İDEOLOJİLERİN OLUŞMASINDA EĞİTİMİN ROLÜ - 2
|
Burada eğitime ters bir işlev yükletilir. Eğitim aslında kişiliği, benliği var etme işlevi için vardır. Ama ideoloji-güç tekelinde ona yüklenen işlev, bunu engellemektir. Böylece kişiliksiz, kendisi olmayan, ezik, insanlar daha doğrusu yığınlar varedilir.İdeolojinin bu yönünü çok iyi bildiği için Soljenitsin, "Shakespeare'nin şerirlerinin hayal gücü bir düzine kadavradan öteye geçmiyordu. Çünkü ideoloji yoktu" (K. Bumin,Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Politikaya Övgü, s.20) der.
4. Mevcut Durum
Herhangi bir ideoloji kendisini üretebilecek bir iklimde kolayca boy atar, gelişir ve benimsenir. Böyle bir iklim kırılmış bir toplum olarak karşımıza çıkıyor. Bu tür toplumlarda değerler sarsılır, çoğu insan için geçerliliğini kaybeder. İnsanlar, bu yüzden etrafa savrulur, köksüzleşir.
Ayrıca, bu tür toplumlarda toplumsal bentler de çözülür. Cemaatleşmeler, kümeleşmeler dağılır. Çalkantı, kargaşa ve çözülme mekanı ve yön bulma istikrarını da sarsar. Dengeler alt-üst olur. Açlık, sefalet, bunalım insanlarda gerçek bir karşı olma durumu yaratır. İnsanlar bir bekleyiş içerisine girerler. Toplumsal yapı gelenekselliğini kaybeder, farklılaşır. Yeni iş ve meslekler doğar. Bunlar çevresinde yeni birliktelikler oluşur.
İşte tüm bu oluşumları ideolojiler okur. Bir söylem haline getirir. Onlara ümit verir. Yeni bir hayat tarzı sunar. Böylece ruhlarda ve kafalarda yer eder. Giderek insanları sarar. Onların enerjilerine yön ve hayat verir. Coşku, isyan, öğreti doğrultusunda tezahür eder. İdeoloji yerleşir benimsenir, kökleşir. Böylece insan ideolojinin bir nesnesi, objesi konumuna gelir. İdeoloji ona sahip olur, tasarrufuna alır. İnsanın hayat prensipleri, ideolojinin ilkeleriyle çakışır. Bunun dışında bir hayat anlayışı makbul sayılmaz. Bütün bu ablukaların sürmesi, insanın ideolojik çevreler içerisinde kalınmasına da bağlıdır. Böylece toplum, okul ve benzeri mekanlar ideolojinin hayat alanları olacak şekilde organize edilir. Burada devlet ve sistemin yanında aydınlara da önemli görevler düşer.
5.Aydınların Rolü
Çağımızda aydının işlevi yükselmiş ve çeşitlenmiştir. Meselâ, kültür değişmelerinde öncülük etmek, bunu kabul edilebilir kılmak, halkı etkilemek, yönlendirmek, evrensele ulaşmak, fikir üretmek, karşı olmak, köklü tercihlerde bulunmak. K. Manheim, bütün bunların yanında aydının 'çağın eğilimlerinin mümkün olduğu kadar bir sentezini yaptığını, dolayısıyla bir ideoloji taşıyor olduğunu da' vurgular. Böylece aydının en önemli özelliklerinden birinin "ses ve sözü mümkün olduğu kadar soyut, sözel ifade ve sembollere kavuşturması bunu iletme, bütün çevreleme ulaştırma gücüne sahip olması olarak gözükür (F. Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve İzimler, Ank., 1983, s.68).
Öyleyse aydının fikir üretmesi, modeller kurması, geçmişi ve günü okuyabilmesi onun vazgeçilmez bir vasfidrr. Bu haliyle aydın ideolojinin içerisindedir. Ne var ki, fikir üretme, entelektüel çaba güç bir uğraşıdır. Bu yüzden bizde aydın daha çok bir görevli konumunda kalmış ve öngörülen ideoloji doğrultusunda insanımızı, halkı yönlendirme çabası içerisinde olmuştur. Böylece o gerçek işlevinin dışına düşmüştür. Gerçeği arama, karşı olma, tenkitle aydınlatma verine, sistemden doğan aksaklıkları, ideolojiyi yerleştirme peşinde olmuştur. Onun bu konumu halkla farklılaşmasını getirmiş, bu yüzden genellikle kabul görmemiştir. Haliyle aydın güce dayanmış ve baskıyı olurlayan bir yapı kazanmıştır.
Nitekim bu durum, I. Dünya Savaşı'na taraf olan ülkelerin aydınlarında da görülmüş, onlar da karşı olma yerine, bu vahşeti olurlayabilmişlerdir. Ancak, bu gibi durumlara karşı haysiyetli seslerin yükseldiğine de şahit olmaktayız. Fransız aydınlardan (1927'lerde) Julien Benda'nm böyle bir konumda yer aldığını görüyoruz. Filozof Benda, çağdaş medeniyetin geçirdiği müthiş yıkıntının kökünde "ulemanın ihaneti"ni görür (Ülgener, Age., s.75). R. Aron da bu çıkışı destekler ve pekiştirir (1956'larda). Böylece tahlil, tenkid, karşı olma içe, düzenin özüne çevrilir.
İnsanda gelişmek, yükselmek, şan ve şöhrete kavuşmak isteği, hırsı vardır. Tatmin olma arzusu vardır. Bütün istekleri tepilen, tıkanan bir insan çoğu defa kine, öfkeye, intikam hırsına kapılır. Bu, aydında daha da güçlüdür. Benzerlerinden geri kalmış, ikbal kapıları üstüne kapanmış bir aydın çok farklı tepkiler geliştirebilir. Bu tür aydınlar grubunun bir yol arayacağı açıktır. Şartlar müsait olunca bütün bunlar akışa geçer. Bu gibi durumlarda ideolojinin ne olup-olmadiğı önemli değildir. Önemli olan onunla ne yapılmak istendiğidir. Burada aydın hem kendisini, çıkarım temel alır, hem de ideoloji maskesi takar. Onu yapar, taşır ama kendi için. Bu kendi için olma bazen bir gücü meşrulaştırma, sistemi olurlama, bazen de bir sınıf yahut devlet adına, vs. tezahür edebilir.
Ne olursa olsun burada gerçek, toplum ve gerçeği gözardı edilmiş, benlik-ihtiras öncelenmiştir. Bu yüzden Bumin, "İnsanlar, sloganı düşünüp yapanlar, alkışlayanlar, herkes sloganın yanlış olduğunu bilmektedir. İnsanların asıl devletleri kendileri, kendi kişisel çıkarlarıdır (K. Bumin, Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Paradigmaya Övgü, s.32) der.
Aydının böylece ideoloji yaptığı, taşıdığı, bunlarla kendisine yer etmeye çalıştığı açıktır. Bu ona herhangi bir imkân sağlayabilir. Ama bir korkuyu da beraberinde getirir: Yerini kaybetme, itilme, gözden düşme korkusunu. Bu, onun çok farklı bakış açılan geliştirmesine ve hâttâ taşkınlıklara varan davranışlar, söylemler oluşturmasına kaynaklık eder. Bütün bunların en korkuncu maskeyle gözükmektir. Daima başka maskeler takmaktadır. Aydın duruma göre çok farklı maskeler kullanabilir: Bilinen maskesi, saygınlık maskesi,... hâttâ (ben yoksam) kıyamet kopacak maskesi vs. bile takabilir.
Bütün bunlar bugün cereyan eden şeyler değildir. Tarihte de şartlar elverdiğinde cereyan etmiş, gelecekte de edecektir. Ülgener'in tesbitine göre I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Almanyasında bu oluşumun ibret verici örneklerine rastlanır. Neyin adına olursa olsun, dönemin Alman aydınları sağduyuyu, bilimi, ahlâkı, adaleti daha doğrusu insanı hiçe sayarlar. Fransa'da J.Benda'nın yaptığım bu sefer Almanya'da Weber yapar. M. Weber'in seslenişine kulak verelim: "Onda dünün Almanyası değil, bugünün Türkiye'sini de bulacağız... Weber, bu hengamede tüm sahte oluşumlara, çıkara dayalı maskeye, aklileştirmelere şiddetle karşı kor ve şöyle der:
"Bilim bugün kendi kendimizi düşünüp buldurtan ve gerçekler arasındaki ilişkileri öğrenmemizin hizmetinde tamamıyla ihtisasa dayalı bir meslek işidir. O kadar! Bilim, peygamber ve kahinler tarafından vahîy yoluyla dağıtılan bir atıfet ve inayet olmadığı gibi, evrenin mânası üzerine hüküm ve filozofça kuruntular yürütmek de değildir.... Tolstoy'un meşhur sorusu hatırlansın: Ne yapmamız gerektiğini, yaşamımızı nasıl düzenleyeceğimizi bize ilim öğretmeyecekse kim öğretir? Yahut kendi anlayışımıza göre soralım: Birbirini boğazlayan bunca tanrıdan hangisinin hizmetine koşacağız? Evet kim doğru yolu gösterecek? Bizim cevabımız şu: Ancak bir peygamber! Ama öylesi ortada yoksa veya sözlerine artık kimse kulak asmıyorsa, onu ille de yeryüzüne indireceğiz diye, devlet kapısında maaşlı veya imtiyazlı küçük küçük profesörlere dershanelerde peygamber sıfatı yapıştırmamızın alemi yoktur (Age.s.88).
Bu değerlendirme insanı, dolayısıyla toplumu dengede tutmak için güçlü prensipler, değerler aramamızın zaruretine de işaret eder. Yahut bu tür değerler bozulup geçersiz addedilince insanın benzerleri yerine sahtelerini ürettiği gerçeğini de dile getirir.
Weber değerlendirmelerini sürdürür: Böyle bir ortamda öğretici de kürsüde objektif bilgi veremez. İdeolojiyi taşır. Onun sözcülüğünü yapar. Onu meşruiaştırır. Gerçeğin tahtına oturtur. Böylece bilimin bilimsel nesnelliğin de sonu görünmüş olur. Her sahte ve uydurma aslında sevimsizdir. Ama uydurma peygamberin en sevimsizi ve çekilmez olanı, profesörden yapma peygamberdir. Devletten lisanslı bir sürü peygamber (Ülgener, Age., s. 89).
6. Sonuç
Hiçbir gerekçeyle insan tabiatını, kişiliğini çarpıtmak hakkımız olamaz. Düşünce ve ifade hürriyeti temel insanî bir haktır. Nasıl eğitimde fırsat eşitliği önemli bir olguysa, çok farklı fikir, inanç ve düşüncelerin eşit şartlarda varolması, bunun ortamının sağlanması aynı derecede önemlidir. İnsanın gerçekte var olması buna bağlıdır. Öyleyse önce düşünce ve ifade hürriyetinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bunun için;
- İnsanın biyolojisine saldırılmamalı, açıklıkla terbiye edilme yoluna gidilmemelidir.
- Farklı inanç, düşünce fikir vs. gibi kanaatleri benimseyen, belirli siyasi, sosyal, idari vs. gibi oluşumları irdeleyen, bunlara şüpheyle bakan, reddeden fertler gayri insani uygulamalara tabî olmamalı, işlerini kaybetmemelidirler.
- İdeoloji bir hile, çarpıtma, gücün devamı için kullanılmakta eğitime yüklenmektedir. Bütün sahalar ideolojiye daldırılmakta, onun verileriyle boyanmaktadır. Böylece özgün olma, farklı olma, üretimde bulunma gibi ferdin ve toplumun temel dinamikleri yok edilmektedir.
- Nihayetinde ideolojinin de insan eseri olduğu unutulmamalı, bu yüzden bir gün yerine yenisinin geçeceği gerçeği bir değer olarak gözönünde tutulmalıdır.
- İnsanlar, benimsedikleri düşüncelerinden dolayı ayrıma tâbi tutuluyorlarsa, yasalara geçirilmiş özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur.
- Öyleyse eğitim ve aydm, ideolojiyi yayma ve yerleştirmede bir vasıta görevi üstlenmemeli, gerçek işlevlerine kavuşturulmalıdır.
- Eğitimin gerçek işlevi kişiliklerin kullanılmasında insanın kendisi olmasında tecelli eder. Bu mânada o önce bir temizleme işlevi görür. Sahte oluşumları, mitleri, kurguları, vs. ferdin görmesini sağlayacak bir şekilde verilmelidir. Karşıt kanıtları üretmeli, şüpheyi göz önünde tutmalıdır.
- Toplumsal sistemin temel mekanizmalarını çeviren kişiler, aydınlar da gerçekten aydınlanmış kişiler, bilge kişiler olmalıdır. Bu da ideolojik kaygılarla yüklenmemiş sağlıklı bir eğitim gerçeğinde yatar.
- Elbette sağlıklı bir kamuoyu varetme de bir diğer güçlü bir direnç hattıdır.
- İnsana, her tür çoğulculuğa karşı oluşturulan totaliter rejim ve yapılanmaların teşhisi, tahlili ve yolunun tıkanması bir diğer hayati sorundur.
4. Mevcut Durum
Herhangi bir ideoloji kendisini üretebilecek bir iklimde kolayca boy atar, gelişir ve benimsenir. Böyle bir iklim kırılmış bir toplum olarak karşımıza çıkıyor. Bu tür toplumlarda değerler sarsılır, çoğu insan için geçerliliğini kaybeder. İnsanlar, bu yüzden etrafa savrulur, köksüzleşir.
Ayrıca, bu tür toplumlarda toplumsal bentler de çözülür. Cemaatleşmeler, kümeleşmeler dağılır. Çalkantı, kargaşa ve çözülme mekanı ve yön bulma istikrarını da sarsar. Dengeler alt-üst olur. Açlık, sefalet, bunalım insanlarda gerçek bir karşı olma durumu yaratır. İnsanlar bir bekleyiş içerisine girerler. Toplumsal yapı gelenekselliğini kaybeder, farklılaşır. Yeni iş ve meslekler doğar. Bunlar çevresinde yeni birliktelikler oluşur.
İşte tüm bu oluşumları ideolojiler okur. Bir söylem haline getirir. Onlara ümit verir. Yeni bir hayat tarzı sunar. Böylece ruhlarda ve kafalarda yer eder. Giderek insanları sarar. Onların enerjilerine yön ve hayat verir. Coşku, isyan, öğreti doğrultusunda tezahür eder. İdeoloji yerleşir benimsenir, kökleşir. Böylece insan ideolojinin bir nesnesi, objesi konumuna gelir. İdeoloji ona sahip olur, tasarrufuna alır. İnsanın hayat prensipleri, ideolojinin ilkeleriyle çakışır. Bunun dışında bir hayat anlayışı makbul sayılmaz. Bütün bu ablukaların sürmesi, insanın ideolojik çevreler içerisinde kalınmasına da bağlıdır. Böylece toplum, okul ve benzeri mekanlar ideolojinin hayat alanları olacak şekilde organize edilir. Burada devlet ve sistemin yanında aydınlara da önemli görevler düşer.
5.Aydınların Rolü
Çağımızda aydının işlevi yükselmiş ve çeşitlenmiştir. Meselâ, kültür değişmelerinde öncülük etmek, bunu kabul edilebilir kılmak, halkı etkilemek, yönlendirmek, evrensele ulaşmak, fikir üretmek, karşı olmak, köklü tercihlerde bulunmak. K. Manheim, bütün bunların yanında aydının 'çağın eğilimlerinin mümkün olduğu kadar bir sentezini yaptığını, dolayısıyla bir ideoloji taşıyor olduğunu da' vurgular. Böylece aydının en önemli özelliklerinden birinin "ses ve sözü mümkün olduğu kadar soyut, sözel ifade ve sembollere kavuşturması bunu iletme, bütün çevreleme ulaştırma gücüne sahip olması olarak gözükür (F. Ülgener, Zihniyet, Aydınlar ve İzimler, Ank., 1983, s.68).
Öyleyse aydının fikir üretmesi, modeller kurması, geçmişi ve günü okuyabilmesi onun vazgeçilmez bir vasfidrr. Bu haliyle aydın ideolojinin içerisindedir. Ne var ki, fikir üretme, entelektüel çaba güç bir uğraşıdır. Bu yüzden bizde aydın daha çok bir görevli konumunda kalmış ve öngörülen ideoloji doğrultusunda insanımızı, halkı yönlendirme çabası içerisinde olmuştur. Böylece o gerçek işlevinin dışına düşmüştür. Gerçeği arama, karşı olma, tenkitle aydınlatma verine, sistemden doğan aksaklıkları, ideolojiyi yerleştirme peşinde olmuştur. Onun bu konumu halkla farklılaşmasını getirmiş, bu yüzden genellikle kabul görmemiştir. Haliyle aydın güce dayanmış ve baskıyı olurlayan bir yapı kazanmıştır.
Nitekim bu durum, I. Dünya Savaşı'na taraf olan ülkelerin aydınlarında da görülmüş, onlar da karşı olma yerine, bu vahşeti olurlayabilmişlerdir. Ancak, bu gibi durumlara karşı haysiyetli seslerin yükseldiğine de şahit olmaktayız. Fransız aydınlardan (1927'lerde) Julien Benda'nm böyle bir konumda yer aldığını görüyoruz. Filozof Benda, çağdaş medeniyetin geçirdiği müthiş yıkıntının kökünde "ulemanın ihaneti"ni görür (Ülgener, Age., s.75). R. Aron da bu çıkışı destekler ve pekiştirir (1956'larda). Böylece tahlil, tenkid, karşı olma içe, düzenin özüne çevrilir.
İnsanda gelişmek, yükselmek, şan ve şöhrete kavuşmak isteği, hırsı vardır. Tatmin olma arzusu vardır. Bütün istekleri tepilen, tıkanan bir insan çoğu defa kine, öfkeye, intikam hırsına kapılır. Bu, aydında daha da güçlüdür. Benzerlerinden geri kalmış, ikbal kapıları üstüne kapanmış bir aydın çok farklı tepkiler geliştirebilir. Bu tür aydınlar grubunun bir yol arayacağı açıktır. Şartlar müsait olunca bütün bunlar akışa geçer. Bu gibi durumlarda ideolojinin ne olup-olmadiğı önemli değildir. Önemli olan onunla ne yapılmak istendiğidir. Burada aydın hem kendisini, çıkarım temel alır, hem de ideoloji maskesi takar. Onu yapar, taşır ama kendi için. Bu kendi için olma bazen bir gücü meşrulaştırma, sistemi olurlama, bazen de bir sınıf yahut devlet adına, vs. tezahür edebilir.
Ne olursa olsun burada gerçek, toplum ve gerçeği gözardı edilmiş, benlik-ihtiras öncelenmiştir. Bu yüzden Bumin, "İnsanlar, sloganı düşünüp yapanlar, alkışlayanlar, herkes sloganın yanlış olduğunu bilmektedir. İnsanların asıl devletleri kendileri, kendi kişisel çıkarlarıdır (K. Bumin, Okulumuz, Resmi İdeolojimiz ve Paradigmaya Övgü, s.32) der.
Aydının böylece ideoloji yaptığı, taşıdığı, bunlarla kendisine yer etmeye çalıştığı açıktır. Bu ona herhangi bir imkân sağlayabilir. Ama bir korkuyu da beraberinde getirir: Yerini kaybetme, itilme, gözden düşme korkusunu. Bu, onun çok farklı bakış açılan geliştirmesine ve hâttâ taşkınlıklara varan davranışlar, söylemler oluşturmasına kaynaklık eder. Bütün bunların en korkuncu maskeyle gözükmektir. Daima başka maskeler takmaktadır. Aydın duruma göre çok farklı maskeler kullanabilir: Bilinen maskesi, saygınlık maskesi,... hâttâ (ben yoksam) kıyamet kopacak maskesi vs. bile takabilir.
Bütün bunlar bugün cereyan eden şeyler değildir. Tarihte de şartlar elverdiğinde cereyan etmiş, gelecekte de edecektir. Ülgener'in tesbitine göre I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Almanyasında bu oluşumun ibret verici örneklerine rastlanır. Neyin adına olursa olsun, dönemin Alman aydınları sağduyuyu, bilimi, ahlâkı, adaleti daha doğrusu insanı hiçe sayarlar. Fransa'da J.Benda'nın yaptığım bu sefer Almanya'da Weber yapar. M. Weber'in seslenişine kulak verelim: "Onda dünün Almanyası değil, bugünün Türkiye'sini de bulacağız... Weber, bu hengamede tüm sahte oluşumlara, çıkara dayalı maskeye, aklileştirmelere şiddetle karşı kor ve şöyle der:
"Bilim bugün kendi kendimizi düşünüp buldurtan ve gerçekler arasındaki ilişkileri öğrenmemizin hizmetinde tamamıyla ihtisasa dayalı bir meslek işidir. O kadar! Bilim, peygamber ve kahinler tarafından vahîy yoluyla dağıtılan bir atıfet ve inayet olmadığı gibi, evrenin mânası üzerine hüküm ve filozofça kuruntular yürütmek de değildir.... Tolstoy'un meşhur sorusu hatırlansın: Ne yapmamız gerektiğini, yaşamımızı nasıl düzenleyeceğimizi bize ilim öğretmeyecekse kim öğretir? Yahut kendi anlayışımıza göre soralım: Birbirini boğazlayan bunca tanrıdan hangisinin hizmetine koşacağız? Evet kim doğru yolu gösterecek? Bizim cevabımız şu: Ancak bir peygamber! Ama öylesi ortada yoksa veya sözlerine artık kimse kulak asmıyorsa, onu ille de yeryüzüne indireceğiz diye, devlet kapısında maaşlı veya imtiyazlı küçük küçük profesörlere dershanelerde peygamber sıfatı yapıştırmamızın alemi yoktur (Age.s.88).
Bu değerlendirme insanı, dolayısıyla toplumu dengede tutmak için güçlü prensipler, değerler aramamızın zaruretine de işaret eder. Yahut bu tür değerler bozulup geçersiz addedilince insanın benzerleri yerine sahtelerini ürettiği gerçeğini de dile getirir.
Weber değerlendirmelerini sürdürür: Böyle bir ortamda öğretici de kürsüde objektif bilgi veremez. İdeolojiyi taşır. Onun sözcülüğünü yapar. Onu meşruiaştırır. Gerçeğin tahtına oturtur. Böylece bilimin bilimsel nesnelliğin de sonu görünmüş olur. Her sahte ve uydurma aslında sevimsizdir. Ama uydurma peygamberin en sevimsizi ve çekilmez olanı, profesörden yapma peygamberdir. Devletten lisanslı bir sürü peygamber (Ülgener, Age., s. 89).
6. Sonuç
Hiçbir gerekçeyle insan tabiatını, kişiliğini çarpıtmak hakkımız olamaz. Düşünce ve ifade hürriyeti temel insanî bir haktır. Nasıl eğitimde fırsat eşitliği önemli bir olguysa, çok farklı fikir, inanç ve düşüncelerin eşit şartlarda varolması, bunun ortamının sağlanması aynı derecede önemlidir. İnsanın gerçekte var olması buna bağlıdır. Öyleyse önce düşünce ve ifade hürriyetinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bunun için;
- İnsanın biyolojisine saldırılmamalı, açıklıkla terbiye edilme yoluna gidilmemelidir.
- Farklı inanç, düşünce fikir vs. gibi kanaatleri benimseyen, belirli siyasi, sosyal, idari vs. gibi oluşumları irdeleyen, bunlara şüpheyle bakan, reddeden fertler gayri insani uygulamalara tabî olmamalı, işlerini kaybetmemelidirler.
- İdeoloji bir hile, çarpıtma, gücün devamı için kullanılmakta eğitime yüklenmektedir. Bütün sahalar ideolojiye daldırılmakta, onun verileriyle boyanmaktadır. Böylece özgün olma, farklı olma, üretimde bulunma gibi ferdin ve toplumun temel dinamikleri yok edilmektedir.
- Nihayetinde ideolojinin de insan eseri olduğu unutulmamalı, bu yüzden bir gün yerine yenisinin geçeceği gerçeği bir değer olarak gözönünde tutulmalıdır.
- İnsanlar, benimsedikleri düşüncelerinden dolayı ayrıma tâbi tutuluyorlarsa, yasalara geçirilmiş özgürlüklerin hiçbir anlamı yoktur.
- Öyleyse eğitim ve aydm, ideolojiyi yayma ve yerleştirmede bir vasıta görevi üstlenmemeli, gerçek işlevlerine kavuşturulmalıdır.
- Eğitimin gerçek işlevi kişiliklerin kullanılmasında insanın kendisi olmasında tecelli eder. Bu mânada o önce bir temizleme işlevi görür. Sahte oluşumları, mitleri, kurguları, vs. ferdin görmesini sağlayacak bir şekilde verilmelidir. Karşıt kanıtları üretmeli, şüpheyi göz önünde tutmalıdır.
- Toplumsal sistemin temel mekanizmalarını çeviren kişiler, aydınlar da gerçekten aydınlanmış kişiler, bilge kişiler olmalıdır. Bu da ideolojik kaygılarla yüklenmemiş sağlıklı bir eğitim gerçeğinde yatar.
- Elbette sağlıklı bir kamuoyu varetme de bir diğer güçlü bir direnç hattıdır.
- İnsana, her tür çoğulculuğa karşı oluşturulan totaliter rejim ve yapılanmaların teşhisi, tahlili ve yolunun tıkanması bir diğer hayati sorundur.