HEGEL'İN DİN FELSEFESİNDE VORSTELLUNGEN STATÜSÜ - 1
|
Paul RICOEUR
Çev: Mehmet Sait REÇBER
Bu denemenin amacı ikilidir: tarihsel ve eleştirel. Bir yandan Hegel'in din felsefesinde Vorstellung'un merkezi konumunu vurgulamak istiyorum. Diğer yandan bu sorunun dini söylemin modern bir hermenötik açısından ilgisini sorgulamak istiyorum.
İlkin, terimin kendisi hakkında bir söz. Bu terim karşıtlar çifti çerçevesinde bir anlam ifade eder: Vorstellung ve Begriff, Kant'taki gibi, kendinde şey (Ding an sichye karşıt olan fenomenin bir eşanlamlısı şeklinde değil. Dolayısıyla bu terim "fikir" olarak değil, "tasanmsal düşünme" ["figurative thinking"] olarak tercüme edilmelidir. Vorstellungen Hegelci kullanımının genişliğinin altını çizdiği oranda "temsil" kabul edilebilir.
Bu terim yalnızca öyküleri ve sembolleri -isterseniz, imgeleri- değil, keza Teslis, Yaratma, Düşüş, Hulul ve Kurtuluş gibi sadece dini olmayıp, teolojik söylemde de kavramsallaştmlmış bir hayli ince ifadeleri de kapsar. Hegel'in iddiası tam olarak, bu söylemin ne kadar aklileştirilmiş olabileceğine bakmaksızın, kelimenin en inandırıcı anlamında bu terimin henüz kavramsal değil, fakat hala suretsel [pictorial] veya tasanmsal olup, bunu bir yolla tasvir etmenin şimdi bizim görevimiz olduğudur.
Burada iki ana husus mevzu bahistir: birincisi, tasanmsal olarak dini söylem -teolojik söylem dahil- in geniş bir tasviri; ikinci olarak, kavramsal dille karşı karşıya tasarımsal dilin statüsü. Sadece ikinci husus tartışmalı olarak kalıyor: kavramsal olanın tasarımsal olanı ne derece ilga ettiğini ve ilga etmiyorsa, kendini ortaya koymak ve anlamlı kalabilmek için ne dereceye kadar tasarımsalın desteğine hala ihtiyaç duyduğunu söylemek zordur.
Dini söylemin tasanmsal olarak nitelendirilmesiyle ilgili olarak Nohl tarafından 1907'de derlenen İlk Dönem Teolojik Yazılar'da 1821, 1824, 1827 ve 1831'de dört kez verilen Berlin Din Felsefesi Üzerine Konferanslarına kadar çok az değişiklik vardır.
Mesele başlangıçta başka bir ad altında, yani dinin "pozitiflik"i olarak ortaya çıkıyor. Bu terim, temel oluşturan olaylara dayanan, belirgin sembollerde ifadesini bulan ve oldukça kurumsallaşmış topluluklar tarafından taşman bir inançlar sistemi olarak dinin kültürel statüsünün altını çizmek için amaçlanmıştır. Dini pozitif olarak adlandırmakla Hegel, Kant ve Aydınlanmanın diğer düşünürlerinin yapmak istedikleri rasyonel ve doğal din gibi bir şeyin olmadiğını iddia etmek ister. Sonuçta, dine uygun düşünme kipi kaçınılmazdır. Bu, dinin kendi başına doğası gereği yapısını oluşturan bir şeydir. Dolayısıyla, dinin bizzat doğal ve rasyonel olarak değil de, pozitif olarak nitelendirilmesinde aşağılayıcı hiçbir şey yoktur.
Ne de Ruh'un Fenomenolojîsinde dinin tasanmsal olarak tanımlanmasının aşağılayıcı olması amaçlamıştır. Bu takdirkar kabulün esas nedeni Hegeîci hermenötiğin bütününe hükmeden temel kanaattir: tasanmsal düşünce, daha sonra üzerinde duracağımız eksikliklerine rağmen, felsefi düşünceye en yakın olandır. Potansiyel olarak spekülatiftir. Bu ifade dini söyleme olan Hegeîci yaklaşımı Kantçı yaklaşımdan kesin bir şekilde ayırır. Kant için, ve genelde bir sınır felsefesinde, Mutlak'ın öz-sunumu, Selbst-Darstellung, için bir yer yoktur. Felsefenin kuramsal işi aşkın kuruntulann maskesini düşürmek ve örneğin fenomenal düşüncenin kendisini mutlak varlıkla eşitleme iddiası gibi iddialara sınırlar getirmekle başanlmış ve tamamlanmıştır. Aşkın iddialara müsaade edilebilecek tek yer pratik akıldır. Öyleyse, din şu veya bu şekilde bu pratiğin alanına aittir.
Hegel göre din, tam tersine, pratiği arttırmaktan çok, spekülasyon belirtisini gösterir. Bu yüzden hala tasanmsal olsa da dinin nasıl evvelce spekülatif olduğunu göstermesi gerekir. Vorstellung'un bu müphem konumu dinin sistemdeki yerini gösterir: sona yakın, ancak son için yetersiz. Sona yakın? Fenomenoloji'de, din kültürel dünyanın evrelerinin ve tasarımlamalarının bütün bir araştırmasından sonra, mutlak bilgi üzerine olan bölümden önce yer alır, Ansiklopedi'ds, tam felsefe ile sanat arasındaki mutlak ruh kuramının ortasında yer alır. Son için yetersiz? Bu, bu yazının ikinci kısmında ele alacağımız tartışmalı sorudur.
Tasarımsal düşüncenin takdirkar kabulü olarak adlandırdığım şeyde bir adım daha ilerleyelim. Dinin tasarımsal öğesi sadece felsefenin spekülatif anı tarafından ileri doğru çekilmiş değil, insan ruhunun doğadan kültüre ve kültürden Mutlak'ın öz-açılımina yolculuğundan önce gelen tüm kültürel "biçimler" (Gestalten) veya tasanmlamalarla geriye dönük biçimde ilişkilidir.
Tasarımsal düşünce dünya-ruhlarına kök salmış olmasaydı, spekülatif düşünce karşısındaki görevini ifa edemezdi. O, kendisinden önce gelen -en azından mantıksal olarak, tarihsel değilse- kültürel belirlenimleri (Bestimmungen) özetle tekrarlar. Dinin kültürdeki bu bağlanımlan, dinin her bir Volksgeist'in tarihsel özelliklerini kabul ettiğine delalet eder. Din ve halklann dünya-görüşleri arasındaki bu kültürel bağ, sanat ile din arasındaki yakınlığı açıklar. Hegel Fenomenoloji'de Grek dinini sanat-dini olarak ele alarak, Ansiklopedi'de dini sanatla felsefe arasına koyarak ve Grek dinine Berlin Konferanslarında, -ki burada Grek dini vahyedilmiş veya mutlak dine uygun hazırlık yapmada İbrani dine ile yansır- yine açık olduğu üzere yüksek bir mevki vererek bu benzerliğin altını çizer. Fakat her şeyden öteye, dini temsilin daha önceki kültürel kipleri ve belirlenimleri özetle tekrarlama kapasitesi, Ruh'un "bilinç", "öz-bilinç", "akıl" bölümlerini tekrarlayan bizzat dinin tasarımsal düşüncesinin yapısında temsil edilmiştir.
Vorstellung'un bir diyalektiği, Ruh'un, tezahürlerinin tüm sahalarında kendi kendini yapılandırmasını, tasanmsal düşünce sahası içerisinde, bu tekrar elde edişiyle mümkün olur. Kültürden dine bu yapı transferi, bütün Hegelci felsefe yapma tazının temel bir özelliğine tanıklık eder: Ruh'un, doğada olduğu gibi birbirini izleyen parçalar şeklinde eklenir bir yol izlememesi, fakat anların her birinde bir bütün olarak hazır bulunması, Ruh'un anlamına aittir. Felsefenin tüm süreci bütünün parçasına içkinliğinin ilerleyici tanıyışında yatar. Bu yüzden dinin tasanmsal düşüncesi kültürün kumaşına harici bir yolla eklenmiş olmayıp; ancak, Mutlak'ın kendine dönmesinin can alıcı anında evvelce ortaya çıkmış bulunan belirlenimleri yeniden elde eder.
Bu son söz bizi dindeki tasanmsal düşüncenin en kesin ayırıcı özelliğinin eşiğine; iç dinamizmine götürür. Tasarımsal düşüncenin son değerlendirilişine ilişkin kritik soruyu Hegel tarafından gündeme getirecek olan tam da bu ayırıcı özelliktir. Din ile felsefenin aynı spekülatif içeriğe sahip olduğunu, fakat dinin bu içeriği tasanmsal kipte, felsefenin onu kavramsal kipte anladığını söylemek onlan yan yana koymanın bir yolu değildir. Spekülatif kip, tasanmsal kipin dışında olmayıp tam da temsili kipin iç diyalektiğini meydana getirir. Dini temsiller durağan içerikler değil, fakat spekülatif kipe yönelen bir iç dinamizm tarafından hareket ettirilen süreçlerdir ve dolayısıyla bu, Hegelci din hermenötiğini oluşturan spekülatif kipin iç dinamizminin tasviridir.
Önde gelen bu düşünce çizgisiyle Hegel, kendisinden sonra bağımsız olacak -karşılıklı olarak dışlayıcı değilse-, ancak birbirinden aynlmaz bir girişim olarak hem ilk hem de son defa tasavvur etmeye ve başarmaya yeltenenin kimsenin kendisi olduğu bu üç işi başaracak güçtedir. Bu üç iş, üç soruya tekabül eder:
Genelde din nedir?
Değişik din tipleri veya türleri nelerdir?
Hıristiyanlığın temel anlamı nedir?
Bize göre bu üç soru, üç değişik alana ayrılmış bulunmaktadır: kültürel antropoloji, karşılaştırmalı dinler tarihi, kitab-ı mukaddes teolojisi. Hegel'e göre, birinci soruyu yanıtlamak, ikinci soruya geçmek, ikincisini çözmek ise üçüncüsünü sormaktır. Genelde din Vorstellung'un iç dinamizminden başka bir şey olmadığı için, bu dinamizmin temel nedeni tam da farklı dinlerin biçimlerinde açığa çıkmalıdır. Ve eğer bu biçimler kapalılık ve şeffaflık derecelerine göre bir ıskalada sıralanacak olurlarsa; bu durumda dinler sadece karşılaştırılmamalı, derecelendirilmelidirler de. Ve bu derecelendirme Hıristiyanlıkta ortaya çıkan tasarımsal öğenin hem dini sembolizmin sunabileceği en son şeffaflık derecesi, hem de onun geriye kalan kapalılığın en son direnci olduğu sonucuna götürüyorsa, bu durumda din felsefesi Hıristiyan doğma öğretisini felsefi olarak yeniden yorumlamakla görevini başarır ve bitirir. Ve bu yeniden yorumlama da bir tür bilgi dönüşümü sayesinde dinin genel anlamını tekrar kazandırır, çünkü o temsil fenomenolojisini, temsil ile kavramların arasındaki farklılığın gözden kaybolduğu ve araştırmanın başlangıcında sonun tahmininin, araştırmanın sonu ve konusunun sonu olduğu noktasına götürür: "Dinin tamamlanması iki formun birbiriyle özdeşleşmesiyle olur."
Dinin tekil anlarının "farklılaşması ve kendine dönüşü"nde yer alan üste üste örülmüş bu sürecin muazzam taslağı için bir ip ucu bile vermeye gücüm yetmez. Bunu yapmak için Vorstellung 'un biçimlerini düzenleyen rasyonel yapının bir bütün olarak fenomenolojinin temel yapılarını -bilinç, öz-bilinç, akıl, ruh- nasıl tekrarladığını ve böylece Hegel düşüncesinin en temel sezgisine göre bu sürecin bütün geçmiş evrelerini Vorstellung" a nasıl özetle tekrarlattığını gösterebilmem gerekir: yani Ruh'un safhalarının her birinde bir bütün olarak hazır olduğu ve dışsal eklemelerle değil, içsel gelişme ve birikimsel bir tarzda ilerlediği.
Bütün diyalektikteki kritik dönemeçleri temsil eden, dini Vorstellung'un yetersizliği ile kavramsal düşüncenin uğrana görünürden kalkma düşüncesine ilişkin, Hegel'in kendi kararsız tutumunu kesin olarak belirlememize fırsat verecek iki önemli anı, iki "biçim"i seçmeyi yeğliyorum. Bunlar, sanat dininden vahyedilmiş dine dönüş noktasında Grek tanrılarının ölümü; ve vahyedilmiş dinde, Kristoloji'den kilise-bilime dönüş noktasında İsa'nın ölümü ve Dirilişi.
Grek dini ilk ifadesini plastik sanatlarda bulur: tanrının heykeli doğanın dışsallığının öz-bilincin içselliğine dönüşünü ifade eder. Heykelin de keza kendine uygun ortamına yeniden yerleştirilmesi gerekir: yani, tapmanın kendi iradesiyle teslimiyetinin tanrının gerçeklik sahasına inişiyle birleştiği bütün (bir) inanç durumu. O zaman dinin bu estetik-etik kavramının anlamını sözün epik, trajik ve komik biçimleri yoluyla dile kazandırılmıştır, ki bunlar birlikte sanatın manevi eserini oluştururlar. Bu, kabaca, Grek dinin şeklidir: heykelden tapınma yoluyla söze. Bizi bir süre meşgul edecek olan bu son safhanın çözülüşüdür.
Bu son aşamada, komedide somutlaşmış Mutlak'in düşünsel benlikte içselleşmesi mutsuz bilincin ana özelliklerini ve kuşkuculukta doruğa erişini yeniden başlatır. Komedi "tam da gerçek bir şey olmak istediği için maskesini düşür" meye cesaret edebilecek bir benliğin ironik geride bırakışını dile getirir. İronik geride bırakma için bu özür dileyişin, Hegel'in sadece Grek dinine ilişkin değil, aynı zamanda bizzat dine ilişkin stratejisi hakkında bir şeyi açığa vurup vurmadığını merak edebiliriz. Mesele o kadar şaşırtıcı ki, komedi ironisinin hala din olup olmadığını merak edebiliriz. "Bireysel benlik kendisiyle ve kendinde, tanrıların, keza onların anlarının, yani varolan Doğa ve onların özgün özelliklerin düşüncelerinin, bütünüyle gözden kaybolduğu olumsuz güçtür". Hegel'in ihtiyatlı hayranlığı göz ardı edilemez. "Bu öz-kesinlik manevi bir refah ile orada sükunet durumudur, öyle ki, bu Komedi'nin dışındaki hiçbir yerde bulunmayacaktır"
Din fenomenolojisinin ortalarında dönüş yapan mutsuz bilinç, etik dünyanın ve bu dünyanın dininin "tüm kaybının bilgisi" olarak tekrar tanımlanır. Ve en çok şaşırtıcı olan, Hegel'in Grek putlarının bu kaybına Matem Cuması (Hıristiyan inancına göre İsa'nın çarmıha gerilmesinin anısına Paskalya bayramından önceki Cuma günü)'nın Luterci ilahisini aktarmasıdır: "Tanrı öldü": "O tüm özsel varlığını bu kendisi hakkındaki kesinlikte kaybının bilinci, ve hatta kendisi hakkındaki bilginin kaybının - cevherin olduğu gibi benliğin de kaybının bilincidir, o 'Tanrı öldü' acı deyişinde kendini ifade eden kederdir".
Sorun, benzer bir kederin ve benzer bir ibadetin hatırlama -Erinnerung- ya dönüşümünün topluluğun ruhu arasında İsa'nın Dirilişi konusuyla Hristiyanlığın felsefi hermenötiğine dönüş [yapıp] yapmayacağıdır. Veya daha güçlü terimlerle ifade etmek gerekirse, Erinnerung 'un herhangi bir sembolik sistemin bağlamsal konumunun ölümü ötesinde dini sembolizm hermenötiğinde überhaupt evrensel bir sınırlama [olup] olmadığıdır. Bu noktaya II. kısımda döneceğim. Hegel'in din felsefesine harfiyen uyacak olursak, onun altını çizmek istediği şey pagan tanrılarının ölümünün paradigmatik özelliği değil, bunun vahyedilmiş dine zorunlu olarak geçişteki önemidir. Çok tedbirli bir şekilde Hegel, Grek komedisine övgüsü ile tanrıların ölümünü putların ölümü üzerine matem hakkındaki retoriksel pasaj ve bu matemin Erinnerung 'a dönüşümünü ilişkilendirmemiştir. Hegel onu vahyedilmiş din, yani Hıristiyanlığın izahına bir giriş olarak kullanmayı yeğlemiştir. Hegel'in bütün kaybın anlamının vahyedilmiş din çerçevesine dahil edilmesi gerektiğini düşünmesinin nedeni, ancak bu anlamın vahyedilmiş dinin, "özne" yerine "cevher"i tekrar koymakla, doğal dine geri dönüşü engelleyebileceğidir.
Ruh'un ilhamı olmak için mutlak din -bu şekilde de adlandırıldığı gibi- in kendi sembolik yapısı içerisinde öz-bilincin ortaya çıkışını içermesi gerekir. Bu mutlak öznellik etik dünyanın "bütün kayıp bilgisi"yle güvenlik altına alınmıştır. Aynı sebep, Hegel'in neden son Berlin Konferansları'nda Grek dininden Yahudi dininden bile daha yüksek bir düzlemde söz ettiğini açıklayabilir. Bu anlamda Erinnerung 'un işlevi sadece dini sembollerin Grek devrini sonuçlandırmak değil, içselleştirilmiş hatırlama düzleminde vahyedilmiş dini ikame etmektir. Haç ve Diriliş'in Hegelci yorumlarının olumladığı ve yaydığı tez böyle.
Hegel'e göre, Vorstellungen iç dinamizminin doruğuna kuşkusuz ki Hıristiyanlıkla erişilir. Bir yandan, sembolik söylem alanındaki önceliği, onun [Hıristiyanlığın] temel sembolü bir benlik, bizzat İsa'nın benliği, en mükemmel öz- bilinç şekli olduğu ölçüde tasarımsal biçimlerinin şeffafa yakın oluşundan doğar. Diğer yandan, onun geriye kalan yetersizliği, tarihsel olaylar, suretsel içerikler ve tortuiaşmış geleneklerle olan bağlantılarından dolayı tasanmsal düşüncenin kavramsal düşünceyle yer değiştirmesine karşı en korkunç direnci oluşturur. Bir an Vorstellung'un mutlak dindeki olumsuz değerlendirilişini bir kenara bırakıp, onun iç dinamizmi üzerine düşünelim.
Hıristiyan tasanmsal düşüncenin eşsiz bir önemi varsa, bu Mutlak'ın kendisini gerçeklikle [actuality], mevcudiyetle [presence] eşitlemiş olmasından dolayıdır. Hegel bu noktada nettir: "mutlak Ruhun kendisine zımnen öz-bilinç biçimini vermiş olması ve dolayısıyla yine onu kendi bilinci için vermiş olması -bu şimdi Ruhun öz-bilinçli Varlık olarak, yani gerçek bir insan olarak hazır bulunduğu şeklindeki dünyanın inancı ve inanç sahibinin Ruh'tan doğrudan bir şekilde emin olup, bu tanrıyı görmesi, hissetmesi ve işitmesi inancı olarak görünüyor. Öyleyse, bilinç kendi iç yaşamından, düşünceden yola çıkıp, kendi içinde Tanrı'nın düşüncesini varlıkla [existence] birleştirmez, tersine doğrudan mevcut bulunan bir varlıkla başlar, orada Tanrı'yı tanır" , ve dahası: "ilahi Varlığın bu hululü, veya onun özsel ve doğrudan bir şekilde öz-bilinç biçimine sahip olması, mutlak dinin basit içeriğidir". Hegel'den önce hiçbir filozof, bir filozof olarak, Hulul'den bu şekilde hiç bahsetmemiştir. Bu anlamda mutlak din, vahyedilmiş din, geoffenbarte Religion, in bir eşanlamlıdır.
Çev: Mehmet Sait REÇBER
Bu denemenin amacı ikilidir: tarihsel ve eleştirel. Bir yandan Hegel'in din felsefesinde Vorstellung'un merkezi konumunu vurgulamak istiyorum. Diğer yandan bu sorunun dini söylemin modern bir hermenötik açısından ilgisini sorgulamak istiyorum.
İlkin, terimin kendisi hakkında bir söz. Bu terim karşıtlar çifti çerçevesinde bir anlam ifade eder: Vorstellung ve Begriff, Kant'taki gibi, kendinde şey (Ding an sichye karşıt olan fenomenin bir eşanlamlısı şeklinde değil. Dolayısıyla bu terim "fikir" olarak değil, "tasanmsal düşünme" ["figurative thinking"] olarak tercüme edilmelidir. Vorstellungen Hegelci kullanımının genişliğinin altını çizdiği oranda "temsil" kabul edilebilir.
Bu terim yalnızca öyküleri ve sembolleri -isterseniz, imgeleri- değil, keza Teslis, Yaratma, Düşüş, Hulul ve Kurtuluş gibi sadece dini olmayıp, teolojik söylemde de kavramsallaştmlmış bir hayli ince ifadeleri de kapsar. Hegel'in iddiası tam olarak, bu söylemin ne kadar aklileştirilmiş olabileceğine bakmaksızın, kelimenin en inandırıcı anlamında bu terimin henüz kavramsal değil, fakat hala suretsel [pictorial] veya tasanmsal olup, bunu bir yolla tasvir etmenin şimdi bizim görevimiz olduğudur.
Burada iki ana husus mevzu bahistir: birincisi, tasanmsal olarak dini söylem -teolojik söylem dahil- in geniş bir tasviri; ikinci olarak, kavramsal dille karşı karşıya tasarımsal dilin statüsü. Sadece ikinci husus tartışmalı olarak kalıyor: kavramsal olanın tasarımsal olanı ne derece ilga ettiğini ve ilga etmiyorsa, kendini ortaya koymak ve anlamlı kalabilmek için ne dereceye kadar tasarımsalın desteğine hala ihtiyaç duyduğunu söylemek zordur.
I
Dini söylemin tasanmsal olarak nitelendirilmesiyle ilgili olarak Nohl tarafından 1907'de derlenen İlk Dönem Teolojik Yazılar'da 1821, 1824, 1827 ve 1831'de dört kez verilen Berlin Din Felsefesi Üzerine Konferanslarına kadar çok az değişiklik vardır.
Mesele başlangıçta başka bir ad altında, yani dinin "pozitiflik"i olarak ortaya çıkıyor. Bu terim, temel oluşturan olaylara dayanan, belirgin sembollerde ifadesini bulan ve oldukça kurumsallaşmış topluluklar tarafından taşman bir inançlar sistemi olarak dinin kültürel statüsünün altını çizmek için amaçlanmıştır. Dini pozitif olarak adlandırmakla Hegel, Kant ve Aydınlanmanın diğer düşünürlerinin yapmak istedikleri rasyonel ve doğal din gibi bir şeyin olmadiğını iddia etmek ister. Sonuçta, dine uygun düşünme kipi kaçınılmazdır. Bu, dinin kendi başına doğası gereği yapısını oluşturan bir şeydir. Dolayısıyla, dinin bizzat doğal ve rasyonel olarak değil de, pozitif olarak nitelendirilmesinde aşağılayıcı hiçbir şey yoktur.
Ne de Ruh'un Fenomenolojîsinde dinin tasanmsal olarak tanımlanmasının aşağılayıcı olması amaçlamıştır. Bu takdirkar kabulün esas nedeni Hegeîci hermenötiğin bütününe hükmeden temel kanaattir: tasanmsal düşünce, daha sonra üzerinde duracağımız eksikliklerine rağmen, felsefi düşünceye en yakın olandır. Potansiyel olarak spekülatiftir. Bu ifade dini söyleme olan Hegeîci yaklaşımı Kantçı yaklaşımdan kesin bir şekilde ayırır. Kant için, ve genelde bir sınır felsefesinde, Mutlak'ın öz-sunumu, Selbst-Darstellung, için bir yer yoktur. Felsefenin kuramsal işi aşkın kuruntulann maskesini düşürmek ve örneğin fenomenal düşüncenin kendisini mutlak varlıkla eşitleme iddiası gibi iddialara sınırlar getirmekle başanlmış ve tamamlanmıştır. Aşkın iddialara müsaade edilebilecek tek yer pratik akıldır. Öyleyse, din şu veya bu şekilde bu pratiğin alanına aittir.
Hegel göre din, tam tersine, pratiği arttırmaktan çok, spekülasyon belirtisini gösterir. Bu yüzden hala tasanmsal olsa da dinin nasıl evvelce spekülatif olduğunu göstermesi gerekir. Vorstellung'un bu müphem konumu dinin sistemdeki yerini gösterir: sona yakın, ancak son için yetersiz. Sona yakın? Fenomenoloji'de, din kültürel dünyanın evrelerinin ve tasarımlamalarının bütün bir araştırmasından sonra, mutlak bilgi üzerine olan bölümden önce yer alır, Ansiklopedi'ds, tam felsefe ile sanat arasındaki mutlak ruh kuramının ortasında yer alır. Son için yetersiz? Bu, bu yazının ikinci kısmında ele alacağımız tartışmalı sorudur.
Tasarımsal düşüncenin takdirkar kabulü olarak adlandırdığım şeyde bir adım daha ilerleyelim. Dinin tasarımsal öğesi sadece felsefenin spekülatif anı tarafından ileri doğru çekilmiş değil, insan ruhunun doğadan kültüre ve kültürden Mutlak'ın öz-açılımina yolculuğundan önce gelen tüm kültürel "biçimler" (Gestalten) veya tasanmlamalarla geriye dönük biçimde ilişkilidir.
Tasarımsal düşünce dünya-ruhlarına kök salmış olmasaydı, spekülatif düşünce karşısındaki görevini ifa edemezdi. O, kendisinden önce gelen -en azından mantıksal olarak, tarihsel değilse- kültürel belirlenimleri (Bestimmungen) özetle tekrarlar. Dinin kültürdeki bu bağlanımlan, dinin her bir Volksgeist'in tarihsel özelliklerini kabul ettiğine delalet eder. Din ve halklann dünya-görüşleri arasındaki bu kültürel bağ, sanat ile din arasındaki yakınlığı açıklar. Hegel Fenomenoloji'de Grek dinini sanat-dini olarak ele alarak, Ansiklopedi'de dini sanatla felsefe arasına koyarak ve Grek dinine Berlin Konferanslarında, -ki burada Grek dini vahyedilmiş veya mutlak dine uygun hazırlık yapmada İbrani dine ile yansır- yine açık olduğu üzere yüksek bir mevki vererek bu benzerliğin altını çizer. Fakat her şeyden öteye, dini temsilin daha önceki kültürel kipleri ve belirlenimleri özetle tekrarlama kapasitesi, Ruh'un "bilinç", "öz-bilinç", "akıl" bölümlerini tekrarlayan bizzat dinin tasarımsal düşüncesinin yapısında temsil edilmiştir.
Vorstellung'un bir diyalektiği, Ruh'un, tezahürlerinin tüm sahalarında kendi kendini yapılandırmasını, tasanmsal düşünce sahası içerisinde, bu tekrar elde edişiyle mümkün olur. Kültürden dine bu yapı transferi, bütün Hegelci felsefe yapma tazının temel bir özelliğine tanıklık eder: Ruh'un, doğada olduğu gibi birbirini izleyen parçalar şeklinde eklenir bir yol izlememesi, fakat anların her birinde bir bütün olarak hazır bulunması, Ruh'un anlamına aittir. Felsefenin tüm süreci bütünün parçasına içkinliğinin ilerleyici tanıyışında yatar. Bu yüzden dinin tasanmsal düşüncesi kültürün kumaşına harici bir yolla eklenmiş olmayıp; ancak, Mutlak'ın kendine dönmesinin can alıcı anında evvelce ortaya çıkmış bulunan belirlenimleri yeniden elde eder.
Bu son söz bizi dindeki tasanmsal düşüncenin en kesin ayırıcı özelliğinin eşiğine; iç dinamizmine götürür. Tasarımsal düşüncenin son değerlendirilişine ilişkin kritik soruyu Hegel tarafından gündeme getirecek olan tam da bu ayırıcı özelliktir. Din ile felsefenin aynı spekülatif içeriğe sahip olduğunu, fakat dinin bu içeriği tasanmsal kipte, felsefenin onu kavramsal kipte anladığını söylemek onlan yan yana koymanın bir yolu değildir. Spekülatif kip, tasanmsal kipin dışında olmayıp tam da temsili kipin iç diyalektiğini meydana getirir. Dini temsiller durağan içerikler değil, fakat spekülatif kipe yönelen bir iç dinamizm tarafından hareket ettirilen süreçlerdir ve dolayısıyla bu, Hegelci din hermenötiğini oluşturan spekülatif kipin iç dinamizminin tasviridir.
Önde gelen bu düşünce çizgisiyle Hegel, kendisinden sonra bağımsız olacak -karşılıklı olarak dışlayıcı değilse-, ancak birbirinden aynlmaz bir girişim olarak hem ilk hem de son defa tasavvur etmeye ve başarmaya yeltenenin kimsenin kendisi olduğu bu üç işi başaracak güçtedir. Bu üç iş, üç soruya tekabül eder:
Genelde din nedir?
Değişik din tipleri veya türleri nelerdir?
Hıristiyanlığın temel anlamı nedir?
Bize göre bu üç soru, üç değişik alana ayrılmış bulunmaktadır: kültürel antropoloji, karşılaştırmalı dinler tarihi, kitab-ı mukaddes teolojisi. Hegel'e göre, birinci soruyu yanıtlamak, ikinci soruya geçmek, ikincisini çözmek ise üçüncüsünü sormaktır. Genelde din Vorstellung'un iç dinamizminden başka bir şey olmadığı için, bu dinamizmin temel nedeni tam da farklı dinlerin biçimlerinde açığa çıkmalıdır. Ve eğer bu biçimler kapalılık ve şeffaflık derecelerine göre bir ıskalada sıralanacak olurlarsa; bu durumda dinler sadece karşılaştırılmamalı, derecelendirilmelidirler de. Ve bu derecelendirme Hıristiyanlıkta ortaya çıkan tasarımsal öğenin hem dini sembolizmin sunabileceği en son şeffaflık derecesi, hem de onun geriye kalan kapalılığın en son direnci olduğu sonucuna götürüyorsa, bu durumda din felsefesi Hıristiyan doğma öğretisini felsefi olarak yeniden yorumlamakla görevini başarır ve bitirir. Ve bu yeniden yorumlama da bir tür bilgi dönüşümü sayesinde dinin genel anlamını tekrar kazandırır, çünkü o temsil fenomenolojisini, temsil ile kavramların arasındaki farklılığın gözden kaybolduğu ve araştırmanın başlangıcında sonun tahmininin, araştırmanın sonu ve konusunun sonu olduğu noktasına götürür: "Dinin tamamlanması iki formun birbiriyle özdeşleşmesiyle olur."
Dinin tekil anlarının "farklılaşması ve kendine dönüşü"nde yer alan üste üste örülmüş bu sürecin muazzam taslağı için bir ip ucu bile vermeye gücüm yetmez. Bunu yapmak için Vorstellung 'un biçimlerini düzenleyen rasyonel yapının bir bütün olarak fenomenolojinin temel yapılarını -bilinç, öz-bilinç, akıl, ruh- nasıl tekrarladığını ve böylece Hegel düşüncesinin en temel sezgisine göre bu sürecin bütün geçmiş evrelerini Vorstellung" a nasıl özetle tekrarlattığını gösterebilmem gerekir: yani Ruh'un safhalarının her birinde bir bütün olarak hazır olduğu ve dışsal eklemelerle değil, içsel gelişme ve birikimsel bir tarzda ilerlediği.
Bütün diyalektikteki kritik dönemeçleri temsil eden, dini Vorstellung'un yetersizliği ile kavramsal düşüncenin uğrana görünürden kalkma düşüncesine ilişkin, Hegel'in kendi kararsız tutumunu kesin olarak belirlememize fırsat verecek iki önemli anı, iki "biçim"i seçmeyi yeğliyorum. Bunlar, sanat dininden vahyedilmiş dine dönüş noktasında Grek tanrılarının ölümü; ve vahyedilmiş dinde, Kristoloji'den kilise-bilime dönüş noktasında İsa'nın ölümü ve Dirilişi.
Grek dini ilk ifadesini plastik sanatlarda bulur: tanrının heykeli doğanın dışsallığının öz-bilincin içselliğine dönüşünü ifade eder. Heykelin de keza kendine uygun ortamına yeniden yerleştirilmesi gerekir: yani, tapmanın kendi iradesiyle teslimiyetinin tanrının gerçeklik sahasına inişiyle birleştiği bütün (bir) inanç durumu. O zaman dinin bu estetik-etik kavramının anlamını sözün epik, trajik ve komik biçimleri yoluyla dile kazandırılmıştır, ki bunlar birlikte sanatın manevi eserini oluştururlar. Bu, kabaca, Grek dinin şeklidir: heykelden tapınma yoluyla söze. Bizi bir süre meşgul edecek olan bu son safhanın çözülüşüdür.
Bu son aşamada, komedide somutlaşmış Mutlak'in düşünsel benlikte içselleşmesi mutsuz bilincin ana özelliklerini ve kuşkuculukta doruğa erişini yeniden başlatır. Komedi "tam da gerçek bir şey olmak istediği için maskesini düşür" meye cesaret edebilecek bir benliğin ironik geride bırakışını dile getirir. İronik geride bırakma için bu özür dileyişin, Hegel'in sadece Grek dinine ilişkin değil, aynı zamanda bizzat dine ilişkin stratejisi hakkında bir şeyi açığa vurup vurmadığını merak edebiliriz. Mesele o kadar şaşırtıcı ki, komedi ironisinin hala din olup olmadığını merak edebiliriz. "Bireysel benlik kendisiyle ve kendinde, tanrıların, keza onların anlarının, yani varolan Doğa ve onların özgün özelliklerin düşüncelerinin, bütünüyle gözden kaybolduğu olumsuz güçtür". Hegel'in ihtiyatlı hayranlığı göz ardı edilemez. "Bu öz-kesinlik manevi bir refah ile orada sükunet durumudur, öyle ki, bu Komedi'nin dışındaki hiçbir yerde bulunmayacaktır"
Din fenomenolojisinin ortalarında dönüş yapan mutsuz bilinç, etik dünyanın ve bu dünyanın dininin "tüm kaybının bilgisi" olarak tekrar tanımlanır. Ve en çok şaşırtıcı olan, Hegel'in Grek putlarının bu kaybına Matem Cuması (Hıristiyan inancına göre İsa'nın çarmıha gerilmesinin anısına Paskalya bayramından önceki Cuma günü)'nın Luterci ilahisini aktarmasıdır: "Tanrı öldü": "O tüm özsel varlığını bu kendisi hakkındaki kesinlikte kaybının bilinci, ve hatta kendisi hakkındaki bilginin kaybının - cevherin olduğu gibi benliğin de kaybının bilincidir, o 'Tanrı öldü' acı deyişinde kendini ifade eden kederdir".
Sorun, benzer bir kederin ve benzer bir ibadetin hatırlama -Erinnerung- ya dönüşümünün topluluğun ruhu arasında İsa'nın Dirilişi konusuyla Hristiyanlığın felsefi hermenötiğine dönüş [yapıp] yapmayacağıdır. Veya daha güçlü terimlerle ifade etmek gerekirse, Erinnerung 'un herhangi bir sembolik sistemin bağlamsal konumunun ölümü ötesinde dini sembolizm hermenötiğinde überhaupt evrensel bir sınırlama [olup] olmadığıdır. Bu noktaya II. kısımda döneceğim. Hegel'in din felsefesine harfiyen uyacak olursak, onun altını çizmek istediği şey pagan tanrılarının ölümünün paradigmatik özelliği değil, bunun vahyedilmiş dine zorunlu olarak geçişteki önemidir. Çok tedbirli bir şekilde Hegel, Grek komedisine övgüsü ile tanrıların ölümünü putların ölümü üzerine matem hakkındaki retoriksel pasaj ve bu matemin Erinnerung 'a dönüşümünü ilişkilendirmemiştir. Hegel onu vahyedilmiş din, yani Hıristiyanlığın izahına bir giriş olarak kullanmayı yeğlemiştir. Hegel'in bütün kaybın anlamının vahyedilmiş din çerçevesine dahil edilmesi gerektiğini düşünmesinin nedeni, ancak bu anlamın vahyedilmiş dinin, "özne" yerine "cevher"i tekrar koymakla, doğal dine geri dönüşü engelleyebileceğidir.
Ruh'un ilhamı olmak için mutlak din -bu şekilde de adlandırıldığı gibi- in kendi sembolik yapısı içerisinde öz-bilincin ortaya çıkışını içermesi gerekir. Bu mutlak öznellik etik dünyanın "bütün kayıp bilgisi"yle güvenlik altına alınmıştır. Aynı sebep, Hegel'in neden son Berlin Konferansları'nda Grek dininden Yahudi dininden bile daha yüksek bir düzlemde söz ettiğini açıklayabilir. Bu anlamda Erinnerung 'un işlevi sadece dini sembollerin Grek devrini sonuçlandırmak değil, içselleştirilmiş hatırlama düzleminde vahyedilmiş dini ikame etmektir. Haç ve Diriliş'in Hegelci yorumlarının olumladığı ve yaydığı tez böyle.
Hegel'e göre, Vorstellungen iç dinamizminin doruğuna kuşkusuz ki Hıristiyanlıkla erişilir. Bir yandan, sembolik söylem alanındaki önceliği, onun [Hıristiyanlığın] temel sembolü bir benlik, bizzat İsa'nın benliği, en mükemmel öz- bilinç şekli olduğu ölçüde tasarımsal biçimlerinin şeffafa yakın oluşundan doğar. Diğer yandan, onun geriye kalan yetersizliği, tarihsel olaylar, suretsel içerikler ve tortuiaşmış geleneklerle olan bağlantılarından dolayı tasanmsal düşüncenin kavramsal düşünceyle yer değiştirmesine karşı en korkunç direnci oluşturur. Bir an Vorstellung'un mutlak dindeki olumsuz değerlendirilişini bir kenara bırakıp, onun iç dinamizmi üzerine düşünelim.
Hıristiyan tasanmsal düşüncenin eşsiz bir önemi varsa, bu Mutlak'ın kendisini gerçeklikle [actuality], mevcudiyetle [presence] eşitlemiş olmasından dolayıdır. Hegel bu noktada nettir: "mutlak Ruhun kendisine zımnen öz-bilinç biçimini vermiş olması ve dolayısıyla yine onu kendi bilinci için vermiş olması -bu şimdi Ruhun öz-bilinçli Varlık olarak, yani gerçek bir insan olarak hazır bulunduğu şeklindeki dünyanın inancı ve inanç sahibinin Ruh'tan doğrudan bir şekilde emin olup, bu tanrıyı görmesi, hissetmesi ve işitmesi inancı olarak görünüyor. Öyleyse, bilinç kendi iç yaşamından, düşünceden yola çıkıp, kendi içinde Tanrı'nın düşüncesini varlıkla [existence] birleştirmez, tersine doğrudan mevcut bulunan bir varlıkla başlar, orada Tanrı'yı tanır" , ve dahası: "ilahi Varlığın bu hululü, veya onun özsel ve doğrudan bir şekilde öz-bilinç biçimine sahip olması, mutlak dinin basit içeriğidir". Hegel'den önce hiçbir filozof, bir filozof olarak, Hulul'den bu şekilde hiç bahsetmemiştir. Bu anlamda mutlak din, vahyedilmiş din, geoffenbarte Religion, in bir eşanlamlıdır.