ANALİTİK FELSEFE VE L. WITTGENSTEIN’IN TRACTATUS’U - 5
|
Bu anlayışın bir başka temsilcisi olan K. R. Popper ise, anlam ölçütünü konuşmaktan çekinmiş ve bunun yerine ‘sınırlandırma ölçütü’ terkibini kullanmıştır. Popper’e göre, empirik olarak yanlışlanabilen cümleler bilimsel cümlelerdir. Bir duruma, olana işaret etmeyen önermeler bilimsel değildir ve bunlar bu yüzden ‘anlamsız’ değillerdir. Tabii ki, Popper’in önerisi daha çok bilgi olarak bir kazanım anlamına gelir. ’Elektron’ veya ‘kütle’ gibi merkezi bilimsel ifadeler, empirik anlam ölçütünün sıkı bilimsel talepleri için yeterli değildir. Bu ölçüt, 1940’lıve 1950’li yıllarda adım adım geri çekilmiştir. Bununla birlikte analitik felsefenin felsefeyi yok etmeye yönelik geleneksel oyuncağı elinden alınmıştır. ‘Elektron’ ve ‘kütle’ gibi terimler açık empirik bir içeriğe sahip değillerse, niçin ‘ilke’ veya ’Tanrı’ gibi kavramlardan bu beklensin? “Elektronlar 9, 109.10-28 gram ağırlığındadır” cümlesi bir anlama sahipse, “Tanrı dünyanın yaratıcısıdır” cümlesi neden anlamsız olsun? Şayet oluşan bu resim, muhataplarından özür dilemeye kalkışırsa, empirik anlam ölçütünün bu durumu, geleneksel felsefenin terminolojisinin analitik felsefeye geri dönebileceği bir gediğin bulunduğu anlamına gelir.
Geleneksel analitik felsefe, Quine ve Strawson’ın bu iki eseriyle bir geri dönüş yaşar. Felsefe tarihi boyunca pek çok kez görünüşte problemler ortaya çıkmış ve bunlar zamanla inandırıcılığını kaybetmiştir. Bu türden tartışmaların daha Rönesans devrinde var oldukları ve bugüne kadar da varlıklarını sürdürdükleri söylenebilir. Ama bu tür problemlerin tartışılmasında da felsefe epey mesafe katetmiştir. R. Carnap’la birlikte felsefenin dahili ve harici problemleri ele alınmaya başlanmıştır. Carnap’ın kavrayışında ‘sayılar var mıdır?’ veya ‘maddi şeyler var mıdır?’ gibi sorular bir anlam içermezler.
O’na göre, sayı veya maddi şeylerle ilgili şeyleri içeren ve dünyayı tarif ve açıklamaya yarayacak bir dili belirleyip belirleyemeyeceğimiz hususu bu sorularda ortaya çıkar. Böyle bir dili belirleyebilirsek, o zaman, ‘8 sayısı 3’e bölünebilir mi?’ veya ‘ çok sayıda sonsuz asal sayıvar mıdır?’ gibi sorular bu dil içerisinde doğru veya yanlış olarak bir anlam kazanır. Bu tür sorular dahili sorulardır ve kendilerine yönelik cevaplarıda evet veya hayır şeklinde belirlerler. Dünyayı tarif ve açıklama için kullanacağımız dili nasıl belirleyebileceğimizle ilgili sorular da harici sorulardır. Quine’nin yukarıda zikrettiğimiz "Empirizmin İki Dogması" adlı kitabı, dahili soruların yalnızca pragmatik olarak cevaplanıp cevaplanamayacağını tartışır.
Deneyimle ilgili teorilerimizi gözden geçirirsek, bunların her zaman, cümlelerin bir dizisiyle birlikte bulunan deneyimler olduğunu ve hiçbir zaman tek bir cümleyle bitişik olmadığını görürüz. Ayrıca bu deneyimler şöyle bir soruya da açık durumdadır: Bu cümlelerin hangisi yanlıştır? Bu soruya pragmatik bir düşünüş temelinde yanıt verebiliriz. Eğer böyleyse, acaba Quine’ye göre, dahili ve harici sorular arasında temel bir farklılık var mıdır? Hangi dil sistemini seçeceğimize dair soru, Quine’e göre, normal bilimsel metodlara göre cevaplayabileceğimiz bilimsel bir sorudur. Açıklama gücüne sahip bir teorinin bir dilde formüle edildiği anlaşılırsa, sayıların var olup olmadığı, bu talep için iyi bir tartışma olur ve bu ortaya çıkarsa, sayılar gerçekten bu dilde içerilmiş olur. Quine burada açıkça bu durumu savunur. O’na göre, sayıların olup olmadığı gibi ontolojik sorular, bilimsel olarak cevaplanabilir. Bu durum analitik felsefenin gelişimi açısından, ontolojik soruların nasıl rehabilite edildiğini göstermesi bakımından önem arz eder.
Dil felsefesinde realistik ve niyetselci semantikler de tartışılmıştır. Bu bağlamda Wittgenstein’in, (dili) kullanım teorisi de tek alternatif değildir. En şaşırtıcı olan da normatif etike geri dönüştür. Yıllar sonra, etike dair düşünceler meta-etikle sınırlanmıştır, ta ki John Rawls’ın eseri A Theory of Jucticeye kadar. Rawls’ın bu eseri, hürriyet ve adalet hakkında konuşmayıyeniden mümkün kılarak, doğmamış olanlarla, bunların ölülerle ilişkisi hakkında konuşma imkanınıda ortaya koymuştur. Bütün bu gelişmelere dayanarak artık şunu tespit edebiliriz: Metafiziğin dilin mantıksal analizi aracılığıyla ortadan kaldırılması projesi muazzam bir şekilde boşa çıkmıştır.
Hülasa edecek olursak; Analitik felsefe şu üç temel tezi öne sürmüştür:
1. Felsefenin amacı, felsefenin (metafizik) dil analizi yoluyla aşılmasıdır.
2. Felsefenin yegane (meşru) vazifesi, dilin analizidir (Günlük veya bilimsel dil).
3. Felsefenin kullandığı tek metod, dil analizi metodudur.
1975’ten beri bu tezleri benimseyen kimse kalmamıştır diyebiliriz. Diğer bir deyişle, analitik felsefe Yirminci Yüzyıl’ın ilk yarısında anlaşıldığı şekliyle artık geçmişte kalmıştır ve geleneksel analitik felsefe sessizce batıp gitmiştir denilebilir. Bugün analitik felsefe, felsefe tarihi içinde geçmişte kalmış bir uğraşalanı olarak klasik felsefeye eklemlenmiş durumdadır. Fakat onun ortaya koyduğu düşünme biçimi, analitik felsefe tarafından metafizik olarak adlandırılan felsefeye büyük katkılar yapmıştır. En az iki bin yıldır sorulan sorular bugün de – farklı direnç noktalarına sahip olmamıza rağmen- sorulmaktadır. Ansgar Beckermann bu soruları büyük ve küçük sorular olarak ayırır ve şöylece sıralar:
Büyük sorular;
1. Tanrı var mıdır?
2. Dış dünyanın varlığını şüpheye mahal bırakmadan ispat edebilir miyiz?
3. Dilsel ifadelerin anlamı neyin içinde oluşur?
4. Beden ve ruh birbirleriyle hangi ilişkiyle bir arada dururlar?
5. Hürriyet belirlenmişlikle telif edilebilir mi ?
6. Ahlaki normlar rasyonel olarak kurulabilir mi?
7. Adil bir toplum nedir?
8. Güzel ne işe yarar?
Küçük sorular;
1. İşaretleri (göstergeleri) başka dilsel ifadelerden nasıl ayırabiliriz?
2. Özel isimler niteleyiciyi devinimsizleştirir mi?
3. Duygular bilişsel bileşiklere sahip midir?
4. Algıda hangi anlam verileri rol oynar?
5. Renkler gerçek midir?
6. Bilgi teorisinde dışsalcılık için ne denebilir?
7. Embriyonlardan, insan haklarının tam bir koruması hususunda faydalanabilir miyiz?
8. Duyumlar temsili durumlar olarak anlaşılabilir mi?
Analitik filozoflar yukarıdaki sorularıen az analitik olmayan filozoflar kadar zamandan bağımsız hususi sorular olarak anlamışlardır. Onlara göre, bu sorulara verilecek cevaplar, belirli bir kültür, zaman veya herhangi bir felsefi sisteme göre değişir değildir. Çünkü felsefenin metodu rasyonel bir soruşturmadır. Analitik felsefenin tarihini kısaca anlattıktan sonra, bu akımın dil felsefesi ile olan ilişkisine de kısaca değinmek gerekir.
Geleneksel analitik felsefe, Quine ve Strawson’ın bu iki eseriyle bir geri dönüş yaşar. Felsefe tarihi boyunca pek çok kez görünüşte problemler ortaya çıkmış ve bunlar zamanla inandırıcılığını kaybetmiştir. Bu türden tartışmaların daha Rönesans devrinde var oldukları ve bugüne kadar da varlıklarını sürdürdükleri söylenebilir. Ama bu tür problemlerin tartışılmasında da felsefe epey mesafe katetmiştir. R. Carnap’la birlikte felsefenin dahili ve harici problemleri ele alınmaya başlanmıştır. Carnap’ın kavrayışında ‘sayılar var mıdır?’ veya ‘maddi şeyler var mıdır?’ gibi sorular bir anlam içermezler.
O’na göre, sayı veya maddi şeylerle ilgili şeyleri içeren ve dünyayı tarif ve açıklamaya yarayacak bir dili belirleyip belirleyemeyeceğimiz hususu bu sorularda ortaya çıkar. Böyle bir dili belirleyebilirsek, o zaman, ‘8 sayısı 3’e bölünebilir mi?’ veya ‘ çok sayıda sonsuz asal sayıvar mıdır?’ gibi sorular bu dil içerisinde doğru veya yanlış olarak bir anlam kazanır. Bu tür sorular dahili sorulardır ve kendilerine yönelik cevaplarıda evet veya hayır şeklinde belirlerler. Dünyayı tarif ve açıklama için kullanacağımız dili nasıl belirleyebileceğimizle ilgili sorular da harici sorulardır. Quine’nin yukarıda zikrettiğimiz "Empirizmin İki Dogması" adlı kitabı, dahili soruların yalnızca pragmatik olarak cevaplanıp cevaplanamayacağını tartışır.
Deneyimle ilgili teorilerimizi gözden geçirirsek, bunların her zaman, cümlelerin bir dizisiyle birlikte bulunan deneyimler olduğunu ve hiçbir zaman tek bir cümleyle bitişik olmadığını görürüz. Ayrıca bu deneyimler şöyle bir soruya da açık durumdadır: Bu cümlelerin hangisi yanlıştır? Bu soruya pragmatik bir düşünüş temelinde yanıt verebiliriz. Eğer böyleyse, acaba Quine’ye göre, dahili ve harici sorular arasında temel bir farklılık var mıdır? Hangi dil sistemini seçeceğimize dair soru, Quine’e göre, normal bilimsel metodlara göre cevaplayabileceğimiz bilimsel bir sorudur. Açıklama gücüne sahip bir teorinin bir dilde formüle edildiği anlaşılırsa, sayıların var olup olmadığı, bu talep için iyi bir tartışma olur ve bu ortaya çıkarsa, sayılar gerçekten bu dilde içerilmiş olur. Quine burada açıkça bu durumu savunur. O’na göre, sayıların olup olmadığı gibi ontolojik sorular, bilimsel olarak cevaplanabilir. Bu durum analitik felsefenin gelişimi açısından, ontolojik soruların nasıl rehabilite edildiğini göstermesi bakımından önem arz eder.
Dil felsefesinde realistik ve niyetselci semantikler de tartışılmıştır. Bu bağlamda Wittgenstein’in, (dili) kullanım teorisi de tek alternatif değildir. En şaşırtıcı olan da normatif etike geri dönüştür. Yıllar sonra, etike dair düşünceler meta-etikle sınırlanmıştır, ta ki John Rawls’ın eseri A Theory of Jucticeye kadar. Rawls’ın bu eseri, hürriyet ve adalet hakkında konuşmayıyeniden mümkün kılarak, doğmamış olanlarla, bunların ölülerle ilişkisi hakkında konuşma imkanınıda ortaya koymuştur. Bütün bu gelişmelere dayanarak artık şunu tespit edebiliriz: Metafiziğin dilin mantıksal analizi aracılığıyla ortadan kaldırılması projesi muazzam bir şekilde boşa çıkmıştır.
Hülasa edecek olursak; Analitik felsefe şu üç temel tezi öne sürmüştür:
1. Felsefenin amacı, felsefenin (metafizik) dil analizi yoluyla aşılmasıdır.
2. Felsefenin yegane (meşru) vazifesi, dilin analizidir (Günlük veya bilimsel dil).
3. Felsefenin kullandığı tek metod, dil analizi metodudur.
1975’ten beri bu tezleri benimseyen kimse kalmamıştır diyebiliriz. Diğer bir deyişle, analitik felsefe Yirminci Yüzyıl’ın ilk yarısında anlaşıldığı şekliyle artık geçmişte kalmıştır ve geleneksel analitik felsefe sessizce batıp gitmiştir denilebilir. Bugün analitik felsefe, felsefe tarihi içinde geçmişte kalmış bir uğraşalanı olarak klasik felsefeye eklemlenmiş durumdadır. Fakat onun ortaya koyduğu düşünme biçimi, analitik felsefe tarafından metafizik olarak adlandırılan felsefeye büyük katkılar yapmıştır. En az iki bin yıldır sorulan sorular bugün de – farklı direnç noktalarına sahip olmamıza rağmen- sorulmaktadır. Ansgar Beckermann bu soruları büyük ve küçük sorular olarak ayırır ve şöylece sıralar:
Büyük sorular;
1. Tanrı var mıdır?
2. Dış dünyanın varlığını şüpheye mahal bırakmadan ispat edebilir miyiz?
3. Dilsel ifadelerin anlamı neyin içinde oluşur?
4. Beden ve ruh birbirleriyle hangi ilişkiyle bir arada dururlar?
5. Hürriyet belirlenmişlikle telif edilebilir mi ?
6. Ahlaki normlar rasyonel olarak kurulabilir mi?
7. Adil bir toplum nedir?
8. Güzel ne işe yarar?
Küçük sorular;
1. İşaretleri (göstergeleri) başka dilsel ifadelerden nasıl ayırabiliriz?
2. Özel isimler niteleyiciyi devinimsizleştirir mi?
3. Duygular bilişsel bileşiklere sahip midir?
4. Algıda hangi anlam verileri rol oynar?
5. Renkler gerçek midir?
6. Bilgi teorisinde dışsalcılık için ne denebilir?
7. Embriyonlardan, insan haklarının tam bir koruması hususunda faydalanabilir miyiz?
8. Duyumlar temsili durumlar olarak anlaşılabilir mi?
Analitik filozoflar yukarıdaki sorularıen az analitik olmayan filozoflar kadar zamandan bağımsız hususi sorular olarak anlamışlardır. Onlara göre, bu sorulara verilecek cevaplar, belirli bir kültür, zaman veya herhangi bir felsefi sisteme göre değişir değildir. Çünkü felsefenin metodu rasyonel bir soruşturmadır. Analitik felsefenin tarihini kısaca anlattıktan sonra, bu akımın dil felsefesi ile olan ilişkisine de kısaca değinmek gerekir.