KİŞİSEL KİMLİK VE ÖLÜM SONRASI HAYAT - 1
|
Muhsin AKBAŞ
Kaçınılmaz ve bir o kadar da ürkütücü olan ölüm, çoğu zaman insanı yaşanılan ve acısı- tatlısı ile gerçekliğinden pek şüphe edilmeyen bu hayatın önündeki en büyük engel olarak algılanır. İnsanoğlu tarih boyunca ölüm ötesine gözünü dikmiş ve varlığını ebedileştirmenin imkanlarını aramıştır. Ölümsüzlük, bu bağlamda, insanoğlunun egosunu korumaya yönelik doğal bir eğilim olmakla birlikte, bireyin dini tercihini, yönelişini ve her zorluğa rağmen bağlı kalmasını gerektiren dini bir inanç olarak da göze çarpmaktadır. Bu nedenle ölümsüzlük, sadece insan arzularından birisi olmayıp, insanı ve içinde yaşadığı evreni yarattığına inanılan yüce bir varlığın bildirdiği, başka şekilde kesin olarak bilinmesinin mümkün olmayacağı ötelerden bir haber olarak da görülmüştür.
Burada dinlerin ölümsüzlük anlayışları, farklı bir çalışmanın konusu olarak dışarıda bırakılacak; sadece geleneksel Din Felsefesi'nin konularından insanın ölümsüzlüğü ile yakından ilişkili olduğu kabul edilen kişisel kimlik problemini (İngilizce: the problem of personel identity) ele alacağız. Bu tartışmadan ulaşacağımız ipuçları ile, ölüm sonraki hayatın imkanı ve olası formları araştırılacaktır.
Bizler sokakta, kütüphanede, iş yerinde veya başka yerlerde sık sık benzer yüzlerle karşılaşmaktayız. Pek çoğu ile konuşmasak, tanışıklığımız selamlaşmaktan öteye geçmese dahi, her gün karşılaştığımız o kişilerin daha önce gördüğümüz aynı şahıslar olduklarını düşünmeye devam ederiz. Daha doğrusu, her seferinde onlann başka şahıslar olması ihtimalini aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Eğer fizik yapılarında hastalık veya kaza gibi sebeplerden dolayı belirgin bazı değişiklikler olursa, bu kişilerin başka şahıslar olduklarını düşünme yerine, bu farklılıkların nedenlerini merak ederiz. Bunun nedeni de, onlann her zaman gördüğümüz aynı kişiler olduğu varsayımımızdan başka bir şey değildir.
Kişisel kimlik konusu, günlük hayatta insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesi, ahlaki hak ve sorumlulukların tayini gibi konularda insanın ölümsüzlüğünden bahsedilecekse, bu dünyada var olan her bir şuurlu kişinin, ölümden sonra da bir şekilde aynı şuurlu varlığını sürdürmesi zorunlu görünmektedir. Belli başlı kişi kimlimi kriterlerini ele almadan önce, "kişi", "kimlik", ve "kişi kimlikirse, konu olarak kendisine kişiyi tanımlama süreci arkasındaki kriter ya da kriterlerin belirlenmesini alır.
Bu bağlamda, bir kimsenin tanımlanması ise, şu an duyularımızın muhatabı olan şahsın daha önce gördüğümüz ve bildiğimiz şahıs ile aynı kişi olduğu sonucuna ulaşmaktır. Daha açık bir ifade ile kişi kimliği problemi, bir şahsın aynı ya da başka kişi olduğunun belirlenmesini sağlayan kriter ya da kriterlerin neler olduğunun ortaya konma çabasıdır. Bu nedenle, kişilik probleminin bazen "kriter" problemi olarak da isimlendirildiğini görmekteyiz. Ölüm sonrası hayat inancı bağlamında kişi kimliği problemi, "ölümden önceki ben (kişi)'le ölümden sonra yaşadığı farzedüen 'ben'in ayniliğine ilişkin" ortaya çıkan problemler bütünü olarak ifade edilir.
Eğer insanın ölümsüzlüğünden bahsedilecekse, bu dünyada var olan her bir şuurlu kişinin, ölümden sonra da bir şekilde aynı şuurlu varlığını sürdürmesi zorunlu görünmektedir. Belli başlı kişi kimliği kriterlerini ele almadan önce, "kişi", "kimlik", ve "kişi kimliği" ya da "kişisel kimlik" gibi kişisel kimlik problemi tartışmalarında sıkça kullanılan temel kavramların ne anlama geldiklerinin ortaya konmasında fayda olduğunu düşünmekteyim. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü "kişi" kelimesini "İnsan, kimse, şahıs" olarak tanımlamaktadır. "Kişilik" kelimesi ise, "Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevi ve ruhî niteliklerin bütünü, şahsiyet" olarak tanımlanmaktadır. Bununla ilişkili olarak "kişisel" sıfatı, "Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsi, zati" anlamlarına gelmektedir.
Bu bağlamda kişisel kimlik probleminin konusu olan kişi kavramının, kabul edilen kişisel kimlik kriterine göre farklılık arzettiğini görmekteyiz. İleride de göreceğimiz gibi, hafıza kriterini savunan İngiliz felsefeci John Locke'a göre kişi, "akıl ve düşünce sahibi düşünen akıllı bir varlık, kendisini kendisi olarak düşünen, farklı yer ve zamanlarda aynı düşünen şeydir."
Şuur ve hafıza sahibi olmayan varlık, kişi (İngilizce: person) olamaz, o sıradan hayvanlara benzerlik gösteren insandır (İngilizce: man); yani man hak, sorumluluk ve bunun gereği olan ceza ve mükafatın muhatabı değildir. Alternatif fizikalist (bedenci) teoriye göre de, bedeni olmayan kişinin varlığından söz etmek anlamsız olur. Bu düşüncenin önemli savunucularından Bernard Williams, kişinin bedeni ile özdeş olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan P. F. Strawson, "kişi" kavramının mantıki olarak ilkel (İngilizce: primitive) bir kavram olduğunu, ona şuur olaylarını da, fizik özelliklerini de atfetmenin mümkün olduğunu öne sürmektedir.
Ayrıca Türkçe Sözlük'te "kimlik" kavramının başlıca üç anlama geldiğini görmekteyiz:
1. Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü: Kimliği bilinmeyen bir kadın.
2. Kim olduğunu tanıtlayan belge, hüviyet.
3. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü: Kimliği belirlenemeyen bir ucak.
Buradan hareketle, "kişi kimliği" ya da "kişisel kimlik" kavramı, insanın hayatı boyunca aynı kişi kalma durumunu ve bir şahsın zaman içerisinde devamlılığını ifade etmektedir. Kimlik probleminin temel kavramlarının anlamlarını kısaca açıkladıktan sonra, felsefi tartışmalara dönebiliriz.
Felsefecilerin kişisel kimlik ya da kriter problemi hakkındaki tartışmalarından, bir kişinin zaman içerisinde aynılığının göstergesi olarak belli başlı iki kriter öne çıkmıştır. Bunlar "beden kriteri" ve "hafıza kriteridir."
Beden kriterinin normal dilde iki farklı kullanılış şekli olduğunu görmekteyiz. Bunlardan birincisi, fizik yapıdaki benzerliklerden hareketle bir kişinin aynı olduğu hükmüne varmamızdır. Günlük hayatta sıkça kullandığımız bu yönteme göre, bugün gördüğüm kişinin Ahmet olduğu varsayımına onun dış görünüşü, sesi, yürüyüşü, jest ve mimikleri gibi fizik özelliklerinin daha önce gördüğüm Ahmet adlı şahısa benzerliğinden hareketle ulaşırım. Sonuç olarak, bugün gördüğüm kişinin daha önce Ahmet olduğunu bildiğim şahıs ile aynı olduğunu düşünürüm. Bir başka ifade ile, dünkü A şahsını bugün de A yapan, dünkü A'nm fizik özelliklerine bugün de sahip olması görünmektedir.
Bu yöntem her zaman sağlıklı sonuçlar vermemektedir. Örneğin, tek yumurta ikizlerini birbirinden ayırt etmekte zorlanırız; hatta çoğu zaman tercihimiz dayanaksız tahminden öteye geçemez. Böyle durumlarda, bir diğer yönteme başvururuz. Buna göre, yanımda şu an bulunan Ahmet'in bedenini geçmişteki Ahmet'in bedenine bağlayan zaman ve mekan devamlılığı söz konusu olduğunda, her iki şahsın da aslında aynı kişi olduklarını kabul ederim. Örneğin, ben sabahleyin Ahmet ve Mehmet tek yumurta ikizlerinden Ahmet ile beraber dokuz saatlik Çanakkale-Ankara seyahati yapmışsam, Ankara'ya vardığımızda yanımdan ayrılmamış olan o şahsın Ahmet olduğunu duraklamadan söyleyebilirim. Çanakkale'ye döndüğümüzde de bizi otogarda karşılayanın Ahmet'in tek yumurta ikizi Mehmet olduğundan bir şüphem olmaz. Çünkü Ahmet'in bedeninin zaman içerisindeki devamlılığı bilgisine sahibim. Tek yumurta ikizleri örneğinden de anlaşılabileceği üzere, beden kriteri de her zaman tek başına yeterli olmamaktadır. Burada devreye bir diğer kriterin girmesine ihtiyaç duyulmaktadır; bu da hafıza kriteridir. Bir kişinin kimliği onun daha önceden yapağı ve yaşadığı olaylara ait hatıraları hafıza kriteri olarak ifade edilmektedir.
Buna göre, bir kişinin kimliğini o şahsın daha önce yapmış olduğu işlere ve yaşamış olduğu tecrübelere ait hafızalarından belirleyebiliriz. Bu görüşün önemli savunucularından John Locke'a göre, beden kriteri temel ilke olamaz. Bir kişinin ahlaki ve hukuki hak ve sorumlulukların muhatabı olması için, kişisel kimliği oluşturan şuur-hafıza devamlılığına sahip olması gerekir. Beden özellikler bireyin (İng. man) kimliğinin tespitinde esas olabileceği halde, şuur-hafıza kişinin (İng.person) kimliğinin temel ilkesidir.
A şahsını A yapan, geçmişte A'nın yaptığı ya da şahit olduğu olayların hatıralarına sahip olmasıdır. Yukarıdaki örneğimizdeki Ahmet ve Mehmet tek yumurta ikizinden hareketle bu durumu açıklamak istersek; benimle Ankara yolculuğuna çıkmayı kabul eden Ahmet'in gerçekten Ahmet olduğu düşüncesinin başlangıçta bende oluşması gerekir. Bu da Ahmet'in geçmiş tecrübelerinin bir bütününden hareketle kendisinin Ahmet olduğunu bana söylemesi, hatta bazı durumlarda, gerek duyulduğu taktirde, ikimizin ortak tecrübelerinden örnekler vererek, benim Ahmet hakkındaki hatıralarımla beni ikna etmesi gerekecektir. Ancak bu durumda ben karşımdaki şahsın Ahmet olabileceği sonucuna ulaşabilirim.
Her iki kriter de, kişileri tanımlamada günlük hayatımızda da sık sık başvurduğumuz yöntemlerdir. Beden kriteri fizik yapı gibi somut bir unsura dayanıyor olması nedeniyle hafıza kriterinden daha kolay anlaşılıyorsa da, dikkatlice düşünüldüğü taktirde her iki kriterin de insanları tanımada vazgeçilmez bir yeri olduğu çok geçmeden fark edilecektir. Buna rağmen her iki kriterde de sorun olmadığım düşünmek doğru değildir. Bu sorunların bir kaçına ileride kısaca temas edeceğim.
Biz bedeni dışlayan bir hafıza kriterini esas kabul ettiğimiz zaman, kimin kim olduğunu tespit etmede aşılması zor güçlüklerle karşılaşırız. Bu nedenle Terence Penelhum, hafızanın bağımsız ve standart bir kişilik olmadığına inanmaktadır. Penelhum hafızayı bir kişi kimliği kriteri olarak kabul edebileceğini, fakat bunun bir şartla mümkün olduğunu ifade etmektedir: "Bu terimi tanımladığım anlamda hafızanın bir kişilik kriteri olduğunu kabul etmeye hazırım, fakat benim iddiam onun bu olması kişiliğin bedekriterinin varlığına bağlıdır." Yani, hafıza kriterinden söz etmek, bir bedenin varlığını gerekli kılmaktadır.
Diğer taraftan Anthony Quinton, psikolojik özelliklerin kişi kimliği için çok önemli olduğunu söylemekte; ayrıca hafıza iddialarının tutarlılığı için bedenli sürekliliği gerekli görmektedir: "insanlar, anlamsız gürültü olmadıklarına ve gerçekten hafıza iddiaları olan açık hafıza iddialarının tutarlılığından onların gerçekten orada oldukları sonucuna ulaşacağım çok miktarda açık hafıza iddiaları toplayabümeye yetecek kadar, bedenli bir şekilde sürekli olmalıdır.
Sonuç olarak, yukarıda görüşlerini açıkladığımız felsefeciler tarafından kişi kimliği kriterlerinden beden kriteri, kişi kimliği için gerekli bir şart olarak ve, Penelhum'un dediği gibi, "hafıza kriterinden daha kapsamlı" görülmektedir.
Kişi kimliğinden beden kriterine yöneltilen güçlü bir itiraz da, fizik yapıdaki beyin ile zihin olaylarının bir ve aynı olayın iki ayrı görünüşü olduğu şeklindedir; Venüs gezegeni hakkındaki eski yanlış kanaat, bu kimlik teorisyenlerinin görüşlerini desteklemekte kullandıkları yaygın bir örnektir. Modern astronominin kazandırdığı bilgilerden önce insanların, Sabah Yıldızı ve Akşam Yıldızı olarak iki ayn yıldız olduğuna inandıkları bugün biliniyor. Fakat bugün biz biliyoruz ki, onların iki ayrı sandıkları yıldız bir ve aynı yıldız, o da Venüs gezegeninden başkası değil. Buradan hareketle, insan algısı Venüs örneğinde nasıl yanılıyorsa, benzer şekilde beyin ve zihin olaylarının bir olduğunu algılayamadığı iddia edilmektedir.
Bu teori iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, A1'in beyninin A2'nin kafatasına nakledildiğini farzetsek, A1 'in hafızası ve psikolojik karakterleri, bu teorisyenlere göre, A2'de ortaya çıkmaya başlardı. Yani A2, A1'in beyin naklinden önce sahip olduğu aynı kişiliğe sahip olurdu. Bana göre, kişilik ile kişi arasında bir fark olmalıdır, yani biz birer kişiyiz ve her bir kişi kendine has bir kişiliğe sahiptir. Her bir psikolojik özellik değişikliğe uğrasa da, kişi zaman içinde var olmaya devam eder. Bu nedenle, her kişi hayatı boyunca değişik kişilik özellikleri sergileyebilir. Eğer bu anlayışı kabul edecek olursak, bir insanda birden çok kişinin var olabileceğini düşünmek zorunda kalırız ki, bu saçmadır.
İkinci anlama şekli de şu şekilde ifade edilebilir: t1 zamandaki A''in t2 zamandaki A2 ile aynı kişi olabilmesi, sadece ve sadece tideki A1'in t2'deki A2 ile aynı beyine sahip olması durumunda mümkündür. Bana göre, beyin ve orada meydana gelen fizik olaylar bedenden farklı bir kişilik olarak görülemez. Örneğin, bir atletin beyninin obez bir hastaya nakledildiğini varsayalım. Bu durumda hiç kimse kendisine beyin nakledilen o şişman kişinin beyinin gerçek sahibi atlet kadar hızlı koşabileceğini beklemez. Muhtemelen, doktorlar o hastaya fazla kilolarından kurtuluncaya kadar koşmamasını isteyeceklerdir. Bu atletizmin her şey (sevinç, üzüntü, hayat tarzı vb.) olduğu beyin için bir tür ölüm değil midir? Bir başka deyişle, bu beyin yeni bedenin isteklerini karşılamaya yönelmez mi?
Kanımca, beyin önceki ayırıcı niteliklerini bırakıp, yeni beden ile uyumlu yeni nitelikler edinirdi. Çünkü beyin durumları, basit bir ifade ile, herhangi bir şey hakkında duygusu, düşüncesi, vb. olmayan bir tür eiektro-kimyasal olaylardır. Jerome Shaffer'ın da dediği gibi, hiç kimse nöroloji sahasında eğitim görmeden vuku bulmakta olan fizik-beyin olaylarını ve nasıl cereyan ettiklerini bilemez. Ayrıca, sinir olaylarının nerede meydana geldiğini sormak makul olsa da, bir düşüncenin bedenin neresinde olduğunu sormak makul değildir.
Dahası, eğer babamın beyni hasara uğrasa ve bunun sonucu olarak o hafıza kaybına uğrasa, şuurunu yitirse ve komaya girse, kimlik teorisyenine sormak isterim, o şahıs artık benim babam değil midir; ben herkesten önce ona bakmakla yükümlü değil miyim? İnanıyorum ki, onun bundan sonraki hayatını beyni olmadan da devam ettirmesi mümkün olsa, ona bakmak birincil olarak benim sorumluluğumdadır, çünkü o hala benim babamdır.
Kaçınılmaz ve bir o kadar da ürkütücü olan ölüm, çoğu zaman insanı yaşanılan ve acısı- tatlısı ile gerçekliğinden pek şüphe edilmeyen bu hayatın önündeki en büyük engel olarak algılanır. İnsanoğlu tarih boyunca ölüm ötesine gözünü dikmiş ve varlığını ebedileştirmenin imkanlarını aramıştır. Ölümsüzlük, bu bağlamda, insanoğlunun egosunu korumaya yönelik doğal bir eğilim olmakla birlikte, bireyin dini tercihini, yönelişini ve her zorluğa rağmen bağlı kalmasını gerektiren dini bir inanç olarak da göze çarpmaktadır. Bu nedenle ölümsüzlük, sadece insan arzularından birisi olmayıp, insanı ve içinde yaşadığı evreni yarattığına inanılan yüce bir varlığın bildirdiği, başka şekilde kesin olarak bilinmesinin mümkün olmayacağı ötelerden bir haber olarak da görülmüştür.
Burada dinlerin ölümsüzlük anlayışları, farklı bir çalışmanın konusu olarak dışarıda bırakılacak; sadece geleneksel Din Felsefesi'nin konularından insanın ölümsüzlüğü ile yakından ilişkili olduğu kabul edilen kişisel kimlik problemini (İngilizce: the problem of personel identity) ele alacağız. Bu tartışmadan ulaşacağımız ipuçları ile, ölüm sonraki hayatın imkanı ve olası formları araştırılacaktır.
Bizler sokakta, kütüphanede, iş yerinde veya başka yerlerde sık sık benzer yüzlerle karşılaşmaktayız. Pek çoğu ile konuşmasak, tanışıklığımız selamlaşmaktan öteye geçmese dahi, her gün karşılaştığımız o kişilerin daha önce gördüğümüz aynı şahıslar olduklarını düşünmeye devam ederiz. Daha doğrusu, her seferinde onlann başka şahıslar olması ihtimalini aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Eğer fizik yapılarında hastalık veya kaza gibi sebeplerden dolayı belirgin bazı değişiklikler olursa, bu kişilerin başka şahıslar olduklarını düşünme yerine, bu farklılıkların nedenlerini merak ederiz. Bunun nedeni de, onlann her zaman gördüğümüz aynı kişiler olduğu varsayımımızdan başka bir şey değildir.
Kişisel kimlik konusu, günlük hayatta insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesi, ahlaki hak ve sorumlulukların tayini gibi konularda insanın ölümsüzlüğünden bahsedilecekse, bu dünyada var olan her bir şuurlu kişinin, ölümden sonra da bir şekilde aynı şuurlu varlığını sürdürmesi zorunlu görünmektedir. Belli başlı kişi kimlimi kriterlerini ele almadan önce, "kişi", "kimlik", ve "kişi kimlikirse, konu olarak kendisine kişiyi tanımlama süreci arkasındaki kriter ya da kriterlerin belirlenmesini alır.
Bu bağlamda, bir kimsenin tanımlanması ise, şu an duyularımızın muhatabı olan şahsın daha önce gördüğümüz ve bildiğimiz şahıs ile aynı kişi olduğu sonucuna ulaşmaktır. Daha açık bir ifade ile kişi kimliği problemi, bir şahsın aynı ya da başka kişi olduğunun belirlenmesini sağlayan kriter ya da kriterlerin neler olduğunun ortaya konma çabasıdır. Bu nedenle, kişilik probleminin bazen "kriter" problemi olarak da isimlendirildiğini görmekteyiz. Ölüm sonrası hayat inancı bağlamında kişi kimliği problemi, "ölümden önceki ben (kişi)'le ölümden sonra yaşadığı farzedüen 'ben'in ayniliğine ilişkin" ortaya çıkan problemler bütünü olarak ifade edilir.
Eğer insanın ölümsüzlüğünden bahsedilecekse, bu dünyada var olan her bir şuurlu kişinin, ölümden sonra da bir şekilde aynı şuurlu varlığını sürdürmesi zorunlu görünmektedir. Belli başlı kişi kimliği kriterlerini ele almadan önce, "kişi", "kimlik", ve "kişi kimliği" ya da "kişisel kimlik" gibi kişisel kimlik problemi tartışmalarında sıkça kullanılan temel kavramların ne anlama geldiklerinin ortaya konmasında fayda olduğunu düşünmekteyim. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü "kişi" kelimesini "İnsan, kimse, şahıs" olarak tanımlamaktadır. "Kişilik" kelimesi ise, "Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevi ve ruhî niteliklerin bütünü, şahsiyet" olarak tanımlanmaktadır. Bununla ilişkili olarak "kişisel" sıfatı, "Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsi, zati" anlamlarına gelmektedir.
Bu bağlamda kişisel kimlik probleminin konusu olan kişi kavramının, kabul edilen kişisel kimlik kriterine göre farklılık arzettiğini görmekteyiz. İleride de göreceğimiz gibi, hafıza kriterini savunan İngiliz felsefeci John Locke'a göre kişi, "akıl ve düşünce sahibi düşünen akıllı bir varlık, kendisini kendisi olarak düşünen, farklı yer ve zamanlarda aynı düşünen şeydir."
Şuur ve hafıza sahibi olmayan varlık, kişi (İngilizce: person) olamaz, o sıradan hayvanlara benzerlik gösteren insandır (İngilizce: man); yani man hak, sorumluluk ve bunun gereği olan ceza ve mükafatın muhatabı değildir. Alternatif fizikalist (bedenci) teoriye göre de, bedeni olmayan kişinin varlığından söz etmek anlamsız olur. Bu düşüncenin önemli savunucularından Bernard Williams, kişinin bedeni ile özdeş olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan P. F. Strawson, "kişi" kavramının mantıki olarak ilkel (İngilizce: primitive) bir kavram olduğunu, ona şuur olaylarını da, fizik özelliklerini de atfetmenin mümkün olduğunu öne sürmektedir.
Ayrıca Türkçe Sözlük'te "kimlik" kavramının başlıca üç anlama geldiğini görmekteyiz:
1. Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü: Kimliği bilinmeyen bir kadın.
2. Kim olduğunu tanıtlayan belge, hüviyet.
3. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü: Kimliği belirlenemeyen bir ucak.
Buradan hareketle, "kişi kimliği" ya da "kişisel kimlik" kavramı, insanın hayatı boyunca aynı kişi kalma durumunu ve bir şahsın zaman içerisinde devamlılığını ifade etmektedir. Kimlik probleminin temel kavramlarının anlamlarını kısaca açıkladıktan sonra, felsefi tartışmalara dönebiliriz.
Felsefecilerin kişisel kimlik ya da kriter problemi hakkındaki tartışmalarından, bir kişinin zaman içerisinde aynılığının göstergesi olarak belli başlı iki kriter öne çıkmıştır. Bunlar "beden kriteri" ve "hafıza kriteridir."
Beden kriterinin normal dilde iki farklı kullanılış şekli olduğunu görmekteyiz. Bunlardan birincisi, fizik yapıdaki benzerliklerden hareketle bir kişinin aynı olduğu hükmüne varmamızdır. Günlük hayatta sıkça kullandığımız bu yönteme göre, bugün gördüğüm kişinin Ahmet olduğu varsayımına onun dış görünüşü, sesi, yürüyüşü, jest ve mimikleri gibi fizik özelliklerinin daha önce gördüğüm Ahmet adlı şahısa benzerliğinden hareketle ulaşırım. Sonuç olarak, bugün gördüğüm kişinin daha önce Ahmet olduğunu bildiğim şahıs ile aynı olduğunu düşünürüm. Bir başka ifade ile, dünkü A şahsını bugün de A yapan, dünkü A'nm fizik özelliklerine bugün de sahip olması görünmektedir.
Bu yöntem her zaman sağlıklı sonuçlar vermemektedir. Örneğin, tek yumurta ikizlerini birbirinden ayırt etmekte zorlanırız; hatta çoğu zaman tercihimiz dayanaksız tahminden öteye geçemez. Böyle durumlarda, bir diğer yönteme başvururuz. Buna göre, yanımda şu an bulunan Ahmet'in bedenini geçmişteki Ahmet'in bedenine bağlayan zaman ve mekan devamlılığı söz konusu olduğunda, her iki şahsın da aslında aynı kişi olduklarını kabul ederim. Örneğin, ben sabahleyin Ahmet ve Mehmet tek yumurta ikizlerinden Ahmet ile beraber dokuz saatlik Çanakkale-Ankara seyahati yapmışsam, Ankara'ya vardığımızda yanımdan ayrılmamış olan o şahsın Ahmet olduğunu duraklamadan söyleyebilirim. Çanakkale'ye döndüğümüzde de bizi otogarda karşılayanın Ahmet'in tek yumurta ikizi Mehmet olduğundan bir şüphem olmaz. Çünkü Ahmet'in bedeninin zaman içerisindeki devamlılığı bilgisine sahibim. Tek yumurta ikizleri örneğinden de anlaşılabileceği üzere, beden kriteri de her zaman tek başına yeterli olmamaktadır. Burada devreye bir diğer kriterin girmesine ihtiyaç duyulmaktadır; bu da hafıza kriteridir. Bir kişinin kimliği onun daha önceden yapağı ve yaşadığı olaylara ait hatıraları hafıza kriteri olarak ifade edilmektedir.
Buna göre, bir kişinin kimliğini o şahsın daha önce yapmış olduğu işlere ve yaşamış olduğu tecrübelere ait hafızalarından belirleyebiliriz. Bu görüşün önemli savunucularından John Locke'a göre, beden kriteri temel ilke olamaz. Bir kişinin ahlaki ve hukuki hak ve sorumlulukların muhatabı olması için, kişisel kimliği oluşturan şuur-hafıza devamlılığına sahip olması gerekir. Beden özellikler bireyin (İng. man) kimliğinin tespitinde esas olabileceği halde, şuur-hafıza kişinin (İng.person) kimliğinin temel ilkesidir.
A şahsını A yapan, geçmişte A'nın yaptığı ya da şahit olduğu olayların hatıralarına sahip olmasıdır. Yukarıdaki örneğimizdeki Ahmet ve Mehmet tek yumurta ikizinden hareketle bu durumu açıklamak istersek; benimle Ankara yolculuğuna çıkmayı kabul eden Ahmet'in gerçekten Ahmet olduğu düşüncesinin başlangıçta bende oluşması gerekir. Bu da Ahmet'in geçmiş tecrübelerinin bir bütününden hareketle kendisinin Ahmet olduğunu bana söylemesi, hatta bazı durumlarda, gerek duyulduğu taktirde, ikimizin ortak tecrübelerinden örnekler vererek, benim Ahmet hakkındaki hatıralarımla beni ikna etmesi gerekecektir. Ancak bu durumda ben karşımdaki şahsın Ahmet olabileceği sonucuna ulaşabilirim.
Her iki kriter de, kişileri tanımlamada günlük hayatımızda da sık sık başvurduğumuz yöntemlerdir. Beden kriteri fizik yapı gibi somut bir unsura dayanıyor olması nedeniyle hafıza kriterinden daha kolay anlaşılıyorsa da, dikkatlice düşünüldüğü taktirde her iki kriterin de insanları tanımada vazgeçilmez bir yeri olduğu çok geçmeden fark edilecektir. Buna rağmen her iki kriterde de sorun olmadığım düşünmek doğru değildir. Bu sorunların bir kaçına ileride kısaca temas edeceğim.
Biz bedeni dışlayan bir hafıza kriterini esas kabul ettiğimiz zaman, kimin kim olduğunu tespit etmede aşılması zor güçlüklerle karşılaşırız. Bu nedenle Terence Penelhum, hafızanın bağımsız ve standart bir kişilik olmadığına inanmaktadır. Penelhum hafızayı bir kişi kimliği kriteri olarak kabul edebileceğini, fakat bunun bir şartla mümkün olduğunu ifade etmektedir: "Bu terimi tanımladığım anlamda hafızanın bir kişilik kriteri olduğunu kabul etmeye hazırım, fakat benim iddiam onun bu olması kişiliğin bedekriterinin varlığına bağlıdır." Yani, hafıza kriterinden söz etmek, bir bedenin varlığını gerekli kılmaktadır.
Diğer taraftan Anthony Quinton, psikolojik özelliklerin kişi kimliği için çok önemli olduğunu söylemekte; ayrıca hafıza iddialarının tutarlılığı için bedenli sürekliliği gerekli görmektedir: "insanlar, anlamsız gürültü olmadıklarına ve gerçekten hafıza iddiaları olan açık hafıza iddialarının tutarlılığından onların gerçekten orada oldukları sonucuna ulaşacağım çok miktarda açık hafıza iddiaları toplayabümeye yetecek kadar, bedenli bir şekilde sürekli olmalıdır.
Sonuç olarak, yukarıda görüşlerini açıkladığımız felsefeciler tarafından kişi kimliği kriterlerinden beden kriteri, kişi kimliği için gerekli bir şart olarak ve, Penelhum'un dediği gibi, "hafıza kriterinden daha kapsamlı" görülmektedir.
Kişi kimliğinden beden kriterine yöneltilen güçlü bir itiraz da, fizik yapıdaki beyin ile zihin olaylarının bir ve aynı olayın iki ayrı görünüşü olduğu şeklindedir; Venüs gezegeni hakkındaki eski yanlış kanaat, bu kimlik teorisyenlerinin görüşlerini desteklemekte kullandıkları yaygın bir örnektir. Modern astronominin kazandırdığı bilgilerden önce insanların, Sabah Yıldızı ve Akşam Yıldızı olarak iki ayn yıldız olduğuna inandıkları bugün biliniyor. Fakat bugün biz biliyoruz ki, onların iki ayrı sandıkları yıldız bir ve aynı yıldız, o da Venüs gezegeninden başkası değil. Buradan hareketle, insan algısı Venüs örneğinde nasıl yanılıyorsa, benzer şekilde beyin ve zihin olaylarının bir olduğunu algılayamadığı iddia edilmektedir.
Bu teori iki şekilde anlaşılabilir. Birincisi, A1'in beyninin A2'nin kafatasına nakledildiğini farzetsek, A1 'in hafızası ve psikolojik karakterleri, bu teorisyenlere göre, A2'de ortaya çıkmaya başlardı. Yani A2, A1'in beyin naklinden önce sahip olduğu aynı kişiliğe sahip olurdu. Bana göre, kişilik ile kişi arasında bir fark olmalıdır, yani biz birer kişiyiz ve her bir kişi kendine has bir kişiliğe sahiptir. Her bir psikolojik özellik değişikliğe uğrasa da, kişi zaman içinde var olmaya devam eder. Bu nedenle, her kişi hayatı boyunca değişik kişilik özellikleri sergileyebilir. Eğer bu anlayışı kabul edecek olursak, bir insanda birden çok kişinin var olabileceğini düşünmek zorunda kalırız ki, bu saçmadır.
İkinci anlama şekli de şu şekilde ifade edilebilir: t1 zamandaki A''in t2 zamandaki A2 ile aynı kişi olabilmesi, sadece ve sadece tideki A1'in t2'deki A2 ile aynı beyine sahip olması durumunda mümkündür. Bana göre, beyin ve orada meydana gelen fizik olaylar bedenden farklı bir kişilik olarak görülemez. Örneğin, bir atletin beyninin obez bir hastaya nakledildiğini varsayalım. Bu durumda hiç kimse kendisine beyin nakledilen o şişman kişinin beyinin gerçek sahibi atlet kadar hızlı koşabileceğini beklemez. Muhtemelen, doktorlar o hastaya fazla kilolarından kurtuluncaya kadar koşmamasını isteyeceklerdir. Bu atletizmin her şey (sevinç, üzüntü, hayat tarzı vb.) olduğu beyin için bir tür ölüm değil midir? Bir başka deyişle, bu beyin yeni bedenin isteklerini karşılamaya yönelmez mi?
Kanımca, beyin önceki ayırıcı niteliklerini bırakıp, yeni beden ile uyumlu yeni nitelikler edinirdi. Çünkü beyin durumları, basit bir ifade ile, herhangi bir şey hakkında duygusu, düşüncesi, vb. olmayan bir tür eiektro-kimyasal olaylardır. Jerome Shaffer'ın da dediği gibi, hiç kimse nöroloji sahasında eğitim görmeden vuku bulmakta olan fizik-beyin olaylarını ve nasıl cereyan ettiklerini bilemez. Ayrıca, sinir olaylarının nerede meydana geldiğini sormak makul olsa da, bir düşüncenin bedenin neresinde olduğunu sormak makul değildir.
Dahası, eğer babamın beyni hasara uğrasa ve bunun sonucu olarak o hafıza kaybına uğrasa, şuurunu yitirse ve komaya girse, kimlik teorisyenine sormak isterim, o şahıs artık benim babam değil midir; ben herkesten önce ona bakmakla yükümlü değil miyim? İnanıyorum ki, onun bundan sonraki hayatını beyni olmadan da devam ettirmesi mümkün olsa, ona bakmak birincil olarak benim sorumluluğumdadır, çünkü o hala benim babamdır.
2 Yorumlar
Bu konuda Monitagine 'den oldukça etkilenmişimdir. Montaigne diyorki " Bütün dertlerin biteceği yere gideceğimize göre , ölümden korkmak niye ? "
yaşamdan korkmak niye ise ölümden korkmak da o