İVAN ILLICHİN OKULSUZ TOPLUM'U VEYA LİBERAL EĞİTİM ANLAYIŞININ RADİKAL ELEŞTİRİSİ ÜZERİNE - 1

Necmettin TOZLU

Okulsuz Toplum'un tezleri, bağlı olduğu gelenek dikkate alınmadan etraflıca ve bütün boyutlarıyla kavranamaz. Bu yüzden kitap yayınlandığında üzerinde yapılan tahlil ve açıklamalar tatmin edici oluştan uzaktır. Okulsuz Toplum, bir yönüyle mevcut düzenin radikal bir eleştirisini yapan- eğitim ve öğretim açısından - anarşist geleneğe, bir yönüyle de aynı paralelde gelişen sol akımlarla Marksizme ilişir.

Eğitim tarihi bize eğitme ve eğitilme işinin ilk önce mabetler etrafında başladığını ve daha ziyade ferdi, yüzyüze bir mahiyet arzettiğini bildirir. Bu yüzden eğitim kitleye değil ferde dönüktür bu ilk adımda. Dahası her ferdi hedefe almaz.Yetenekli ve seçkin insanlara hitab eder. Eğitici açısından da kabule şayan olan seçkinlerin eğitime talip olmasıdır ve en önemlisi de gerçekten amaç, yetiştirmedir, geliştirmedir, daha doğrusu bi hakikati iletmek, bir mesajı alma kabiliyeti olanlara ulaştırmaktır.

Eğitimin gücü anlaşılınca giderek o bir silah, bir alet olarak kullanılır. Eğitilenler de, eğitenler de organize olur ve eğitim kurumsallaşır. Eğitimin meslekleşmesi, kurumsallaşması gayri tabii bir oluşum değildir. İtiraza konu edilen bu organlaşma ve meslekleşmenin her hangi bir güç odağı adına kullanılmaya başlaması ve süregelmiş olmasıdır. İşte radikal anarşist eğilim ve Marksizm toplumsal eğitime bu noktada karşı gelir ve sorgular. Onlara göre, okul ve eğitim sistemleri 18. yüzyıldan itibaren sanayinin çarklarını çeviren uysal, itaatkar ve masum insanlar yetiştirecek şekilde organize edilmiş, işçiler de sanayi devleti için şekillendirilmişlerdir. Böylece okul bir kitleyi körükörüne sanayi devletlerinin itaakar kölesi yapar, buyurucu devletin tüm emirlerine - doğru veya yanlış olsun evet demeyi öğretir. Bu demektir ki, işe göre insan, artık eğitim yoluyla hazırlanacak, en onur kırıcı işlerde bile en zor şartlarda çalışacak gönüllüler bu yolla sağlanacaktır. Burada eğitim bir değişme ve gelişmeyi değil tabakalaşmayı yüceltir, sınıfsal olguyu meşrulaştırır.

Okulun en etkili olduğu alan da kitleyi teşkil eden fertlerin düşüncelerini ablukaya alması, denetim güçlerinin doğrultusunda yönlendirmesidir. Nerede bir milli eğitim fikri doğmuşsa, orada politik güç zihinleri yönlendirebilecek içerikleri hazırlanmış, böylece kitle, eğitim yoluyla sistemi omuzlamaya hazırlamıştır.

Kanunlar da bu paralelde gündeme getirilmiş, baskı grupları ve zenginler bu yolla, haksız kazançlarını ve güçlerini meşrulaştırmışlardır. Okul ve devlet bu olumsuz gelişmenin merkezi ve koruyucusu olagelmiştir. Bu yüzden anayasalar da idare edilenlerin istek ve arzularına, özelliklerine göre değil, güç odaklarının çıkarlarına göre hazırlanmış belgelerdir. Hakikati ifade etmezler. Çıkar ilişkilerini yansıtırlar.

Bu yüzden bu belirleyicilere göre eğitilen toplum, artık bir sürüdür. Çünkü aklını, hürriyetini kullanma imkanı olmayan insanların oluşturdukları topluluklar ancak sürü olarak nitelendirilebilir. Zira bunlar hayatlarını da kendileri olarak tanzim etme hakkına sahip değillerdir. Böyle bir anlayışa da ulaşamamışlardır. Akıllarını kullanma yolları sürekli tıkanmış ve elleriden alınmıştır. Eğitim burada despotizmin emrindedir ve sürekli hakikati bastırma aracı olarak işlev görmektedir. Halbuki okulu bir mabet kabul eden hürriyetçi anlayışlar, onun, bireyleri daha olgun, daha fedakar ve varlığını millet ve topluma adayacak şekilde yetiştirdiğine inanıyorlardı. Dahası okul ve eğitim yoluyla refah toplumu oluşturulabilecek, bir çok toplumsal problemin üstesinden gelinebilecekti. Radikal eğitimciler, kapitalist sistem taraftarlarının bu kehanetlerinin yanlışlığını vurgular, özellikle Nazi Almanya'sında uygulanan üstün ırka göre oluşturulan insan haralarını buna örnek verirler. Hatta içeriği bir takım yanlış ve çarpıtıcı, duygusal motiflerle doldurulmuş Amerikan vatan severliğini de adaletsizliğin ve eşitsizliğin sürdürülmesi olarak nitelerler, bütün bunların devlet eliyle ve eğitim yoluyla, okulun aracılığıyla yapıldığını ifadeyle, denetimin etkinliğine ve sürekliliğine dikkat çekerler.

Devlet okulları, hep ideolojilerin özellikle kurulu sistemin ideolojilerinin bir yayım merkezi, bir hayat üssüdür. İnsanlar bu kurumlarda değiştirilir ve şekillendirilir. Böylece toplumu yönetme fikrini taşıyanlar, tahakküm ve hakimiyetlerini sürdürmenin esas merkezi olarak okulu görürler.

Okul sistemleri iktidar sahiplerinin ve devletin istekleri doğrultusunda bir felsefeyi yansıtırlar. Toplumsal yapının acımasızlığı, ferdi ezişi bu kurumlarla devam ettirilir. Eğitimin hedefi mevcut yapıyı kökünden değiştirmek olmadıkça ezilenler adına gelecek karanlıktır. Bunları olurlamak yoksulluğu, düşünce durgunluğunu, adaletsizliği ve despotizmi olurlamaktır.

Radikal eğitim anlayışında okul, toplum ve eğitim bir başka açıdan da tahlil edilir. Bu eleştiri, insanı kişiliksiz ve köle konumuna indirgendiği tezi etrafında gelişir. Okul 18. ve 19. yüzyıllar boyunca bilgiyi ve enformasyonu kişiyi kendinden koparmak için kullandı. Bu ortamda çocuk veya genç öyle bir eğitimle karşı karşıya kalır ki, o istese de kendisi olamaz. Şahsiyet olamaz. Bunu seçebilecek bir imkana kavuşamaz. Okul, eğitim ve çevre onda silik bir itaat vicdanı oluşturur. İnsan bu anlamda kendisinden alınmış, bir alet olarak başkaları için kullanılmak üzere yeniden suni bir şekilde inşa edilmiştir. Eğitim fertte başkasına ait olma vicdanı oluşturmuştur. Böylece insan kendi iç dünyasında öldürülmüş, hür ve kendisi olarak olma imkanı yok edilmiştir. Bu olumsuz insan; daima bir otorite adına, mesela hıristiyanlık, kapitalizm, çıkarcılık hakim sınıfın ideolojisi vs. gibi inşa edilegelmiştir.

Boyun eyme, olumlama o derece merkezileştirilir ki, eğitim insan aklını bu bağlamda bir araç olarak kullanır. Daima olumlamanın bir aracı olarak akla zıt bir işlev yükler. İnsan böylece kendine sahip olamadığı gibi, akim aydınlatıcı güç ve rehberliğinden de faydalanamaz. Bunun neticesinde insan en aziz ve değerli düşünce, akletme gücünden de yararlanamaz. Aksine düşünce dünyası yoluyla ona hükmedilmiş olur. Bu hale, - düşüncenin insana hakim olmasına - radikal, anarşist eğitim düşünürü ve eleştirmeni Dr. Stirner "kafadaki tekerlek" hali der (Joel Spring, Özgür Eğitim, Çev : Ayşen Ekmekçi, İstanbul : Ayrıntı Yay., 1991, s. 29). "Tekerlekler" uygun bir şekilde kafalara eğitim yoluyla, organize kurumlar yoluyla, kurumsal eğitimle yerleştirilir ve vicdanileştirilir. Bunun anlamı, insanın kendisi olmadan, seçimini hürce yapmadan kendisinden çalışması, düşünce dünyasına hakim olunarak kolayca yönlendirilmiş olmasıdır. Günümüz modern devletleri de 18. ve 19. yüzyıl devlet ve toplumsal sistemlerinin bu anlayışını aynen benimser ve yüceltirler. Hatta bir adım daha otorite ve baskıyı ilerletir, "Jandarmayı kalbe yerleştirirler." (Spring, s. 30).

Çağımızda her an yeni bir keşif ve gelişme vukubulmakta, toplum gittikçe daha girift ve kompleks bir yapı kazanmaktadır. Fert bu gelişmeler karşısında güçsüz, savunmasız, ve çoğu defa da kendi başına kalmaktadır. Ayrıca yeni yeni oluşumlar açısından yeteri kadar donanıma sahip de değildir. İşte çağın bu özelliği, okul sistemleri yanında başka organize kuruluşlar da varetmiştir.

Bu kuruluşlar yoluyla kişi toplum ilişkilerinin tanzimi amaçlanmışsa da, giderek kişilerin sorumluluklarını yüklenir bir fonksiyon arzetmeleri, şahsiyeti dışlamalarına yol açmıştır. Bu açıdan karar veren, seçim yapan, irade eden ve ettiren okul ve benzeri kuruluşlardır. Bunlar, ferdin iradesi ile toplumsal ilişkileri neticesi hür bir oluşumu engellediklerinden reddedilmektedirler.

Radikal görüş, öteden beri okullarda uygulanan metot anlayışını da reddeder. Bu okullarda fertler birer şahsiyet değil, pasif birer alıcıdırlar. Onlara dikte ettirilen mevcut otoritelere eleştirisiz bir şekilde itaattir. Bu bakımda hayata karışamaz, geleceklerini ve toplumsal gidişi etkileyemezler. Ders müfredatları, oyun malzemeleri bile hep bu paralelde hazırlanır ve olaylar sürekli bir otoritenin kılavuzluğunda verilir. Dünyayı yöneten kahramanlardır. Yapıp edenler hep onlardır. Bizi bile bizden daha iyi bilirler. Onlar düşünür, hareket eder, yolumuzu ve ne olacağımızı kararlaştırırlar. Bize düşen kabuldür, olurlamaktır. Bu tür bir metot anlayışının felsefesi olmaya, yönlenmeye, biçimlenmeye hazır olmaktır. Gücünü, düşüncesini, karakterini kurmada yapıcı değil, alıcı olmaktır. Bu bakımdan da bu anlayış insanı ve ahlaki değildir.

Radikal anlayış, okula ve toplumsal güç odaklarına insanın " kendisini bilme" şuuruna ermesini engelledikleri için de karşıdır. Marksist terminolojide de önemli bir yer tutan "Bilinçlenme" olgusu, esas itibarı ile insanı konumunun farkına varması, etkilendiği güçleri tahlil etmesi, bir olma cehti içerisinde bulunması demektir. Yani fert, sürüklenişi değil eylemde bulunuşu temsil eder bu anlayışta. O bir somnanbul gibi çevreye ve topluma dalmış olarak yaşamaz. Bilakis faaliyette bulunur, deneyimlerini kendi yapar, şekillendiricileri tanıdıkça onlara karşı belirli bir mesafede bulunduğunu farkeder ve "şeyleşmeye" direnir. Eylem, aslında insanın içerisinde bulunduğu durumu kavramasıyla, nasılını bilmesiyle başlar. Böyle olunca da her türlü nesnelleşmeye, yabancılaşmaya ve bunları kontrol eden güçlere mesafe alınır, direnilir ve giderek tüm bu şartlar değişime uğratılır. İnsanileşme bu yolla olur. Aksi durum pasif bir kabulü ve sürekli yönlendirilmeyi, ezilişi, bir nesne olarak kullanılışı getirir. Bu; radikal eğitimci P. Ferrine'in deyimiyle, "insanın eyleyen değil, şey durumuna getirilişidir". Bu ezilme durumu ona göre bir "sessizlik kültürü" oluşturmuştur. (Spring, s. 48). Böylece şuur toplumsal güç
odaklarınca geliştirilmekte, insan; şuuruna yabancılaştırmaktadır. Bu durumda, tahakküm edenlerin bakış açısı doğrultusunda bir içselleşme, okulun ve diğer kurumsallaşmış örgütlerin görevi haline gelir.

Mevcut sistemin redde konu edilen bir diğer kurumu ailedir. Aile, bu gelenekte özgürlüğün yok edildiği bir ocaktır. Aile aynı zamanda cinsel hayata da müdahale etmekte, çocuğun ilerde bastırılmış bir ruh haline sahip olmasına yol açmaktadır. Kişide zalimce ve saldırgan bir karakter yapısı da bu kurum vasıtasıyla kazanılmaktadır. Otoriteye bağımsızlıkta böylece çocuğun içerisinde doğup geliştiği aileden intikal etmektedir. Gelenek, ahlak, din vs. gibi toplumsal baskı araçları ailede, çocuğun şekillenmesinde kullanılmakta, böylece insanın kendi şahsiyetini seçme çabası önlenmektedir. Baskıcı ve buyurucu devlet anlayışı ve kabulü de bu kaynaktan beslenir. Çünkü ev küçültülmüş bir devlet demektir. Bu yüzden tam bir özgürlük ortamının sağlanması ve problemlerden arınmış bir toplumun varedilmesi ancak aileyi yok etmekle oluşturulabilir.
1 | 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP