2. Cemiyetler
|
Cumhuriyet Türkiye’sinde felsefenin kurumsallaşmasında önemli bir yer tutan bir diger unsur da, cemiyet ya da derneklerdir. Zira, felsefeyle dogrudan ilişkili olan bir cemiyet olarak 1927 yılında kurulan Türk Felsefe Cemiyeti, hem profesyonel bir etkinlik olarak felsefenin bir meslek, felsefi yayınların ve tartışmaların kurumlaşarak yapılması yoluyla kültürün vazgeçilmez bir parçası haline gelmesine, ve hem de çagdaşlaşmanın teorisinin veya felsefesinin aydınlar eliyle biraz daha geniş bir kitleye yayılmasına hizmet eder.
Görünüşte, felsefe problemlerinin okul ve politika dışında özgürce tartışılmasına imkan saglama talebinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve kurucuları arasında felsefe ögretmenleri Servet (Berkin), Hatemi Senih (Sarp), Hilmi Ziya (Ülken), dil tarihi doçenti Ragıp Hulusi (Özdem) ve felsefe doçenti Orhan Saadettin’in bulundugu Cemiyet’in amacı, felsefeyle ugraşanlar arasında mesleki bir dayanışma oluşturmak, felsefi yayın ve tartışmaların kurumlaşarak yapılmasını saglamaktır.
Türkiye’de felsefenin kurumsallaşmasında, daha dolaylı bir tarzda olsa da, en az Felsefe Cemiyeti kadar etkili olan başka bir dernek, Türkçenin bir felsefe dili olarak kurulmasına yönelik bireysel çabaları kurumsallaştırmaya yarayan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’dir. 1932 yılında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, felsefe ile dil arasındaki ilişkinin büyük bir önem taşıdıgı bilinciyle, Türkiye’de bir felsefe dilinin oluşmasına ciddi bir katkı yapmıştır. Zira, çagdaş Türkçenin, Batı felsefesinin aktarılmasında oldugu kadar, müstakil bir sistematik düşüncenin oluşumunda da ciddi engeller yaratan, başlangıçtaki kavramsal fakirliginden kaynaklanan güçlükleri gidermeyi amaçlayan bu kurumsal katkının iki şeye hizmet ettigi söylenebilir: Felsefi terminoloji ve bir felsefe dili oluşturmaya yönelik dille ilgili söz konusu üniversite dışı yeni kurumlaşma modeli, herşeyden önce Türk dilinin felsefi düşünüşe bütünüyle elverişli bir dil haline gelmesine, bu bakımdan açık uçlu bir biçimde gelişebilmesine, kısacası bir felsefe dili olarak yapı kazanmasına yaramıştır.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti önderliginde, büyük ölçüde istanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü’nün Macit Gökberk ve Bedia Akarsu gibi akademisyen felsefecileri eliyle hayata geçirilen Türkçe bir felsefe dili oluşturma teşebbüsü, ikinci olarak, Cumhuriyeti, kuran kadroların bilgi yoluyla aydınlanma projesinin gerçekleştirilmesine dogrudan katkı yapmak bakımından önem taşır. Aydınlanma idealini, başkaca şeyler yanında esas, tıpkı onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanması’nda oldugu gibi, düşünsel ve moral ilkelerin olabildigince çok insanla paylaşılması, bilgilerin elden geldigince çok yayılması, yaygınlaşması ve herkese ulaşması diye tanımlayan politik ve entelektüel seçkinler, bu idealin ancak dil aracılıgıyla gerçekleşebilecegi inancı içinde olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiye’sinin "yeni insan ve yeni toplum" yaratma hareketi ve bir aydınlanma süreci içine girdigini düşünen bu kadrolar Dil Cemiyeti’ni baglandıkları dünya görüşünün temel ilkelerini ve düşüncelerini hayata geçirme imkanı veren bir ortam, bir araç olarak degerlendirmişlerdir. Aydınlanma süreci içine giren bütün toplumların, bilgi yoluyla aydınlanmayı hızla ve en kestirmeden yayabilmek için dillerini geliştirmek zorunda kaldıgını düşünen söz konusu aydınlara göre, bir ulus için kendi dili, en iyi, en kestirme anlaşılan ve bilgilerin yayılmasına en elverişli organdır.
Görünüşte, felsefe problemlerinin okul ve politika dışında özgürce tartışılmasına imkan saglama talebinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve kurucuları arasında felsefe ögretmenleri Servet (Berkin), Hatemi Senih (Sarp), Hilmi Ziya (Ülken), dil tarihi doçenti Ragıp Hulusi (Özdem) ve felsefe doçenti Orhan Saadettin’in bulundugu Cemiyet’in amacı, felsefeyle ugraşanlar arasında mesleki bir dayanışma oluşturmak, felsefi yayın ve tartışmaların kurumlaşarak yapılmasını saglamaktır.
Türkiye’de felsefenin kurumsallaşmasında, daha dolaylı bir tarzda olsa da, en az Felsefe Cemiyeti kadar etkili olan başka bir dernek, Türkçenin bir felsefe dili olarak kurulmasına yönelik bireysel çabaları kurumsallaştırmaya yarayan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’dir. 1932 yılında kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, felsefe ile dil arasındaki ilişkinin büyük bir önem taşıdıgı bilinciyle, Türkiye’de bir felsefe dilinin oluşmasına ciddi bir katkı yapmıştır. Zira, çagdaş Türkçenin, Batı felsefesinin aktarılmasında oldugu kadar, müstakil bir sistematik düşüncenin oluşumunda da ciddi engeller yaratan, başlangıçtaki kavramsal fakirliginden kaynaklanan güçlükleri gidermeyi amaçlayan bu kurumsal katkının iki şeye hizmet ettigi söylenebilir: Felsefi terminoloji ve bir felsefe dili oluşturmaya yönelik dille ilgili söz konusu üniversite dışı yeni kurumlaşma modeli, herşeyden önce Türk dilinin felsefi düşünüşe bütünüyle elverişli bir dil haline gelmesine, bu bakımdan açık uçlu bir biçimde gelişebilmesine, kısacası bir felsefe dili olarak yapı kazanmasına yaramıştır.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti önderliginde, büyük ölçüde istanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü’nün Macit Gökberk ve Bedia Akarsu gibi akademisyen felsefecileri eliyle hayata geçirilen Türkçe bir felsefe dili oluşturma teşebbüsü, ikinci olarak, Cumhuriyeti, kuran kadroların bilgi yoluyla aydınlanma projesinin gerçekleştirilmesine dogrudan katkı yapmak bakımından önem taşır. Aydınlanma idealini, başkaca şeyler yanında esas, tıpkı onsekizinci yüzyıl Fransız Aydınlanması’nda oldugu gibi, düşünsel ve moral ilkelerin olabildigince çok insanla paylaşılması, bilgilerin elden geldigince çok yayılması, yaygınlaşması ve herkese ulaşması diye tanımlayan politik ve entelektüel seçkinler, bu idealin ancak dil aracılıgıyla gerçekleşebilecegi inancı içinde olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiye’sinin "yeni insan ve yeni toplum" yaratma hareketi ve bir aydınlanma süreci içine girdigini düşünen bu kadrolar Dil Cemiyeti’ni baglandıkları dünya görüşünün temel ilkelerini ve düşüncelerini hayata geçirme imkanı veren bir ortam, bir araç olarak degerlendirmişlerdir. Aydınlanma süreci içine giren bütün toplumların, bilgi yoluyla aydınlanmayı hızla ve en kestirmeden yayabilmek için dillerini geliştirmek zorunda kaldıgını düşünen söz konusu aydınlara göre, bir ulus için kendi dili, en iyi, en kestirme anlaşılan ve bilgilerin yayılmasına en elverişli organdır.