HEGEL'İN DİN FELSEFESİNDE VORSTELLUNGEN STATÜSÜ - 2
|
Bu nihai doğrudanlığı Hegel sisteminin diyalektik terimleriyle ifade edersek, iki önermenin -benlik mutlaktır varlıktır ile mutlak benlik varlıktır- konu ile yüklem arasındaki değiştirmeye hükmeden spekülatif bir önermede eşitlenmeleri gerekir. Bu denklem Feuerbach'a beklenen bir yanıt olarak anlaşılabilir. Eğer sadece insan benliği kendini Mutlak'a bahşetmek için kendini feda ediyorsa, bu Mutlak'ın aynı şeyi yapmasından dolayıdır. Hulul çifte bir kenosis'tır: "Ruh kendinde yukarıda karşıt iki önerme olarak sunulan iki yana sahiptir: birisi, cevherin kendisini kendisine yabancılaştırıp öz-bilinç haline gelmesi; diğeri de bunun tersidir, öz-bilincin kendisini kendisine yabancılaştırıp kendini bir Şey'in doğasına vermesi, veya kendini evrensel bir Benlik yapmasıdır. İki yön de bu yolla birbiriyle karşılaşmış ve bu karşılaşma yoluyla gerçek birlikleri vücuda gelmiş olur". Feuerbach'ın dikkate aldığı tek yönlü kenosis sadece hayali bir ruhsal yaşam yaratacaktır: "Ruh," Hegel diyor , "bu yolla varlık [existence] içerisinde sadece hayal edilmiştir (eingebildet)". Mutlak dinin doğrudanlığı, Hulul'un gerçekliğine dayanır.
İlk bakışta, vahyedümiş dine ilişkin bu doğrudanhk iddiası en hermenötik olmayan iddia gibi görünüyor. Eğer Mutlak'ın gerçeklikle örtüştüğü uzamda bir yer ve zamanda bir an varsa, bu aynilik ile bu başkalığı ortadan kaldırma sezgisi yoruma son vermeyi veya daha doğrusu başlamasını dahi engellemez mi? Bana öyle geliyor ki, Hegel'in hermenötiğinin büyük özgünlüğü ve onun değişmez değeri şu diyalektik durumda yatar: kendi başlangıcında yorum sürecini tıkamak bir yana, yorumun bütün sürecini meydana getiren tam da bu aynilik iddiası, Mutlak'ın bu "orada olma" doğrudanlığıdır. Fakat bunun tersi de mamafih doğrudur: Fenomenoloj'inin başında olduğu gibi, dolayımlamayı bekleyen mutlak bir mevcudiyet, somut bir gerçeklik olmasaydı; yorumlanacak bir şey olmazdı. Vahiy varolduğu için; Mutlak ile doğrudanlık arasında bu görünürdeki hermenötik-olmayan aynilik anı olduğu için sonsuz bir dolayımlama süreci başlamıştır. Hıristiyanlıktaki Vorstellung sorunu kökleşmesini bu süreçte bulur: "Kendini Ruh olarak bilen bu Ruh Fikrinin [Notion] kendisi doğrudan Fikirdir ve henüz gelişmemiştir. Mutlak Varlık Ruh'tur, yani o görünmüştür, açığa çıkmıştır; bu ilk vahyin kendisi doğrudandır; ancak [bu] doğrudanlık eşit derecede saf dolayımlama ve düşüncedir, ve bu yüzden bunu kendi yalın düzleminde sergilemesi gerekir".
"Bu bireysel öz-bilinç" -tarihsel İsa- ile "evrensel öz-bilinç" (a.g.e.) arasında gizli bir bölünme meydana gelir. İnananlar ile yorumlayanlar topluluğu arasındaki bütün tasarımsal düşünce sürecini bu bölünme doğurur. Hegel'in açık bir şekilde gördüğü şey, tasarımsal düşüncenin sergilenişinin topluluk tarafından doğrulduğudur. Bu topluluk, hem Mutlak'ın doğrudan hazır bulunuşu tarafından ortaya konulmuştur, ve hem de ona yorumlayıcı rolü, Mutlak'ın daha sonra gözden kayboluşuyla verilmiştir.
Mutlak'ın bu görünürden kayboluşu, doğrudanlık ve dolayımlama, bu nedenle görülebilir mevcudiyet ile tasanmsal yorumlama arasındaki dönüm noktasıdır. (Tarihsel İsa) "doğrudan bir şekilde hazır bulunan Tanrı'dır; sonuçta onun 'varlık'ı 'varolmuş bulunmak [having been] 'a geçer....Veya, başka bir deyişle, O, tıpkı daha önce hissi bir varlık olarak bilinç için ortaya çıktığı gibi, şimdi Ruh'ta ortaya çıkmıştır" . Doğrudan olanın görünürden bu kayboluşu, görünümün evrenselleşme koşulunun ta kendisidir: geçmişlik ve mesafe -"zaman ve mekanda uzaklık" - tarihsel Hıristiyanlığın tasarımsal dolayım Özelliğinin doğasında sürekli yer alan esaslardır: "Suret-düşünmenin bu formu Ruh'un, bu toplulukta, kendinden haberdar olduğu belirli kipi oluşturur".
Hegelci Haç ve Diriliş yorumunun bu son satırlarda in nuce bulunduğunda şüphe yoktur. Hegel'e göre - büyük ölçüde Rudolf Bultmann'ı sezinleyerek- Diriliş bu toplulukta vuku bulur. Berlin Konferanslarının uzunca gelişmelerine kıyasla, Fenomenoloji'de birkaç sayfada yer alan kısa Kristoloji bu zannı doğrulamaktadır. Kendisinden önce Aziz Yuhanna gibi, Hegel sadece bir olay görür: Tann'nın yükselişi olarak Haç. Suretsel düşünce iki noktayı birbirinden ayırır: ilkin kendini kendisine yabancılaştiran ve ölüme teslim eden öz-bilincin "kendiliğinden hareketi"; daha sonra ölümden diriliş. Bu kendini feda etmeyi Hegel, kendisini yükseltmek olarak görür: "Bu ölüm, öyleyse, onun Ruh olarak yeniden dirilişidir". Dirilişin anlamı evrensel öz-bilinçteki doğrudanlığın bu Aufhebung'udur. Yorum topluluğunda yaşayan ve onu kavramsal düşüncenin saf evrenselliğine doğru yönlendiren bu evrensel bilinçtir.
Kilise-bilim [Ecclesiology], öyleyse, Kristoloji'yi içine çeker. Topluluğun manevi hayatındaki doğrudan hazır oluşun doğrudanlığmın çözülümü sanat-dininin diyalektiğini sonuçlandıran Errinnerung'un karşılığıdır. Bu denemesel [tentative] karşılaştırma bizi, daha önceki bütün analizimiz boyunca sürekli karşımıza çıkan, kritik sorunun eşiğine götürür. Sorun şudur: Hegel'in hermenötiği nereye kadar bir tanıma [recognition] veya dinsel dilin özgüllüğünün çözümlemesidir? Bu soruya verilecek olası yanıtların tartışılması bir sonraki işimiz olacaktır.
Kabaca ifade edersek, Hegel'in, her iki yorumunu —tanıma ve çözülme- beraberce rekabet etmelerini sağlamak amacıyla ya/ ya da -ya tanıma ya da çözülmeyi devre dışı bırakmaya yönelik kanıtını çok zekice kurguladığını düşünme eğilimindeyim. Fakat Fenomenoloji ile Berlin Konferansları arasında çok önemli bir kaymanın olduğunu söylemekle bu global değerlendirmeyi desteklemek istiyorum. Fenomenoloji tasarımsal düşüncenin kavramsal düşünce içinde ve [bu düşünce] yoluyla "ilga" ("İlga" olarak Türkçe'de ifade ettiğimiz Almanca'daki Aufhebung, İngilizce'deki Sublation kavramı Hegel'in diyalektik sistemi içerisinde bir şeyin bir bakıma zıddıyla bir birleşime giderek kendi kendisini aşıp ortadan kaldırmasıdır.)sına karşı koymada Hegel'in sabırsızlığını gizlemezken, Berlin Konferansları iki söylem tarzı arasındaki birleşimin altını fazlasıyla çizer. Bu denemenin sonunda, Hegel'in düşüncesinde meydana gelen evrimin sırf tarihsel açıklamasının ötesine gitmeye ve Hegelci sistemin bazı gizil gelişmelerine göndermede bulunarak muhtemel bir açıklamanın taslağım çizmeye çalışacağım.
Fenomenoloji'de hakim olan eğilim, tam da Aufhebung sürecine karşı koymanın odağı olarak Vorstellung'un sürekli ve bazen de sert eleştirimidir. Kavramsal düşünceye nazaran suretsel düşüncenin yetersizliği hakkında birkaç ipucu verdim. Fakat bu yetersizliğin olumlu etkisini, bu yetersizliğin yarattığı iç dinamizm ile bu iç dinamizmin doğurduğu sembolizmin süreç-özelliğini vurguladım. Suretsel kipin doğasında olan kavramsal düşüncenin baskısı altındaki dini söylem, bir öz-Aufhebung sürecidir. Ancak, aynı şekilde, dine imkansız bir iş; yetersiz araçlarla spekülatif düşünceye yaklaşma işi verilmiştir.
Şimdi, Vorstellung neden bu şekilde yetersiz kalmak zorundadır?
Yanıt, Vorstellung'un kaderini bir "biçim"den bir diğerine geçmenin sınırlanması anlamına gelen Hegel'in "belirlenmişlik" (Bestimmung veya Bestimmtheit) dediği, Ruh'un kendini açımlama özelliğine açık bir şekilde bağlayan Fenomenoloji'nin Önsözünde aranmalıdır. Öyle görünüyor ki, Vorstellung sorunu dini söylemin hermenötiğinden çok daha ileriye gidiyor. O, bizzat diyalektiğin yapısal bir sınırlanmasıdır.
Bu Önsözde Hegel, başka herhangi bir yerden daha güçlü bir şekilde, "ciddiyetten, ıstıraptan, sabırdan ve olumsuzun gördüğü işten yoksun" {#19} olacak Mutlak'ın bütün tasavvurlarına karşı mücadele eder. Bir ilkenin gelişmemiş, dolayımlanmamış ve desteklenmemiş hali boş bir iddia olarak kalır. İşte belirlenmiş biçimler, tanınabilir motifler, ve bütün sabit formları parçalayan akış arasındaki diyalektiğe neden olan tam da bu dolayıma duyulan ihtiyaçtır. Hem belirlenmiş biçimlerde kalmalıyız, hem de onların daha başka biçimlerde çözümlemelerine eşlik etmeliyiz. Bütün eğitsel sürecin yasası ve kaderi budur. Ancak biçimler arasındaki bu zorunlu mola, Ruh'un kazandığı bir alışkanlık haline gelen bu formlarda bir kalma eğilimine yol açar: "...Kazanılmış bu şey hala bizzat varlık [existence] gibi kavranmamış doğrudanlıkla aynı özelliğe sahiptir; varlık bu şekilde sadece tasarımsal temsilt geçmiştir". Tasarımsal temsil şöyle: O, bizi Ruh'un zahmetinden kurtarıp, Ruh'un yaşamının biriken tortularım bizim için sakladığından, belirli olanı donmuş ve ölü olana dönüştürür. Tasarımsal temsil, öyleyse, "olumsuzun muazzam gücü" olarak "ilga" (Aufhebung) sürecine karşı direncin odağı haline gelir. Böylece Vorstellung, Önsözün bağlamı içerisinde, olgunlaşmamış Aufhebung'la eşitlenme eğilimine girer. "Ancak Ruh'un yaşamı, ölümden çekinen ve yıkımdan kendini zedelemeden koruyan bir yaşam değil, tam tersine ona dayanan ve onda kendini sürdüren bir yaşamdır. O, hakikatini ancak kendini tam bir parçalanmışlık içinde bulduğunda kazanır. O, olumlu bir şey gibi değil, bir şeyin bir hiç veya yanlış olduğunu söyleyip, bunu söyledikten sonra da başka tarafa yönelip, başka bir şeye geçtiğimizde olduğu gibi, gözlerini olumsuza kapatan bu güçtür; aksine Ruh'un bu güç olması ancak olumsuzun karşısında durup onunla oyaianmasıyla olur. Olumsuzla bu oyalanma onu varlığa [being] dönüştüren sihirli güçtür".
Temsilin bu aldatıcı yönünün dini sembolizmle özel bir şekilde ilişkili olmadığını fark etmiş olmalısınız. O, diyalektik sürecin bütün aşamalarını, bu sürecin biçimlerinin her biri için belirlenmişlik gerektirdiği ölçüde tehdit eder. "Tanrı, Doğa, anlık, duyarlılık vesaire eleştirilmeksizin tanıdık bir şekilde oldukları gibi kabul edilmiş, geçerli olarak saptanmış, başlamak ve durmak için sabit noktalara dönüştürülmüştür". Bu tortulaşma sürecine karşı Hegel, olumsuzu varlığa dönüştüren "sihirli güç" (die Zauberkraf)ü koyar. Önsözün muhteşem girişiyle ilgili son bir söz: Vorstellung sorunu sadece dini sembolizm sorunundan değil, safi suretsel düşünce sorunundan bile daha geniştir. Önsözün sonuna doğru temsili düşüncenin sabitliği çoktan çıkanmsal düşünceyle birleşmiştir. "Suret-düşünme alışkanlığı, Begriff tarafından alıkonulduğunda, onu tıpkı geçekliği olmayan düşüncelerde ileri geri akıl yürüten düşünme kadar sıkıcı bulur" . Onlar birlikte "düşüncenin anormal engellenişi (Hemmung)" olarak görülmelidir.
İki olguyu belirtmekle Fenomenoloji'nin Önsözüne yapılan bu hızlı baskına son vereyim:
(1) Hegel'i iki cephede mücadele ederken görüyoruz: romantikçinin konuşulmaz ve dipsiz olana başvurusuna karşın Hegel belirliliği ve biçimi savunur. Sabit sembolizmin dogmatik talebine karşın o, düşünmenin akışında tüm sabit formların çözülüşünü savunur.
(2) Vorstellung sorunu bu iki savunmanın kavşağında ortaya çıkar.Flegel Fenomenoloji'de esas vurguyu VorStellung 'un engelleyici tarafına yapar. Bu Hegel'in neden dini sembolizme karşı (din üzerine olan 7. Bölümde), Berlin Konferanslarındakinden daha sabırsız olduğunu açıklar. Ruh'un Fenomenolojisi'nde dini söylemin tasarımsal işlevinin olumsuz açıklaması din üzerine olan bölümün hemen başlangıcında görülebilir. Din ile felsefenin aynı konuya sahip olduğunu ve dinin bu içerik ayniliğini gizil şeffaflığa borçlu olduğunu söyledikten sonra Hegel, bu tasanmsal kipin kendi içeriğine olan yetersizliğinin altım çizmekte acele eder: "Onun içerdiği gerçeklik tıpkı 'bütün gerçeklik'ten söz ettiğimizdeki gibi onda kapatılmıştır (veya kuşatılmıştır) ve onda yer değiştirmiştir (veya aşılmıştır, veya ilga edilmiştir); o, düşünce halindeki evrensel gerçekliktir".
Bir sonraki paragraf daha da güçlüdür. Felsefe "kendi dünyasındaki Ruh"tur, halbuki din, aynı zamanda, kendi haklarından mahrum bırakılmış duyumlanabilir içeriklere bağlı bilinç alanında kalır. Bu nedenle Hegel, Vorstellung'un çifte bir ifşa gerektirdiğini ileri sürer: alegorize ettiği duyumsal gerçekliği ele vermek ile kavramakta başarısız kaldığı konuyu ele vermek. Aynı eleştiri daha da büyük bir keskinlikle vahyedilmiş dine ayrılan kısımda yeniden söz konusu olur ve Diriliş'in yorumunda zirveye yerleşir.
Suret-düşünmenin dini söylemin özgül kipi olduğunu kabul ettikten sonra, Hegel hemen ekler: "Bu form henüz kendi Begriff'ligine Begriff olarak ilerlermiş olan Ruh'un öz-bilinci değildir: dolayım hala tamamlanmamıştır" (a.g.e.). 7. Bölümün geriye kalan kısmı tasarımsal düşünmenin sabit ve donmuş belirlenimlerde kalmadaki eğilimini yenmedeki kapasitesine ilişkin gittikçe artan bir şüpheyi ifşa eder. Kavramsal aktarıma karşı direnç kaynaklarım, bu itişin "köken"nini, die Ursprung, ilk tarihsel görünümle karıştıracak dini topluluğun eğiliminde bulur, ki "mükemmel olmayan ilkel topluluğun temsilleri" nin hatırayı nakletmesi bundandır. Başka bir deyişle topluluk, kökeni her zaman tarihselleştirme eğilimi gösterir. Felsefi hermenötik bundan böyle tarihselin kavramsala karşı bu direnciyle uğraşmak zorunda kalacaktır. Daha önceki sorumuza bizi tekrar götürecek olan şey tam da bu mücadeledir: mesela, İsa'nın yaşamının tarihselliğinin bu indirgenişi nereye kadar Mutlak'ın "bu" insanda ortaya çıktığı iddiasıyla uyumludur? Tarihsel boyut iptal edilirse, bütün hermenötik süreci meydan getiren doğrudanlık nasıl korunabilir? Kuşkusuz, Hegel bizi tekrar Mutlak'ın "orada olma"sına gönderecektir. Bu ifadedeki inanç sahibine olan tekrarlanmış gönderimini gözden kaçırmış olabiliriz. Mevcudiyet ile inanç arasındaki kırılmaz halkaya yapılan ısrarın altını çizerek bir kez daha okuyalım. Vahiy ne kadar doğrudan olursa olsun, bir inanç sahibini, bir tanığı gerektirir. O, halkın müşahedesine ve tasvirine açık, brüt bir olgu asla değildir. Modern tarihsel eleştiri Hegel'i bu noktada kesinlikle haklı çıkaracak ve hatta inanç sahibine hazır bulunuşunun bu eskatalojik olaya ilişkin toplum tarafından verilen ilk yorumlardan ayrılmayacağını önerecektir. Bu anlamda, düşünce sadece yorumlama sürecinde değil, Mutlak'ın ortaya çıkışına tanıklık etmede de işbaşındadır. İnanç sahibinin ilk görünüşte içerilmesi [implication], başından bütün sürecin sonuna kadar yorumlama yükünü topluluğa yükler. Topluluğun bilinci, Vorstellung'un içeriğinin hem gerçek görünüme kök saldığı, hem de Ruh'un öz-bilincine dönüşüne yöneldiği yerdir. Hatta topluluğun bilincinin vahiy olduğundan, onun tasanmsal temsili ile felsefi tekrar-yorumlamasından bile şüphe edebiliriz.
İlk bakışta, vahyedümiş dine ilişkin bu doğrudanhk iddiası en hermenötik olmayan iddia gibi görünüyor. Eğer Mutlak'ın gerçeklikle örtüştüğü uzamda bir yer ve zamanda bir an varsa, bu aynilik ile bu başkalığı ortadan kaldırma sezgisi yoruma son vermeyi veya daha doğrusu başlamasını dahi engellemez mi? Bana öyle geliyor ki, Hegel'in hermenötiğinin büyük özgünlüğü ve onun değişmez değeri şu diyalektik durumda yatar: kendi başlangıcında yorum sürecini tıkamak bir yana, yorumun bütün sürecini meydana getiren tam da bu aynilik iddiası, Mutlak'ın bu "orada olma" doğrudanlığıdır. Fakat bunun tersi de mamafih doğrudur: Fenomenoloj'inin başında olduğu gibi, dolayımlamayı bekleyen mutlak bir mevcudiyet, somut bir gerçeklik olmasaydı; yorumlanacak bir şey olmazdı. Vahiy varolduğu için; Mutlak ile doğrudanlık arasında bu görünürdeki hermenötik-olmayan aynilik anı olduğu için sonsuz bir dolayımlama süreci başlamıştır. Hıristiyanlıktaki Vorstellung sorunu kökleşmesini bu süreçte bulur: "Kendini Ruh olarak bilen bu Ruh Fikrinin [Notion] kendisi doğrudan Fikirdir ve henüz gelişmemiştir. Mutlak Varlık Ruh'tur, yani o görünmüştür, açığa çıkmıştır; bu ilk vahyin kendisi doğrudandır; ancak [bu] doğrudanlık eşit derecede saf dolayımlama ve düşüncedir, ve bu yüzden bunu kendi yalın düzleminde sergilemesi gerekir".
"Bu bireysel öz-bilinç" -tarihsel İsa- ile "evrensel öz-bilinç" (a.g.e.) arasında gizli bir bölünme meydana gelir. İnananlar ile yorumlayanlar topluluğu arasındaki bütün tasarımsal düşünce sürecini bu bölünme doğurur. Hegel'in açık bir şekilde gördüğü şey, tasarımsal düşüncenin sergilenişinin topluluk tarafından doğrulduğudur. Bu topluluk, hem Mutlak'ın doğrudan hazır bulunuşu tarafından ortaya konulmuştur, ve hem de ona yorumlayıcı rolü, Mutlak'ın daha sonra gözden kayboluşuyla verilmiştir.
Mutlak'ın bu görünürden kayboluşu, doğrudanlık ve dolayımlama, bu nedenle görülebilir mevcudiyet ile tasanmsal yorumlama arasındaki dönüm noktasıdır. (Tarihsel İsa) "doğrudan bir şekilde hazır bulunan Tanrı'dır; sonuçta onun 'varlık'ı 'varolmuş bulunmak [having been] 'a geçer....Veya, başka bir deyişle, O, tıpkı daha önce hissi bir varlık olarak bilinç için ortaya çıktığı gibi, şimdi Ruh'ta ortaya çıkmıştır" . Doğrudan olanın görünürden bu kayboluşu, görünümün evrenselleşme koşulunun ta kendisidir: geçmişlik ve mesafe -"zaman ve mekanda uzaklık" - tarihsel Hıristiyanlığın tasarımsal dolayım Özelliğinin doğasında sürekli yer alan esaslardır: "Suret-düşünmenin bu formu Ruh'un, bu toplulukta, kendinden haberdar olduğu belirli kipi oluşturur".
Hegelci Haç ve Diriliş yorumunun bu son satırlarda in nuce bulunduğunda şüphe yoktur. Hegel'e göre - büyük ölçüde Rudolf Bultmann'ı sezinleyerek- Diriliş bu toplulukta vuku bulur. Berlin Konferanslarının uzunca gelişmelerine kıyasla, Fenomenoloji'de birkaç sayfada yer alan kısa Kristoloji bu zannı doğrulamaktadır. Kendisinden önce Aziz Yuhanna gibi, Hegel sadece bir olay görür: Tann'nın yükselişi olarak Haç. Suretsel düşünce iki noktayı birbirinden ayırır: ilkin kendini kendisine yabancılaştiran ve ölüme teslim eden öz-bilincin "kendiliğinden hareketi"; daha sonra ölümden diriliş. Bu kendini feda etmeyi Hegel, kendisini yükseltmek olarak görür: "Bu ölüm, öyleyse, onun Ruh olarak yeniden dirilişidir". Dirilişin anlamı evrensel öz-bilinçteki doğrudanlığın bu Aufhebung'udur. Yorum topluluğunda yaşayan ve onu kavramsal düşüncenin saf evrenselliğine doğru yönlendiren bu evrensel bilinçtir.
Kilise-bilim [Ecclesiology], öyleyse, Kristoloji'yi içine çeker. Topluluğun manevi hayatındaki doğrudan hazır oluşun doğrudanlığmın çözülümü sanat-dininin diyalektiğini sonuçlandıran Errinnerung'un karşılığıdır. Bu denemesel [tentative] karşılaştırma bizi, daha önceki bütün analizimiz boyunca sürekli karşımıza çıkan, kritik sorunun eşiğine götürür. Sorun şudur: Hegel'in hermenötiği nereye kadar bir tanıma [recognition] veya dinsel dilin özgüllüğünün çözümlemesidir? Bu soruya verilecek olası yanıtların tartışılması bir sonraki işimiz olacaktır.
II
Kabaca ifade edersek, Hegel'in, her iki yorumunu —tanıma ve çözülme- beraberce rekabet etmelerini sağlamak amacıyla ya/ ya da -ya tanıma ya da çözülmeyi devre dışı bırakmaya yönelik kanıtını çok zekice kurguladığını düşünme eğilimindeyim. Fakat Fenomenoloji ile Berlin Konferansları arasında çok önemli bir kaymanın olduğunu söylemekle bu global değerlendirmeyi desteklemek istiyorum. Fenomenoloji tasarımsal düşüncenin kavramsal düşünce içinde ve [bu düşünce] yoluyla "ilga" ("İlga" olarak Türkçe'de ifade ettiğimiz Almanca'daki Aufhebung, İngilizce'deki Sublation kavramı Hegel'in diyalektik sistemi içerisinde bir şeyin bir bakıma zıddıyla bir birleşime giderek kendi kendisini aşıp ortadan kaldırmasıdır.)sına karşı koymada Hegel'in sabırsızlığını gizlemezken, Berlin Konferansları iki söylem tarzı arasındaki birleşimin altını fazlasıyla çizer. Bu denemenin sonunda, Hegel'in düşüncesinde meydana gelen evrimin sırf tarihsel açıklamasının ötesine gitmeye ve Hegelci sistemin bazı gizil gelişmelerine göndermede bulunarak muhtemel bir açıklamanın taslağım çizmeye çalışacağım.
Fenomenoloji'de hakim olan eğilim, tam da Aufhebung sürecine karşı koymanın odağı olarak Vorstellung'un sürekli ve bazen de sert eleştirimidir. Kavramsal düşünceye nazaran suretsel düşüncenin yetersizliği hakkında birkaç ipucu verdim. Fakat bu yetersizliğin olumlu etkisini, bu yetersizliğin yarattığı iç dinamizm ile bu iç dinamizmin doğurduğu sembolizmin süreç-özelliğini vurguladım. Suretsel kipin doğasında olan kavramsal düşüncenin baskısı altındaki dini söylem, bir öz-Aufhebung sürecidir. Ancak, aynı şekilde, dine imkansız bir iş; yetersiz araçlarla spekülatif düşünceye yaklaşma işi verilmiştir.
Şimdi, Vorstellung neden bu şekilde yetersiz kalmak zorundadır?
Yanıt, Vorstellung'un kaderini bir "biçim"den bir diğerine geçmenin sınırlanması anlamına gelen Hegel'in "belirlenmişlik" (Bestimmung veya Bestimmtheit) dediği, Ruh'un kendini açımlama özelliğine açık bir şekilde bağlayan Fenomenoloji'nin Önsözünde aranmalıdır. Öyle görünüyor ki, Vorstellung sorunu dini söylemin hermenötiğinden çok daha ileriye gidiyor. O, bizzat diyalektiğin yapısal bir sınırlanmasıdır.
Bu Önsözde Hegel, başka herhangi bir yerden daha güçlü bir şekilde, "ciddiyetten, ıstıraptan, sabırdan ve olumsuzun gördüğü işten yoksun" {#19} olacak Mutlak'ın bütün tasavvurlarına karşı mücadele eder. Bir ilkenin gelişmemiş, dolayımlanmamış ve desteklenmemiş hali boş bir iddia olarak kalır. İşte belirlenmiş biçimler, tanınabilir motifler, ve bütün sabit formları parçalayan akış arasındaki diyalektiğe neden olan tam da bu dolayıma duyulan ihtiyaçtır. Hem belirlenmiş biçimlerde kalmalıyız, hem de onların daha başka biçimlerde çözümlemelerine eşlik etmeliyiz. Bütün eğitsel sürecin yasası ve kaderi budur. Ancak biçimler arasındaki bu zorunlu mola, Ruh'un kazandığı bir alışkanlık haline gelen bu formlarda bir kalma eğilimine yol açar: "...Kazanılmış bu şey hala bizzat varlık [existence] gibi kavranmamış doğrudanlıkla aynı özelliğe sahiptir; varlık bu şekilde sadece tasarımsal temsilt geçmiştir". Tasarımsal temsil şöyle: O, bizi Ruh'un zahmetinden kurtarıp, Ruh'un yaşamının biriken tortularım bizim için sakladığından, belirli olanı donmuş ve ölü olana dönüştürür. Tasarımsal temsil, öyleyse, "olumsuzun muazzam gücü" olarak "ilga" (Aufhebung) sürecine karşı direncin odağı haline gelir. Böylece Vorstellung, Önsözün bağlamı içerisinde, olgunlaşmamış Aufhebung'la eşitlenme eğilimine girer. "Ancak Ruh'un yaşamı, ölümden çekinen ve yıkımdan kendini zedelemeden koruyan bir yaşam değil, tam tersine ona dayanan ve onda kendini sürdüren bir yaşamdır. O, hakikatini ancak kendini tam bir parçalanmışlık içinde bulduğunda kazanır. O, olumlu bir şey gibi değil, bir şeyin bir hiç veya yanlış olduğunu söyleyip, bunu söyledikten sonra da başka tarafa yönelip, başka bir şeye geçtiğimizde olduğu gibi, gözlerini olumsuza kapatan bu güçtür; aksine Ruh'un bu güç olması ancak olumsuzun karşısında durup onunla oyaianmasıyla olur. Olumsuzla bu oyalanma onu varlığa [being] dönüştüren sihirli güçtür".
Temsilin bu aldatıcı yönünün dini sembolizmle özel bir şekilde ilişkili olmadığını fark etmiş olmalısınız. O, diyalektik sürecin bütün aşamalarını, bu sürecin biçimlerinin her biri için belirlenmişlik gerektirdiği ölçüde tehdit eder. "Tanrı, Doğa, anlık, duyarlılık vesaire eleştirilmeksizin tanıdık bir şekilde oldukları gibi kabul edilmiş, geçerli olarak saptanmış, başlamak ve durmak için sabit noktalara dönüştürülmüştür". Bu tortulaşma sürecine karşı Hegel, olumsuzu varlığa dönüştüren "sihirli güç" (die Zauberkraf)ü koyar. Önsözün muhteşem girişiyle ilgili son bir söz: Vorstellung sorunu sadece dini sembolizm sorunundan değil, safi suretsel düşünce sorunundan bile daha geniştir. Önsözün sonuna doğru temsili düşüncenin sabitliği çoktan çıkanmsal düşünceyle birleşmiştir. "Suret-düşünme alışkanlığı, Begriff tarafından alıkonulduğunda, onu tıpkı geçekliği olmayan düşüncelerde ileri geri akıl yürüten düşünme kadar sıkıcı bulur" . Onlar birlikte "düşüncenin anormal engellenişi (Hemmung)" olarak görülmelidir.
İki olguyu belirtmekle Fenomenoloji'nin Önsözüne yapılan bu hızlı baskına son vereyim:
(1) Hegel'i iki cephede mücadele ederken görüyoruz: romantikçinin konuşulmaz ve dipsiz olana başvurusuna karşın Hegel belirliliği ve biçimi savunur. Sabit sembolizmin dogmatik talebine karşın o, düşünmenin akışında tüm sabit formların çözülüşünü savunur.
(2) Vorstellung sorunu bu iki savunmanın kavşağında ortaya çıkar.Flegel Fenomenoloji'de esas vurguyu VorStellung 'un engelleyici tarafına yapar. Bu Hegel'in neden dini sembolizme karşı (din üzerine olan 7. Bölümde), Berlin Konferanslarındakinden daha sabırsız olduğunu açıklar. Ruh'un Fenomenolojisi'nde dini söylemin tasarımsal işlevinin olumsuz açıklaması din üzerine olan bölümün hemen başlangıcında görülebilir. Din ile felsefenin aynı konuya sahip olduğunu ve dinin bu içerik ayniliğini gizil şeffaflığa borçlu olduğunu söyledikten sonra Hegel, bu tasanmsal kipin kendi içeriğine olan yetersizliğinin altım çizmekte acele eder: "Onun içerdiği gerçeklik tıpkı 'bütün gerçeklik'ten söz ettiğimizdeki gibi onda kapatılmıştır (veya kuşatılmıştır) ve onda yer değiştirmiştir (veya aşılmıştır, veya ilga edilmiştir); o, düşünce halindeki evrensel gerçekliktir".
Bir sonraki paragraf daha da güçlüdür. Felsefe "kendi dünyasındaki Ruh"tur, halbuki din, aynı zamanda, kendi haklarından mahrum bırakılmış duyumlanabilir içeriklere bağlı bilinç alanında kalır. Bu nedenle Hegel, Vorstellung'un çifte bir ifşa gerektirdiğini ileri sürer: alegorize ettiği duyumsal gerçekliği ele vermek ile kavramakta başarısız kaldığı konuyu ele vermek. Aynı eleştiri daha da büyük bir keskinlikle vahyedilmiş dine ayrılan kısımda yeniden söz konusu olur ve Diriliş'in yorumunda zirveye yerleşir.
Suret-düşünmenin dini söylemin özgül kipi olduğunu kabul ettikten sonra, Hegel hemen ekler: "Bu form henüz kendi Begriff'ligine Begriff olarak ilerlermiş olan Ruh'un öz-bilinci değildir: dolayım hala tamamlanmamıştır" (a.g.e.). 7. Bölümün geriye kalan kısmı tasarımsal düşünmenin sabit ve donmuş belirlenimlerde kalmadaki eğilimini yenmedeki kapasitesine ilişkin gittikçe artan bir şüpheyi ifşa eder. Kavramsal aktarıma karşı direnç kaynaklarım, bu itişin "köken"nini, die Ursprung, ilk tarihsel görünümle karıştıracak dini topluluğun eğiliminde bulur, ki "mükemmel olmayan ilkel topluluğun temsilleri" nin hatırayı nakletmesi bundandır. Başka bir deyişle topluluk, kökeni her zaman tarihselleştirme eğilimi gösterir. Felsefi hermenötik bundan böyle tarihselin kavramsala karşı bu direnciyle uğraşmak zorunda kalacaktır. Daha önceki sorumuza bizi tekrar götürecek olan şey tam da bu mücadeledir: mesela, İsa'nın yaşamının tarihselliğinin bu indirgenişi nereye kadar Mutlak'ın "bu" insanda ortaya çıktığı iddiasıyla uyumludur? Tarihsel boyut iptal edilirse, bütün hermenötik süreci meydan getiren doğrudanlık nasıl korunabilir? Kuşkusuz, Hegel bizi tekrar Mutlak'ın "orada olma"sına gönderecektir. Bu ifadedeki inanç sahibine olan tekrarlanmış gönderimini gözden kaçırmış olabiliriz. Mevcudiyet ile inanç arasındaki kırılmaz halkaya yapılan ısrarın altını çizerek bir kez daha okuyalım. Vahiy ne kadar doğrudan olursa olsun, bir inanç sahibini, bir tanığı gerektirir. O, halkın müşahedesine ve tasvirine açık, brüt bir olgu asla değildir. Modern tarihsel eleştiri Hegel'i bu noktada kesinlikle haklı çıkaracak ve hatta inanç sahibine hazır bulunuşunun bu eskatalojik olaya ilişkin toplum tarafından verilen ilk yorumlardan ayrılmayacağını önerecektir. Bu anlamda, düşünce sadece yorumlama sürecinde değil, Mutlak'ın ortaya çıkışına tanıklık etmede de işbaşındadır. İnanç sahibinin ilk görünüşte içerilmesi [implication], başından bütün sürecin sonuna kadar yorumlama yükünü topluluğa yükler. Topluluğun bilinci, Vorstellung'un içeriğinin hem gerçek görünüme kök saldığı, hem de Ruh'un öz-bilincine dönüşüne yöneldiği yerdir. Hatta topluluğun bilincinin vahiy olduğundan, onun tasanmsal temsili ile felsefi tekrar-yorumlamasından bile şüphe edebiliriz.