SPİNOZA’NIN TANRI-ÂLEM İLİŞKİSİNDE İÇKİNLİK AŞKINLIK PROBLEMİ - 2

Spinoza’nın "Etika"’da sık sık vurguladığı gibi Tanrı’nın her şeyin nedeni olması  ifadesi de, Tanrı’nın her şeyin meydana getiricisi ya da yaratıcısı olmasını ifade etmektedir. ‘Tanrı her şeyin nedeni veya yaratıcısıdır ve neden, herkesin kolayca algılayabileceği gibi, etkinin tüm mükemmelliğini bizzat kendisinde içermelidir’. Böylece Spinoza, ‘Tanrı her şeyin nedenidir’ ya da ‘Yaratıcısıdır’ diyerek, neden olmanın yaratıcı olmak anlamını ifade ettiğini belirtir. Kısacası, bu anlamda âlem, Tanrı’yla özdeş değil, Tanrı’nın yaratmış olduğu varlıktır. Tanrı âlemin nedeni yani yaratıcısıdır. Burada ifade edilen yaratma kavramının da teistik içerikteki yaratma ya da yoktan yaratma kavramından farklı anlamda kullanıldığını da belirtmek isteriz.

Tanrı ve âlemin aynı veya özdeş olması, Spinoza’nın varlık felsefesine de aykırıdır. Çünkü, iki şey aynı ise, bu iki şey aynı mahiyet ve sıfatlara sahip olacaktır. Bu da, aynı mahiyet ve sıfatlara sahip iki cevher olması anlamına gelecektir. Ancak, Spinoza’ya göre, böyle bir çelişki olamaz. Çünkü, ona göre, ‘aynı tabiata ya da aynı sıfata sahip olan iki ya da bir çok cevher olamaz’. Spinoza bu önermenin kanıtlamasını şu şekilde yapar: ‘ Şayet birçok farklı cevher olmuş olsaydı, onların birbirlerinden ya sıfatlarının farklılığı ile ya tavırları ya da duygulanışlarının farklılığı ile ayrı olmaları gerekecektir. Eğer onların yalnız sıfatlarının farklılığı ile ayrı olacakları söylenirse, onların aynı tabiatı ve aynı sıfatı olamayacaktır. Fakat onlar duygulanışlarının farklılığı yüzünden birbirlerinden ayrı iseler, bir cevher, tabiatça duygulanışlarından önce geldiği için yani, hakikatte, o başkalarından ayrı diye tasarlanamayacaktır, başka deyişle orada birçok cevher değil yalnız bir cevher olacaktır’.

Spinoza’ya göre, âlemde aynı tabiatta ve sıfatta iki cevher olamayacağı için, ‘bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez’. Eğer âlemde tek bir cevher varsa, onun dışındaki şeyler de onun tarafından meydana getirilmiş demektir. Dolayısıyla, Tanrı ve âlem özdeş kabul edildiğinde Tanrı ve âlemin iki ayrı değil, aynı cevher olduğu kabul edilmiş olacaktır. Ona göre, âlemde aynı sıfatı olan iki cevher olamayacağı ve aynı tabiatta ve sıfatta olan cevherlerden biri diğerini meydana getiremeyeceği için, Tanrı ve âlemin aynı olmasından ziyade, âlemin Tanrı tarafından meydana getirildiğini ve sonuçta da Tanrı’nın mutlak cevher, âlemin de yaratılmış varlık yani tavır ya da âraz olduğunu ifade etmemiz doğru olacaktır. Daha önce kısmen değindiğimiz üzere, Spinoza’ya göre, ‘varolan her şey, ya kendisinde, ya da başka bir şeyde vardır’. Kendisinde varolan, ‘kendi kendisinin nedeni olacaktır, yani onun özü, zorunlu olarak varlığını kuşatacaktır’. Başka bir şey sayesinde varolan ise ‘var-değil diye tasarlanabilen yani bu şeyin özü varlığı kuşatmıyor’ demektir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, ‘sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile varolan ve etkinliği yalnız kendisi ile gerektirilmiş bulunan’ ve ‘özü varlığı kuşatan, başka deyişle tabiatı ancak varolarak tasarlanabilecek olan şeye ve kendi kendisinin nedeni olan’,‘mutlak olarak sonsuz bir varlığa, yani sonsuz sıfatları olup başsız ve sonsuz (ezelî-ebedî) özü bu sonsuz sıfatlarından her biriyle ifade edilmiş olan cevhere’ Spinoza, Tanrı demektedir. Dolayısıyla, âlemde bu nitelikte tek bir cevher, yani Tanrı vardır. Bu sebeple, diğer varlıklar onunla aynı veya özdeş olamaz. Çünkü, farklı niteliklere sahip varlıkların aynı olması düşünülemez. Tanrı’nın dışındaki varlıklar ise, az önce de ifade ettiğimiz gibi, Spinoza’ya göre, ‘başka bir şeyde varolan’, yani yalnızca Tanrı’nın yaratmasıyla varolan ve özü varlığını kuşatmayan, böylece ‘var-değil’ diye de tasarlanabilen, başka bir ifadeyle, ‘kendi kendisinde değil, başka bir şeyde varolan ve ancak bu başka şey yardımıyla tasarlanan’ ve Mutlak Cevherin duygulanışı olan varlıklardır ya da Tanrı’nın tezahürü olan, tavır, mümkün, sonlu, tikel, tekil, zorunsuz ve yaratılmış varlıklar diye de isimlendirilen varlıklardır. Dolayısıyla âlem de bu şekilde isimlendirilen varlıklardan biridir.

Görüldüğü gibi, Spinoza’ya göre, Tanrı’nın her şeyin nedeni veya yaratıcısı olduğu ortaya çıktıktan sonra, ona göre, Tanrı’nın dışında Onunla özdeş veya aynı olabilecek hiçbir varlık bulunmadığı ve Tanrı’nın dışındaki tüm varlıkların Tanrı’nın duygulanışı, ârâzı ve yaratmış olduğu varlıklar olduğu ortaya çıkmaktadır. Sonuçta, âlemde varolan her şey Tanrı tarafından yaratılmış ve bunların başlangıç nedeni Tanrı olduğu gibi, bunların varlıklarını sürdürmeleri ve korunmaları da bizzat Tanrı tarafından olmakta ve yine Tanrı âlemde her an yaratmaya veya her şeyin nedeni olmaya devam etmektedir.

Diğer taraftan, Tanrı ve âlemin bir ve aynı olduğu dile getirildiği zaman, Tanrı ve âlemin bir cevherin iki ayrı parçası olduğu, yani cevherin bölünebilirliği fikri ortaya çıkmaktadır. Spinoza’ya göre, Mutlak Cevher olan Tanrı, hiçbir zaman bölünemez. Tanrı basittir ve değişmez. ‘Kendisinden cevherin parçalara bölünebilirliği sonucu çıkarılabilen cevherin hiçbir sıfatı hakkında doğru bir kavram edinilemez’ ve varlıklar âleminde mutlak olarak sonsuz varlık veya Tanrı’nın varlığı kadar güvenebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Çünkü Onun özü her türlü yetkinsizliği dışarıda bıraktığı ve zorunlu olarak mutlak bir yetkinliği kuşattığı için, hem Onun varlığına ilişkin elimizde mutlak bir kesinlik olmakta hem de Onun varlığından şüphe etmeye asla hakkımız kalmamaktadır.

Ancak, Spinoza’ya göre, bunun aksine olarak, şayet cevherin bölünebilirliği tasarlanabilmiş olsaydı, bölünen parçalarının cevherin tabiatına sahip oldukları veya olmadıkları söylenmiş olacaktı. Cevherin bölünebilirliği söz konusu olmuş olsa, Spinoza’ya göre, bölünen her parça sonsuz olacaktır ve bu tek cevherden bir çok cevher çıkacağı anlamına geleceği için saçma bir düşünce olacaktır. Oysa, cevher zorunlu olarak sonsuzdur ve kendi varlığının nedenidir. Dolayısıyla aynı sıfata sahip iki ya da daha çok cevher olmayacağı gibi bir cevher bir başka cevherle de meydana getirilemez.

Demek ki, Spinoza’ya göre, Mutlak Cevher, hiçbir şekilde bölünemez ve bu şekilde hiçbir sonlu varlıkla bir ve aynı kabul edilemez. Zira, ona göre ‘Mutlak olarak sonsuz bir cevher, bölünemezdir’. Görüldüğü gibi, Spinoza’ya göre, Tanrı ve âlemin aynı özellikte ve uzlaştırılabilir olmamalarından dolayı, âlemde var olan bütün tikel şeyler, Tanrı’nın sıfatlarının tezahürleri ya da Onun sıfatlarının belirli bir tarzda ifade edilen tavırlarından başka bir şey değildirler. Dolayısıyla, hem âlem hem de âlemde bulunan tüm sonlu, tikel, tekil, zorunsuz, mümkün ve yaratılmış varlıklar Tanrı tarafından meydana getirilmiş varlıklardır. Bunlar hiçbir şekilde Tanrı’yla özdeş ya da uzlaştırılabilir kabul edilemezler. Çünkü, hem varlık hem de sıfatlar açısından farklılık söz konusudur. Tanrı mükemmel bir varlık iken, bu varlıklar, Onun kadar mükemmel olmayan ve mükemmelliklerini Tanrı’dan alan varlıklardır.

Bununla birlikte, Spinoza’ya göre, Tanrı’nın yetkinliğinden, şeylerin Tanrı tarafından yaratılmış olduklarından başka tarzda ve başka bir düzende yaratılamayacakları sonucu da çıkmaktadır. Dolayısıyla, Tanrı’nın bütün emirlerinin ezelden beri yine Tanrı tarafından meydana getirildiği ortaya çıkmaktadır; eğer başka türlü olsaydı Tanrı’ya eksiklik ve kararsızlık isnat edilmiş olacaktır. Bu nedenle, Spinoza’ya göre, ezelde ne zaman, ne önce, ne sonra vardır; öyle ise, burada yani sırf Tanrı’nın yetkinliğinden, Tanrı’nın başka bir şeyi emretmediği ve asla emretmemiş olduğu sonucu çıkar. Ayrıca, Tanrı, olduğundan başka türlü bir âlem yapmış değildir. Bu âlem, Tanrı’nın yetkinliğinin sonucunda meydana gelmiş en mükemmel âlemdir. Mümkün âlemlerin en iyisi değildir. Şayet böyle olmuş olsaydı, Spinoza’ya göre, Tanrı’nın kendi emirlerini ister istemez değiştirdiği anlamı çıkacaktır. Eğer Tanrı, âlem ve onun düzeni hakkında emretmiş olduğundan başka bir şey istemiş ve tasarlamış olsaydı, zorunlu olarak şimdiki zihinden başkası olacaktı; Tanrı’nın Zihninin değişken olduğu ortaya çıkacaktır. Yani eğer şeyler, Tanrı tarafından şimdiki halde olduklarından başka türlü meydana getirilmiş olsalardı, Tanrı’nın zihni ve iradesi, yani özü de başka türlü olacaktı ki, bu Spinoza’ya göre saçmadır. Sonuçta, hangi tarzda tasarlanırsa tasarlansın, Onun zihni ve iradesi yaratılmış şeylere taalluk eder ve her zaman kendi özü ve yetkinliği ile aynı nispettedir. Bu bağlamda, Tanrı’da var olan zihin, yalnızca fiil halinde değil aynı zamanda güç halindedir. Eğer, Tanrı’da yalnız fiil halinde başka bir zihin, başka bir irade olsaydı, Onun özü de zorunlu olarak başka olacaktı. Kısacası, her şey Tanrı’nın gücüne bağlı olduğundan dolayı, şeylerin ve âlemin, olduklarından başka türlü olabilmeleri için, zorunlu olarak Tanrı’nın iradesinin başka türlü olması gerektir; oysa Spinoza’ya göre, Tanrı’nın iradesi olduğundan başka türlü olamaz. Öyle ise, şeyler de başka türlü olamazlar.

Hülasa, Spinoza’ya göre, âlem ve şeyler, Tanrı’nın yetkinliğiyle, ezelde nasıl tasarlanıp düşünülmüş ise o şekilde en mükemmel tarzda meydana getirilmiştir. Yoksa mümkün iyiler arasından seçilip meydana getirilmiş değildir. Yani mümkün olanlar arasından en iyi değil, bizzat en iyi yaratılmıştır. Bunlar, Tanrı tarafından nasıl yaratmış ise öyledirler ve başka türlü olabilmeleri de ihtimal dahilinde değildir. Çünkü Tanrı’nın düşündüğü ve zihninde tasarladığı her şey, en iyi ve en yetkin şekilde tasarlanmış şeydir. Bunun başka türlü olması Tanrı’nın zihnine ve iradesine uygun değildir.

Görüldüğü üzere söz konusu düşünceleri Spinoza’nın Tanrı’yı zorunlu varlık olarak telakki etmesine ve determinizm anlayışına işaret eden en önemli hususlardır. Âlemin tesadüfen (chance) meydana gelip gelmediği sorusuna Spinoza, tesadüf ve zorunluluğun birbirine zıt iki şey olduğunu belirterek başlar. Âlemin, ilahî tabiatın zorunlu etkisiyle olduğunu düşünen kimse, âlemin tesadüfen meydana geldiğini reddetmiş olacaktır. Ayrıca, Spinoza’ya göre, Tanrı’nın âlemi meydana getirmeye ihtiyacı olmadığı ve âlemin tesadüfen meydana geldiği teorileri ve doktrinleri saçmalıkla yüz yüzedir. Zira, Tanrı’nın iradesi ebedîdir ve önemsiz de değildir. Bunun sonucunda, âlemin, ilahî tabiatın zorunlu etkisinde olduğu ilkesi ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, burada, irade, anlama ve diğer sıfatların aynı ve tek şeyi ifade edip etmedikleri ve ilahî iradenin insanî iradeden ayrı olup olmadığı sorusu ortaya çıkacaktır. Spinoza’ya göre, Tanrı’nın iradesi, anlayışı, zihni, özü ve tabiatı aynı şeydir. Bu sebeple, Tanrı’ya, istek (will), anlama (understanding), ilgi (attention), işitme (hearing) gibi insanî sıfatları tahsis etmemek için, ilahî tabiatla insanî tabiatı birbirine karıştırmamaya dikkat etmek gereklidir. Böylece Spinoza, âlemin, ilahî tabiatın zorunlu bir etkisinde olduğunu belirtir ve âlemin tesadüfen meydana geldiğini reddeder. Bunun yanında Tanrı, âlemi cömertçe donatarak güzel bir şekilde yaratmıştır. Tanrı, hem âlemi insanın hazlarına (pleasure) ve göz zevkine (eyesight) uygun olarak, hem de insanın haz ve göz zevklerini âleme uygun olarak yaratmıştır.
1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP