Bir Dil Olarak Bilim ve Bilgi - 2
|
Buna göre metafizik de bir dil olarak kabul edilse bile bu dilin önermeleri için söz konusu olan anlam, herhangi bir bilim dili önermeleri için geçerli olacak anlamdan çok farklı olacaktır. Mantıksal ampiristler dili esas alarak anlam ve doğruluk sorunlarını çözdüklerini düşünmüşlerdir.
Bununla beraber doğruluk ve anlamlılık arasındaki bağıntı biraz daha karmaşık gözükmektedir. Viyana Çevresi düşünürleri yalın bir bağıntı ile anlam sorunun aşmaya çalışmışlardır.
Doğruluk, bir geçerlik (validity) sorununa indirgenebilmektedir; yani ortaya bir önerme atıldığında dinleyen, alıcı kişi için derhal bir geçerlik sorunu gündeme gelecektir.
Geçerliğin faklı tipte önermeler için farklı ölçütlere göre belirlenmesi söz konusu olmaktadır. Örneğin bildirili tümceler için geçerli ölçütü doğruluk olarak kabul edilebilir.
Buna karşılık emir tümceleri için geçerlik ölçütü haklılık ya da meşruiyet, ifadeli tümceler için de içtenlik olacaktır.
Önermeyi dinleyen ya da okuyan kimse sembolleri önce anlamlandıracak ve sonra uygun geçerlik ölçütüne göre değerlendirecektir.
Görüldüğü gibi burada açık bir sınırlılık ortaya çıkmakta; bireyin anlamlandırma kapasitesi tanımı gereği sınırsız sayılan düşünmeyi sınırlı hale getirmektedir.
Sözü edilen anlamlandırma sadece sözlüğe egemenlik düzeyini kapsamaz, konuşanın yani önermeyi ortaya atanın amacı ve karşısındakini zorlama ya da yönlendirme eğilimi de anlamayı etkilemektedir.
Örneğin Jürgen Habermas, Frege’nin esas olarak bildirili tümcelerin anlamı ile ilgilendiğini, Wittgenstein’ın ise amaç ve yönlendirme üzerinde durduğunu ifade etmektedir.
Bilimi bir dil olarak ele almak ve bu dilin önermelerinin semantiğini, “doğru/yanlış ikilemi” çerçevesinde değerlendirmek, epistemoloji alanında ortaya çıkan açmazları aşabilmekte önemli katkılar sağlayabilmektedir.
Örneğin, herhangi bir bilim dalının kuramını artık bir önermeler bütünü olarak ele almak söz konusu olmaktadır. Kuramı meydana getiren sentetik önermelerin anlamlı olması gerekecektir ve test edilebilirlik ile bu önermelerin doğruluk derecesi ortaya çıkacaktır.
Böylece, pozitivist bilgi anlayışında ortaya çıkmış olan darboğazların bir ölçüde aşıldığı söylenebilmektedir.
Bir önermenin doğruluğunun ölçütü olan test edilebilirlik kaçınılmaz olarak zaman ve mekan boyutlarını sürecin içine sokmakta ve böylece genelleme sorunu da aşılabilmektedir.
Bilimi bir dil olarak ele almak, “bilim nedir” ya da “doğru nedir” ve benzeri türden soruları daha rahat ve tutarlı bir biçimde yanıtlandırmak olanağını sağlamaktadır.
Bununla beraber, mantıksal ampiristlerin ele almadığı ya da en azından bilinçli bir biçimde göz ardı ettiği sorunlardan da söz etmek mümkün gözükmektedir.
Acaba bir sentetik önermenin ampirik ya da mantıksal olarak test edilebilir olması doğruluk nitelemesi yapabilmek için yeterli midir?
Dilin sentaks ve semantik öğeleri, dilin toplumsal kurgusu olarak tanımlanabilmektedir. Ama bir de dilin pragmatik öğesi vardır ve bu da dilin kullanımında bireyin özgürlüğü ile ilgilidir.
Dilin pragmatik öğesi, bir bakıma dilin açık uçlu bir süreç olması anlamını taşımaktadır ve bu çerçeve içinde dilin kullanımı ile ilgili bazı paradoksların ortaya çıktığı çok uzun bir zamandan beri bilinmektedir. Sözü edilen paradokslar, dilde anlam ve doğruluk sorunu ile ilgili yeni açmazların ortaya çıkması demektir.
Dil açık uçlu bir sistemdir, insanlar dili belli bir özgürlük içinde kullanmaktadırlar ve bu özgürlük yaratıcı düşünce için bir bakıma “olmazsa olmaz” koşul sayılabilmektedir.
Eğer dili kullanan kişi belli bir özgürlüğe sahipse, yani dilin sembollerini (örneğin ses ya da yazılı işaret gibi) şu ya da bu ölçüde özgürlük içinde belirliyorsa anlamlandırmada bir göreceliliğin ortaya çıkacağı ileri sürülebilecektir.
Eğer anlamlandırma ya da önemseme sürecinde bir görecelilik özelliği varsa bu durumda doğruluk değerlendirmesi nasıl yapılabilecektir? Doğruluk kavramını entersübjektivite üzerinde kurmak ya da bir başka deyişle doğruluğu bir entersübjektiviteye indirgemek değinilen soruyu yanıtlandırmaya olanak sağlayabilecektir.
Anlamlandırma ve doğruluk ile ilgili sorunlar, sadece özgürlükten kaynaklanan görecelilikten ibaret değildir. Buna bağlı olarak, dilde mantıksal olarak anlam paradokslarının ortaya çıktığı söylenebilmektedir.
“Giritli Epimenides” ya da “Rişar paradoksu” bunların klasik örnekleri arasında sayılabilmektedir. Örneğin, “bir Giritli olan Epimenides bütün Giritliler yalancıdır diyor” önermesi tipik bir dil paradokstur.
Viyana Çevresi ya da mantıksal ampiristler tarafından öngörülen, anlamı ve doğruluğu test edilebilirliğe bağlamak bu önerme için geçerli değildir; önermenin test edilebilirliği yoktur ama aynı zamanda bu önerme metafizik de değildir.
Ortada dilin özelliğinden kaynaklanan bir açmaz vardır. Öyleyse, dilin, doğası gereği içinde var olan paradoksları da hesaba katan bir epistemoloji çözümlemesine gereksinmesi olduğu söylenebilecektir.
Dilin pragmatik öğesinden kaynaklanan bir diğer anlam sorunu metaforlar olarak tanımlanabilmektedir. Metaforlar, insanın anlamlandırma özgürlüğü içinde ortaya çıkmaktadırlar.
Metaforlar, insanın anlamlandırma özgürlüğü içinde ortaya çıkmaktadırlar. Örneğin edebi estetikte metaforların çok ağırlıklı bir yere sahip olduğu söylenebilmektedir. Metafor, kısaca dilsel semboller ile benzetmeler yapılmasıdır.
İnsanlar, dil ile estetik değeri yüksek bir anlatım yapmak istedikleri zaman metafor yaparlar. Metaforlar sadece edebi anlamlandırmalar ile sınırlı değildir; örneğin toplumsal ya da politik bir gerçekliğin anlamlandırılmasında da metafor kullanılmaktadır.
Dilin özgürlük içinde kullanımı ile ortaya çıkan metaforların bilim-dil bağlantısı açısından bazı sorunlara yol açtığı söylenebilmektedir.
Bununla beraber doğruluk ve anlamlılık arasındaki bağıntı biraz daha karmaşık gözükmektedir. Viyana Çevresi düşünürleri yalın bir bağıntı ile anlam sorunun aşmaya çalışmışlardır.
Doğruluk, bir geçerlik (validity) sorununa indirgenebilmektedir; yani ortaya bir önerme atıldığında dinleyen, alıcı kişi için derhal bir geçerlik sorunu gündeme gelecektir.
Geçerliğin faklı tipte önermeler için farklı ölçütlere göre belirlenmesi söz konusu olmaktadır. Örneğin bildirili tümceler için geçerli ölçütü doğruluk olarak kabul edilebilir.
Buna karşılık emir tümceleri için geçerlik ölçütü haklılık ya da meşruiyet, ifadeli tümceler için de içtenlik olacaktır.
Önermeyi dinleyen ya da okuyan kimse sembolleri önce anlamlandıracak ve sonra uygun geçerlik ölçütüne göre değerlendirecektir.
Görüldüğü gibi burada açık bir sınırlılık ortaya çıkmakta; bireyin anlamlandırma kapasitesi tanımı gereği sınırsız sayılan düşünmeyi sınırlı hale getirmektedir.
Sözü edilen anlamlandırma sadece sözlüğe egemenlik düzeyini kapsamaz, konuşanın yani önermeyi ortaya atanın amacı ve karşısındakini zorlama ya da yönlendirme eğilimi de anlamayı etkilemektedir.
Örneğin Jürgen Habermas, Frege’nin esas olarak bildirili tümcelerin anlamı ile ilgilendiğini, Wittgenstein’ın ise amaç ve yönlendirme üzerinde durduğunu ifade etmektedir.
Bilimi bir dil olarak ele almak ve bu dilin önermelerinin semantiğini, “doğru/yanlış ikilemi” çerçevesinde değerlendirmek, epistemoloji alanında ortaya çıkan açmazları aşabilmekte önemli katkılar sağlayabilmektedir.
Örneğin, herhangi bir bilim dalının kuramını artık bir önermeler bütünü olarak ele almak söz konusu olmaktadır. Kuramı meydana getiren sentetik önermelerin anlamlı olması gerekecektir ve test edilebilirlik ile bu önermelerin doğruluk derecesi ortaya çıkacaktır.
Böylece, pozitivist bilgi anlayışında ortaya çıkmış olan darboğazların bir ölçüde aşıldığı söylenebilmektedir.
Bir önermenin doğruluğunun ölçütü olan test edilebilirlik kaçınılmaz olarak zaman ve mekan boyutlarını sürecin içine sokmakta ve böylece genelleme sorunu da aşılabilmektedir.
Bilimi bir dil olarak ele almak, “bilim nedir” ya da “doğru nedir” ve benzeri türden soruları daha rahat ve tutarlı bir biçimde yanıtlandırmak olanağını sağlamaktadır.
Bununla beraber, mantıksal ampiristlerin ele almadığı ya da en azından bilinçli bir biçimde göz ardı ettiği sorunlardan da söz etmek mümkün gözükmektedir.
Acaba bir sentetik önermenin ampirik ya da mantıksal olarak test edilebilir olması doğruluk nitelemesi yapabilmek için yeterli midir?
Dilin sentaks ve semantik öğeleri, dilin toplumsal kurgusu olarak tanımlanabilmektedir. Ama bir de dilin pragmatik öğesi vardır ve bu da dilin kullanımında bireyin özgürlüğü ile ilgilidir.
Dilin pragmatik öğesi, bir bakıma dilin açık uçlu bir süreç olması anlamını taşımaktadır ve bu çerçeve içinde dilin kullanımı ile ilgili bazı paradoksların ortaya çıktığı çok uzun bir zamandan beri bilinmektedir. Sözü edilen paradokslar, dilde anlam ve doğruluk sorunu ile ilgili yeni açmazların ortaya çıkması demektir.
Dil açık uçlu bir sistemdir, insanlar dili belli bir özgürlük içinde kullanmaktadırlar ve bu özgürlük yaratıcı düşünce için bir bakıma “olmazsa olmaz” koşul sayılabilmektedir.
Eğer dili kullanan kişi belli bir özgürlüğe sahipse, yani dilin sembollerini (örneğin ses ya da yazılı işaret gibi) şu ya da bu ölçüde özgürlük içinde belirliyorsa anlamlandırmada bir göreceliliğin ortaya çıkacağı ileri sürülebilecektir.
Eğer anlamlandırma ya da önemseme sürecinde bir görecelilik özelliği varsa bu durumda doğruluk değerlendirmesi nasıl yapılabilecektir? Doğruluk kavramını entersübjektivite üzerinde kurmak ya da bir başka deyişle doğruluğu bir entersübjektiviteye indirgemek değinilen soruyu yanıtlandırmaya olanak sağlayabilecektir.
Anlamlandırma ve doğruluk ile ilgili sorunlar, sadece özgürlükten kaynaklanan görecelilikten ibaret değildir. Buna bağlı olarak, dilde mantıksal olarak anlam paradokslarının ortaya çıktığı söylenebilmektedir.
“Giritli Epimenides” ya da “Rişar paradoksu” bunların klasik örnekleri arasında sayılabilmektedir. Örneğin, “bir Giritli olan Epimenides bütün Giritliler yalancıdır diyor” önermesi tipik bir dil paradokstur.
Viyana Çevresi ya da mantıksal ampiristler tarafından öngörülen, anlamı ve doğruluğu test edilebilirliğe bağlamak bu önerme için geçerli değildir; önermenin test edilebilirliği yoktur ama aynı zamanda bu önerme metafizik de değildir.
Ortada dilin özelliğinden kaynaklanan bir açmaz vardır. Öyleyse, dilin, doğası gereği içinde var olan paradoksları da hesaba katan bir epistemoloji çözümlemesine gereksinmesi olduğu söylenebilecektir.
Dilin pragmatik öğesinden kaynaklanan bir diğer anlam sorunu metaforlar olarak tanımlanabilmektedir. Metaforlar, insanın anlamlandırma özgürlüğü içinde ortaya çıkmaktadırlar.
Metaforlar, insanın anlamlandırma özgürlüğü içinde ortaya çıkmaktadırlar. Örneğin edebi estetikte metaforların çok ağırlıklı bir yere sahip olduğu söylenebilmektedir. Metafor, kısaca dilsel semboller ile benzetmeler yapılmasıdır.
İnsanlar, dil ile estetik değeri yüksek bir anlatım yapmak istedikleri zaman metafor yaparlar. Metaforlar sadece edebi anlamlandırmalar ile sınırlı değildir; örneğin toplumsal ya da politik bir gerçekliğin anlamlandırılmasında da metafor kullanılmaktadır.
Dilin özgürlük içinde kullanımı ile ortaya çıkan metaforların bilim-dil bağlantısı açısından bazı sorunlara yol açtığı söylenebilmektedir.