ESTETİK ÜSTÜNE DERSLER - 2
|
17. Sanat deyince yargısı gelişmiş bir kişi söz konusudur. (Yargısı olan kişi, belli şeylere “Müthiş!” diyen kişi demek değildir.) Estetik yargıları üstüne konuşuyorsak, binlerce şey arasında Sanat diye bir şey üstüne konuştuğumuzu düşünürüz. Bir şey üstüne estetik bir yargıda bulunduğumuzda, yalnızca ağzımız açık kalıp “Ooo! Ne müthiş!” demez, üstüne konuştuğu şeyi bilen kişiyi üstüne konuştuğu şeyi bilmeyen kişiden ayırt ederiz. İngiliz şiirini beğenmek için önce İngilizce bilmek gerekir. Sözgelimi İngilizce bilmeyen bir Rus’un güzel diye kabul edilen bir soneden çok etkilendiğini varsayalım. Böylesi bir durumda o kişinin sonede ne dönüp bittiğini hiç mi hiç bilmediğini söyleriz. Aynı biçimde, ölçü bilmeyen buna karşın şiirden çok etkilenen kişi için de söz konusu şiirin içinde ne döndüğünü bilmediğini söyleriz. Müzikte bu sıkça dile getirilmiştir. Sözgelimi, iyi olarak kabul görmüş şeyi beğenip seven, ama en yalın nağmeleri dahi anımsayamayan ya da yükselen alçak perdeden sesin müziğe ne zaman girdiğini kestiremeyen bir kişiyi varsayalım. Müziğin içinde ne olup bittiğini bilmediğini söyleriz bu kişi için. “Bu adamın müzik kulağı var” sözünü, bir müzik parçası çalındığında “Enfes!” demekle yetinen bir adam için kullanmayız, nasıl ki müzik çalındığında kuyruğunu bir o yana bir bu yana sallayan köpeğe müzik kulağı var diyemiyorsak.
18. Şu an üstüne konuşmamız gereken sözcük “değeri bilinmiş” sözcüğüdür. Değerini bilmek, içinde ne barındırır?
19. Bir adam terziye gidip yığınla elbiselik kumaşı gözden geçirip şöyle derse: “Hayır. Bu biraz koyuca. Bu fazla alacalı bulacalı” vb., o kişi için kumaştan anlıyor, kumaşın değerini biliyor deriz. Onun bir “değerbilir” olması kullandığı ünlemler ile gösterilemez, gösterilse gösterilse yeğlediği seçme, eleme, vb. yordamıyla gösterilebilir. Benzer biçimde müzikte: “Bu parça uyum içerisinde çalınıyor mu? Hayır. Alçak perdeden ses yeterince yüksek değil. Burada aradığım başka bir şey...” Değer bilme dediğimiz işte tam da budur.
20. Değer bilmenin neye dayandığını betimlemek yalnızca güç olmakla kalmayıp bütünüyle olanaksızdır da. Değer bilmenin neye dayandığını betimlemek için bütün bir çevreyi betimlemek durumundayız.
21. Elbiselere ilişkin pek çok şey bilen biri terziye gittiğinde neler olup bittiğini tam anlamıyla biliyorum, ayrıca elbiselere ilişkin hiçbir şey bilmeyen biri gittiğinde neler olup bittiğini de biliyorum –ne dediğini, nasıl davrandığını, vb. Burada sayısız farklı değer biliş durumu söz konusudur. Kuşkusuz benim bildiğim, başka birinin bilebilecekleri yanında hiçbir şeydir. Değer bilmenin ne olduğunu söylemek için sözgelimi el sanatları gibi koskocaman bir siğili, böylesi özel bir sayrılığı açıklamak zorundayım. Aynı zamanda fotoğrafçılarımızın bugünlerde ne yaptığını da açıklamak zorundayım. Tıpkı arkadaşınızın adam gibi bir resmini çekmenin ya da onu tam anlamıyla anlamanın, bu iş için 1.000 sterlin ödeseniz dahi, niçin olanaksız olduğunu açıklamak zorunda olmam gibi.
22. Çekilen fotoğraflar aracılığıyla, sözgelimi geçen yüzyıl ile ondan bir önceki yüzyılın Alman müziği gibi çok yüksek diyebileceğiniz bir kültürü ve bu kültür değerden düştüğünde olan biteni anlayabilirsiniz. Öykünmeler elde ederken ya da binlerce insan en ince ayrıntılarla ilgilenirken mimaride olan biteni de anlayabilirsiniz. Yine bir yemek odası masası az çok gelişigüzel seçilirken olan biteni ya da kimsenin masanın nereden geldiğini bilmediği durumda olan biteni de kavrayabilirsiniz.
23. Uygunluk üstüne konuştuk. İşini bilen iyi bir terzi “Fazla uzun”, “Olmuş” türünden sözcükler dışında hiçbir sözcük kullanmayacaktır. Bir Beethoven Senfonisi üstüne konuşurken, uygunluktan sözetmeyiz. Bütünüyle başka şeyler girer işin içine. Hiç kimse sanattaki görkemli şeylerin değerinin bilinmesi üstüne konuşmayacaktır. Mimarideki belli biçemlere belli türden bir kapı tasarımının daha uygun düştüğünü düşündüğünüzde, işte bu o şeyin değerini bildiğinizi gösterir. Gelgelelim gotik bir katedral söz konusu olduğunda yaptığımız ondaki uygunluğu görmek değildir –katedral bizim üzerimizde bambaşka bir rol oynar. Burada oynanan bütün oyun başkadır. Bu en az, bir insana ilişkin yargıda bulunurken “O iyi davranır” demekle “Bende olumlu bir izlenim bıraktı” demek kadar başkadır.
24. “Uygunca”, “büyüleyici”, “güzelce”, vb. büsbütün başka bir rol oynarlar. Karşılaştırın: Başdöndürücü insan Buffon’ un yazıdaki biçem üstüne o ünlü konuşması, gücünü benim ancak belli belirsiz anlayabildiğim ama onun hiç de belirsizlik içinde söylemediği pek çok ayrımdan –“gözalıcı”, “büyüleyici”, “çekici” gibi bütün ince ayrıntılardan– almaktadır.
25. Estetik yargı anlatımları dediğimiz sözcükler, bir dönemin kültürü diye adlandırdığımız şey üzerinde karmaşık ama çok belirgin bir rol oynarlar. Bu sözcüklerin nasıl kullanıldıklarını ya da kültürel beğeniyle neyi anlatmak istediğinizi betimlemek için, o kültürü betimlemeniz gerekir. Bugün bizim burada kültürel beğeni dediğimiz belki de Ortaçağda yoktu. Başka başka çağlarda başka başka oyunlar oynanır.
26. Bir dil oyununda içerilen bütün bir kültürdür. Müzik beğenisini betimlerken çocukların konser verip vermediğini, kadınların konser verip vermediğini, yoksa yalnızca erkeklerin mi konser verdiğini ve buna benzer daha pek çok şeyi betimlemek zorundasınızdır. Viyana’daki soylu çevrelerde insanların [şöyle şöyle] bir beğenisi vardı, sonra bu beğeni kentsoylu çevrelere taşındı, kadınlar da korolara katılmaya başladılar, vb. Bu müzikteki geleneğe bir örnektir.
27. [Rhees: Zenci Sanatı’nın bir geleneği var mıdır? Bir Avrupalı, Zenci Sanatı’nın değerini bilebilir mi?]
28. Zenci Sanatı’ndaki gelenek nasıl bir şeydir? Kadınların yöresel kıyafetler giymeleri mi? Ya da buna benzer bir şey mi? Bilmiyorum. Frank Dobson’ın Zenci Sanatı’nın değerini bilmesi ile eğitimli bir zencinin değer bilmesinin nasıl karşılaştırılacağını bilmiyorum. Dobson’ın Zenci Sanatı’nın değerini bildiğini söyleyecek olsanız bile, yine de ben bunun ne anlama geldiğini bilemem. Odasını Zenci Sanatı’nın ürünleriyle doldurmuş olabilir. Acaba yalnızca şunu söylemekle mi yetinir: “Ahaa!”? Yoksa en iyi zenci müzisyenlerin yaptıklarını mı yapar? Zencilerin yapıtlarına ilişkin şu ya da bu noktalarda onlarla uylaşır mı yoksa uylaşmaz mı? İşte buna değer bilme diyebilirsiniz. Eğitimli zencininkinden büsbütün başkadır bu. Eğitimli bir zencinin de odasında Zenci Sanatı ürünleri olsa da, zenci ile Frank Dobson’ın değer bilmeleri bütünüyle başkadır. Bunlarla başka başka şeyler yaparsınız. Diyelim ki zenciler kendi giyinme yordamlarına göre giyinirler, burada güzel bir zenci ceketinin değerini bildiğimi söylerim –bu benim de bir tane dikili zenci ceketim olduğu anlamına gelir mi, yoksa (terzideykenki gibi) “Hayır... bu gereğinden uzun olmuş” mu derdim, yoksa yalnızca şu dediğim anlama mı gelirdi: “Ne kadar da büyüleyici!”?
29. Diyelim ki Lewy’de resimde kültürel beğeni denilen şey var. On beşinci yüzyılda kültürel beğeni denilen şeyden büsbütün başka bir şeydir bu. Bambaşka bir oyun oynanmaktadır burada. Lewy, bu beğeni denen şeyle on beşinci yüzyılda yaşayan adamın yaptığından bütünüyle başka bir şey yapmaktadır.
30. Hali vakti yerinde, iyi okullara giden, dilediği zaman yolculuk edebilen, Louvre’u görebilen, düzinelerce ressama ilişkin pek çok şey bilip onlar hakkında saatlerce konuşabilen pek çok insan var. Bir de yaşamında ancak birkaç resim görmüş olmasına karşın, üzerinde derin etkiler bırakmış bu bir ya da birkaç resmi uzun uzun seyretmiş bir başka insan tipi var. Başka bir insan tipiyse bu konuda alabildiğine geniş ama ne derin ne de engin. Daha başka bir insan tipiyse aynı konuda son derece sığ, belli bir şeye yoğunlaşıp koşullanmış. Acaba bunlar ayrı ayrı değer bilme türleri midir? Belki de hepsine birden topluca “değer bilme” denebilir.
31. II. Edward’ın taç giyme töreninde giydiği özel kaftan ile gündelik bir elbise üstüne bütünüyle başka başka terimler yoluyla konuşursunuz. O dönemde yaşayanlar taç giyme töreninde giyilen özel kaftana ilişkin ne yaparlar, ne söylerlerdi? Acaba taç giyme töreninde giyilen özel kaftan bir terzi eliyle mi dikilmiştir? Kim bilir belki de II. Edward’ın giyene dek hiç görmediği bu kaftan, kendi gelenekleri bulunan İtalyan sanatçılarca tasarımlanmıştı. “Hangi ölçütler iş başındaydı?” gibi soruların tamamı “Bu özel kaftanı onların eleştirdiği gibi eleştirebilir misiniz?” sorusuyla doğrudan ilintilidir. Büsbütün başka bir biçimde değerini bilirsiniz kaftanın; kaftana ilişkin tutumunuz kaftanın tasarımlandığı zamanda yaşamış kişininkinden bütünüyle başkadır. Yine de, her nasıl oluyorsa o dönemde yaşayan bir adamın söylemiş olabileceği “Bu, taç giyme töreni için hoş bir kaftan!” sözü aynı biçimde bugün yaşayan bir adam tarafından da söylenebilecektir.
32. Dikkatinizi ayrımlara yöneltip şunu söylüyorum: “Ayrımların ne denli ayrı olduklarına bak!”, “Ayrı durumlarda ortak olanın ne olduğuna bak”, “Estetik yargılarda ortak olana bak”. Geriye kala kala dayanılmaz bir çekiciliğe konu, uçsuz bucaksız bir karmaşalar ailesi kalmıştır –beğenmenin ifade edilmesi, bir gülümseme ya da bir mimik sözgelimi.
33. [Rhees, Wittgenstein’a kendi değerden düşme “kuramı” bağlamında birtakım sorular sordu.] Bir kuramım olduğunu düşünüyor musun? Gerçekten değerden düşmenin ne olduğunu söylediğimi düşünüyor musun? Bütün yaptığım değerden düşme diye adlandırılan birbirinden ayrı şeyleri betimlemek. Değerden düşmeyi onaylayabilirim –“O hoş müzik kültürünüzde her şey ne kadar da yerli yerinde; bugünlerde uyum denilen şeyi çocukların öğrenmediğini gördükçe mutlu oluyorum.” [Rhees: Söylediğiniz altı üstü “değerden düşme”yi çeşitli biçimlerde kullanmayı yeğlemek demeye gelmiyor mu?] Tamam, peki... istediğin gibi olsun, ama aklıma gelmişken bu ...hayır, bunun bir önemi yok. Değerden düşme örneğim bildiğim, belki de kendisinden pek hoşlanmadığım bir şeyin örneği ...bilmiyorum. Galiba “değerden düşme” kendisine ilişkin çok az şey bilebildiğim bir şey için kullanılmaktadır.
34. Giysilerimiz bir bakıma 18. yüzyıldaki giysilerden daha sade; bisiklete binmek, yürümek, vb. kimi zorlu etkinliklere çok daha uygun giysiler. Bir an, aynı değişimin ayırdına mimaride, berberlikte, vb.’nde vardığımızı düşünün. Bir an yaşam biçeminin değerinin düşmesine ilişkin konuştuğumu düşünün. Birisi çıkar da “Değerinin düşmesiyle ne demek istiyorsun?” diye sorarsa, bunu betimler, örnekler veririm. “Değerden düşme”yi, bir yandan özel bir gelişme türünü betimlemek, öbür yandan bunu onaylamadığınızı göstermek için kullanırsınız. Ben sevdiğim şeylere, sizse sevmediğiniz şeylere bağlayabilirsiniz “değerden düşme”yi. Ne var ki bu sözcük elde herhangi etkili bir öğe olmadan da kullanılabilir; sözcüğü olmuş belli bir şeyi betimlemek için kullanırsınız. Bu daha çok, zorunlu olmasa da içinde küçültücü bir öğe olması pekâlâ olanaklı olan teknik bir terimi kullanmaya benzer. Ben değerden düşme üstüne konuşurken siz karşı çıkarak: “Ama bu zaten çok iyiydi” diyebilirsiniz. Ben de size derim ki: “Peki, tamam ama ben bundan (iyi olmaktan) söz etmiyorum. Değerden düşmeyi sadece belli bir gelişmeyi (oluşu) betimlemek için kullandım.”
35. Estetik sözcüklerini açıklığa kavuşturmak için, yaşam biçimlerini betimlemeniz gerekir. “Bu güzel” türünden estetik yargılar üstüne konuşmak zorunda olduğumuzu düşünürüz; ama ne zaman ki estetik yargılar üstüne konuşmak durumunda kalsak kesinlikle bu tür sözcükleri kullanmadığımızı görürüz, bunun yerine karmaşık bir etkinliğe eşlik eden, bir mimik gibi kullanılan bir sözcük buluruz.
36. [Lewy: Evsahibem bir resmin hoş olduğunu söylerse, ben de buna karşılık resmin berbat olduğunu söylersem, birbirimizle çelişmiş olmayız.]Bir anlamda [ve belli örneklerde –R] birbirinizle çelişirsiniz. Evsahibesi resmin tozunu büyük bir özenle alır, resmi sık sık seyrederken, siz resmi ateşe atmak istersiniz. Olsa olsa felsefede verilebilecek en ahmakça örneklerden biri olurdu bu; sanki “Bu çok berbat”, “Bu çok hoş” türünden şeyler şimdiye dek verilmiş biricik yargılarmış gibi. Bu durum, başka başka şeylerin bulunduğu koskoca bir alandan yalnızca tek bir örnektir –özel bir durum. Diyelim ki evsahibesi “Bu çok berbat” derken, siz de “Bu çok hoş” diyorsunuz –topu topu işte olan biten bu, neyse o.
18. Şu an üstüne konuşmamız gereken sözcük “değeri bilinmiş” sözcüğüdür. Değerini bilmek, içinde ne barındırır?
19. Bir adam terziye gidip yığınla elbiselik kumaşı gözden geçirip şöyle derse: “Hayır. Bu biraz koyuca. Bu fazla alacalı bulacalı” vb., o kişi için kumaştan anlıyor, kumaşın değerini biliyor deriz. Onun bir “değerbilir” olması kullandığı ünlemler ile gösterilemez, gösterilse gösterilse yeğlediği seçme, eleme, vb. yordamıyla gösterilebilir. Benzer biçimde müzikte: “Bu parça uyum içerisinde çalınıyor mu? Hayır. Alçak perdeden ses yeterince yüksek değil. Burada aradığım başka bir şey...” Değer bilme dediğimiz işte tam da budur.
20. Değer bilmenin neye dayandığını betimlemek yalnızca güç olmakla kalmayıp bütünüyle olanaksızdır da. Değer bilmenin neye dayandığını betimlemek için bütün bir çevreyi betimlemek durumundayız.
21. Elbiselere ilişkin pek çok şey bilen biri terziye gittiğinde neler olup bittiğini tam anlamıyla biliyorum, ayrıca elbiselere ilişkin hiçbir şey bilmeyen biri gittiğinde neler olup bittiğini de biliyorum –ne dediğini, nasıl davrandığını, vb. Burada sayısız farklı değer biliş durumu söz konusudur. Kuşkusuz benim bildiğim, başka birinin bilebilecekleri yanında hiçbir şeydir. Değer bilmenin ne olduğunu söylemek için sözgelimi el sanatları gibi koskocaman bir siğili, böylesi özel bir sayrılığı açıklamak zorundayım. Aynı zamanda fotoğrafçılarımızın bugünlerde ne yaptığını da açıklamak zorundayım. Tıpkı arkadaşınızın adam gibi bir resmini çekmenin ya da onu tam anlamıyla anlamanın, bu iş için 1.000 sterlin ödeseniz dahi, niçin olanaksız olduğunu açıklamak zorunda olmam gibi.
22. Çekilen fotoğraflar aracılığıyla, sözgelimi geçen yüzyıl ile ondan bir önceki yüzyılın Alman müziği gibi çok yüksek diyebileceğiniz bir kültürü ve bu kültür değerden düştüğünde olan biteni anlayabilirsiniz. Öykünmeler elde ederken ya da binlerce insan en ince ayrıntılarla ilgilenirken mimaride olan biteni de anlayabilirsiniz. Yine bir yemek odası masası az çok gelişigüzel seçilirken olan biteni ya da kimsenin masanın nereden geldiğini bilmediği durumda olan biteni de kavrayabilirsiniz.
23. Uygunluk üstüne konuştuk. İşini bilen iyi bir terzi “Fazla uzun”, “Olmuş” türünden sözcükler dışında hiçbir sözcük kullanmayacaktır. Bir Beethoven Senfonisi üstüne konuşurken, uygunluktan sözetmeyiz. Bütünüyle başka şeyler girer işin içine. Hiç kimse sanattaki görkemli şeylerin değerinin bilinmesi üstüne konuşmayacaktır. Mimarideki belli biçemlere belli türden bir kapı tasarımının daha uygun düştüğünü düşündüğünüzde, işte bu o şeyin değerini bildiğinizi gösterir. Gelgelelim gotik bir katedral söz konusu olduğunda yaptığımız ondaki uygunluğu görmek değildir –katedral bizim üzerimizde bambaşka bir rol oynar. Burada oynanan bütün oyun başkadır. Bu en az, bir insana ilişkin yargıda bulunurken “O iyi davranır” demekle “Bende olumlu bir izlenim bıraktı” demek kadar başkadır.
24. “Uygunca”, “büyüleyici”, “güzelce”, vb. büsbütün başka bir rol oynarlar. Karşılaştırın: Başdöndürücü insan Buffon’ un yazıdaki biçem üstüne o ünlü konuşması, gücünü benim ancak belli belirsiz anlayabildiğim ama onun hiç de belirsizlik içinde söylemediği pek çok ayrımdan –“gözalıcı”, “büyüleyici”, “çekici” gibi bütün ince ayrıntılardan– almaktadır.
25. Estetik yargı anlatımları dediğimiz sözcükler, bir dönemin kültürü diye adlandırdığımız şey üzerinde karmaşık ama çok belirgin bir rol oynarlar. Bu sözcüklerin nasıl kullanıldıklarını ya da kültürel beğeniyle neyi anlatmak istediğinizi betimlemek için, o kültürü betimlemeniz gerekir. Bugün bizim burada kültürel beğeni dediğimiz belki de Ortaçağda yoktu. Başka başka çağlarda başka başka oyunlar oynanır.
26. Bir dil oyununda içerilen bütün bir kültürdür. Müzik beğenisini betimlerken çocukların konser verip vermediğini, kadınların konser verip vermediğini, yoksa yalnızca erkeklerin mi konser verdiğini ve buna benzer daha pek çok şeyi betimlemek zorundasınızdır. Viyana’daki soylu çevrelerde insanların [şöyle şöyle] bir beğenisi vardı, sonra bu beğeni kentsoylu çevrelere taşındı, kadınlar da korolara katılmaya başladılar, vb. Bu müzikteki geleneğe bir örnektir.
27. [Rhees: Zenci Sanatı’nın bir geleneği var mıdır? Bir Avrupalı, Zenci Sanatı’nın değerini bilebilir mi?]
28. Zenci Sanatı’ndaki gelenek nasıl bir şeydir? Kadınların yöresel kıyafetler giymeleri mi? Ya da buna benzer bir şey mi? Bilmiyorum. Frank Dobson’ın Zenci Sanatı’nın değerini bilmesi ile eğitimli bir zencinin değer bilmesinin nasıl karşılaştırılacağını bilmiyorum. Dobson’ın Zenci Sanatı’nın değerini bildiğini söyleyecek olsanız bile, yine de ben bunun ne anlama geldiğini bilemem. Odasını Zenci Sanatı’nın ürünleriyle doldurmuş olabilir. Acaba yalnızca şunu söylemekle mi yetinir: “Ahaa!”? Yoksa en iyi zenci müzisyenlerin yaptıklarını mı yapar? Zencilerin yapıtlarına ilişkin şu ya da bu noktalarda onlarla uylaşır mı yoksa uylaşmaz mı? İşte buna değer bilme diyebilirsiniz. Eğitimli zencininkinden büsbütün başkadır bu. Eğitimli bir zencinin de odasında Zenci Sanatı ürünleri olsa da, zenci ile Frank Dobson’ın değer bilmeleri bütünüyle başkadır. Bunlarla başka başka şeyler yaparsınız. Diyelim ki zenciler kendi giyinme yordamlarına göre giyinirler, burada güzel bir zenci ceketinin değerini bildiğimi söylerim –bu benim de bir tane dikili zenci ceketim olduğu anlamına gelir mi, yoksa (terzideykenki gibi) “Hayır... bu gereğinden uzun olmuş” mu derdim, yoksa yalnızca şu dediğim anlama mı gelirdi: “Ne kadar da büyüleyici!”?
29. Diyelim ki Lewy’de resimde kültürel beğeni denilen şey var. On beşinci yüzyılda kültürel beğeni denilen şeyden büsbütün başka bir şeydir bu. Bambaşka bir oyun oynanmaktadır burada. Lewy, bu beğeni denen şeyle on beşinci yüzyılda yaşayan adamın yaptığından bütünüyle başka bir şey yapmaktadır.
30. Hali vakti yerinde, iyi okullara giden, dilediği zaman yolculuk edebilen, Louvre’u görebilen, düzinelerce ressama ilişkin pek çok şey bilip onlar hakkında saatlerce konuşabilen pek çok insan var. Bir de yaşamında ancak birkaç resim görmüş olmasına karşın, üzerinde derin etkiler bırakmış bu bir ya da birkaç resmi uzun uzun seyretmiş bir başka insan tipi var. Başka bir insan tipiyse bu konuda alabildiğine geniş ama ne derin ne de engin. Daha başka bir insan tipiyse aynı konuda son derece sığ, belli bir şeye yoğunlaşıp koşullanmış. Acaba bunlar ayrı ayrı değer bilme türleri midir? Belki de hepsine birden topluca “değer bilme” denebilir.
31. II. Edward’ın taç giyme töreninde giydiği özel kaftan ile gündelik bir elbise üstüne bütünüyle başka başka terimler yoluyla konuşursunuz. O dönemde yaşayanlar taç giyme töreninde giyilen özel kaftana ilişkin ne yaparlar, ne söylerlerdi? Acaba taç giyme töreninde giyilen özel kaftan bir terzi eliyle mi dikilmiştir? Kim bilir belki de II. Edward’ın giyene dek hiç görmediği bu kaftan, kendi gelenekleri bulunan İtalyan sanatçılarca tasarımlanmıştı. “Hangi ölçütler iş başındaydı?” gibi soruların tamamı “Bu özel kaftanı onların eleştirdiği gibi eleştirebilir misiniz?” sorusuyla doğrudan ilintilidir. Büsbütün başka bir biçimde değerini bilirsiniz kaftanın; kaftana ilişkin tutumunuz kaftanın tasarımlandığı zamanda yaşamış kişininkinden bütünüyle başkadır. Yine de, her nasıl oluyorsa o dönemde yaşayan bir adamın söylemiş olabileceği “Bu, taç giyme töreni için hoş bir kaftan!” sözü aynı biçimde bugün yaşayan bir adam tarafından da söylenebilecektir.
32. Dikkatinizi ayrımlara yöneltip şunu söylüyorum: “Ayrımların ne denli ayrı olduklarına bak!”, “Ayrı durumlarda ortak olanın ne olduğuna bak”, “Estetik yargılarda ortak olana bak”. Geriye kala kala dayanılmaz bir çekiciliğe konu, uçsuz bucaksız bir karmaşalar ailesi kalmıştır –beğenmenin ifade edilmesi, bir gülümseme ya da bir mimik sözgelimi.
33. [Rhees, Wittgenstein’a kendi değerden düşme “kuramı” bağlamında birtakım sorular sordu.] Bir kuramım olduğunu düşünüyor musun? Gerçekten değerden düşmenin ne olduğunu söylediğimi düşünüyor musun? Bütün yaptığım değerden düşme diye adlandırılan birbirinden ayrı şeyleri betimlemek. Değerden düşmeyi onaylayabilirim –“O hoş müzik kültürünüzde her şey ne kadar da yerli yerinde; bugünlerde uyum denilen şeyi çocukların öğrenmediğini gördükçe mutlu oluyorum.” [Rhees: Söylediğiniz altı üstü “değerden düşme”yi çeşitli biçimlerde kullanmayı yeğlemek demeye gelmiyor mu?] Tamam, peki... istediğin gibi olsun, ama aklıma gelmişken bu ...hayır, bunun bir önemi yok. Değerden düşme örneğim bildiğim, belki de kendisinden pek hoşlanmadığım bir şeyin örneği ...bilmiyorum. Galiba “değerden düşme” kendisine ilişkin çok az şey bilebildiğim bir şey için kullanılmaktadır.
34. Giysilerimiz bir bakıma 18. yüzyıldaki giysilerden daha sade; bisiklete binmek, yürümek, vb. kimi zorlu etkinliklere çok daha uygun giysiler. Bir an, aynı değişimin ayırdına mimaride, berberlikte, vb.’nde vardığımızı düşünün. Bir an yaşam biçeminin değerinin düşmesine ilişkin konuştuğumu düşünün. Birisi çıkar da “Değerinin düşmesiyle ne demek istiyorsun?” diye sorarsa, bunu betimler, örnekler veririm. “Değerden düşme”yi, bir yandan özel bir gelişme türünü betimlemek, öbür yandan bunu onaylamadığınızı göstermek için kullanırsınız. Ben sevdiğim şeylere, sizse sevmediğiniz şeylere bağlayabilirsiniz “değerden düşme”yi. Ne var ki bu sözcük elde herhangi etkili bir öğe olmadan da kullanılabilir; sözcüğü olmuş belli bir şeyi betimlemek için kullanırsınız. Bu daha çok, zorunlu olmasa da içinde küçültücü bir öğe olması pekâlâ olanaklı olan teknik bir terimi kullanmaya benzer. Ben değerden düşme üstüne konuşurken siz karşı çıkarak: “Ama bu zaten çok iyiydi” diyebilirsiniz. Ben de size derim ki: “Peki, tamam ama ben bundan (iyi olmaktan) söz etmiyorum. Değerden düşmeyi sadece belli bir gelişmeyi (oluşu) betimlemek için kullandım.”
35. Estetik sözcüklerini açıklığa kavuşturmak için, yaşam biçimlerini betimlemeniz gerekir. “Bu güzel” türünden estetik yargılar üstüne konuşmak zorunda olduğumuzu düşünürüz; ama ne zaman ki estetik yargılar üstüne konuşmak durumunda kalsak kesinlikle bu tür sözcükleri kullanmadığımızı görürüz, bunun yerine karmaşık bir etkinliğe eşlik eden, bir mimik gibi kullanılan bir sözcük buluruz.
36. [Lewy: Evsahibem bir resmin hoş olduğunu söylerse, ben de buna karşılık resmin berbat olduğunu söylersem, birbirimizle çelişmiş olmayız.]Bir anlamda [ve belli örneklerde –R] birbirinizle çelişirsiniz. Evsahibesi resmin tozunu büyük bir özenle alır, resmi sık sık seyrederken, siz resmi ateşe atmak istersiniz. Olsa olsa felsefede verilebilecek en ahmakça örneklerden biri olurdu bu; sanki “Bu çok berbat”, “Bu çok hoş” türünden şeyler şimdiye dek verilmiş biricik yargılarmış gibi. Bu durum, başka başka şeylerin bulunduğu koskoca bir alandan yalnızca tek bir örnektir –özel bir durum. Diyelim ki evsahibesi “Bu çok berbat” derken, siz de “Bu çok hoş” diyorsunuz –topu topu işte olan biten bu, neyse o.