İSLAM FELSEFESİNDE VARLIK ÖĞRETİLERİNİN ÖNCÜLERİ - 1

Alparslan Açıkgenç

İslam felsefi düşünce tarihinde, varlık öğretisini geliştiren ilk filozoflar Kindi ve Farabi'dir. Bunu genel hatlarıyla özetlemeyi amaçladığımız bu çalışmamızda, İslâm Felsefesinde kapsamlı bir varlık kuramım ilk defa Farabi'nin ortaya koyduğunu da göstermeyi ümit etmekteyiz. Önce Farabi'nin varlık felsefesinin genel özelliklerini aşağıdaki maddeler halinde belirtmek istiyorum.

1. Varlık en genel kavramdır.
2. Varlık bir yüklem (mahmul) değildir.
3. Varlık tanımlanamaz.
4. Varlık mahiyetin bir arazıdır.

Burada kısaca özetlemeye çalışacağımız, islam felsefesindeki ilk varlık kuramını, bu dört temel önerme ışığında ele alacağız. Fakat önce, Kindi ve Farabi'nin bir varlık kuramı geliştirmelerine zemin hazırlayan bazı önçalışmalardan bahsetmemiz konuya ışık tutacaktır.

1. İSLAM FELSEFESİNDE VARLIK KAVRAMINA İLK YAKLAŞIMLAR

Kindi ve Farabi'nin, biç şüphesiz ki en önemli öncüsü, Aristoteles'tir. Fakat varlık hakkındaki bu görüşler Aristoteles felsefesi genelinde herhangi bir önem taşımadıkları için İslâm felsefesinde olduğu gibi geliştirilmemiş ve gizli kalmıştır. Hatta varlık hakkında ileri sürdüğü görüşlerle, Aristoteles'in, Müslüman filozofların ortaya koyduğunu anlatmak istediği bile şüphelidir. Zira fikirler benzer görülebileceği halde bağlamların farklılığı, fikirlerin benzerliğini ortadan kaldıracaktır. Bunu daha iyi gösterebilmek için Aristoteles'in varlık anlayışına kısaca bir göz atabiliriz.

Aristoteles, varlığı en genel bir yüklem olarak tanımlayıp onun bir cins olmadığını kabul etmiştir (Metafizik, 998 b 17). Ayrıca varlık kavramım bir cins olarak kabul etmediği için varlığın hiç bir şeyin mahiyeti olmayacağını da Aristoteles belirtmiştir (Posterior Analytics, 92 b 13-15). Bu da onun, varlık ile mahiyet arasında bir fark gözettiğini küçük ölçüde de olsa gösterir. Aristoteles'de varlık-mahiyet ayırımı kendini en belirgin şekilde bilgi kuramına temel teşkil eden bir öncellikte gösterir; bu da varlık hakkındaki sorularm 'ne'lik hakkındaki sorulardan mantık yönünden önce gelmesidir.

Aristoteles'in şu paragrafı bu doruma ışık tutabilir:

"Başka bir deyişle, tanım yolu ile asıl mahiyeti nasıl isbat etmeliyiz? Kim, insan-veya herhangi bir şeyin-mahiyetinin ne olduğunu bilirse, insanın var olduğunu da biliyor demektir."

Buradan şu iki önemli ve biri diğerini gerektiren sonucu çıkarabiliriz; bir şeyin varlığını bildiğimiz halde, kendisinin ne olduğunu bilemeyebiliriz. O halde bir şeyin mahiyetini bilince, var olduğunu önceden bilmemiz zorunludur. Demek ki, varlık, bilgi yönünden mahiyetten Önce gelir. Fakat şunu belirtmeliyiz ki, burada 'öncelik', 'bağımlılık' demek değildir; yani bir şey hakkındaki bilgi, varlığının bilinmesine bağlı değildir. Onun için bir kimse, var olduğunu bilmeden de bir şeyi bilebilir. Aristoteles'in burada anlatmak istediği temelde şudur Bir şey hakkında bilgi edinmek için soracağımız sorulan sıralarsak varlık sorusu en önde gelir, çünkü bir şeyin varlığını bilmeden o şey hakkındaki bilgilerimiz pek fazla bir şey ifade etmez.

Dokuzuncu asır kelamcılann yazılarında da varlık hakkında bazı görüşlere rastlamaktayız. Bu yazılarda asıl konu Allah'ın sıfatları meselesidir. Mutezileler, Allah'ın varlığı ile mahiyetinin aynı olduğunu ve dolayısı ile bütün ilahi mahiyetle de aynı olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, şayet Allah'ın sıfatlan hakkında tasdikle konuşursak Allah'ta özne ve yüklem (mevdu-mahmul) bileşkesini ileri sürmüş oluruz. Halbuki Allah, en mutlak anlamda birdir, böyle bir ikiliği ve bunun neticesinde de sıfatlar çokluğunu kabul edemeyiz.

Allah'ın sıfatlarının varlığı meselesi kelamcılan tümeller konusuna taşımıştır. Böylece bu konuda "Realism"i savunan Mutezileler (Ebu Haşim, ....933 gibi) genelde tümellerin de Allah'ın sıfatları gibi varlık ve yokluk arasında özel bir durum teşkil ettiklerini ileri sürdüler.

Bu kelamcılar aynı zamanda varlığın bir şeyin sahip olduğu veya olmadığı bir sıfat ya da bir keyfiyet olduğunu ileri sürdüler. Dolayısıyla bir şey ona sahip ise var olur (mevcud); sahip değil ise yok (ma'dum) olur. Diğer taraftan kavrama (conceptualist) Mutezileler bunu reddettiler (Muammer,.... 900 gibi) ve bütün tümel kavramların- varlık, vahdet, zorunluluk gibi en genel yüklemler ya da keyfiyetler hariç-sadece zihinde fikir olarak var olduklarını ileri sürdüler.

Mutezilelerin bu tartışmalarında varlıkla ilgili konulan şöyle özetleyebiliriz: Varlık, en genel yüklem olup tümeller için özel bir durum teşkil eder. Varlık hem mantık açısından hem de ontolojik açıdan bir yüklemdir. Bundan da anlaşılıyor ki Farabi'ye kadar olan kelamcılar bilhassa Mutezileler genel olarak varlığı, diğer bütün sıfatlar gibi bir sıfat ve keyfiyet olarak benimsemişlerdir.

2. KİNDİ'NİN ESERLERİNDE "VARLIK" KAVRAMI

Ebu Yusuf Yakup ibn ishak aî-Kindi (Ö.S73), ilk Müslüman Yenieflatuncu-Aristocu (Meşşâi) filozof olarak bilinir. Kindi, Mutezile'nin Bağdat ekolünden gelmekte ve bu yüzden eserleri genellikle Mutezile kelamcılarma yakınlık göstermektedir. Bunun için kelam ile ilgili konularda Mutezileye eğilimi olduğu kabul edilir. Kindi'nin, elimizde olan eserlerini inceleyince görüyoruz ki, varlık hakkındaki görüşleri, Mutezile tartışmalarından değişik olmayıp bu konuda yeni bir katkısı olmamıştır. Aslında varlık hakkındaki fikirleri sınırlıdır. Burada varlıkla ilgili konuların geçtiği en önemli eserlerini inceleyeceğiz.

Varlık kavramının konu edildiği kitap tahmin edileceği gibi Kindi' nin Fi Falsafati-Ûla adlı eseridir, çünkü Peripatetik bir yaklaşımla kitabına bu adı yani ilk Felsefe adım veriyorki, Aristoteles'in tanımı ile ilk felsefe, yani metafizik, "varlığı varlık olarak araştıran bilimdir. " Buna göre, Kindi ilk felsefenin sabit ve ezeli cevheri inceleyen bilim olduğunu ileri sürmüştür. Bu eserde Kindi, şu dört konuyu incelemektedir:

1.Felsefenin tanımı ve yöntemi,
2.Varlık ve kategoriler,
3.Sebepler ve ilk sebep,,
4.Gerçekte birlik.

ikinci konu olan "varlık" hakkında Kindi temel olarak şunları söylemektedir: ilmi araştırmalar dörttür, "var mı", "nedir", "hangisi" ve "niçin". Birincisi, bir şeyin varlığını inceler; ikincisi, var olanın hangi cinse ait olduğunu bulmaya çalışır; üçüncüsü, ise o şeye has olan ayırımları araştırır; dördüncüsü de amaç olan sebebi (ille-i gaiye) inceler.

Bundan anlaşılıyor ki Kindi, Aristoteles gibi bilgi kuramında varlıkla ilgili sorunlara öncelik vermiştir. Aristoteles'in varlığı en genel bir yüklem olarak kabul etmesi, Kindi'nin bu sonuca ulaşmasına sebep olmuştur. Buna delil olarak yine aynı kitabın ikinci konusunda Kindi'nin kategorilerle ilgili söylediklerini gösterebiliriz.

Kindi daha sonra varlığı ikiye ayınyor: tabiatı itibariyle duyusal oları varlık, ve akılsal olan varlık. Birincisi duyular yolu ile elde edilen bilgiye konu olur, ikincisi ise, akıl ile ulaştığımız bilginin konusu olan varlıktır.

Birinci tür varlık, tekil olan; ikincisi, tümel olan şeylerdir. Buradan anlaşılıyor ki, Kindi'nin varlık kavramını incelemesi tamamen ontolojik bir meraktan ibarettir. Kindi'nin, varlığı, devamlı kategorilerle ilgili olarak bahsetmesi bu görüşümüzü desteklemektedir.

Kindi de ayrıca varlık mahiyet ayırımını görmek mümkün değildir. Fakat bir şeyin kendi oluşmasında kendisi için sebep olup olamayacağı sorununu incelerken, bu konuya değindiğini söylemek mümkündür. Ancak yine da açık bir ayırım görülmemektedir. Konumuzla ilgili olduğu için Kindi'nin bu bölümdeki görüşlerini kısaca anlatmak istiyorum.

Kindi' ye göre, bir şey kendi mahiyetinin varlığı için sebep olabilir. Çünkü var olan bir şey şu dört durumdan biri içinde olduğu düşünülebilir:

1. O şeyin kendisi var olup mahiyeti yok olabilir,
2. kendisi yok, mahiyeti var olabilir,
3. hem kendisi hem de mahiyeti yok olabilir,
4. hem kendisi hem de mahiyeti var olabilir.

Şimdi bunlardan ilk üç durumda yok olalı bir şey hiç bir şey olacağı için bu önermeler yanlış olur. Diğer taraftan bir şeyin varlığı ile mahiyeti aynı ise o zaman dördüncü durumda çelişki doğurur. Fakat durum böyle olursa bir şey kendi mahiyetinin sebebi olamaz. Çünkü varlık, mahiyeti için sebep olursa o şeyin varlığı sebep, mahiyeti ise netice olur ki bunlar da tamamen farklı şeylerdirler. O halde bir şey kendi mahiyeti ile aynı olamaz ki bu da çelişki doğurur.

Burada hemen şunu belirtmemiz gerekir; Kindi'nin vardığı sonuç bir şeyin mahiyeti ile aynı olmasıdır. Halbuki Farabi bir şeyin varlığının, mahiyeti ile aynı olmadığım ileri sürmüştür. Dolayısıyle Kindi'de bir şeyin kendisi ile varlığı arasındaki ilişki açık olmadığı gibi bir şeyin genelde varlık kavramına ilgisi nedir sorusu yine de kapalı kalmıştır. Halbuki Farabi'de bu konu açıktır. Ona göre bir şeyin varlığı ile kendisi aynı şeydir.

Bu durumda şunu sorabiliriz: Bir şeyin mahiyeti ile kendisi aynı ise, varlığı nedir? Diğer bir deyişle; şey, mahiyet ve varlık arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu sorular Kindi'yi pek ilgilendinnemiştir.

Kindi, Felsefi Terimlerin Tanımı adlı eserinde madde, şekil, kategori, cevher, felsefe gibi bir çok terimlere yer vermisse de varlık kavramı burada işlenmemiştir. O halde, diyebiliriz ki, Kindi'nin eserlerinde varlık etraflı bir varlık öğretisi ortaya koyabilecek kadar incelenmemiştir. Varlık tanımlanabilir mi? Varlık ve mahiyet arasında nasıl bir ilişki vardır? Varhk bir yüklem, ya da bir sıfat mıdır? gibi sorulan henüz Kindi felsefesinde göremiyoruz. Bütün bu sorular, felsefe tarihinde sistemli ve etraflı bir varlık felsefesini ilk defa kuran Farabi tarafından sorulmuş veya cevaplandırılmıştır.

3. FARABİ'NİN ESERLERİNDE "VARLIK" KAVRAMI

Muhammed ibn Tarkan al-Farabi (ö. 950), mutlaka Kindi'nin eserlerinden haberdar idi. Buna rağmen Kindi'nin etkisi altında geniş ölçüde kaldığı söylenemez. Diğer taraftan Kindi' nin Farabi' ye olan etkisin en fazla siyasi felsefede olduğunu söyleyeoiliriz. Bunun için de gösterebileceğimiz en büyük delil, her ikisinin de siyasi felsefeyi konu aldıkları eserlerine aynı adı vermeleridir. Fakat kitapların içeriği incelenince Farabi' nin çok daha gelişmiş bir siyaset felsefesi kurduğu ve fikirlerinin de Kindi'den fazîa etkilenmemiş olduğu hemen dikkati çeker. Dunlop' un da belirtiği gibi Kindi' nin bu konuda Farabi' ye olan etkisi tamamen şekilsel kalmıştır ki bu da kitaplarını risale şekliyle sunmalarıdır.

Bu durumda konumuzla iligili kolarak varacağımız sonuç, Kindi'nin varlık konusunda kendi halefini etkileyici fazla bir şey bırakmamış olmasıdır. Varlık ile ilgili olarak her iki filozof un kullandıkları terimler, yine varlık felsefeleri arasındaki ilgiye ışık tutabilir. Mesela, Kindi eys ve leyse kelimelerini "varlık" ve "yokluk" için kullanmıştır.

Halbuki Farabi huvé den üretilen haviyye terimini "varlık" için kullanmıştır. Fakat bir nesne olarak bir şeye aynı anlamda delalet eden varlık için mevcud terimini, zıttı içinde ma 'dum terimini kullanmıştır. Ayrıca Kindi buna bir nevi yakın anlamda el-eysat terimini kullanır. Farabi, buna karşılık el-mevcudat terimini kullanmaktadır.
1 | 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP