Hayyam’ın Rubailerinde Ölümsüzlük Arzusu - 2
|
Hayyam, yaşamının güzelliklerini, insanın bu toprak yere niçin gelip gittiğini sorgulamaya borçludur:
Gelmemden feleğin olmadı yararı
Gitmemden de artmadı, konum ve şanı
Hiç kimseden de duymadı iki kulağım,
Bu gelme ve gitmenin neydi nedeni?
Hayyam, araştırmalarına yönelik değerli bir cevap bulamadığı için, feleğin kötülüğünden ve insanın iradesi dışında gelişinden daralmış bir gönülle şöyle der:
Gelmezdim, elimde olsaydı gelmem
Nasıl giderdim, elimde olsaydı gitmem
Bu harap dünyada daha iyisi olmazdı;
Ne gelmem, ne gitmem, ne olmam
Daha önce toprağa karışanları, toprak olanları görünce de, çaresiz, ölüme inanır. Şöyle der:
Bu köhne kervansaray ki, adı dünya
Konaktır, sabah akşam denen alaca ata
Yüz Cemşid’den geri kalan bir meclis
Uyku yeri mezardır, yüz Behram’a
Birlik olarak çırpınca elimiz
Gamın başına neşeyle tekme atarız
Sabah olmadan kalkıp demlenelim biraz
Zira, çok defa sabah olur ve nefes alamayız biz.
Hayyam, yaşamsal zorunluluk karşında feleğin bile gücü olmadığını kabul ederek, şöyle der:
Gönül kulağıma gizlice söyledi felek
Ki hükmü kaderdir -benden bilerek
Eğer olsaydı dönüş, elimde benim
Kurtarırdım serserilikten kendimi giderek.
Hayyam’ın yaşam ve ölüm konusundaki düşüncelerin ve ilgili fenomenlere karşı serzenişte bulunuşunun zihnine takılması, yalnızca onun yaşadığı döneme özgü bir şey değildir. Bunun için, üçüncü binyılın başlangıcında bulunan insanlığın, henüz yaşamın nedenini ve ölümden kurtulmanın izini bulmadığını anmamız yeterlidir.
Hayyam’ın rubailerinin büyük çoğunluğunu, yaşam sevgisi ve bu sevgiden el çekme sıkıntısı oluşturmaktadır. O, ölümden kurtulmanın mümkün olmadığını söyler. Yaşamı bu bağlamda tanıtır. Her şeyi hiç ve saçma kabul eder ve her çaresizlik anını da fırsat sayar. İşte bütün bunları ilk dile getirenin / ileri sürenin Hayyam olduğu söylenebilir.
Ancak daha derin bir bakışla incelendiğinde, ölümü yadsıma ve ölümsüzlük bağlamı içinde olan insanın Cemşid ve Gılgamış döneminden günümüze kadar gelen amansız ölüm korkusunu yenebilmesi, sıkıntı ve hastalığından kurtulabilmesi için gösterdiği çabanın gerçekleşmesi, Hayyam’a göre, onun yaşam sürecindeki mutlulukların tamamını ve yaşadığı anı, tüm sıkıntılardan kurtulma aracı olarak değerlendirmesine bağlıdır. Hayyam, anılan konuyla ilgili olarak şöyle der:
N’olaydı, bir dinlenme yeri olsa
Yahut olabilseydi çıkmak bu uzak yola
Ah! Yüzbin yıl sonra toprağın içinden,
Ot gibi yine yeşerme umudu bulunsa
Hayyam’ın rubailerinde sıklıkla dile getirilen ölümsüzlük arzusu, satır aralarında ortaya çıkmakta ve eserlerinde de sürekli olarak yakalamaya çalıştığı söz konusu arzu işlenmektedir.
Gelmemden feleğin olmadı yararı
Gitmemden de artmadı, konum ve şanı
Hiç kimseden de duymadı iki kulağım,
Bu gelme ve gitmenin neydi nedeni?
Hayyam, araştırmalarına yönelik değerli bir cevap bulamadığı için, feleğin kötülüğünden ve insanın iradesi dışında gelişinden daralmış bir gönülle şöyle der:
Gelmezdim, elimde olsaydı gelmem
Nasıl giderdim, elimde olsaydı gitmem
Bu harap dünyada daha iyisi olmazdı;
Ne gelmem, ne gitmem, ne olmam
Daha önce toprağa karışanları, toprak olanları görünce de, çaresiz, ölüme inanır. Şöyle der:
Bu köhne kervansaray ki, adı dünya
Konaktır, sabah akşam denen alaca ata
Yüz Cemşid’den geri kalan bir meclis
Uyku yeri mezardır, yüz Behram’a
Birlik olarak çırpınca elimiz
Gamın başına neşeyle tekme atarız
Sabah olmadan kalkıp demlenelim biraz
Zira, çok defa sabah olur ve nefes alamayız biz.
Hayyam, yaşamsal zorunluluk karşında feleğin bile gücü olmadığını kabul ederek, şöyle der:
Gönül kulağıma gizlice söyledi felek
Ki hükmü kaderdir -benden bilerek
Eğer olsaydı dönüş, elimde benim
Kurtarırdım serserilikten kendimi giderek.
Hayyam’ın yaşam ve ölüm konusundaki düşüncelerin ve ilgili fenomenlere karşı serzenişte bulunuşunun zihnine takılması, yalnızca onun yaşadığı döneme özgü bir şey değildir. Bunun için, üçüncü binyılın başlangıcında bulunan insanlığın, henüz yaşamın nedenini ve ölümden kurtulmanın izini bulmadığını anmamız yeterlidir.
Hayyam’ın rubailerinin büyük çoğunluğunu, yaşam sevgisi ve bu sevgiden el çekme sıkıntısı oluşturmaktadır. O, ölümden kurtulmanın mümkün olmadığını söyler. Yaşamı bu bağlamda tanıtır. Her şeyi hiç ve saçma kabul eder ve her çaresizlik anını da fırsat sayar. İşte bütün bunları ilk dile getirenin / ileri sürenin Hayyam olduğu söylenebilir.
Ancak daha derin bir bakışla incelendiğinde, ölümü yadsıma ve ölümsüzlük bağlamı içinde olan insanın Cemşid ve Gılgamış döneminden günümüze kadar gelen amansız ölüm korkusunu yenebilmesi, sıkıntı ve hastalığından kurtulabilmesi için gösterdiği çabanın gerçekleşmesi, Hayyam’a göre, onun yaşam sürecindeki mutlulukların tamamını ve yaşadığı anı, tüm sıkıntılardan kurtulma aracı olarak değerlendirmesine bağlıdır. Hayyam, anılan konuyla ilgili olarak şöyle der:
N’olaydı, bir dinlenme yeri olsa
Yahut olabilseydi çıkmak bu uzak yola
Ah! Yüzbin yıl sonra toprağın içinden,
Ot gibi yine yeşerme umudu bulunsa
Hayyam’ın rubailerinde sıklıkla dile getirilen ölümsüzlük arzusu, satır aralarında ortaya çıkmakta ve eserlerinde de sürekli olarak yakalamaya çalıştığı söz konusu arzu işlenmektedir.