SPİNOZA’NIN TANRI-ÂLEM İLİŞKİSİNDE İÇKİNLİK AŞKINLIK PROBLEMİ - 3
|
Demek ki, Spinoza’ya göre, Tanrı ve âlemin bir ve aynı olması söz konusu değildir. Bilakis, âlem ve âlemdeki her şey, Tanrı tarafından yaratılmış olup, bunların koruyucusu da yine Tanrı’dır. Âlem, Tanrı tarafından en güzel şekilde yaratılmıştır; burada Tanrı’nın koymuş olduğu tabiî yasalar vardır. Bu yasalar, Tanrı’nın ilahi emirleriyle meydana gelmiştir. Yani bunlar, ilahî yasalardır ve Tanrı’nın irade ve kudret sahibi olmasına işaret ederler. Ayrıca, Tanrı, âlemi tesadüfen değil, ilahî tabiatın zorunluluğuyla yaratmıştır.
Sonuçta, Spinoza’nın bizzat kendisi, Tanrı ve alemi özdeş kabul etmenin yanlış olduğunu belirtmesine rağmen, bazı Spinoza yorumcuları, Spinoza’da, Tanrı ve alemin özdeş kabul edildiğini iddia ederken; bazıları da Spinoza’nın Oldenburg’a yazdığı mektupta olduğu gibi onun, Tanrı ve alemi özdeş kabul etmediğini belirtirler.
Spinoza’nın bu düşüncelerinin ardından, ona göre Tanrı’nın aleme içkin ya da aşkın olup olmadığını incelemeye gelmiş bulunuyoruz.
B. Spinoza Teolojisinde İçkinlik-Aşkınlık Problemi
İçkinlik ve aşkınlık, Tanrı’nın âlemle ilişkisinin ne tür bir ilişki olduğunu veya bir Tanrı anlayışının niteliğini ortaya koymaktadır. Felsefe ve din felsefesi geleneği içerisinde yaygın olarak bilindiği üzere Tanrı’nın âlemle ilişkisi tamamen içkin ise, panteist; bu ilişki yalnızca aşkın ise, deist ve son olarak bu ilişki hem içkin hem aşkın ise, teist ya da panenteist Tanrı anlayışını göz önüne sermektedir.
Spinoza’nın panteist olarak yorumlanmasının en önde gelen nedenlerinden birisi, onun içkinci felsefeyi benimsemiş olduğunun kabul edilmesidir. Yani Tanrı-âlem münasebetinde değindiğimiz üzere, Spinoza’nın Tanrı-âlem aynılığı veya özdeşliği, dolayısıyla da Tanrı’nın âlemde içkin olduğu düşüncesine sahip olduğunun kabul edilmesidir.
Her şeyden önce teizm ve deizm aşkıncı; panteizm gibi bazı monist ve materyalist sistemlerin içkinci; pan-enteizm ve vahdet-i vücudcu teorilerin ise hem içkinci hem de aşkıncı Tanrı anlayışına sahip oldukları kabul edilir. Ayrıca, ‘içkinlik, Panteizm ve Pan-entizm’de olduğu gibi bir zatî içkinlik değildir. Bu içkinlik, Mutlak Zâtın sıfat ve isimlerin tecellisi olan âlem ve eşyada ruh olarak, öz olarak bulunmasıdır. Yani Allah âlemde Zâtı itibariyle değil de, hakikati itibarıyla tecelli ve tezahür eder’.
Kimi zaman da, içkinlik, Tanrı’nın her yere nüfuz eden içikinliği (pervasively immanent), yani Onun her yerde hâzır ve nâzır olması (omnipresent) olarak da ifade edilmektedir. Özellikle teizm gibi aşkıncı Tanrı teorilerinde Tanrı’nın varlığı ve birliği, yaratması, vahiy, peygamberlik gibi temel ilkelerin bulunduğuna dikkat çekilirken; Panteizm gibi Tanrı teorilerinde, Tanrı’nın yaratmasından ziyade sudur kabul edilmekte, vahiy, peygamberlik ve mucize gibi teist dinlerin temel inanç unsurlarının kabul edilmediğine işaret edilir. Yani, Panteizm gibi içkinci Tanrı teorilerinde ‘Allah her şeydir’ veya ‘her şey Allah’tır’ ifadesi kabul edildiğinden Tanrı ile âlem bir ve aynı olmakta, dolayısıyla da yaratmadan, vahiy ve peygamberlikten söz etmek anlamsız olmaktadır. Yaratan ile yaratılan ya da Tanrı ile âlem içiçe ve aynı şeyler kabul edilmektedir. Bu sebeple Yaratan ve yaratılan ayrımı ortadan kalkmaktadır.
Materyalist Monizmin içkinliği ise şu şekildedir: ‘Allah, maddî âlemin dışında değil içindedir. Bütün ilimler, bilgiler böyle inanmayı gerektirmekte ve Allah’ı ayrı bir varlık farz etmenin doğru olmadığını, aksine maddenin içinde yer aldığını göstermektedir’. Görüldüğü üzere, yukarıda işaret edilen Haeckel’in sistemi, Yaratan ile yaratılanı aynileştirerek Tanrı’yı âleme indirgemektedir.
Deizm gibi Tanrı’nın aşkınlığını kabul eden, ancak her türlü vahyi ve peygamberliği kabul etmeyen sistemler ise, tamamen aklî ve felsefî bir din ve Tanrı teorisi ortaya koymaktadırlar. Bu teoriye göre, Tanrı, ilk muharrik olarak âlemi yaratıp, onu düzene koyduktan sonra aşkın bir varlık olarak tabiri caiz ise her işten elini eteğini çekmektedir. Yani, Tanrı artık yaratma ve düzene karışmamakta, bir anlamda emekliye ayrılmaktadır. Bununla birlikte, Vahdet-i vücut ve pan-enteizm gibi hem aşkıncı, hem içkinci Tanrı teorileri de söz konusudur. Bu sisteme göre, panteizmden farklı olarak ‘her şey Allah’tadır’. ‘Her şeyin Allah’ta’ olduğu ifadesi, ilahî vücudun (Cevher) âlemi ya da her şeyi, hem kuşatmış olduğu hem de onda mündemiç (içkin) olduğunu ifade etmektedir. Dikkat edilecek olursa, pan-enteizmin panteizmden farkı; pan-enteizmin ‘her şey Allah’ta mevcuttur’ derken, panteizmin ‘Allah her şeydir’ veya ‘her şey Allah’tır’ demesidir. Bu farklılık ve ayrımdan dolayı pan-enteizm, panteizmde olduğu gibi, Tanrı ile âlemi aynı veya özdeş kabul etmemektedir. Böylece, pan-enteizm, Tanrı’yı aşkın ve âlemin dışında görmektedir. Buna ilave olarak, Tanrı’nın varlığı, şeyleri ve âlemi kendi varlığı ile ihata ettiği için ve onlarda mündemiç olduğu için Tanrı’yı içkin olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla, pan-enteizmin hem içkinci hem de aşkıncı olması, çift kutuplu ulûhiyet anlayışını ortaya çıkarmaktadır.
Spinoza’nın içkinlik ve aşkınlık anlayışına açıklık kazandıracak belki de en önemli noktalardan birisi de panteizm ve pan-enteizm arasındaki farklılığa temel teşkil eden ifadelere bakmaktır. Bilindiği gibi ve yukarıda da işaret edildiği üzere, panteizm, ‘her şey Tanrı’dır’ veya ‘Tanrı her şeydir’ diyerek, Tanrı-âlem ontolojik ayrılığını ve farklılığını iptal etmekte, Tanrı’yı âleme indirgemekte ve içkinciliğe varmaktadır. Pan-enteizm ise, ‘her şey Tanrı’dadır’ diyerek ontolojik olarak Tanrı-âlem aynılığını ya da özdeşliğini ortadan kaldırmakta, Tanrı ve âlemin ayrı olduğunu, dolayısıyla Tanrı’nın âlemi ihata ederek, ona hem aşkın hem içkin olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle, Tanrı-alem ilişkisi açısından panteizm içkinci, pan-enteizm ise, hem içkinci hem aşkıncı anlayışları kabul ediyor gözükmektedir. Buradan hareketle Spinoza’nın Tanrı-alem ilişkisine dair daha önce ortaya konulan düşünceleri dikkate alındığında onun, panteizmde olduğu gibi, doğrudan ‘her şey Tanrı’dır’ veya ‘Tanrı her şeydir’ ifadelerine yer vermediği görülmektedir. Bu tespitin, Spinoza’nın hem genel felsefesinin hem de onun Tanrı-alem ilişkisi konusundaki düşüncelerinin doğru ve sağlıklı değerlendirilmesi için önemli bir nokta olduğunu vurgulamak istiyoruz. Spinoza felsefesinin düğüm noktalarından birisi de burasıdır. Onun eserleri ve mektupları bir bütünlük içerisinde dikkatlice incelendiğinde, onun ‘her şey Tanrı-da’dır’ ve ‘Tanrı olmadan hiçbir şey varolamaz ve tasarlanamaz’ dediği ve bu fikri savunduğu görülmektedir. Aslında, bu hususları daha önce detaylı bir şekilde ele almıştık. Ancak konuların iç içe olmasından dolayı ve konumuzun daha net olarak ortaya konması amacıyla, belki de tekrar olacak mahiyette bazı hususları yeniden zikretme durumu ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü üzere ‘her şey Tanrı’dadır’ denildiği zaman, Tanrı’nın her şeyi kuşatmış olduğu ve bunların Tanrı tarafından ve Tanrı sayesinde var oldukları ifade edilmektedir. Keza, Tanrı’da vardırlar ifadesi, alemde var olan şeylerin Tanrı tarafından meydana getirildiklerini ifade etmektedir. Böylece, Tanrı, âlemdeki diğer şeylerle bileşik veya aynı değildir. Tanrı ve tavırlar; Tanrı ve cisimsel, tensel varlıklar; Tanrı ve yaratıklar ayrımı, Tanrı’nın, kendisi dışındaki varlıklarla ayrı olduğunu, diğer bir ifadeyle Tanrı’nın onları kuşattığını ve Onun aynı zamanda aşkın bir yönü olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Spinoza’ya göre, bir tarafta Mutlak Cevher olarak Tanrı, diğer tarafta da Onun duygulanışları ya da tezahürü olan tavırlar vardır. Onlar, Tanrı olmaksızın anlaşılamaz, algılanamaz ve tasarlanamazlar. Ancak bunlar, Tanrı’yla anlam bulur, hayat bulur ve varlığa gelirler. Öyleyse, her şey, Tanrı’dadır ve bu sayede Tanrı her şeyin hem aşkın hem de içkin nedeni olmaktadır.
Diğer taraftan, Spinoza’nın, salt olarak içkincilik olarak yorumlanacak ve buradan hareketle panteist olduğu sonucuna gidilebilecek düşünceleri de yok değildir. Yani Spinoza’nın felsefe geleneği içerisinde içkinci ve panteist olarak yorumlanmasına imkan tanıyan ifadeleri de söz konusudur. Onun sadece bu ifadeleri ışığıyla baktığımızda bu yorumların haklılığını göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak onun yalnızca bu düşünceleri değil genel olarak diğer ifadeleri de dikkate alınmalıdır. Söz gelişi onun, ‘Tanrı her şeyin geçici (transient) nedeni değil, fakat nüfuz eden/içkin (indwelling) nedenidir’ ifadesini dikkate aldığımızda, onu bir içkinci olarak değerlendirmek doğru olabilir. Oysa bu ifadeden Tanrı’nın tüm varlıklara etki eden ya da nüfuz eden bir yönüne de vurgu yapıldığını anlayabiliriz. Üstelik bu ifadesinin kanıtlamasında Spinoza, varolan her şey Tanrı’da vardır ve ancak Tanrı ile tasarlanabilir. Tanrı kendisinde olan bütün şeylerin nedenidir. Tanrı dışında hiçbir cevher olamaz ve tasarlanamaz, yani Tanrı’nın dışında kendiliğinden varolan hiçbir şey yoktur. Öyleyse, Tanrı her şeyin geçici değil, etkin/nüfuz eden/içkin (indwelling) nedenidir diyerek bir anlamda kendi kendisini tefsir etmekte ve bununla ne kastettiğini şerh etmektedir.
Sonuçta, Spinoza’nın bizzat kendisi, Tanrı ve alemi özdeş kabul etmenin yanlış olduğunu belirtmesine rağmen, bazı Spinoza yorumcuları, Spinoza’da, Tanrı ve alemin özdeş kabul edildiğini iddia ederken; bazıları da Spinoza’nın Oldenburg’a yazdığı mektupta olduğu gibi onun, Tanrı ve alemi özdeş kabul etmediğini belirtirler.
Spinoza’nın bu düşüncelerinin ardından, ona göre Tanrı’nın aleme içkin ya da aşkın olup olmadığını incelemeye gelmiş bulunuyoruz.
B. Spinoza Teolojisinde İçkinlik-Aşkınlık Problemi
İçkinlik ve aşkınlık, Tanrı’nın âlemle ilişkisinin ne tür bir ilişki olduğunu veya bir Tanrı anlayışının niteliğini ortaya koymaktadır. Felsefe ve din felsefesi geleneği içerisinde yaygın olarak bilindiği üzere Tanrı’nın âlemle ilişkisi tamamen içkin ise, panteist; bu ilişki yalnızca aşkın ise, deist ve son olarak bu ilişki hem içkin hem aşkın ise, teist ya da panenteist Tanrı anlayışını göz önüne sermektedir.
Spinoza’nın panteist olarak yorumlanmasının en önde gelen nedenlerinden birisi, onun içkinci felsefeyi benimsemiş olduğunun kabul edilmesidir. Yani Tanrı-âlem münasebetinde değindiğimiz üzere, Spinoza’nın Tanrı-âlem aynılığı veya özdeşliği, dolayısıyla da Tanrı’nın âlemde içkin olduğu düşüncesine sahip olduğunun kabul edilmesidir.
Her şeyden önce teizm ve deizm aşkıncı; panteizm gibi bazı monist ve materyalist sistemlerin içkinci; pan-enteizm ve vahdet-i vücudcu teorilerin ise hem içkinci hem de aşkıncı Tanrı anlayışına sahip oldukları kabul edilir. Ayrıca, ‘içkinlik, Panteizm ve Pan-entizm’de olduğu gibi bir zatî içkinlik değildir. Bu içkinlik, Mutlak Zâtın sıfat ve isimlerin tecellisi olan âlem ve eşyada ruh olarak, öz olarak bulunmasıdır. Yani Allah âlemde Zâtı itibariyle değil de, hakikati itibarıyla tecelli ve tezahür eder’.
Kimi zaman da, içkinlik, Tanrı’nın her yere nüfuz eden içikinliği (pervasively immanent), yani Onun her yerde hâzır ve nâzır olması (omnipresent) olarak da ifade edilmektedir. Özellikle teizm gibi aşkıncı Tanrı teorilerinde Tanrı’nın varlığı ve birliği, yaratması, vahiy, peygamberlik gibi temel ilkelerin bulunduğuna dikkat çekilirken; Panteizm gibi Tanrı teorilerinde, Tanrı’nın yaratmasından ziyade sudur kabul edilmekte, vahiy, peygamberlik ve mucize gibi teist dinlerin temel inanç unsurlarının kabul edilmediğine işaret edilir. Yani, Panteizm gibi içkinci Tanrı teorilerinde ‘Allah her şeydir’ veya ‘her şey Allah’tır’ ifadesi kabul edildiğinden Tanrı ile âlem bir ve aynı olmakta, dolayısıyla da yaratmadan, vahiy ve peygamberlikten söz etmek anlamsız olmaktadır. Yaratan ile yaratılan ya da Tanrı ile âlem içiçe ve aynı şeyler kabul edilmektedir. Bu sebeple Yaratan ve yaratılan ayrımı ortadan kalkmaktadır.
Materyalist Monizmin içkinliği ise şu şekildedir: ‘Allah, maddî âlemin dışında değil içindedir. Bütün ilimler, bilgiler böyle inanmayı gerektirmekte ve Allah’ı ayrı bir varlık farz etmenin doğru olmadığını, aksine maddenin içinde yer aldığını göstermektedir’. Görüldüğü üzere, yukarıda işaret edilen Haeckel’in sistemi, Yaratan ile yaratılanı aynileştirerek Tanrı’yı âleme indirgemektedir.
Deizm gibi Tanrı’nın aşkınlığını kabul eden, ancak her türlü vahyi ve peygamberliği kabul etmeyen sistemler ise, tamamen aklî ve felsefî bir din ve Tanrı teorisi ortaya koymaktadırlar. Bu teoriye göre, Tanrı, ilk muharrik olarak âlemi yaratıp, onu düzene koyduktan sonra aşkın bir varlık olarak tabiri caiz ise her işten elini eteğini çekmektedir. Yani, Tanrı artık yaratma ve düzene karışmamakta, bir anlamda emekliye ayrılmaktadır. Bununla birlikte, Vahdet-i vücut ve pan-enteizm gibi hem aşkıncı, hem içkinci Tanrı teorileri de söz konusudur. Bu sisteme göre, panteizmden farklı olarak ‘her şey Allah’tadır’. ‘Her şeyin Allah’ta’ olduğu ifadesi, ilahî vücudun (Cevher) âlemi ya da her şeyi, hem kuşatmış olduğu hem de onda mündemiç (içkin) olduğunu ifade etmektedir. Dikkat edilecek olursa, pan-enteizmin panteizmden farkı; pan-enteizmin ‘her şey Allah’ta mevcuttur’ derken, panteizmin ‘Allah her şeydir’ veya ‘her şey Allah’tır’ demesidir. Bu farklılık ve ayrımdan dolayı pan-enteizm, panteizmde olduğu gibi, Tanrı ile âlemi aynı veya özdeş kabul etmemektedir. Böylece, pan-enteizm, Tanrı’yı aşkın ve âlemin dışında görmektedir. Buna ilave olarak, Tanrı’nın varlığı, şeyleri ve âlemi kendi varlığı ile ihata ettiği için ve onlarda mündemiç olduğu için Tanrı’yı içkin olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla, pan-enteizmin hem içkinci hem de aşkıncı olması, çift kutuplu ulûhiyet anlayışını ortaya çıkarmaktadır.
Spinoza’nın içkinlik ve aşkınlık anlayışına açıklık kazandıracak belki de en önemli noktalardan birisi de panteizm ve pan-enteizm arasındaki farklılığa temel teşkil eden ifadelere bakmaktır. Bilindiği gibi ve yukarıda da işaret edildiği üzere, panteizm, ‘her şey Tanrı’dır’ veya ‘Tanrı her şeydir’ diyerek, Tanrı-âlem ontolojik ayrılığını ve farklılığını iptal etmekte, Tanrı’yı âleme indirgemekte ve içkinciliğe varmaktadır. Pan-enteizm ise, ‘her şey Tanrı’dadır’ diyerek ontolojik olarak Tanrı-âlem aynılığını ya da özdeşliğini ortadan kaldırmakta, Tanrı ve âlemin ayrı olduğunu, dolayısıyla Tanrı’nın âlemi ihata ederek, ona hem aşkın hem içkin olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle, Tanrı-alem ilişkisi açısından panteizm içkinci, pan-enteizm ise, hem içkinci hem aşkıncı anlayışları kabul ediyor gözükmektedir. Buradan hareketle Spinoza’nın Tanrı-alem ilişkisine dair daha önce ortaya konulan düşünceleri dikkate alındığında onun, panteizmde olduğu gibi, doğrudan ‘her şey Tanrı’dır’ veya ‘Tanrı her şeydir’ ifadelerine yer vermediği görülmektedir. Bu tespitin, Spinoza’nın hem genel felsefesinin hem de onun Tanrı-alem ilişkisi konusundaki düşüncelerinin doğru ve sağlıklı değerlendirilmesi için önemli bir nokta olduğunu vurgulamak istiyoruz. Spinoza felsefesinin düğüm noktalarından birisi de burasıdır. Onun eserleri ve mektupları bir bütünlük içerisinde dikkatlice incelendiğinde, onun ‘her şey Tanrı-da’dır’ ve ‘Tanrı olmadan hiçbir şey varolamaz ve tasarlanamaz’ dediği ve bu fikri savunduğu görülmektedir. Aslında, bu hususları daha önce detaylı bir şekilde ele almıştık. Ancak konuların iç içe olmasından dolayı ve konumuzun daha net olarak ortaya konması amacıyla, belki de tekrar olacak mahiyette bazı hususları yeniden zikretme durumu ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü üzere ‘her şey Tanrı’dadır’ denildiği zaman, Tanrı’nın her şeyi kuşatmış olduğu ve bunların Tanrı tarafından ve Tanrı sayesinde var oldukları ifade edilmektedir. Keza, Tanrı’da vardırlar ifadesi, alemde var olan şeylerin Tanrı tarafından meydana getirildiklerini ifade etmektedir. Böylece, Tanrı, âlemdeki diğer şeylerle bileşik veya aynı değildir. Tanrı ve tavırlar; Tanrı ve cisimsel, tensel varlıklar; Tanrı ve yaratıklar ayrımı, Tanrı’nın, kendisi dışındaki varlıklarla ayrı olduğunu, diğer bir ifadeyle Tanrı’nın onları kuşattığını ve Onun aynı zamanda aşkın bir yönü olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Spinoza’ya göre, bir tarafta Mutlak Cevher olarak Tanrı, diğer tarafta da Onun duygulanışları ya da tezahürü olan tavırlar vardır. Onlar, Tanrı olmaksızın anlaşılamaz, algılanamaz ve tasarlanamazlar. Ancak bunlar, Tanrı’yla anlam bulur, hayat bulur ve varlığa gelirler. Öyleyse, her şey, Tanrı’dadır ve bu sayede Tanrı her şeyin hem aşkın hem de içkin nedeni olmaktadır.
Diğer taraftan, Spinoza’nın, salt olarak içkincilik olarak yorumlanacak ve buradan hareketle panteist olduğu sonucuna gidilebilecek düşünceleri de yok değildir. Yani Spinoza’nın felsefe geleneği içerisinde içkinci ve panteist olarak yorumlanmasına imkan tanıyan ifadeleri de söz konusudur. Onun sadece bu ifadeleri ışığıyla baktığımızda bu yorumların haklılığını göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak onun yalnızca bu düşünceleri değil genel olarak diğer ifadeleri de dikkate alınmalıdır. Söz gelişi onun, ‘Tanrı her şeyin geçici (transient) nedeni değil, fakat nüfuz eden/içkin (indwelling) nedenidir’ ifadesini dikkate aldığımızda, onu bir içkinci olarak değerlendirmek doğru olabilir. Oysa bu ifadeden Tanrı’nın tüm varlıklara etki eden ya da nüfuz eden bir yönüne de vurgu yapıldığını anlayabiliriz. Üstelik bu ifadesinin kanıtlamasında Spinoza, varolan her şey Tanrı’da vardır ve ancak Tanrı ile tasarlanabilir. Tanrı kendisinde olan bütün şeylerin nedenidir. Tanrı dışında hiçbir cevher olamaz ve tasarlanamaz, yani Tanrı’nın dışında kendiliğinden varolan hiçbir şey yoktur. Öyleyse, Tanrı her şeyin geçici değil, etkin/nüfuz eden/içkin (indwelling) nedenidir diyerek bir anlamda kendi kendisini tefsir etmekte ve bununla ne kastettiğini şerh etmektedir.