Demokrasi Üzerine - 1
|
Burcu Akpınar
Demokrasi, halkın, çoğunluğun kendi kendini yönetimidir. Demokrasi, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaya çalışır, politik eşitlik sağlar. Çoğunluk azınlık ilişkisi, üzerinde en çok durulan noktadır. Demokrasiye çeşitli eleştiriler yöneltilir ancak demokrasi hala en ideal yönetim biçimi olma özelliğini korumaktadır.
Siyaset felsefesinin problemlerinden en önemlileri egemen varlığa ve devlete ilişkin problemlerdir. Devlete ilişkin problemlerin başında “devletin gerekli olup olmadığı” problemi gelir. Diğer bir problem de “kimin yönetmesi gerektiği” problemidir. Tanrı’nın mutlak egemenliğini, yasaların Tanrı tarafından konulan yasalar olması gerektiğini savunan düşünürler vardır. Tanrı’nın egemenliğine dayanan bu siyasi yönetime “teokrasi” denmektedir (Arslan 2002: l58 -159).
Egemenliğin insanlara ait olması gerektiğini savunanlar arasında bu insanların ne tür insanlar olması gerektiği konusunda farklı düşünceler ortaya çıkar. Yöneticilerin uzmanlar, bilginler, filozoflar olması gerektiğini düşünenler vardır. Bu, seçkinlerin yönetimi “aristokrasi”dir. Yöneticilerin halk olması gerektiğini, halkın kendi kendisini yönetmesi gerektiğini savunan düşünürler de vardır. Bu da halk egemenliği anlamına gelen “demokrasi”dir (Arslan 2002: 160).
Demokrasi (demokratia), etimolojik olarak, Yunanca “demos” insanlar, halk, fakir insanlar ve “kratos”, yönetmek sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. İlk kullanan Yunanlılar olmuştur (Dahl 2001: 11).
Demokrasi halkın, çoğunluğun egemenliği anlamına gelmektedir, ancak çoğunluk yoksul olduğu için demokrasi yoksulların, alt tabakanın egemenliği anlamında kullanılmıştır (Arblaster 1999: 28). Yunanlılar demokrasi kavramını keşfetmenin yanında yurttaşların kendi kendini yönettikleri bir şehir devleti tasarlayarak bu kavramı geliştirdi. Atina şehir devleti (polis) küçük, özerk, kültürel olarak zengin bir devletti (Arblaster 1999: 29-30). Robert A. Dahl’ın da belirttiği gibi, Atina ‘daki demokrasi halk katılımının, katılımcı demokrasinin ilk örneğiydi (Dahl 2001: 12).
Polis, sınırlı bir alanda, belirli bir sayıda yurttaş topluluğuydu. Toplam nüfusun içindeki köleler, kadınlar, çocuklar, yabancılar yurttaş sayılmıyordu; özgür, yetişkin erkekler Atina yurttaşı sayılıyordu (Ateş 1994: 35-36). Yurttaşlar “Eklesia” şehir meclisinin kendiliğinden doğal üyeleriydi. Her yurttaş doğrudan doğruya katılım hakkına sahipti. Bu da Atina’daki demokrasinin özünü oluşturuyordu. Eklesia, halk egemenliği ilkesinin sağlam bir biçimde somutlaşmış haliydi. Meclis normal şartlarda yılda on kez toplanırdı (Arblaster 1999: 34). Yasa teklifleri yapılırdı ve yasanın uygulanmasından doğan sonuçlardan yasayı öneren sorumluydu. Atina demokrasisinde yürütme “Bule” adı verilen “500’ler Meclisi”nde idi. Atina’yı oluşturan on kabilenin gönderdiği ellişer kişi meclisi oluşturuyordu. Bu ellişer kişi sırayla seçilir, böylece her Atina vatandaşı hayatı boyunca en az bir kez bir yıl için “Bule” sıfatını kazanırdı. 500’ler Meclisi Agora’nın güneyindeki “Buleuterion”da toplanırdı (Ateş 1994: 36-37 ).
Atina demokrasisinde yürütme gücü “Bule”nin yanı sıra seçimle işbaşına gelen on generalin oluşturduğu “Stategoi” idi (Ateş 1994: 37).
Yargılama gücü “halk jürisi”nde toplanmıştı. Bu jüriyi Atina’daki on sekiz yaşını bitirmiş yurttaşlar arasından çoğunluk yoluyla seçilen altı bin yurttaş oluşturuyordu. Anthony Arblaster’e göre “jüri hizmeti halk oylamasından ayrı olarak her vatandaşın arzulayabileceği bir yükümlülük olarak varlığını modern demokrasilerde sürdüren yasa yapma ve uygulamada vatandaşın doğrudan katılımının neredeyse tek ortaya çıkışıyla birliktedir; ve konuşma özgürlüğü, halka açık tartışma, yasalar önünde eşitlik Atina demokrasisinin ayrılmaz parçasıdır. Devlet ve toplum birdir, yurttaş kitlesi kendi kendini doğrudan yönetir. Bu tüm yurttaşların er yada geç üstleneceği bir görevdir.” (Arblaster 1999: 43).
Demokratik bir süreçte, bir birlikteki insanlar bu birliğin politikasının ne olması gerektiği konusunda eşit ve etkin imkanlara sahip olmalı, her üyenin oy hakkı ve oy değeri eşit sayılmalı, birliğin politikaları hakkında bilgi edinmek için eşit imkanı olmalı, her zaman politikanın maddelerine karar verme hakkı olmalıdır. Ülkedeki yetişkinlerin tümü bu yurttaşlık haklarına sahip olmalıdır. Bu kriterler üyelerin politik açıdan eşitliğini sağlamaktadır ve bir devlet yönetimine de uygulanabilir. Ancak kriterlere her zaman uymak pek mümkün değildir. Ayrıca demokratik politik kurumlar tasarlamak için bu kriterler yeterli değildir. Çünkü bu kriterleri topluma, toplumun ihtiyacına göre uygulayabilmek gerekir (Dahl 2001: 39-45).
Demokrasiyi cazip kılan nedenler vardır. Her ne kadar demokratik yönetimlerin “çoğunluğun diktatörlüğü”ne dönüşmesi tehlikesi olsa da demokrasi alternatiflerine kıyasla insan hakları açısından istenir bir sistemdir. Çünkü demokrasi, zorba otokratların yönetime geçmesini engellemeye yardımcı olur. Yurttaşların temel haklarını sağlamaya çalışır. Kişisel özgürlük (inanç, ifade özgürlüğü vs.) alanı sağlar. İnsanların kendi temel çıkarlarını (hayatta kalmak, yemek, barınak, sağlık, sevgi, güvenlik, iş, boş vakit vs.) korumalarına yardımcı olur. İnsanların kendi seçtikleri kanunlar uyarınca yaşayabilmeleri ve kendi kaderlerini tayin edebilmeleri fırsatını verir. İnsanların kendi tercih ettiği kanunlarla yaşama şansını verdiği için ahlaki açıdan sorumluluk sağlar. İnsani gelişimi (kendi çıkarlarını korumak, diğerlerinin çıkarlarını düşünmek vs.) daha çok destekler. Daha çok politik eşitlik sağlar. Ayrıca modern temsili demokrasiler birbirleriyle savaşmazlar ve demokratik bir yönetime sahip ülkeler genel olarak daha zengin, demokratik olmayanlar genel olarak daha fakirdir. Bunların yanında demokratik ülkeler eğitimi destekler, eğitimli işgücü oluşturur bu da ekonomik büyümeye yardımcı olur. Demokratik ülkelerde kanunlar daha güçlü, mahkemeler daha bağımsız, mülkiyet hakkı güvenli, bilgiye ulaşmak daha kolaydır (Dahl 2001: 49-62).
Demokrasilerin politik eşitlik sağlamasının nedeni özsel olarak insanların eşitliğini ve insanların yönetime katılmak için yeterliliğini kabul etmesidir. Özsel eşitliği benimsemesinin sebebi ise ahlaki düşünce ve dinlerin eşitliği kabul etmesi, özsel üstünlük iddiasının diğer insanlara zarar vermesi, bir gurup insanın diğerleri üzerinde sürekli çıkar gözetebilecek olması ve insanların amacına ulaşmada işbirliğine ihtiyaç duymasıdır (Dahl 2001: 65-70).
İdeal demokrasiden ve demokrasinin yararlarından bahsettikten sonra modern temsili demokrasilere baktığımızda yurttaşlar tarafından seçimle belirlenmiş memurların hükümet kararlarını kontrol etme işini üstlendiğini görürüz. Bu memurlar adil ve sık sık yapılan seçimlerle belirlenir. Yurttaşların da kendilerini ifade hakkı, bilgilenme kaynaklarına erişme hakkı ve haklarını elde etmek için bağımsız organizasyon kurma hakkı vardır. Ayrıca bir ülkede sürekli ikamet eden ve kanunlarına tabi olan her yetişkin bu saydığımız haklara sahiptir (Dahl 2001: 89-90). Böylece yurttaşlar etkin katılımı, gündem kontrolünü, oy kullanma eşitliğini, bilgilenme özgürlüklerini ve tam olarak dahil olma haklarını gerçekleştirmiş olurlar.
Demokrasilerde dikkat çeken bir nokta çoğunluk-azınlık ilişkisidir.Halkın iradesiyle çoğunluğun iradesi eş kılınmaktadır. Ancak bu çoğunluk oylamaya katılanların çoğunluğudur; ve bu durumda çoğunluk halkın tümünün iradesine eş değildir. Halkın geriye kalan kısmının (azınlığın) yönetimi de çoğunluğun elindedir. Azınlık kendini yönetmez, özgür değildir ve çoğunluğun kararlarına uymak zorundadır.
Halk çoğunluk olarak düşünülemez. Azınlıklar da halkı oluşturan kesimlerden biridir. Azınlığın çıkarları, görüşleri mümkün olduğunca kararların alınması sürecinde hesaba katılmalıdır. Yoksa çoğunluğun tüm konular üzerinde karar verme hakkına sahip olması tehlike oluşturabilir ( Arblaster 1999: 106-107). Çoğunluğun diktatörlüğüne neden olabilir.
Demokrasi sadece siyasi boyuttan ibaret değildir. Yani demokrasi yurttaşların seçim dönemlerinde oy kullanması ve kendisini temsil eden hükümeti oluşturması demek değildir. Günlük hayatta da yurttaşların kendilerini ilgilendiren herhangi bir konuda eşit bir şekilde kendilerini ifade edebilmeleri, haklarını kullanabilmeleridir. Böylece yurttaşlar kendi günlük hayatlarını da kendileri yönlendirmiş olurlar.
Fransız aristokrat Alexis de Tocqueville 1830’larda Amerika’yı ziyaret eder. Amacı Amerikan Demokrasisi’ni incelemek, araştırmaktır. Araştırmalarını Amerika’da Demokrasi adlı kitabında anlatır. Tocqueville kitabında Amerikan toplumunu incelemiş ve demokrasinin tamamen bir politik sistem olarak düşünülmesi yerine ekonomik ve sosyal eşitliklerle ve bunların politik etkileriyle daha çok ilgilenmiştir.
Tocqueville’e göre Amerikalılar’ın sosyal ortamlarının en çarpıcı yönleri demokrasileridir. Daha kolonileşme başladığında toplum bu yapıdadır ve sahillere yerleşen göçmenler arasında geniş kapsamlı bir “eşitlik” vardır. Bilgi birikimi etkilendikleri tek unsurdur. Kendi kanunlarını kendileri oluştururlar ve kanunlarda mahalli idarelerin gelişmesinin özü bulunur. Siyasi şuur tabandan tavana yayılmış, önce kasabalar en son Birleşik Devletler siyasi teşkilatlanmasını yapmıştır (Tocqueville 1994: 39).
Miras hukuku eşitliğe giden son adımdır. Veraset ve İntikal Yasasının sonucu mal ve toprak bölünmeyle giderek küçülür. Bu da büyük zenginliklerin ve büyük toprakların yok olmasına neden olur; ve insanların hepsini bir düzeye indirir. “Böylelikle Veraset ve İntikal Yasası ailelere atalarından kalan toprakların korunmasını zorlaştırdığı gibi kendi yok oluşları için yasalarla işbirliği yapmaya zorlar.” (Tocqueville 1994: 45)
Bu toplumsal demokrasinin siyasi sonucu olarak “halk egemenliği” görülür. Halk egemenliği ilkesi geleneklerce benimsenmiş ve yasalar tarafından kabul edilmiştir. Toplum kendini kendisi için yönetir. Tocqueville şöyle der: “Millet, milletvekilleri aracılığıyla yasaların çıkarılmasına ve devlet memurlarının bunları uygulamasına ortak olur. Yöneticiler güçlerinin kaynağını unutmazlar ve hükümetin payı o kadar sınırlıdır ki ulusun kendi kendini yönettiği bile söylenebilir. Tanrı evrene nasıl hakimse, halk da Amerikan politika hayatına hakimdir. Her şeyin nedeni ve sonucu o dur; her şey ondan kaynaklanır ve her şey onda sonuçlanır.” (Tocqueville 1994: 50)
Tocqueville Amerika’yı ziyaret ettiğinde beş demokratik politik kurum (seçimle belirlenmiş memurlar, özgür, adil ve sık sık yapılan seçimler ,ifade özgürlüğü, alternatif bilgilenme kaynaklarına erişim, bağımsız organizasyon kurma hakkı) Amerika’da kendini gösterir. Eşitlik, halk egemenliği, yargının politik gücü, siyasi partiler, basın özgürlüğü, örgütlenme hakkı Amerikan politik ve sosyal hayatının vazgeçilmezlerindendir.
Demokrasi, halkın, çoğunluğun kendi kendini yönetimidir. Demokrasi, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almaya çalışır, politik eşitlik sağlar. Çoğunluk azınlık ilişkisi, üzerinde en çok durulan noktadır. Demokrasiye çeşitli eleştiriler yöneltilir ancak demokrasi hala en ideal yönetim biçimi olma özelliğini korumaktadır.
Siyaset felsefesinin problemlerinden en önemlileri egemen varlığa ve devlete ilişkin problemlerdir. Devlete ilişkin problemlerin başında “devletin gerekli olup olmadığı” problemi gelir. Diğer bir problem de “kimin yönetmesi gerektiği” problemidir. Tanrı’nın mutlak egemenliğini, yasaların Tanrı tarafından konulan yasalar olması gerektiğini savunan düşünürler vardır. Tanrı’nın egemenliğine dayanan bu siyasi yönetime “teokrasi” denmektedir (Arslan 2002: l58 -159).
Egemenliğin insanlara ait olması gerektiğini savunanlar arasında bu insanların ne tür insanlar olması gerektiği konusunda farklı düşünceler ortaya çıkar. Yöneticilerin uzmanlar, bilginler, filozoflar olması gerektiğini düşünenler vardır. Bu, seçkinlerin yönetimi “aristokrasi”dir. Yöneticilerin halk olması gerektiğini, halkın kendi kendisini yönetmesi gerektiğini savunan düşünürler de vardır. Bu da halk egemenliği anlamına gelen “demokrasi”dir (Arslan 2002: 160).
Demokrasi (demokratia), etimolojik olarak, Yunanca “demos” insanlar, halk, fakir insanlar ve “kratos”, yönetmek sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. İlk kullanan Yunanlılar olmuştur (Dahl 2001: 11).
Demokrasi halkın, çoğunluğun egemenliği anlamına gelmektedir, ancak çoğunluk yoksul olduğu için demokrasi yoksulların, alt tabakanın egemenliği anlamında kullanılmıştır (Arblaster 1999: 28). Yunanlılar demokrasi kavramını keşfetmenin yanında yurttaşların kendi kendini yönettikleri bir şehir devleti tasarlayarak bu kavramı geliştirdi. Atina şehir devleti (polis) küçük, özerk, kültürel olarak zengin bir devletti (Arblaster 1999: 29-30). Robert A. Dahl’ın da belirttiği gibi, Atina ‘daki demokrasi halk katılımının, katılımcı demokrasinin ilk örneğiydi (Dahl 2001: 12).
Polis, sınırlı bir alanda, belirli bir sayıda yurttaş topluluğuydu. Toplam nüfusun içindeki köleler, kadınlar, çocuklar, yabancılar yurttaş sayılmıyordu; özgür, yetişkin erkekler Atina yurttaşı sayılıyordu (Ateş 1994: 35-36). Yurttaşlar “Eklesia” şehir meclisinin kendiliğinden doğal üyeleriydi. Her yurttaş doğrudan doğruya katılım hakkına sahipti. Bu da Atina’daki demokrasinin özünü oluşturuyordu. Eklesia, halk egemenliği ilkesinin sağlam bir biçimde somutlaşmış haliydi. Meclis normal şartlarda yılda on kez toplanırdı (Arblaster 1999: 34). Yasa teklifleri yapılırdı ve yasanın uygulanmasından doğan sonuçlardan yasayı öneren sorumluydu. Atina demokrasisinde yürütme “Bule” adı verilen “500’ler Meclisi”nde idi. Atina’yı oluşturan on kabilenin gönderdiği ellişer kişi meclisi oluşturuyordu. Bu ellişer kişi sırayla seçilir, böylece her Atina vatandaşı hayatı boyunca en az bir kez bir yıl için “Bule” sıfatını kazanırdı. 500’ler Meclisi Agora’nın güneyindeki “Buleuterion”da toplanırdı (Ateş 1994: 36-37 ).
Atina demokrasisinde yürütme gücü “Bule”nin yanı sıra seçimle işbaşına gelen on generalin oluşturduğu “Stategoi” idi (Ateş 1994: 37).
Yargılama gücü “halk jürisi”nde toplanmıştı. Bu jüriyi Atina’daki on sekiz yaşını bitirmiş yurttaşlar arasından çoğunluk yoluyla seçilen altı bin yurttaş oluşturuyordu. Anthony Arblaster’e göre “jüri hizmeti halk oylamasından ayrı olarak her vatandaşın arzulayabileceği bir yükümlülük olarak varlığını modern demokrasilerde sürdüren yasa yapma ve uygulamada vatandaşın doğrudan katılımının neredeyse tek ortaya çıkışıyla birliktedir; ve konuşma özgürlüğü, halka açık tartışma, yasalar önünde eşitlik Atina demokrasisinin ayrılmaz parçasıdır. Devlet ve toplum birdir, yurttaş kitlesi kendi kendini doğrudan yönetir. Bu tüm yurttaşların er yada geç üstleneceği bir görevdir.” (Arblaster 1999: 43).
Demokratik bir süreçte, bir birlikteki insanlar bu birliğin politikasının ne olması gerektiği konusunda eşit ve etkin imkanlara sahip olmalı, her üyenin oy hakkı ve oy değeri eşit sayılmalı, birliğin politikaları hakkında bilgi edinmek için eşit imkanı olmalı, her zaman politikanın maddelerine karar verme hakkı olmalıdır. Ülkedeki yetişkinlerin tümü bu yurttaşlık haklarına sahip olmalıdır. Bu kriterler üyelerin politik açıdan eşitliğini sağlamaktadır ve bir devlet yönetimine de uygulanabilir. Ancak kriterlere her zaman uymak pek mümkün değildir. Ayrıca demokratik politik kurumlar tasarlamak için bu kriterler yeterli değildir. Çünkü bu kriterleri topluma, toplumun ihtiyacına göre uygulayabilmek gerekir (Dahl 2001: 39-45).
Demokrasiyi cazip kılan nedenler vardır. Her ne kadar demokratik yönetimlerin “çoğunluğun diktatörlüğü”ne dönüşmesi tehlikesi olsa da demokrasi alternatiflerine kıyasla insan hakları açısından istenir bir sistemdir. Çünkü demokrasi, zorba otokratların yönetime geçmesini engellemeye yardımcı olur. Yurttaşların temel haklarını sağlamaya çalışır. Kişisel özgürlük (inanç, ifade özgürlüğü vs.) alanı sağlar. İnsanların kendi temel çıkarlarını (hayatta kalmak, yemek, barınak, sağlık, sevgi, güvenlik, iş, boş vakit vs.) korumalarına yardımcı olur. İnsanların kendi seçtikleri kanunlar uyarınca yaşayabilmeleri ve kendi kaderlerini tayin edebilmeleri fırsatını verir. İnsanların kendi tercih ettiği kanunlarla yaşama şansını verdiği için ahlaki açıdan sorumluluk sağlar. İnsani gelişimi (kendi çıkarlarını korumak, diğerlerinin çıkarlarını düşünmek vs.) daha çok destekler. Daha çok politik eşitlik sağlar. Ayrıca modern temsili demokrasiler birbirleriyle savaşmazlar ve demokratik bir yönetime sahip ülkeler genel olarak daha zengin, demokratik olmayanlar genel olarak daha fakirdir. Bunların yanında demokratik ülkeler eğitimi destekler, eğitimli işgücü oluşturur bu da ekonomik büyümeye yardımcı olur. Demokratik ülkelerde kanunlar daha güçlü, mahkemeler daha bağımsız, mülkiyet hakkı güvenli, bilgiye ulaşmak daha kolaydır (Dahl 2001: 49-62).
Demokrasilerin politik eşitlik sağlamasının nedeni özsel olarak insanların eşitliğini ve insanların yönetime katılmak için yeterliliğini kabul etmesidir. Özsel eşitliği benimsemesinin sebebi ise ahlaki düşünce ve dinlerin eşitliği kabul etmesi, özsel üstünlük iddiasının diğer insanlara zarar vermesi, bir gurup insanın diğerleri üzerinde sürekli çıkar gözetebilecek olması ve insanların amacına ulaşmada işbirliğine ihtiyaç duymasıdır (Dahl 2001: 65-70).
İdeal demokrasiden ve demokrasinin yararlarından bahsettikten sonra modern temsili demokrasilere baktığımızda yurttaşlar tarafından seçimle belirlenmiş memurların hükümet kararlarını kontrol etme işini üstlendiğini görürüz. Bu memurlar adil ve sık sık yapılan seçimlerle belirlenir. Yurttaşların da kendilerini ifade hakkı, bilgilenme kaynaklarına erişme hakkı ve haklarını elde etmek için bağımsız organizasyon kurma hakkı vardır. Ayrıca bir ülkede sürekli ikamet eden ve kanunlarına tabi olan her yetişkin bu saydığımız haklara sahiptir (Dahl 2001: 89-90). Böylece yurttaşlar etkin katılımı, gündem kontrolünü, oy kullanma eşitliğini, bilgilenme özgürlüklerini ve tam olarak dahil olma haklarını gerçekleştirmiş olurlar.
Demokrasilerde dikkat çeken bir nokta çoğunluk-azınlık ilişkisidir.Halkın iradesiyle çoğunluğun iradesi eş kılınmaktadır. Ancak bu çoğunluk oylamaya katılanların çoğunluğudur; ve bu durumda çoğunluk halkın tümünün iradesine eş değildir. Halkın geriye kalan kısmının (azınlığın) yönetimi de çoğunluğun elindedir. Azınlık kendini yönetmez, özgür değildir ve çoğunluğun kararlarına uymak zorundadır.
Halk çoğunluk olarak düşünülemez. Azınlıklar da halkı oluşturan kesimlerden biridir. Azınlığın çıkarları, görüşleri mümkün olduğunca kararların alınması sürecinde hesaba katılmalıdır. Yoksa çoğunluğun tüm konular üzerinde karar verme hakkına sahip olması tehlike oluşturabilir ( Arblaster 1999: 106-107). Çoğunluğun diktatörlüğüne neden olabilir.
Demokrasi sadece siyasi boyuttan ibaret değildir. Yani demokrasi yurttaşların seçim dönemlerinde oy kullanması ve kendisini temsil eden hükümeti oluşturması demek değildir. Günlük hayatta da yurttaşların kendilerini ilgilendiren herhangi bir konuda eşit bir şekilde kendilerini ifade edebilmeleri, haklarını kullanabilmeleridir. Böylece yurttaşlar kendi günlük hayatlarını da kendileri yönlendirmiş olurlar.
Fransız aristokrat Alexis de Tocqueville 1830’larda Amerika’yı ziyaret eder. Amacı Amerikan Demokrasisi’ni incelemek, araştırmaktır. Araştırmalarını Amerika’da Demokrasi adlı kitabında anlatır. Tocqueville kitabında Amerikan toplumunu incelemiş ve demokrasinin tamamen bir politik sistem olarak düşünülmesi yerine ekonomik ve sosyal eşitliklerle ve bunların politik etkileriyle daha çok ilgilenmiştir.
Tocqueville’e göre Amerikalılar’ın sosyal ortamlarının en çarpıcı yönleri demokrasileridir. Daha kolonileşme başladığında toplum bu yapıdadır ve sahillere yerleşen göçmenler arasında geniş kapsamlı bir “eşitlik” vardır. Bilgi birikimi etkilendikleri tek unsurdur. Kendi kanunlarını kendileri oluştururlar ve kanunlarda mahalli idarelerin gelişmesinin özü bulunur. Siyasi şuur tabandan tavana yayılmış, önce kasabalar en son Birleşik Devletler siyasi teşkilatlanmasını yapmıştır (Tocqueville 1994: 39).
Miras hukuku eşitliğe giden son adımdır. Veraset ve İntikal Yasasının sonucu mal ve toprak bölünmeyle giderek küçülür. Bu da büyük zenginliklerin ve büyük toprakların yok olmasına neden olur; ve insanların hepsini bir düzeye indirir. “Böylelikle Veraset ve İntikal Yasası ailelere atalarından kalan toprakların korunmasını zorlaştırdığı gibi kendi yok oluşları için yasalarla işbirliği yapmaya zorlar.” (Tocqueville 1994: 45)
Bu toplumsal demokrasinin siyasi sonucu olarak “halk egemenliği” görülür. Halk egemenliği ilkesi geleneklerce benimsenmiş ve yasalar tarafından kabul edilmiştir. Toplum kendini kendisi için yönetir. Tocqueville şöyle der: “Millet, milletvekilleri aracılığıyla yasaların çıkarılmasına ve devlet memurlarının bunları uygulamasına ortak olur. Yöneticiler güçlerinin kaynağını unutmazlar ve hükümetin payı o kadar sınırlıdır ki ulusun kendi kendini yönettiği bile söylenebilir. Tanrı evrene nasıl hakimse, halk da Amerikan politika hayatına hakimdir. Her şeyin nedeni ve sonucu o dur; her şey ondan kaynaklanır ve her şey onda sonuçlanır.” (Tocqueville 1994: 50)
Tocqueville Amerika’yı ziyaret ettiğinde beş demokratik politik kurum (seçimle belirlenmiş memurlar, özgür, adil ve sık sık yapılan seçimler ,ifade özgürlüğü, alternatif bilgilenme kaynaklarına erişim, bağımsız organizasyon kurma hakkı) Amerika’da kendini gösterir. Eşitlik, halk egemenliği, yargının politik gücü, siyasi partiler, basın özgürlüğü, örgütlenme hakkı Amerikan politik ve sosyal hayatının vazgeçilmezlerindendir.