NIETZSCHE FELSEFESİNDE DÜRTÜ VE METAFOR KAVRAMLARI

Metin COŞAR

Nietzsche, okunması ve anlaşılmasındaki güçlük bir yana, ölümünün üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen kültürel panoramada en fazla tartışılan filozoflardan biridir. Tartışmalar onun "ne söylediğine" ilişkin olup henüz bir fikir birliği sağlanmış görünmemektedir. Bu konuya ilişkin pek çok haklı neden sıralanabilir. Yazım üslubu, dili bu nedenler olarak gösterilse de (başkaları da eklenebilir) en önemlisi onun bir sistem içinde yazmadığı, diğer bir deyişle bir sistem filozofu olmadığıdır. Bir sistem içinde yazmaması onun söyledikleri arasında uyumsuzluk olduğunu göstermez. Aksine düşünceleri arasındaki bütünlük açısından bakıldığında, onun ilk söyledikleri ile son söyledikleri arasında kopukluk görülmemektedir. Felsefe tarihinde Nietzsche kadar haketmediği değerlendirmelere maruz kalan bir başka filozof nerdeyse yoktur. Olabildiğince yoruma açık olması ile Nietzsche kimi zaman ateist, immoralist, irrasyonalist olarak, kimi zaman da faşist ve hatta akıl hastası olarak değerlendirilmiştir. Olumsuzluklar ve yanlış değerlendirmeler bir yana bırakıldığında onun için söylenebilecek, ortak bir düşünce onun "yaşam filozofu" olduğudur. Burada soru şudur: Nasıl bir yaşam?

Nietzsche'nin bize sunduğu yaşam, onun deyimiyle, tehlikeli bir yaşamdır. Ona göre yaşam; isyan, başkaldırı, devinim ve yeniliktir. Eskimiş, köhnemiş kuralların alt üst edildiği bir dünyada insanın yolunu bulması için kendisini doğadan ayırmadan, onun bir parçası olarak yaşamasının gerektiğini savunur. Sürekli sorgulayan, yenileyen ve bunu yaparken de içinde bulunduğu toplumdan ayrılmayan, amor-fati düzleminde, önyargısız, -insanca, pek insanca-, Apollon-Dionysos'ca bir yaşam için -gücü isteyen- "însan"ın filozofudur Nietzsche îşte bu nedenlerdendir ki çoğu zaman uzak durulması gereken "tehlikeli" bir filozof olarak görülmüştür. Ancak böyle bir neden dahi onun gerçekten bir filozof olduğunu gösterir. Çünkü felsefenin amacı "rahatsız etmek" değil midir? Kaldıki böylesi bir rahatsızlık, bu başkaldırı, bu yeniden yapılanma Nietzsche tarzında yıkarak, yok ederek, parçalayarak değil "dans edilerek", "şarkı söylenerek", "sanatla", "estetik yaşamla" yapılabilir. Onun üst insanı estetik yaşamın insanıdır. Ruhu bedeniyle bütünleşmiş, yaşamını doğadan ayırmadan; sanat gibi bilim yapan, sanat gibi değerler üreten ve bunları sürekli yenileyen - plastik sanatçı gibi somut görüşle dolu, din adamı gibi merhametli, bilim adamı gibi amaç ve nedenler peşinde koşan- insandır. Diğer bir deyişle; Apollon ve Dionysos'un bütünüdür. Ne sadece Dionysos'ca yaşayan bir "varlık", nede sadece Apollon'ca yaşayan "sözde insan"dır. O, yaşadığımız dünyadaki kaos'un içinden Kosmos'u bulup çıkarabilendir. Karmaşanın içinden düzeni bulup çıkarmak estetik bir yaşamla, "felsefi bilgeliğin" hakim olduğu bir yaşamla mümkündür.

Nietzsche, insan için, yaşamı biyolojik bütünlük içinde ele alır. Yaşam zorunluluktur. İtirazı yaşamın devinimine müdahale eden değerler sisteminedir. Bu değerler "idealde reel olanı ararlar". İdeal'de reel bulunamayınca elde kalan reel'i reddetmektir. Reel olan biyolojik bütünlüktür. İnsan yaşamında "böyle bir bütünlüğe" sahip olduğu unutturulmuş, Nietzsche deyimiyle "dominant metaforların" esiri olmuştur. Körleştirilmiş "sürü" insanı olmuştur. Kendini yenileyememiştir. Biyolojik bütünlüğünün bir parçası olan "doğa" kendini yenilerken, o hep geride kalmıştır. Burada soru: İnsan kendini yenileyebileceği böyle bir güce sahip midir? Nietzsche insanın biyolojik olarak böyle bir güce sahip olduğunu belirtir. Buna "dürtü" (Trieb) adını veriyor. İşte dürtü ile Dionysos yönümüzden gelen güçle Apollon yönümüzü oluşturuyoruz.

Dürtü terimi Latince instinct'den gelmekte, Almanca Trieb; İngilizce instinct, drive, struggle, passion, affect terimleri ile karşılanmaktadır. Dilimizde ise bazen "itki", bazen de "içgüdü" terimi ile karşılık bulmaktadır. Nietzsche yorumcuları kavramın kullanımında önemli bir ayrım gözetmemektedirler. Örneğin, Kaufmann Trieb'e karşılık instinct terimini kullanırken, Breziale "drive" terimini kullanmaktadır. Ancak biz burada "instinct (içgüdü) ve "drive" (dürtü) arasında bir ayrımın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir ayrımın Nietzsche'yi anlamaya çalışırken önemli olduğunu belirtmek gerekiyor. Nietzsche dürtü ve içgüdü arasında kesin bir ayrım vermemektedir. Ancak dürtü, direkt sosyal yaşamla ilintilidir. İçgüdü ise tam anlamıyla biyolojik bir terim olmamasına rağmen dürtü ile karşılaştırıldığında daha fazla biyolojik içeriğe sahiptir. Diğer bir deyişle Nietzsche içgüdü terimini sosyal ve kültürel hayata ilişkin güçler olarak kullanmamakta, buna karşılık; dürtü terimini insanoğlunun sosyal ve kültürel başanlanndaki güçler olarak kullanmaktadır.

Bu perspektiften bakıldığında bütün içgüdü'ler potansiyel birer dürtü'dür, ancak bu geriye döndürülemez; hiçbir dürtü içgüdü olamaz. Hemen belirtelim ki, hiçbir dürtü ve içgüdü kendi başına var olamaz, ancak ve ancak birşey için var olabilirler. Bir filozofun "en bilinçli düşünmesi" sonuca götürücü anlamda içgüdü'leri aracılığıyla olur. Ancak bu değer vermeler anlamında dürtü" haline gelir. Başlangıçta sadece fizyolojik bir gereksinim iken, "düzenleyici önlemler", "kurallar haline getirme" sosyal yaşamın işidir; yani "dürtü"lerin işi. Tanrı inancı temelde "içgüdü"dür. Bu dinsel güdü, Tanrı kavramının toplumsallaştınlması ile "dürtü" haline gelir. Diğer bir deyişle "dürtü'ler ile kavrama metaforlar yükleyerek, "Baba", "Oğul" ve "Kutsal Ruh" olarak sosyal hayatın bir parçası olurlar.

İçgüdü bir şekilde kendini ortaya koyar. Eğer sahip olduğumuz herşey elimizden alınırsa ve geriye sadece güdülerin gerçekliğinden başka birşey kalmazsa, hayat bir şekilde devam edecektir. Bu "güç istemidir". Dünya "güç istemTnden başka birşey değildir. Burada yaşam tek bir temel formdan yola çıJkar. İçgüdü'ler, cinsellik gibi, değer yargılan altında metaforlarîa "dürtü" haline gelirler. Tıpkı Hıristiyan baskısı altında cinsel içgüdülerin kendilerini aşk'a yüceltmesi gibi. Hayvani dürtüler de Tanrı ideali karşısında "suç" olurlar. Özgürlük bir içgüdü olarak bir yaratma, bir biçim verme çabasıdır. Ancak "buyurabilen", "doğuştan efendi olan", "fetheden", "yok eden" kavramları özgürlük içgüdüsü'nün üstüne binince "dürtü" olur. Zorbalık için dürtü.

Eğer yaşam bir güç istemi ve bu da içgüdü ise içgüdü yaşamın kendisidir. Ancak buradan Nietzsche'nin "biotogism"e ulaştığı anlaşılmamalıdır. Nietzsche için yaşam aynı zamanda "sosyal" yaşamdır. İnsanın bütün ürettikleriyle, medeniyetiyle, kültürüyle sahip olduğu bir sosyal yaşam. Temelinde "güç istemi" olan bir sosyal yaşam. İşte bu sosyalleşme süreci, evrene hakim olma isteği en temel içgüdü'lerle ortaya çıkıyor ve dürtü haline geliyor.

Bütün dürtü'ler içinde en temel olanı "metafor oluşturma" dürtüsü'dür. Eğer bir sivrisinekle anlaşabilseydik, onun da evrende bizimle aynı pathosla (evrenin merkezi olma pathosu) uçtuğunu bilebilirdik. İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği metafor oluşturabilmesidir- ki bu dürtü'lerle olur- Ancak bu temel dürtü iki yönlüdür; yaratıcı ve yok edici, hem içimizdeki zalim, hem de yalnızca aklımızı değil vicdanımızı da boyunduruk altına alan bir canavar. Burada önemli nokta; Nietzsche felsefesi bütününde bu temel iki yönlülüğü, diğer bir deyişle "zıtların bütünlüğü"nü içerir. Apollon-Dionysos dualitesi de bunun bir göstergesidir.

Nietzsche dürtü için bir tanım vermemektedir. Dürtü için metafizik bir anlam da olamaz. Çünkü "saf bilgi için dürtü" yoktur. Gerçekte "saf olarak hiç birşey yoktur. Saf, mutlak, gibi kavramlar yaşamın bütünlüğünü rozan, insanın kendisini realiteden uzaklaştıran, insan uydurması "yalanlar"dır. İnsan realiteden (realite burada içinde yaşadığı, birlikte olduğu doğadır: Benim dışımda ancak benimle birlikte olan doğa. Nietzsche'nin Kant'a yaptığı eleştirilerden biri budur) uzaklaştığı içindir ki kendini sorgulayamaz, yenileyemez. Yaşam Apollon-Dionysos bütünlüğüne ulaştıracak metaforlar üretildiğinde (yeni illusyonlar) "gerçek" yaşam olacaktır. Gerçek yaşam "saf' yaşam değildir, çünkü mutlak değildir; zamanla eskiyecek ve değişecektir. Bu değişim "yaşam için ürettiğimiz metaforların" yenilenmesi anlamına gelir. Diğer bir deyişle dürtü'lerie ürettiğimiz, sosyal yönümüzün değişmesi; değerlerin yeniden değerlendirilmesi.

Metafor (metaphor) Grekçe'de "taşıma" anlamına gelir. Dilimizde "mecaz", "eğretileme" terimleri ile karşılanabilir. Felsefi olarak; bir olaya, duruma, olguya vb., yeni anlam yüklemektir. Kavrama, Nietzsche'deki yerinin daha iyi ortaya konulabilmesi için, epistemolojik açıdan bakmak gerekir. Felsefe tarihi boyunca, filozoflar bilen-bilinen arasındaki ilişkiyi çeşitli şekillerde ortaya koymuşlardır. Örneğin; aslı-kopyasi, aslının yansıması, algısal uygunluk vb. Bilen neyi bilir? Nasıl bilir? (İleride değineceğimiz bir husus; bu sorular Nietzsche'de "ne için bilir" şekline dönüşür. Eğer soru bu şekilde sorulmuyorsa "felsefi bilgelik"ten yoksunluğun göstergesidir.) Problem; bilinen'in, bilen'in varlığına bağlı olmaksızın varolması mümkün müdür sorusunda yatar. Nietzsche perspektifinden bakıldığında cevap hayır olacaktır. Ancak benim dışımdaki varlığın bilgisi yine ondan bağımsız benim tarafımdan oluşturulmuş bir tasarımlar ağıyla, bir üçüncü alanla mümkün olacaktır. Nietzsche için bu üçüncü alan "metafor"lar alanıdır. Metafor hiçbir zaman varlığın kendisi olamaz, ancak varlığı söze taşır. Çünkü metaforun kendisi de bir metafordur.

Nietzsche benim dışımda bir varlık alanını kabul eder. Ancak bu benden bağımsız bir varlık alanı değildir. Dokunabildiğim, içinde yaşadığım, devinimine katıldığım bir varlık alanıdır. Benden bağımsız ancak benim içinde olduğum bir varlık alanı, beni dış dünyadan ayırmaz. Ben dış dünyanın bilgisini elde etmeye çalışırken ürettiğim metaforlarla onu anlamlandırıyorum. Diğer bir deyişle; bilgi metaforlarla elde edilen bir transferden başka birşey değil, bilme de güncel (revaçta) metaforlarla yapılan bir iştir.

Nietzsche'ye göre "hakikat" kavramı bir "yamlsama"dır, Dış dünyaya ilişkin konuştuğumuzda, bildiğimize inandığımız şeyler, örneğin: renk, ağaç, kar, vb. şeylerin kendisi değil, onlara ilişkin metaforlardır-ki bunlar hiçbir şekilde şeylerin özüyle örtüşmezler. İnsanoğlunun bütün kültürü, medeniyeti, varlığı anlamlandırması, bilgisi, vb. şeylerin özüyle örtüşmeyen metaforlardan ibarettir. Metafor oluşturma mekanik bir süreçtir; fizyolojik olarak duyma ve sesle ifade şeklindeki bir süreç. Hemen belirtmek gerekir ki, Nietzsche yeni bir epistemoloji, bir teori ortaya atmamaktadır. Yaptığı sadece bir tesbittir. Onun temel kaygısı, epistemelojik değil ethiktir.

Niçin metafor üretiyoruz? Eğer bütün bilgilerimiz aslına uygun olduğunu sandığımız birer yanılsama ise, Nietzsche ile gelinen nokta hiç te iç açıcı görünmemektedir. Buradan; bütün kültür zaten "illuzyon"sa; insanın sanatı, bilimi, dini, edebiyatı vb. boşluktadır sonucu çıkar mı?

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP