Sokrates Öncesi Filozofların Doğa Anlayışında Dayanışma (Solidarity) Düşüncesi - 1

Hasan ASLAN

Sokrates öncesi filozofların felsefe tarihindeki ayırt edici özelliği doğa üzerine (peri physeos) felsefece düşünme yolunu açmış olmalarıdır. Doğa üzerine felsefece düşünen ilk filozoflar, Aristoteles’in (Metapysics, 983b6 -984a4) deyişiyle “doğa filozofları”, Miletli Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’dir. M. Ö. yedinci yüzyılda Miletlilerle başlayan doğa üzerine düşünme biçimi, Sokrates’e kadar büyük bir çeşitlilik ve derinlik kazanarak sürer.

Eski Yunanlı filozoflardan önce de çeşitli kültürlerde, söylencelere (mythos), dine, yararcılığa bağlı bir doğa anlayışı güçlü bir biçimde sürmüştür. Böylesi bir doğa anlayışı hem Mısır, Mezopotamya gibi Eski Yakın Doğu kültürlerinde, hem de Hint ve Çin gibi Eski Uzak Doğu kültürlerinde açıkça görülür. Eski Yunanlıların doğa üzerine felsefece düşünme biçiminin bu eski doğu kültürleriyle ilişkisi, felsefe tarihçileri arasında felsefenin nasıl ortaya çıktığı konusunda görüş ayrılığına yol açmıştır. Eski Yunanlıların felsefece düşünme biçimini bu Doğu kültürlerinden “etkilenerek” geliştirdiklerini savunanlar (Bréhier 1963: I, 2-4) olduğu kadar, Doğu kültürlerinin Eski Yunanlılara “taşınacak” bir felsefe düşüncesi içermediği dolayısıyla felsefece düşünme biçiminin bütünüyle Eski Yunanlılara özgü olduğunu savunanlar da (Burnet 1930: 4, 17-18.) olmuştur. Eski Yunanlı filozofların Eski Doğu kültürlerinden etkilenip etkilenmedikleri konusu, Eski Yunanlı filozofların doğayı yeni bir düşünme biçimiyle ele aldıkları gerçeğini gölgelemez. Sokrates öncesi filozofların doğa yaklaşımı, her ne kadar söylencelerden bütünüyle ayrışmamış olsa da, Frankfort’un (1946: 237) deyişiyle, söylencelerden, dinden “kurtulma” (emancipation) sürecine giren bir doğa kavrayışının ilk adımlarıdır.

Doğayı temel bir oluşturucu öğeye (arkhé) yaslayarak açıklamaya çalışan Sokrates öncesi doğa filozofları, bu öğenin ne ya da neler olduğu konusunda birbirlerinden oldukça ayrı düşünmüşlerdir. Arkhénin ne olduğu konusundaki düşünce ayrılıklarına karşın, bu filozofların arkhéyle sağlamaya çalıştıkları amaç ortaktır.

Arkhé, bütün Sokrates öncesi doğa filozofları için her şeyden önce, anamaddedir, temel varlıktır. Arkhé yalnızca her şeyin “kaynağı”, “temeli”, “anamaddesi” değil ayrıca diğer bütün şeylerin ondan oluştuğu şeydir de. Her ne kadar Sokrates öncesi filozofların uğraşının varlık, olu ve deği im sorunu olduğu görünse de, bu sorunları işleyişleri, çözümleri bakımından ele alındığında daha temel bir sorunla uğraştıklarını görürüz:

Dayanışma (Solidarity). Sokrates öncesi filozoflar, ileri sürdükleri arkhé öğesinin, doğanın birliğini, biraradalığını, dayanışmasını sağlamasının gerektiğinin farkındadırlar. Bu dayanışmayı söylencelere bağlı doğa anlayışlarında Tanrı sağlıyordu, Sokrates öncesi filozoflar ise bu dayanışmayı ileri sürdükleri arkhé kavramıyla sağlamaya çalışırlar.

Bu çalışmada, Sokrates öncesi filozofların arkhé kavramıyla ele aldıkları varlık, oluş ve değişim sorununun dayanışma düşüncesiyle doğrudan ilişkili olduğunu tartışacağım. Bu bakımdan Sokrates öncesi filozofların düşüncelerini bir sıradüzen içerisinde ele alıp karşılaştırarak, dayanışma düşüncesinin nasıl öne çıktığını göstermeye çalışacağım.

Doğrudan doğa üzerine, peri physeos, düşünen ilk filozof Thales’tir (aşağı-yukarı M.Ö. 625-545). Thales, doğanın kendisinden yapıldığı evrensel tözün, her şeyin kökünün, her şeyin başı olan temel ilkenin, arkhénin, ne olduğu sorusunu ele alarak doğa üzerine bir düşünme biçimine yol açmıştır. Thales bu soruya, su yanıtını vermiştir.

Her şey sudan türeyip tekrar suya döner. Düz bir tepsi olan yer de Okyanus’ta yüzer. Thales’in suyu neden seçtiği pek açık değil. Aristoteles (Metaphysics, I, 3, 983b20-984a2) deniz kıyısında yaşamış Thales’in suyun canlılar için yaşamsal önemini gözeterek, “her şeyin besininin nem olduğunu”, “her şeyin nemden türeyip onun tarafından canlı tutulduğunu”, dolayısıyla “her şeyin tohumunun nemli bir yapısı olduğundan suyun nemli şeylerin kökeni olduğunu düşünüp”, suyu seçtiği yolunda yorumlamıştır.

Thales’in düşüncesi söylencelerden (mythos) bütünüyle kopmamıştır. Okyanus (Okeanos), Yunan söylencesinde insanlar ile tanrıların yaratıcı atasıdır. Thales de suyu tanrısal bir şey olarak düşünmüştür. Thales’in arkhé olarak ileri sürdüğü su, kendiliğinden canlı bir maddedir (hylézoon). Su kendiliğinden değişebilme, çeşitli biçimlere girebilme özelliği taşıyan canlı bir tözdür. Evreni canlı bir organizma olarak tasarlayan Thales’e göre, “her şey tanrılarla doludur” (Aristoteles, On the Soul; A 5, 411a7; 2; 405a19). Her şey, içinde tanrısal ruh taşıyan su ile dolu olduğundan canlıdır.

Doğadaki her şeyin sürekli geçici olması, yenilenmesi, yer değiştirmesi bu canlılıktan ötürüdür. Ancak, Thales, arkhéden diğer varlıkların nasıl, niçin oluştuğu sorununun ayırdında değildir. Bu bakımdan, özdeş anlama gelen canlı ile ruhlu kavramları, arkhénin içerdiği değişme yeteneğini, diğer varlıklara dönüşebilme gücünü dile getirir.

Aristoteles, Thales’in arkhé kavramını “biyolojik” temelli bir kavram olarak öne çıkarmaktadır. Aristoteles, Thales’in, canlı bir nesne olarak suyu, arkhé olarak seçmesinde mitolojinin etkisi olduğunu düşünmektedir. (Metaphysics; 983b27-32) Ancak, Burnet (1930: 18-26), Aristoteles’in yorumuna katılmayıp, Thales’in arkhé kavramının, suyun katı, sıvı, buhar gibi değişik durumlara dönüşebilme özelliğinden ötürü “meteorolojik” temelli “evrenbilimsel” (kozmolojik) bir kavram olduğunu ileri sürer. Thales’in, suyu arkhé olarak seçmesinin gerekçesinin ne olduğundan daha çok, arkhé kavramıyla, her şeyin bir temel öğenin değişik biçimleri olduğunu düşünmesi daha önemlidir.

Aristoteles’in gözlemi doğrudur. Thales’in öğretisinde “canlılık” düşüncesinin etkisi açıktır. Bu canlılık kavramı Thales’in düşüncelerini mitolojiyle bağlayan kavramdır. Bununla birlikte Burnet’in bu “canlılık” düşüncesinin salt biyolojiye indirgenemeyeceği görüşü önemlidir. Thales, bütün şeyleri bir tözün değişen biçimleri olarak tasarlayıp, çokluğu aynı varlık kökünün dünyadaki değişik görünüşleri olarak ele alarak mitolojik doğa açıklamasından dışarıya büyük bir adım atar. Ancak, bu adımda bir ayak dışarı çıksa da diğer ayak henüz içeridedir!

Thales, “kendiliğinden canlı” bir madde olarak tasarladığı arkhéyi doğadaki çokluğun, çeşitliliğin bir kökü olarak ele alıp, bu çeşitliliğin, çokluğun arkhénin canlılığı aracılığıyla birarada tutulduğunu düşünür. Doğadaki ayrımlaşmış şeylerin kökeni, bir (aynı) şeydendir. Dolayısıyla ayrımlaşmış şeylerin “birliğini”, “biraradalığını” yani dayanışmasını (solidarity) sağlayacak şey, kökendeki canlılıktır. Bu bakımdan Thales’in doğa anlayışında dayanışma bir kozmoloji sorunudur. Thales, Burnet’in belirttiği bu kozmoloji sorununu Aristoteles’in gözlemlediği “canlılık” düşüncesiyle çözer.

Her ne kadar söylenceden bütünüyle ayrılmamış olsa da, Thales’le başlayan doğa yaklaşımı, daha önceki dinsel, mitolojik doğa düşüncelerinde görülmeyen bir özellik taşır. Düşünce tarihi bakımından ele alındığında, Thales, doğayı açıklamak için, “meydana gelmemiş”, “yok olmayacak”, “kendi kendisiyle özdeş” bir töz, anamadde, arkhé, kavramını sunarak yeni bir düşünme biçimine yol açmıştır. Doğayı, doğadan hareketle açıklamaya girişir.

Thales’le başlayan bu yaklaşım, doğa üzerine düşünen diğer bir Miletli filozofla, Thales’in tilmizi Anaksimandros’la (aşağı-yukarı M.Ö. 610-540) devam eder. Anaksimandros doğanın ana maddesinin su gibi “belirli” bir şeyle sınırlandırılamayacağını, çünkü belirli olan bir şey, sonlu, sınırlı olduğundan, oluşmuş bir şeydir, dolayısıyla nasıl oluştuğunun, kökeninin açıklanması gerektiğini ileri sürerek Thales’in anamadde kavramını yetersiz görür. Thales, “belirli olan bir şeyi” (su), arkhé olarak diğer “belirli olan şeylerin” temeline koymuştu. Ussal olarak, herşeyin kendisinden oluştuğu bir şey, oluşan şeyler gibi bir şey olamazdı. Islak-kuru, soğuk-sıcak gibi karşıtlar birbirini içerir, dolayısıyla, temel ilke, arkhé bu “belirli” özelliklerden birisiyle sınırlandırılamaz, çünkü bu “temel ilke”, bütün özelliklerin kendisinden çıktığı bir şeydir. (Aristotle, Physics; III,5,204b22) Anaksimandros’a göre doğayı oluşturan şey, nicelik bakımından uzay ile zamanda “sonsuz” olmalı. Temel ilke, yani arkhé, “katı”, “sıvı” ya da “gaz” gibi özellikler taşıyan nitelikçe “belirlenmiş” bir şey değil, zamanda ileriye geriye, her yönde “sınırsızca” uzanan “belirlenmemiş” bir şeydir.

Her şeyin kökü, temeli olan, her yönde sonsuzca uzanan bu üç boyutlu şeye Anaksimandros apeiron(Sınırsız) adını verir. Apeiron, her şeyi kuşatan ve yönetendir. (Aristotle, Physics; III,203b) O da, Thales gibi arkhéyi Tanrıyla özdeşleştiriyordu. Ancak, Thales arkhéyi su gibi “belirli” bir şeyle özdeşleştirip, suda da doğayı oluşturan içkin bir Tanrısal bir güç varsaymıştı. Buna karşın, Anaksimandros, apeironu, “ölümsüzlüğü”, “yok olamazlığı”, “belirsizliği”, “sonsuzluğu” yönünden Tanrıyla özdeşleştirip, doğanın “bu ilk ilkenin” kendi içinde bir süreçle oluşmaya başladığını düşünür (Burnet 1930: 372).

Anaksimandros yeri, Thales gibi Okyanusta yüzen bir disk olarak değil, yapıldığı apeironun kuşattığı ortamda yüzen silindir biçiminde katı bir şey olarak tasarlar. “Sonsuz”, “sınırsız”, “ölümsüz” olan apeironun kendi içindeki devinimimden hava kabarcıkları gibi sayısız dünyalar çıktığını, bizim dünyamızın da bu dünyalardan birisi olduğunu düşünmüştür. Doğa, tek bir öğeden maddi bir süreçle ortaya çıkmıştır.

Anaksimandros, “belirli” olan şeylerin kökeninin, yine “belirli” olan “tikel” bir şey olamayacağını, bu kökenin “sonsuz”, “belirsiz” bir şey olması gerektiğini ileri sürerek iki bakımdan Thales’in öğretisinde ilerleme gösterir. Đlk ilerleme, töz, arkhé kavramının ilkece sınırlı olan şeylerin, belirli olan şeylerin kökeni olmak bakımından, “sınırsız-belirsiz” (apeiron) olması gerektiği düşüncesidir. Đkinci ilerleme ise, “belirli şeyler kendilerinden daha “ilksel” olan “ölümsüz”, “yok olmaz”, “belirsiz-sonsuzdan” yani apeirondan çıkıp tekrar ona geçerek birlikteliklerini, biraradalıklarını, dayanışmalarını sürdürdüğü düşüncesidir.

Anaksimandros’un öğrencisi Anaksimenes (aşağı-yukarı M.Ö. 585-528), evrenin dolayısıyla doğanın temel ilkesinin niteliksel olarak “belirlenmemiş” olmasını “ussal bir zorunluluk” olarak görmeyerek, Thales gibi maddi bir töze geri dönüp bu tözü, arkhéyi, hava (air) ile özdeşleştirdi. Yerin, içinde yüzdüğü ortamın maddesiyle aynı maddeden olduğunu düşünüyordu. O da, yeri Thales gibi düz bir şey olarak tasarlıyordu, ancak bu düz yer bir şeyin üzerinde yüzmüyor, onu kuşatan ortamın yoğunluğu onu kaldırıyordu.

Yeri kuşatan madde (air) yerin etrafında her yöne sonsuzca uzanır. Her şeyin kendisinden oluştuğu şeyin, arkhénin, Tanrısal olduğu düşüncesini Anaksimenes de sürdürür. Dünyayı sarıp kuşatarak tutan bu Tanrısal töz, air, aynı zamanda insan bedenini de sarıp kuşatarak onu birarada tutar.

Pek çok bakımdan Anaksimandros’un görüşlerini izleyen Anaksimenes’in maddi bir töze, havaya (air), dönmesi bir gerileme olarak düşünülebilir. Ancak Anaksimenes’in maddi bir töze geri dönmesini gerektiren uslamlaması hiç de önemsiz değildir. Anaksimandros doğadaki çeşitli şeylerin, hepsi aynı arkhéden (apeiron) yapılmasına karşın, neden farklı biçimlerde davrandıkları sorusuna yanıt olarak, arkhénin, ilk maddenin dönme devinimiyle karşıtların ortaya çıkıp, şeylerin farklı davranışlarına yol açtığını ileri sürmüştü.

Anaksimenes, Anaksimandros’un nitelikçe belirlenmemiş arkhésinin deviniminden, bu karşıtların neden doğduğunu anlaşılamaz bulur. Anaksimenes, “belirlenmiş” bir tözü, (air) “belirlenmemiş” bir tözle (apeiron) yer değiştirerek bu sorunu çözmek istemiştir. Belirlenmiş bir töz olarak hava, (air), devinimiyle karşıtları kendinde taşır. Anaksimenes deney yaparak, sıcak ile soğuğun, havanın seyrelme-yoğunlaşma devinimiyle ortaya çıktığını göstermek istemiştir. Bütün bir doğanın, havanın seyrelmesi-yoğunlaşmasıyla oluştuğunu ileri sürmüştür. Havanın seyrelmesiyle ateş, yoğunlaşmasıyla su, toprak gibi nesnelerin ortaya çıktığını düşünür.

Anaksimenes’in düşüncesinin önemi, kendi kendisiyle özdeş kalıp değişmeyen, buna karşın bir sürü biçime giren ana maddedeki, arkhédeki, bu süreç, bu değişme nedir, nasıl oluyor sorusunu öne çıkarmasıdır.

Anaksimenes bir bakıma dayanışma sorununu Thales ile Anaksimandros’dan daha iyi kavramış görünmektedir. Her şeyi havanın seyrelme-yoğunlaşma sürecine bağlayarak çeşitliliğin, çokluğun dayanışmasını olağanüstü bir biçimde açıklayacak bir yaklaşım sunar. (Windelband 1956: 44) Anaksimenes, “seyrelme-yoğunlaşma” sürecinde havayı ana madde olarak kullanarak, bütün çeşitliliğin, değişikliliğin nicel olarak elde edilebilirliğini sağlar. Bu dizgede her şey niceliksel bir dönüşümün, değişimin sağladığı biraradalığa, dayanışmaya uymak zorundadır.

Miletli doğa filozoflarıyla başlayan, herşeyin kendisinden yapıldığı temel şeyin (arkhénin) ne olduğunu sorgulama, Efesli filozof Herakleitos’la (aşağı-yukarı M.Ö. 540–470) devem eder. Herakleitos evrenin temel maddesinin ateş oluğunu ileri sürmüştür. (Aristotle, Metaphysics, IV, 5, 1010a, 13; On the Soul, 3, 2, 405a, 25) Evreni oluşturan temel maddeyi, bir başka maddeyle, ateşle özdeşleştirerek Miletli filozofların tekçi (monist) yaklaşımını izler. Bunun yanı sıra, evrenin başı sonu olmayan bir değişim içinde sürekli akan bir süreç olduğunu ileri sürerek, ana maddeyi kendi kendisiyle özdeş, kalıcı, doğanın değişmez tözü sayan Miletlilerden ayrılır.

Herakleitos doğada “her şeyin aktığını”, hiç bir şeyin bu akış sürecinin dışında kalmadığını belirtir. (Plato, Cratylus; 402a) Evren, her şeyi kemirerek ilerleyen bir süreç olarak ateşten meydana gelmiştir. Evren, bir yandan sürüp giden bir devinim, diğer yandan da “sürekli çatışan karşıtlarların savaşımı” olarak görür. Bu karşıtlar ile karşıtların arasındaki savaş olmasaydı doğa da olmazdı. Bu sürekli akıp giden oluş, yok oluş sürecinde kalıcı, değişmez şeyler olduğunu düşünmek bir yanılgıdır. Kalıcı, değişmez şeyler olduğu yanılgısını doğuran da Herakleitos’a göre bu değişimin düzensiz, gelişi güzel olmayıp belirli bir “ölçüye”, “düzene”, “kurala”, Tanrısal akla göre olmasındandır. (Guthrie 1960: 44-45) Herakleitos evreni yöneten bu Tanrısal aklın Logos olduğunu söyler.
1 | 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP