Bir Dil Olarak Bilim ve Bilgi - 1
|
Gencay Şaylan
Bilim, sınıflandırma, ölçme, gözlem yapma, genellendirme gibi girişimleri kapsayan bir süreçtir. Bütün bu girişimler, sonuç olarak, bir takım önermelerle ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak, en genel anlamda bilimi aralarında güçlü ya da zayıf bağlantılar bulunan önermeler bütünüdür biçiminde tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Gerçekten de her bilim dalı, aralarında bağlantılar bulunan bir önermeler bütünüdür ve bu anlamda birer özgün dil sayılabilmektedirler. Özgün bir dil olarak bazı bilim dalları, örneğin tarih, günlük dilden büyük ölçüde yararlanırken ve günlük dille aralarında büyük bir ortak alan bulunurken bazı bilim dallarında, örneğin fizikte, günlük dil ile ortak alan göreli olarak çok dar bir sözcük dizinini kapsamaktadır.
Dilin mi düşünceden yoksa düşüncenin mi dilden kaynaklandığı türden bir tartışma kuşkusuz kolaylıkla sonuçlandırılamayacaktır. Eğer dilden bağımsız ya da dilin dışında kalan bir düşüncenin olamayacağı kabul edilecek olursa bilginin de ancak dilde ifade edilmesi ile var olabileceği kolaylıkla söylenebilecektir. Bir başka deyişle, dil ile ifade edilemeyen düşünce ya da bilgiden söz edilemeyeceği, bir çıkış varsayımı olarak kabul edilecektir. Bu çözümleme, dil ile düşünmenin özdeş sayılması anlamına gelmektedir.
Biyolojik olarak insanın konuşma ya da dil yeteneğinin, beynin sol yarıküresinin üçüncü ön lobu tarafından belirlendiği bilinmektedir. Bu bulguya dayanarak dilin esas olarak bir akıl içeriği olup olmadığı sorusu sorulabilmektedir.
Dilin ya da bir başka deyişle sesli ya da yazılı işaretlendirmenin bireye özgü bir yeti olduğu açıktır; başka canlılarda da gözlemlenebilen kodlama yeteneklerinin insana göre çok ilkel olduğu ve zaman içinde gelişmediği söylenebilmektedir.
Birey işaretlendirmeyi yapmaktadır. Bununla beraber, dil aynı zamanda toplumsaldır. Çünkü işareti alan kişinin (sesi duyarak ya da yazıyı okuyarak, jesti görerek, vb) anlamlandırma yapması için söyleyen ile dinleyen arasında bir ortaklık gerekmektedir. Buna göre dil toplumsaldır. Saussure, işareti veren ile işareti anlamlandıran arasındaki etkileşim kalıbını göz önüne alarak dilin bir yapı olduğundan söz etmektedir.
Saussure, her ne kadar dilin yapısal bir süreç olduğunu ileri sürmekteyse de, aynı zamanda bunun son derece karmaşık olduğunu da çözümlemesi içine almaktadır. Başka bir deyişle, dil hem sosyolojik (toplumsal) hem de psikolojik (bireye özgü) bir süreçtir; işareti gönderen ya da bir işareti algılayan kişinin önemsemesi diğerlerinden farklı olabilmektedir. Örneğin bir ağaca bakan kişilerin bu görüntüyü anlamlandırması birbirinden farklı olabilmektedir. Buna göre dil işaretinin (ses ya da yazı gibi) belirlenmesinde, bir başka deyişle önemsemede şu ya da bu ölçüde keyfilik söz konusu olmaktadır.
Tek bir bireye özgü dilden söz etmek olanaksızdır, dil ile düşünme yeteneği özdeş kabul edilebilir ama bunun yanında dil insanlar arasında iletişimi sağlamakta; bir başka deyişle insanın toplumsallaşmasının yolunu açmaktadır. Zaten dilin bu yapısal özelliği, bir başka deyişle toplumsal olması dil ile düşüncenin özdeşliğini sağlamaktadır.
Wittgenstein’da dilin özel bireyler tarafından değil, bir toplumsal gerçekleştirme ile kurulabildiğine işaret etmektedir. Bu ne demektir?
Bir eylem, duygu, düşünce, söz verme ya da hakaret etme gibi davranışlar bir toplumsal kurgu içinde ortaya çıkmadıkça herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Kişi, ancak toplumsal bir kurgunun bilincinde olduğu zaman herhangi bir dilsel işareti anlamlandırabilecek, düşünce alanı içine sokabilecektir.
Kuşkusuz bu, herhangi bir davranış, eylem ya da düşüncenin yanlış anlamlandırılamayacağı demek değildir. Dili kullanırken bireyin özgürlüğü vardır ama aynı zamanda bu özgürlük bir toplumsallık içinde ortaya çıkmakta; dilin kullanım kuralları toplumsal kurgu içinde belirlenmektedir.
Herhangi bir bilim dalının esas olarak bir dil olduğu saptamasına geri dönüldüğünde, doğal dil ile bilim dalı arasında sıkı bir alışveriş olduğu söylenebilmektedir. Bilim dili, doğal dilden sözcük ya da işaretsel imgeleri ödünç almakta, aynı şekilde doğal dil de bilim dilinden anlam öğelerini (sözcük ya da imgesel işaretler gibi) ödünç alabilmektedir. Örneğin, “yer çekimi” günlük dilde kullanılabilmektedir ama bu esas olarak fizik dilinden ödünç alınmış bulunmaktadır.
Acaba bilimi dile indirgeyerek, bilim felsefesi darboğazları ya da açmazları aşmak mümkün müdür?
Bilim felsefesi alanında önemli bir yere sahip olan ve “Mantıksal Ampirizm Okulu” olarak da adlandırılan ünlü Viyana Çevresi düşünürlerinin, dil çözümlemesi üzerine oturmuş bir bilim felsefesi kurmaya kalkıştıkları söylenebilmektedir. Viyana Çevresine mensup mantıkçılar, çözümlemelerine önermeleri iki ana gruba ayırarak başlamaktadırlar: analitik önermeler ve sentetik önermeler.
Analitik önermeler, evrende herhangi bir nesnenin ya da sürecin temsilini yapmazlar, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen, sadece sentaks kurallarına göre yapılmış önermelerdir. Yani analitik önermelerde, dilsel semboller arasında dilin kurallarına göre bir bağlantı kurulmaktadır ama gerek sembollerin gerek önermenin temsili bir anlamı yoktur. sadece bir tutarlılık ilişkisinin söz konusu olduğu söylenebilir.
Esas olarak matematiğin ve mantığın önermeleri, analitik önerme olarak tanımlanmaktadır; buna göre matematiğin ve mantığın önermelerinin kendi başlarına anlamları yoktur, sadece belli kurallara uyumluluk göstermektedirler. Örneğin Y=x+a+2c türünden bir önermenin hiçbir anlamı yoktur. kurallara uygun olarak bu önermeden, örneğin X=a+2c-Y türünden bir başka önerme elde edilebilir ama bunun da anlamı yoktur. bununla beraber, bu önerme evrende görülen bir olayı ya da ilişkiyi ifade ettiği zaman anlam kazanır ama artık o önerme salt matematik önermesi değildir S=1/2gt2 önermesinde olduğu gibi.
Bir kısım mantıkçılar, analitik önermeleri ya da bir başka deyişle mantık ve matematiği aklın düşünme formları olarak nitelemektedirler.
Analitik önermelerin doğruluğu, bu önermelerin anlamı olmadığından sadece kurala uygunluğa indirgenebilmektedir. Matematiğin ve mantığın önermeleri, bu çerçeve içinde sadece kurala uygunluk ölçütü içinde doğru/ yanlış değerlendirmesine tabi tutulabilecektir.
Matematik ve mantık önermelerinden yeni önermeler üretilebilmektedir ama bunların hiçbiri kendi başlarına herhangi bir bilgi vermezler. Eğer bir analitik önerme doğru ise yani kurala uygun ise ondan üretilecek yeni önermeler de doğru olacaktır ve bu doğruluk totoloji sözcüğü ile tanımlanmaktadır.
Bilindiği gibi totoloji, doğru olarak kabul edilmiş bir önermeyi dönüştürüp yeni bir önerme üretilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, ilk önerme doğru kabul edildiğinden, dönüşen önerme de otomatikman doğru olacaktır ama bu ortaya yeni bir bilginin çıkarılması demek değildir.
Bilgi veren ya da bir başka deyişle herhangi bir bilim dilinin önermeleri sentetik önermelerdir. Bu önermeler, hem dilin kuralına uygun olarak kuruldukları için bir sentaksı yansıtmakta hem de semantikleri olmaktadır. Viyana Çevresi düşünürlerine göre sentetik önermelerin öncelikle anlamlı olması gerekmektedir ve bu gereklilik “anlam nedir” sorusunu gündeme getirmektedir.
Mantıksal ampirik okulu mensuplarına göre bir önermenin anlamlı olması test edilebilir olması ile mümkündür. Matematik ve mantığın dışında, bütün bilimlerin önermeleri sentetik önermelerdir; yani bunların anlamları test edilebilmektedir.
Bilgi veren önermeler de, buna göre sentetik önermelerdir. Burada sözü edilen “test edilebilirliği” dar bir ampirisizm çerçevesinde düşünmemek gerekir. Bir önermenin, test edilebilirliği, somut olanaklar ya da teknolojik düzey olarak mümkün görülmeyebilir ama bu önermenin mantıken test edilebilir olması yeterlidir.
Örneğin, “ayın dünyanın görünmeyen yüzünde üç tane tepe silsilesi vardır” türünden bir önermenin belki somut olarak test edilmesi mümkün değildir ama mantıken bu test edilebilir bir önermedir, yani anlamlı bir önermedir.
test edilebilirlik, bir önermenin doğru/yanlış değerlendirilmesine olanak sağlamaktadır ve buna göre bütün bilim önermeleri anlamlı, yani doğrulukları test edilebilir önermelerdir. Mantıksal ampiristler, bu çözümleme ile metafiziği bilim alanı dışına çıkardıklarını düşünmektedirler.
Metafiziğin alanına giren önermeler de, ilk bakışta bir bilgi verme iddiasında olan sentetik önermelere benzemektedirler. Örneğin, “Tanrı bizimledir” ya da “evrende varlığı ve aklı aşan mutlak bir akıl vardır” türünden önermeler ilk bakışta bir bilgi veriyormuş gibi gözükmektedirler. Bununla beraber metafiziğin alanı içine giren bu ve benzeri önermeleri ne ampirik ne de mantıksal olarak test etmek mümkün değildir. Buna göre, metafiziğin önermelerini anlamsız önermeler olarak kabul etmek gerekmektedir. Gerçekten de metafizik önermelerin doğru/yanlış değerlendirilmesi yapılamaz; bunlar birer inanç sorunu olarak ele alınabilmektedir.
Bilim, sınıflandırma, ölçme, gözlem yapma, genellendirme gibi girişimleri kapsayan bir süreçtir. Bütün bu girişimler, sonuç olarak, bir takım önermelerle ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak, en genel anlamda bilimi aralarında güçlü ya da zayıf bağlantılar bulunan önermeler bütünüdür biçiminde tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Gerçekten de her bilim dalı, aralarında bağlantılar bulunan bir önermeler bütünüdür ve bu anlamda birer özgün dil sayılabilmektedirler. Özgün bir dil olarak bazı bilim dalları, örneğin tarih, günlük dilden büyük ölçüde yararlanırken ve günlük dille aralarında büyük bir ortak alan bulunurken bazı bilim dallarında, örneğin fizikte, günlük dil ile ortak alan göreli olarak çok dar bir sözcük dizinini kapsamaktadır.
Dilin mi düşünceden yoksa düşüncenin mi dilden kaynaklandığı türden bir tartışma kuşkusuz kolaylıkla sonuçlandırılamayacaktır. Eğer dilden bağımsız ya da dilin dışında kalan bir düşüncenin olamayacağı kabul edilecek olursa bilginin de ancak dilde ifade edilmesi ile var olabileceği kolaylıkla söylenebilecektir. Bir başka deyişle, dil ile ifade edilemeyen düşünce ya da bilgiden söz edilemeyeceği, bir çıkış varsayımı olarak kabul edilecektir. Bu çözümleme, dil ile düşünmenin özdeş sayılması anlamına gelmektedir.
Biyolojik olarak insanın konuşma ya da dil yeteneğinin, beynin sol yarıküresinin üçüncü ön lobu tarafından belirlendiği bilinmektedir. Bu bulguya dayanarak dilin esas olarak bir akıl içeriği olup olmadığı sorusu sorulabilmektedir.
Dilin ya da bir başka deyişle sesli ya da yazılı işaretlendirmenin bireye özgü bir yeti olduğu açıktır; başka canlılarda da gözlemlenebilen kodlama yeteneklerinin insana göre çok ilkel olduğu ve zaman içinde gelişmediği söylenebilmektedir.
Birey işaretlendirmeyi yapmaktadır. Bununla beraber, dil aynı zamanda toplumsaldır. Çünkü işareti alan kişinin (sesi duyarak ya da yazıyı okuyarak, jesti görerek, vb) anlamlandırma yapması için söyleyen ile dinleyen arasında bir ortaklık gerekmektedir. Buna göre dil toplumsaldır. Saussure, işareti veren ile işareti anlamlandıran arasındaki etkileşim kalıbını göz önüne alarak dilin bir yapı olduğundan söz etmektedir.
Saussure, her ne kadar dilin yapısal bir süreç olduğunu ileri sürmekteyse de, aynı zamanda bunun son derece karmaşık olduğunu da çözümlemesi içine almaktadır. Başka bir deyişle, dil hem sosyolojik (toplumsal) hem de psikolojik (bireye özgü) bir süreçtir; işareti gönderen ya da bir işareti algılayan kişinin önemsemesi diğerlerinden farklı olabilmektedir. Örneğin bir ağaca bakan kişilerin bu görüntüyü anlamlandırması birbirinden farklı olabilmektedir. Buna göre dil işaretinin (ses ya da yazı gibi) belirlenmesinde, bir başka deyişle önemsemede şu ya da bu ölçüde keyfilik söz konusu olmaktadır.
Tek bir bireye özgü dilden söz etmek olanaksızdır, dil ile düşünme yeteneği özdeş kabul edilebilir ama bunun yanında dil insanlar arasında iletişimi sağlamakta; bir başka deyişle insanın toplumsallaşmasının yolunu açmaktadır. Zaten dilin bu yapısal özelliği, bir başka deyişle toplumsal olması dil ile düşüncenin özdeşliğini sağlamaktadır.
Wittgenstein’da dilin özel bireyler tarafından değil, bir toplumsal gerçekleştirme ile kurulabildiğine işaret etmektedir. Bu ne demektir?
Bir eylem, duygu, düşünce, söz verme ya da hakaret etme gibi davranışlar bir toplumsal kurgu içinde ortaya çıkmadıkça herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Kişi, ancak toplumsal bir kurgunun bilincinde olduğu zaman herhangi bir dilsel işareti anlamlandırabilecek, düşünce alanı içine sokabilecektir.
Kuşkusuz bu, herhangi bir davranış, eylem ya da düşüncenin yanlış anlamlandırılamayacağı demek değildir. Dili kullanırken bireyin özgürlüğü vardır ama aynı zamanda bu özgürlük bir toplumsallık içinde ortaya çıkmakta; dilin kullanım kuralları toplumsal kurgu içinde belirlenmektedir.
Herhangi bir bilim dalının esas olarak bir dil olduğu saptamasına geri dönüldüğünde, doğal dil ile bilim dalı arasında sıkı bir alışveriş olduğu söylenebilmektedir. Bilim dili, doğal dilden sözcük ya da işaretsel imgeleri ödünç almakta, aynı şekilde doğal dil de bilim dilinden anlam öğelerini (sözcük ya da imgesel işaretler gibi) ödünç alabilmektedir. Örneğin, “yer çekimi” günlük dilde kullanılabilmektedir ama bu esas olarak fizik dilinden ödünç alınmış bulunmaktadır.
Acaba bilimi dile indirgeyerek, bilim felsefesi darboğazları ya da açmazları aşmak mümkün müdür?
Bilim felsefesi alanında önemli bir yere sahip olan ve “Mantıksal Ampirizm Okulu” olarak da adlandırılan ünlü Viyana Çevresi düşünürlerinin, dil çözümlemesi üzerine oturmuş bir bilim felsefesi kurmaya kalkıştıkları söylenebilmektedir. Viyana Çevresine mensup mantıkçılar, çözümlemelerine önermeleri iki ana gruba ayırarak başlamaktadırlar: analitik önermeler ve sentetik önermeler.
Analitik önermeler, evrende herhangi bir nesnenin ya da sürecin temsilini yapmazlar, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen, sadece sentaks kurallarına göre yapılmış önermelerdir. Yani analitik önermelerde, dilsel semboller arasında dilin kurallarına göre bir bağlantı kurulmaktadır ama gerek sembollerin gerek önermenin temsili bir anlamı yoktur. sadece bir tutarlılık ilişkisinin söz konusu olduğu söylenebilir.
Esas olarak matematiğin ve mantığın önermeleri, analitik önerme olarak tanımlanmaktadır; buna göre matematiğin ve mantığın önermelerinin kendi başlarına anlamları yoktur, sadece belli kurallara uyumluluk göstermektedirler. Örneğin Y=x+a+2c türünden bir önermenin hiçbir anlamı yoktur. kurallara uygun olarak bu önermeden, örneğin X=a+2c-Y türünden bir başka önerme elde edilebilir ama bunun da anlamı yoktur. bununla beraber, bu önerme evrende görülen bir olayı ya da ilişkiyi ifade ettiği zaman anlam kazanır ama artık o önerme salt matematik önermesi değildir S=1/2gt2 önermesinde olduğu gibi.
Bir kısım mantıkçılar, analitik önermeleri ya da bir başka deyişle mantık ve matematiği aklın düşünme formları olarak nitelemektedirler.
Analitik önermelerin doğruluğu, bu önermelerin anlamı olmadığından sadece kurala uygunluğa indirgenebilmektedir. Matematiğin ve mantığın önermeleri, bu çerçeve içinde sadece kurala uygunluk ölçütü içinde doğru/ yanlış değerlendirmesine tabi tutulabilecektir.
Matematik ve mantık önermelerinden yeni önermeler üretilebilmektedir ama bunların hiçbiri kendi başlarına herhangi bir bilgi vermezler. Eğer bir analitik önerme doğru ise yani kurala uygun ise ondan üretilecek yeni önermeler de doğru olacaktır ve bu doğruluk totoloji sözcüğü ile tanımlanmaktadır.
Bilindiği gibi totoloji, doğru olarak kabul edilmiş bir önermeyi dönüştürüp yeni bir önerme üretilmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, ilk önerme doğru kabul edildiğinden, dönüşen önerme de otomatikman doğru olacaktır ama bu ortaya yeni bir bilginin çıkarılması demek değildir.
Bilgi veren ya da bir başka deyişle herhangi bir bilim dilinin önermeleri sentetik önermelerdir. Bu önermeler, hem dilin kuralına uygun olarak kuruldukları için bir sentaksı yansıtmakta hem de semantikleri olmaktadır. Viyana Çevresi düşünürlerine göre sentetik önermelerin öncelikle anlamlı olması gerekmektedir ve bu gereklilik “anlam nedir” sorusunu gündeme getirmektedir.
Mantıksal ampirik okulu mensuplarına göre bir önermenin anlamlı olması test edilebilir olması ile mümkündür. Matematik ve mantığın dışında, bütün bilimlerin önermeleri sentetik önermelerdir; yani bunların anlamları test edilebilmektedir.
Bilgi veren önermeler de, buna göre sentetik önermelerdir. Burada sözü edilen “test edilebilirliği” dar bir ampirisizm çerçevesinde düşünmemek gerekir. Bir önermenin, test edilebilirliği, somut olanaklar ya da teknolojik düzey olarak mümkün görülmeyebilir ama bu önermenin mantıken test edilebilir olması yeterlidir.
Örneğin, “ayın dünyanın görünmeyen yüzünde üç tane tepe silsilesi vardır” türünden bir önermenin belki somut olarak test edilmesi mümkün değildir ama mantıken bu test edilebilir bir önermedir, yani anlamlı bir önermedir.
test edilebilirlik, bir önermenin doğru/yanlış değerlendirilmesine olanak sağlamaktadır ve buna göre bütün bilim önermeleri anlamlı, yani doğrulukları test edilebilir önermelerdir. Mantıksal ampiristler, bu çözümleme ile metafiziği bilim alanı dışına çıkardıklarını düşünmektedirler.
Metafiziğin alanına giren önermeler de, ilk bakışta bir bilgi verme iddiasında olan sentetik önermelere benzemektedirler. Örneğin, “Tanrı bizimledir” ya da “evrende varlığı ve aklı aşan mutlak bir akıl vardır” türünden önermeler ilk bakışta bir bilgi veriyormuş gibi gözükmektedirler. Bununla beraber metafiziğin alanı içine giren bu ve benzeri önermeleri ne ampirik ne de mantıksal olarak test etmek mümkün değildir. Buna göre, metafiziğin önermelerini anlamsız önermeler olarak kabul etmek gerekmektedir. Gerçekten de metafizik önermelerin doğru/yanlış değerlendirilmesi yapılamaz; bunlar birer inanç sorunu olarak ele alınabilmektedir.