Ziya Gökalp'in Eğitim Felsefesi ve Yüksek Eğitim Hakkındaki Görüşleri - 2
|
Gökalp'in bilgi anlayışına yöneltilebilecek ilki ile bağlantılı ikinci itiraz, doğal bilimlerin kültür ve din üzerindeki etkileridir. Doğal bilimlerin gözlem ve tecrübeye, kültür ve dinin ise sosyal ve bireysel şuura dayandığını düşünmesi sebebiyle Gökalp, arada organik bir bağın olmadığını ileri sürmektedir. Bu ayrımı bir an doğru olarak kabul etsek bile, bilimin dini olumsuz yönde etkilemeyeceğini düşünmek yanlış olur. Dinin ve bilimin bazı konularda farklı bakış açılarına sahip olması, ikisi arasında bir gerilime sebebiyet vermiştir. Maddeci bilim anlayışı İslamiyet için olduğu kadar Hıristiyanlık açısından da ciddi bir sorun oluşturur. Bazı bilimsel görüşlerin, mesela evrim teorisinin, dini açıdan ne tür zorluklara yol açtığı iyi bilinmektedir.
Sosyal bilimlere gelince, Gökalp bu bilimler hakkında doğal bilimlerde olduğu gibi bir genellemeye gitrnemektedir. Ona göre sosyal bilimler, hem tecrübeye hem de değer yargılarına dayanmaktadır. Bu bilimlerin hem milli hem de evrensel yönleri vardır ve bu sebeple Batıdan neyin alınıp neyin bırakılması gerektiği hususu hassasiyetle ele alınmalıdır. Gökalp milli ve evrensel yönlerinin olması sebebiyle bu bilimlerin toptan alınmasına veya toptan reddedilmesİne karşı çıkmaktadır. Avrupa medeniyetinin gelenekleri ancak gümrük kontrolünden geçtikten sonra kültürümüze dahil olabilir.
Gökalp bu kontrol mekanizmasına ekonomi alanından bir örnek getirir. Ulusların Seruet'ni (The Wealth if Nations) yazdığı dönemde Adam Smith, iktisadın evrensel ilkelerini bulduğuna inanıyordu. Aslında, o sadece kendi döneminde İngiltere'nin milli ekonomisini anlatmıştı. İngiltere teknik açıdan yüksek bir düzeye ulaştığı için, Smith teorisini serbest piyasa ekonomisi üzerine inşa etti. Fakat Amerika Birleşik Devletleri'nde Henry Carey ve Almanya'da Friedrich List serbest piyasa ekonomisinin kendi ülkeleri için uygulanabilir olmadığını gösterdiler. Onlar ekonomi teorilerini korumacı bir sistem üzerine oluşturdular. Daha sonra Almanya kendi milli sanayiini kurduktan sonra, serbest piyasa ekonomisine geçmeye çalıştı. Bu gözlemler ışığında Gökalp şu hususu belirtmektedir:
Gökalp'in kültür ve medeniyet ayırımı pek çok açıdan eleştiriye uğramıştır. Bazı çağdaş yazarlar Gökalp'in bu ayırımının temelinde sömürgecilik karşısında duyulan tepkinin yattığını düşünmektedir. Gerçekten de kültür ve medeniyet arasındaki ayrımın, sömürgecilik altında gelişen milliyetçilik akımlarının tipik bir özelliği olduğu görülmektedir. Mesela benzer bir ayırıma Hint milliyetçiliğinde de rastlanır. Bununla birlikte Gökalp için bu açıklamanın geçerli olduğunu söyleyebilmek zordur. İlk olarak Gökalp Batı sömürgeciliğini sık sık eleştirse de, o kültür ve medeniyet arasındaki ayınmın araçsal değil bilimsel olduğuna inanmaktadır. Ayrıca bu ayırıma Alman düşüncesinde de rastlanır. Son olarak Gökalp bu konuda batılı yazarlardan E. Durkheim ve M. Mauss'tan esinlenmiştir.
Uriel Heyd Gökalp'in kültür ve medeniyet ayırımından hareketle doğal ve sosyal bilimler arasındaki yaptığı kategorik ayırımı eleştirmektedir. Heyd'e göre, Gökalp sosyal bilimleri doğal bilimlere bağlayan güçlü bağların farkına varamadı. Ona göre, "genelde, doğa bilimleri ile toplum bilimleri ve özelde de Batının manevi kültürü ile Gökalp'in uygarlık adını verdiği nesnel başarılarını bağlayan güçlü bağları ancak Gökalp gibi Avrupa'da hiç bulunmamış ve Avrupa kültürü üzerindeki bilgisi çok sınırlı bir kimse görmemezlikten gelebilirdi." Heyd bu görüşünü Gökalp'in hayatından bir örnek ile destekler. Gökalp'in öğrencisi Enver Behnan şapolyo Avrupa'ya tarih öğrenimi görmek üzere gitmek istediğinde Gökalp buna şiddetle karşı çıkar:
Onun görüşüne göre, (tamamen batılı kaynaklardan aldığı kendi alanı 'sosyoloji' de dahil olmak üzere) Avrupa'da beşeri bilimleri çalışmak bir hata olacaktı. Çünkü, (batılı hocalar) [Türk öğrenciyi] kendi milli kültürüne yabancı görüşlerin bir yorumcusu haline dönüştürecektir. Genç Türk doğal bilimleri ve teknik konuları batılı hocalarla çalışmalı ve modem bilimsel yöntemi onlardan öğrenmeli; tıpkı Gökalp'in kendisinin Avrupa literatüründen öğrendiği gibi.
Asıl mesele sosyal bilimlerin Avrupa'da çalışıp çalışılamayacağından ziyade, bu bilimlerin evrensel diyebileceğimiz bir yönteminin olup olmadığıdır. Gökalp'in yukarıda Batı medeniyetinden almayı tavsiye ettiği Descartes ve Bacon'ın tümdengelimci yöntemleri amaca hizmet edemeyecek kadar genel ve Soyuttur. Böyle genel bir yöntem olmasa da, her bir alan için kabul görmüş ve evrensel olarak tatbik edilen bir yöntem söz konusu mudur? Mesela, farklı felsefi ekollerin ortak referans kaynağı olan bir yöntemden bahsedilebilir mi? Felsefe açısından bu imkansız gözükmektedir; Bu yöntem Platon ve Hegel için diyalektik, Bergson için sezgi, Russell ve Moore için analiz, Heidegger ve Gadamer için hermenötiktir. Sanırım benzer durum Gökalp'in favori bilimi sosyoloji için de geçerlidir. Bu sebeple tek bir disiplin için bile birden fazla yöntemden bahsetmek daha uygundur. Farklı yöntemleri bir kenara bıraksak bile, Gökalp'in öğrencisine tavsiyesi diğer bir problemi içinde barındırmaktadır ki o da yöntemin içerikten nasıl ayrılacağı sorunudur.
Pek çok düşünüre göre, yöntemi içeriğinden soyutlayıp genel anlamda uygulayabilmek oldukça zor hatta imkansızdır.
4. Gökalp ve Yüksek Eğilim
Ziya Gökalp'in eğitim felsefesi ile ilgili görüşlerini belirttikten sonra, onun yüksek eğitim hakkındaki düşüncelerine geçebiliriz. Kendinden önceki reformcular gibi, Gökalp eğitimde reformun üstten başlaması gerektiğine inanmaktaydı. "Milli maarif üniversiteden başlayarak, öğretmen okullarına ve sultanilere (lise) ve onlardan da ilkokullara inecektir." Bu üstten aşağıya reform hareketi eğitimle ilgili uzun vadeli planlardan olduğu kadar acil ihtiyaçlardan da kaynaklanmaktaydı ve dönemin genel eğitim anlayışını yansıtmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu ordu ve sivil bürokrasi için iyi yetişmiş askerler, doktorlar, mühendisler ve yöneticilere şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Yetişen nesilleri daha iyi eğitebilmek için, öğretmenlere gerek vardı; doğal olarak üniversite ve öğretmen yetiştiren okullar bu amaca hizmet edecek yegane yerlerdi. Başlangıçta medrese mezunları mektepler için yeterli niteliğe sahip öğretmenler olarak düşünülse de, aşamalı bir şekilde öğretmen okullarından mezun olan öğretmenler medrese mezunlannın yerini aldı. Gökalp'e göre, üniversite en önemli eğitim kurumudur. Mükemmel bir üniversite olmaksızın, orta dereceli okullarda ve ilkokulda ilerleme söz konusu olamaz.
Gökalp bilgiyi ikiye ayırmaktadır: Yaratıcı bilgi ve yaratılmış bilgi. Gökalp'e göre yarattcı bilgi "ilmin hakikatleri araştırırken kullandığı faal usullerdir." Diğer yandan, yaratılmış bilgi, yaratıcı bilgi yoluyla keşfedilen bilginin tamamını oluşturmaktadır. Yaratılmış bilgiyi diğer milletlerden almanın ve özümsemenin zor olması ve bilimsel konulardaki bağımsızlığı sınırlaması sebebiyle, öğrenciler yaratıcı bilgi kapasitelerini geliştirmek üzere eğitilmelidirer. Gökalp yarattcı bilgiye ezber karşısında büyük bir değer vermektedir.
Gökalp yaratıcı bilginin Türk okullarında olmadığını düşünmekte ve ders kitaplarını ezberlemeye yapılan aşırı vurgu sebebiyle dönemindeki eğitim sistemini şiddetle eleştirmektedir. Gökalp kendi gramer öğretmeni tarafından kötü bir öğrenci olarak görülmüştü, çünkü o, Ahmet Cevdet Paşa'nın "Kavaid-i Osmaniyye"'sini ezberleyememiş ve bundan dolayı dersten düşük not almıştı. Gökalp'e göre yaratıcı bilgi, anlamaya öncelik verir. Ayrıca Gökalp bilimsel yarattcılığın doğuştan olmadığını ve eğitim yoluyla kazanılabileceğini kabul etmektedir. Üniversite yaratıcı bilginin olduğu (veya olması gerektiği) yerdir. Doğal olarak profesörler yeni bilimsel olguları bulmak için çabalamalıdır.
Gökalp Milli Eğitim Bakanı Şükrü Bey tarafından İstanbul Universitesine profesör olarak atandığı zaman, yaptığı konuşmada gerçek anlamda bilginin ne olduğunu bilen çok az kimsenin olduğundan yakınmıştı. Medrese mezunları bilgiden sadece kelam ve fıkıh gibi dini malumatı anlıyorlardı. Diğer yandan Avrupa'da eğitim görmüş kimseler için bilgi Avrupalı alimlerin dediklerinden ibaretti. ona göre gerçek alim bilimsel usulleri kalbinde canlı tutan ve araştırmalarını ona göre yapan kimsedir.
Gökalp'e göre, yaratıcılığı geliştiren bazı ön şartlar söz konusudur; bunlar arasında en önemlisi üniversitelerin özerkliğidir. Siyaset ve kültür arasında bir denge kurulması gerektiğini savunan Gökalp, bu dengenin bozulduğunda her bir tarafın diğerine baskın çıkmaya çalışacağını öne sürer. Eğitim kültürün en duyarlı alanlarından biri olması sebebiyle siyaset tarafından kolayca etkilenebilmektedir. Geçmişte hükümet niteliksiz insanlan eğitim kadrolarına atanmaya başladığında, bir takım sözde alimler ortaya çıktı. Zamanla ilmi payeler ailevi konuma dayalı olarak beşikteki bebeklere kadar dağıtıldı. Bu trajediyi önlemenin tek yolu, üniversiteye özerklik kazandırmaktan geçmekteydi. Bu da ancak üniversitenin bilimsel meselelerde devletten bağımsız olması ve profesörlere tam olarak öğretim özgürlüğü verilmesiyle mümkün olabilir. Gökalp İstanbul Üniversitesine atandığında, İttihat ve Terakki Cemiyetinin bazı üyeleri onun üniversitedeki diğer profesörleri Cemiyetin ideolojisine uygun olarak dersler verme konusunda etkileyeceğini ummaktaydı. Gökalp açıkça bunun söz konusu olamayacağını belirtti. Hükümetten akademik özgürlüğün teminatını almada ve bu özgürlüğün İstanbul Üniversitesinde tesis edilmesinde Gökalp'in önemli bir roloynadığı rahatlıkla söylenebilir.
Sosyal bilimlere gelince, Gökalp bu bilimler hakkında doğal bilimlerde olduğu gibi bir genellemeye gitrnemektedir. Ona göre sosyal bilimler, hem tecrübeye hem de değer yargılarına dayanmaktadır. Bu bilimlerin hem milli hem de evrensel yönleri vardır ve bu sebeple Batıdan neyin alınıp neyin bırakılması gerektiği hususu hassasiyetle ele alınmalıdır. Gökalp milli ve evrensel yönlerinin olması sebebiyle bu bilimlerin toptan alınmasına veya toptan reddedilmesİne karşı çıkmaktadır. Avrupa medeniyetinin gelenekleri ancak gümrük kontrolünden geçtikten sonra kültürümüze dahil olabilir.
Gökalp bu kontrol mekanizmasına ekonomi alanından bir örnek getirir. Ulusların Seruet'ni (The Wealth if Nations) yazdığı dönemde Adam Smith, iktisadın evrensel ilkelerini bulduğuna inanıyordu. Aslında, o sadece kendi döneminde İngiltere'nin milli ekonomisini anlatmıştı. İngiltere teknik açıdan yüksek bir düzeye ulaştığı için, Smith teorisini serbest piyasa ekonomisi üzerine inşa etti. Fakat Amerika Birleşik Devletleri'nde Henry Carey ve Almanya'da Friedrich List serbest piyasa ekonomisinin kendi ülkeleri için uygulanabilir olmadığını gösterdiler. Onlar ekonomi teorilerini korumacı bir sistem üzerine oluşturdular. Daha sonra Almanya kendi milli sanayiini kurduktan sonra, serbest piyasa ekonomisine geçmeye çalıştı. Bu gözlemler ışığında Gökalp şu hususu belirtmektedir:
O halde biz, milli sanayide ileri gitmiş milletlerin iktisat usullerini okullarımızda öğretimini yaptıkça yahut hayatımızda tatbik ettikçe, iktisatça yok olmaya doğru gidişimize hiç şaşmamalıyız. Bizim bu halimiz herhangi bir hastalıkta faydası sabit olan bir ilacı bütün hastalıklar için çare diye kullanmaya benzer. Her derdin çaresini bilen tabipler birçok fertleri öldürdüktleri gibi, beşeri iktisat alimleri de birçok milletlerin yoksulluğuna sebep olmuşlardır. Bu milletlerden birisi de Türkiye olduğuna hiç şüphe yoktur.
Sosyal bilimler için söz konusu olan bu husus beşeri bilimler için de geçerlidir; yani onlar da kültürel ve uluslararası (evrensel öğelere sahiptir. Mesela felsefenin biri nesnel diğeri öznel iki yönü vardır. Felsefe bilime zıt olamaz, aynı zamanda bilimsel olguları da çürütemez. Felsefe doğal bilimlerle uyum halinde olduğu sürece nesnel ve pozitif olacaktır. Felsefenin bu yönü uluslararasıdır. Bilimin dışında kalan alanlarda ise felsefe hürdür ve bu alanlarda ruhlara ümit ve mutluluk verir. Bu da felsefenin öznel yönünü oluşturur. "Buna göre felsefe, ilim gibi, milletlerarası olmağa mecbur değildir, milli de olabilir. Bundan dolayıdır ki her milletin, kendisine göre bir felsefesi vardır. Yine bundan dolayıdır ki ahlakta, estetikte, ekonomide olduğu gibi, felsefede de türkçülük olabilir."
Gökalp'in kültür ve medeniyet ayırımı pek çok açıdan eleştiriye uğramıştır. Bazı çağdaş yazarlar Gökalp'in bu ayırımının temelinde sömürgecilik karşısında duyulan tepkinin yattığını düşünmektedir. Gerçekten de kültür ve medeniyet arasındaki ayrımın, sömürgecilik altında gelişen milliyetçilik akımlarının tipik bir özelliği olduğu görülmektedir. Mesela benzer bir ayırıma Hint milliyetçiliğinde de rastlanır. Bununla birlikte Gökalp için bu açıklamanın geçerli olduğunu söyleyebilmek zordur. İlk olarak Gökalp Batı sömürgeciliğini sık sık eleştirse de, o kültür ve medeniyet arasındaki ayınmın araçsal değil bilimsel olduğuna inanmaktadır. Ayrıca bu ayırıma Alman düşüncesinde de rastlanır. Son olarak Gökalp bu konuda batılı yazarlardan E. Durkheim ve M. Mauss'tan esinlenmiştir.
Uriel Heyd Gökalp'in kültür ve medeniyet ayırımından hareketle doğal ve sosyal bilimler arasındaki yaptığı kategorik ayırımı eleştirmektedir. Heyd'e göre, Gökalp sosyal bilimleri doğal bilimlere bağlayan güçlü bağların farkına varamadı. Ona göre, "genelde, doğa bilimleri ile toplum bilimleri ve özelde de Batının manevi kültürü ile Gökalp'in uygarlık adını verdiği nesnel başarılarını bağlayan güçlü bağları ancak Gökalp gibi Avrupa'da hiç bulunmamış ve Avrupa kültürü üzerindeki bilgisi çok sınırlı bir kimse görmemezlikten gelebilirdi." Heyd bu görüşünü Gökalp'in hayatından bir örnek ile destekler. Gökalp'in öğrencisi Enver Behnan şapolyo Avrupa'ya tarih öğrenimi görmek üzere gitmek istediğinde Gökalp buna şiddetle karşı çıkar:
Onun görüşüne göre, (tamamen batılı kaynaklardan aldığı kendi alanı 'sosyoloji' de dahil olmak üzere) Avrupa'da beşeri bilimleri çalışmak bir hata olacaktı. Çünkü, (batılı hocalar) [Türk öğrenciyi] kendi milli kültürüne yabancı görüşlerin bir yorumcusu haline dönüştürecektir. Genç Türk doğal bilimleri ve teknik konuları batılı hocalarla çalışmalı ve modem bilimsel yöntemi onlardan öğrenmeli; tıpkı Gökalp'in kendisinin Avrupa literatüründen öğrendiği gibi.
Asıl mesele sosyal bilimlerin Avrupa'da çalışıp çalışılamayacağından ziyade, bu bilimlerin evrensel diyebileceğimiz bir yönteminin olup olmadığıdır. Gökalp'in yukarıda Batı medeniyetinden almayı tavsiye ettiği Descartes ve Bacon'ın tümdengelimci yöntemleri amaca hizmet edemeyecek kadar genel ve Soyuttur. Böyle genel bir yöntem olmasa da, her bir alan için kabul görmüş ve evrensel olarak tatbik edilen bir yöntem söz konusu mudur? Mesela, farklı felsefi ekollerin ortak referans kaynağı olan bir yöntemden bahsedilebilir mi? Felsefe açısından bu imkansız gözükmektedir; Bu yöntem Platon ve Hegel için diyalektik, Bergson için sezgi, Russell ve Moore için analiz, Heidegger ve Gadamer için hermenötiktir. Sanırım benzer durum Gökalp'in favori bilimi sosyoloji için de geçerlidir. Bu sebeple tek bir disiplin için bile birden fazla yöntemden bahsetmek daha uygundur. Farklı yöntemleri bir kenara bıraksak bile, Gökalp'in öğrencisine tavsiyesi diğer bir problemi içinde barındırmaktadır ki o da yöntemin içerikten nasıl ayrılacağı sorunudur.
Pek çok düşünüre göre, yöntemi içeriğinden soyutlayıp genel anlamda uygulayabilmek oldukça zor hatta imkansızdır.
4. Gökalp ve Yüksek Eğilim
Ziya Gökalp'in eğitim felsefesi ile ilgili görüşlerini belirttikten sonra, onun yüksek eğitim hakkındaki düşüncelerine geçebiliriz. Kendinden önceki reformcular gibi, Gökalp eğitimde reformun üstten başlaması gerektiğine inanmaktaydı. "Milli maarif üniversiteden başlayarak, öğretmen okullarına ve sultanilere (lise) ve onlardan da ilkokullara inecektir." Bu üstten aşağıya reform hareketi eğitimle ilgili uzun vadeli planlardan olduğu kadar acil ihtiyaçlardan da kaynaklanmaktaydı ve dönemin genel eğitim anlayışını yansıtmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu ordu ve sivil bürokrasi için iyi yetişmiş askerler, doktorlar, mühendisler ve yöneticilere şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Yetişen nesilleri daha iyi eğitebilmek için, öğretmenlere gerek vardı; doğal olarak üniversite ve öğretmen yetiştiren okullar bu amaca hizmet edecek yegane yerlerdi. Başlangıçta medrese mezunları mektepler için yeterli niteliğe sahip öğretmenler olarak düşünülse de, aşamalı bir şekilde öğretmen okullarından mezun olan öğretmenler medrese mezunlannın yerini aldı. Gökalp'e göre, üniversite en önemli eğitim kurumudur. Mükemmel bir üniversite olmaksızın, orta dereceli okullarda ve ilkokulda ilerleme söz konusu olamaz.
Gökalp bilgiyi ikiye ayırmaktadır: Yaratıcı bilgi ve yaratılmış bilgi. Gökalp'e göre yarattcı bilgi "ilmin hakikatleri araştırırken kullandığı faal usullerdir." Diğer yandan, yaratılmış bilgi, yaratıcı bilgi yoluyla keşfedilen bilginin tamamını oluşturmaktadır. Yaratılmış bilgiyi diğer milletlerden almanın ve özümsemenin zor olması ve bilimsel konulardaki bağımsızlığı sınırlaması sebebiyle, öğrenciler yaratıcı bilgi kapasitelerini geliştirmek üzere eğitilmelidirer. Gökalp yarattcı bilgiye ezber karşısında büyük bir değer vermektedir.
Gökalp yaratıcı bilginin Türk okullarında olmadığını düşünmekte ve ders kitaplarını ezberlemeye yapılan aşırı vurgu sebebiyle dönemindeki eğitim sistemini şiddetle eleştirmektedir. Gökalp kendi gramer öğretmeni tarafından kötü bir öğrenci olarak görülmüştü, çünkü o, Ahmet Cevdet Paşa'nın "Kavaid-i Osmaniyye"'sini ezberleyememiş ve bundan dolayı dersten düşük not almıştı. Gökalp'e göre yaratıcı bilgi, anlamaya öncelik verir. Ayrıca Gökalp bilimsel yarattcılığın doğuştan olmadığını ve eğitim yoluyla kazanılabileceğini kabul etmektedir. Üniversite yaratıcı bilginin olduğu (veya olması gerektiği) yerdir. Doğal olarak profesörler yeni bilimsel olguları bulmak için çabalamalıdır.
Gökalp Milli Eğitim Bakanı Şükrü Bey tarafından İstanbul Universitesine profesör olarak atandığı zaman, yaptığı konuşmada gerçek anlamda bilginin ne olduğunu bilen çok az kimsenin olduğundan yakınmıştı. Medrese mezunları bilgiden sadece kelam ve fıkıh gibi dini malumatı anlıyorlardı. Diğer yandan Avrupa'da eğitim görmüş kimseler için bilgi Avrupalı alimlerin dediklerinden ibaretti. ona göre gerçek alim bilimsel usulleri kalbinde canlı tutan ve araştırmalarını ona göre yapan kimsedir.
Gökalp'e göre, yaratıcılığı geliştiren bazı ön şartlar söz konusudur; bunlar arasında en önemlisi üniversitelerin özerkliğidir. Siyaset ve kültür arasında bir denge kurulması gerektiğini savunan Gökalp, bu dengenin bozulduğunda her bir tarafın diğerine baskın çıkmaya çalışacağını öne sürer. Eğitim kültürün en duyarlı alanlarından biri olması sebebiyle siyaset tarafından kolayca etkilenebilmektedir. Geçmişte hükümet niteliksiz insanlan eğitim kadrolarına atanmaya başladığında, bir takım sözde alimler ortaya çıktı. Zamanla ilmi payeler ailevi konuma dayalı olarak beşikteki bebeklere kadar dağıtıldı. Bu trajediyi önlemenin tek yolu, üniversiteye özerklik kazandırmaktan geçmekteydi. Bu da ancak üniversitenin bilimsel meselelerde devletten bağımsız olması ve profesörlere tam olarak öğretim özgürlüğü verilmesiyle mümkün olabilir. Gökalp İstanbul Üniversitesine atandığında, İttihat ve Terakki Cemiyetinin bazı üyeleri onun üniversitedeki diğer profesörleri Cemiyetin ideolojisine uygun olarak dersler verme konusunda etkileyeceğini ummaktaydı. Gökalp açıkça bunun söz konusu olamayacağını belirtti. Hükümetten akademik özgürlüğün teminatını almada ve bu özgürlüğün İstanbul Üniversitesinde tesis edilmesinde Gökalp'in önemli bir roloynadığı rahatlıkla söylenebilir.