasal kültür' alabilir. Aslında böyle bir toplum anlayışı özde Aristotelesçi yapılanmayı çağnştarmaktadır. Yaşam, tam anlamıyla toplum içinde yaşanmalıdır. Bu, yurttaşın yaşamıdır. Toplumdan ayrı bir gelişme olanaksızdır.

Toplum dışında yaşayanlar ya tanrıdırlar ya da hayvan. Bu ortak yaşam klasik anlamda bir anayasayı gerektirir. Yani: toplumun pratikleri ve amaçlan üzerinde, insan için 'iyi' olan üzerinde anlaşmayı, uzlaşmayı gerektirir. Anayasa böylece yalnızca toplumsal yaşamın değil, eğitimin de temellerini oluşturur. Çünkü yurttaşlar anayasanın gerektirdiği niteliklere sahip olmak durumundadır. Aristoteles'e göre 'birey', devletin, toplumun dışında olandır; bu nedenle el sanatlarına ilişkin işler yurttaşın işi değildir, ya da modern versiyonu ile ekonomik yaşam toplumdan ayrılmanın da yolunu açar.

Sivil yaşam ve ekonomik yaşam böylece bir gerilimin iki ucudur. Çünkü ekonomik yaşam biçminde üretim özeldir, kişiseldir; herbir kişi kendi işine ve bazıları da üretim araçlarına sahiptir. Malların değiş tokuşu anlaşmalarla sağlanır. Bu 'bireycilik' biçiminin sonucu 'kapitalist bireycilik'tir. Böylesi bir toplum anlayışı ve doğurduğu bireyselciliğin temel özellikleri ise şunlardır;

1. Toplum yaşamı bir yurttaş yaşamıdır. Burada ifade edilen 'yurttaş' terimi daha önceden belirlenmiş ve tanımlanmış bir rolü içermektedir.

2. Gelişme, toplum yaşamına katılımıyla, toplum yaşamıyla özdeşleşme ile olasıdır.

3. Toplum yaşamına katılma insan için iyi bir yaşamın Özüdür.

4. Özel ilgilerin peşinden koşma olarak algılanan 'bireycilik' toplumsal çözümlemeye yol açar.

Aristoteles'le başlayan, Hegel, Marx ve Dewey'le süren bu anlayış liberal ve Marksist toplumların siyasal gelenekleri arasındaki ortak noklayı da belirtme olanağı vermektedir. Marx ve Dewey. her ikisi de kapitalizmin, devleti birbirine yabancılaşmış sınıflara ayıracağını vurgula maktadırlar. Her ikisi için de çözüm aynıdır: ekonomik yaşamı siyasal yaşamla bütünleştirmek. Böylece iş ve üretimin yönetimi yurttaşın rolü kapsamında olacaktır.

Bir diğer 'bireycilik' kavramı, insanların otonom (özerk) oldukları ya da kendilerine sahip oldukları savından çıkar. Kimse kimsenin doğal kölesi değildir, insanlar kendilerinin sahibidir ve otoritenin saygı duyması gereken haklara sahiptirler. Bu 'bireycilik' anlayışına 'liberal bireycilik' diyebiliriz. Bu anlayışta temel sorun 'bireysel özgürlükle' 'kamusal otorite' arasındaki gerilimdir. Bireyler haklara sahiptir ve bu haklar özel bir alan oluşturur. Bu özel alana zorla müdahale eden ve bu haklan bozan politika ya da uygulamalar üretecek biçimde toplumdan yana tavır koymak 'liberal bireycilikle' tutarsızlık oluşturur.

Liberalizmin gelişmesinde dinsel hoşgörünün gelişmesinin de önemli bir yer tuttuğunu belirtmek gerekir Dinsel farklılığın sivil yaşamda yol açtığı önemli konu. sivil yaşamın ahlaksal temellerini tartışmaya açmasıdır. Devletin temelinde belli bir din olduğunda yalnızca bu inancın üyeleri yurttaş olabilir. Liberal çözüm, otoritenin herhangi bir dinle temellendirilmemesidir. Din ve ahlak böylece bireyselleşmektedir. Dinsel inançlar ve pratikler kişilerin arzularına bırakılmaktadır. Devletin amacı, farklı görüş ve inançtaki insanlar arasında işbirliği ve yarışma ortamını hazırlamaktır. Böylece, siyasal otoritenin 'yansız bir diyalogu' baz alması gerektiği. liberal anlayışın temel inancı olmaktadır. Yansızlık iki görüşü içerir; bir kişinin 'iyi' kavramının bir diğerinden ve bir bireyin içsel olarak bir diğerinden daha üstün olduğu savıyla gücün haklı çıkarılamıyacağı...

Burada önemli olan, devletin ortak bir 'iyi yaşam' kavramından kaçınması gerektiği kadar, resmi ahlaksal yaklaşımlardan sakmmasıdır. Aksi halde, farklı ahlaksal ve dinsel inançlar için seçenek olanağı ortadan kalkacaktır. 'Liberal bireycilik böylece özerklik görüşüyle ya da 'yansızlık'la tanımlanabilir. Herbir yaklaşım, bireylerin yapacakları seçimlerde ya da iyi yaşam anlayışlarında başkalarının egemenliğinde olmamalarım dile getirir. Ve kapitalist kazanmalardan çok bilinç özgürlüğü ile daha yakından ilişkilidir. Ve daha önemlisi, toplum ve devletle özdeşleşmek söz konusu değildir. Çünkü böylesi bir özdeşleşme kamusal olarak tanımlanmış bir 'iyi yaşam' kavramını gerektirir. İyi yaşam kavramı ise yurttaşlıkla özdeşleşerek 'baskıcı' bir özellik kazanır. Böylece 'liberal bireycilik yurtaşlığın temellerini daraltmaktadır. Çocuklar devletin olmadığı gibi, anababalann da malı değildir. Kendi yaşamlarını oluşturma hakları vardır. Okullar, çocuklara çeşitli iyi yaşam kavramlarını keşfetme olanağı sağlamalıdır. Yoksa 'iyi yaşam' paketleri değil... Liberal yansızlık böylece eğitimi de sınırlamakta, ailesel ya da kültürel egemenliğin bir aracı olmaktan çıkarılmaktadır.

Çağdaş dünya da 'iyi' kavramlarının çokluğuna baktığımızda liberal anlayışın daha da gelişim göstereceği kestiriminde bulmak olası görünmektedir. Hele hele geleneksel düşünme biçimlerinin geçerliliğini yitirdiği yeni çağda bu daha da önemLi olmaktadır. Son yarım yüzyılda ortaya çıkan gelişmeler bunun somut örnekleridir; özellikle uluslararası ilişkilerde çarpıcı değişimler gözlenmektedir, uluslararası ilişkilerde geleneksel yönetim anlayışları temelde değişikliğe uğramıştır. Ülkeler arasındaki ilişkiler gönüllü işbirliğine dayanmaktadır. İşbirliği çağına girmiş bulunmaktayız.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP