Hürriyet Sorununa Bakış

Hürriyet kelimesini yalnız insan için değil, diğer varlıklar için de kullanırız. Kafese kapatılmış bir aslan veya bir kuş için "hürriyeti elinden alınmış", kırlarda başıboş dolaşan bir hayvan veya havada kanat çırpıp uzaklaşan bir kuş için hürriyet içinde diyoruz. Dahası var; ingiliz fizikçisi Dirac, elektronların cüz'i iradesinden (libre arbitre) bahsediyor. Acaba insan için olan hürriyetle diğer canlılardaki hürriyet aynı şey midir? Yoksa insanda olan bir hâli diğer canlılarda veya elektronlardaki bir hale benzeterek analoji yoluyla onlarda da hürriyetin varolduğunu mu sanıyoruz? Bu sorunun cevabı araştırma konumuzun dışındadır. İnsanın çeşitli hürriyetinden bahsederiz. Siyasi hürriyet, vicdan hürriyeti, ekonomik hürriyet, mülk edinme hürriyeti, basın hürriyeti, söz hürriyeti, toplantı hürriyeti, seyahat hürriyeti vs.

Bütün bu farklı alanlarda kullandığımız hürriyet kavramının bir tanımı yapılabilir mi? Elbette yapılabilir. Sözlüklerde hürriyet kelimesi karşısında bir kaç tanım bulmak mümkündür. Mesela; zorlamanın yokluğu, tutuklu olmayan bir varlığın hali, bir eylemde (fiil) bulunma veya bulunmama iktidarı gibi. Tanımların sayısı artrılabilir. Yapılan tanımların hiçbiri, mantıkçıların, "ağyarını mâni efradını cami" diye niteledikleri tam ve tümel (külli) bir tanım değildir.

Sık sık kullanılan hürriyet kelimesi ile farklı anlamlar kastedildiği için, herkes tarafından kabul edilebilecek bir tanım yapmak mümkün görülmemektedir. Anlamlar, onu kullananın felsefi inancına, siyasi görüşüne göre değiştiği gibi, kelimenin kullanıldığı alanların farklılığına göre de de­ğişir.

İlkçağdan günümüze kadar filozoflar, hukukçular, politikacılar ve kelâmcılar, hürriyet üzerine cilt cilt kitaplar yazmış, sayfalar dolduracak nutuklar söylemişlerdir. Aynı durumun, insan varolduğu sürece devam edeceğini söylemek keramet sayılmaz. Hürriyet meselesinin daima güncelliğini koruyan bir mesele olduğu açıktır. Öyle bir mesele ki, çö­zülüp bir kenara bırakılamıyor. Her ele alışta yeni görüşler ortaya çıkıyor, her görüşün karşısına, onun karşıtı, yeni bir mesele olarak kendini ortaya koyuyor.

Hürriyetin farklı açıklamaları arasında ortak bir nokta bulunmaktadır, insan hür müdür değil midir? Başka bir deyişle, bu konudaki herhangi bir açıklama, karşıt şu iki gö­rüşten birisi içerisinde yer alır; İnsan hürdür. İnsan hür de­ğildir. Hürriyet meselesi her ele alınışta, sonuç bu kapılardan birisine açılır.

Bizim bu çalışmadaki amacımız, hürriyet üzerinde söylenmiş farklı görüşleri biraraya toplamak olmadığı gibi, yukarıda bir kısmını saydığımız hürriyet çeşitlerinden birini veya birkaçını ele alıp tarihi gelişimini belirtmek de değildir. Burada yapmak istediğimiz, hürriyet çeşitlerinin (siyasi, ekonomik, vicdan, vs.) hepsinin temelinde ortak olanı, eğer deyiş yerindeyse, insan hürriyetinin özünü; başka ifadeyle, meselenin felsefî olan yanını belirtmeye çalışmaktır. Böyle bir öz tespit edilirse, buna dayanarak hürriyet çeşitleri üzerinde düşünmek, onlara çözüm yolu aramak, onları değerlendirmek daha kolay olur.

George Gusdorf un işaret ettiği husus, böyle bir denemeye girişirken en uygun hareket noktası olacaktır: "İçimizden herbirimiz, hayatı boyunca kendi hürriyetinin yahut onun yokluğunun tecrübesini yapar. İşte burada, hürriyet üzerinde düşünmek için müsbet bir çıkış noktası vardır ve bütün teorik inşalardan daha faydalıdır." Öyleyse hürriyet bir yaşama halidir, duygusal alana aittir. Herkes için kabul edilebilen bir tanımının yapılamamasının sebebi budur. Duyguların, maddi şeylerin yapıldığı gibi tam bir tanımı yapılamaz. İşte hürriyet kelimesine felsefî ve siyasi görüşlere göre farklı anlamlar verilmesi, onun bu kavram niteliğinden gelmektedir.

Tecrübenin doğrudan doğruya verileri; yani ses, renk gibi duyumlar ve aşk, kin gibi duygular tanımlanamazlar. Bunlann bilinmesi doğrudan doğruya idrak veya yaşama iledir. Tanıtılmalan da, ancak, onları yaşayan veya duyanlara, benzetme yoluyla olabilir. Anadan doğma bir kö­re kırmızı rengin; ömründe sevmemiş bir insana aşkın ne oldukları anlatılamaz. Mantıkçılar bu tür kavramlara tanımlanamazlar derler. Hürriyet de bir yaşama hâli olduğu için, onu da tanımlanamazlar arasında sayabiliriz. Onun tanımı, yani tanıtılması kendi öz nitelikleriyle değil, tezahürleriyle olur. Ömründe hürriyetsizliğin ne olduğunu hissetmemiş birine hürriyetin ne olduğunu anlatamazsınız.

Eski mantıkçılann "efradını cami ağyannı mâni" diye niteledikleri, tam tanımı yapılamayan kavramların sayısı az değildir. Mantıkçıların tanımlanamazlar dedikleri kavramlar, çok kullandığımız kavramlardır. Duygusal alana ait olanlar dışında en genel kavramlar da bu sınıfa girer. Cins-tür ilişkisi içerisine sokamadığımız her kavramın tam tanımı yapılamaz. Aynı kelimeleri kullanmalarına rağmen insanlar arasındaki ilişkilerin çok defa anlaşmazlıkla sonuçlanması, fikir ayrılıkları, genellikle tam tanımı yapılamayan kavramlar yüzündendir. Aynı kelimeyi kullananlar hep aynı muhtevayı kastetmezler. Kavgalar da genellikle bundan doğar. Tam tanımları yapılamıyor diye bu tür kavramları terkedemeyiz. Düşüncemizin büyük bir bölümü bunlarla meşguldür. Tam tanımı yapılamayanların, başka terimler ve benzetmelerle ne kastettikleri belirtilebilir ve böylece farklı kişilerin düşünceleri arasında tutarlılık ve anlaşma sağlanabilir.

Gusdorf haklıdır. Hürriyet üzerinde düşünmek için sağ­lam dayanak noktası hürriyet veya hürriyetsizliğin tecrübesi olmalıdır.

Hürriyet veya hürriyetsizliğimizi duyduğumuzda nasıl bir durumda oluruz? Hangi şartlarda kendimizi hür, hangi şartlarda hürriyetimizden yoksun hissederiz? Eğer istediğim bir şeyi yapıyorsam, kendimi hür; yapamıyor, bir engelle kar­şılaşıyorsam, hür olmadığını hissederim.

İstemek için çeşitli imkanların bulunması, farklı seçeneklerin olması gerekir ki, "şunu istiyorum, şunu istemiyorum" diyebileyim. O halde hürriyet, çeşitli imkanlar karşısında bahis konusu olabilir. Bir çok imkan olmalı ki onlar arasında bir seçim yapıp, şunu istiyorum, şunu istemiyorum diyebileyim. O halde seçme, hürriyetin temel unsudarından birisidir. Seçme, tesadüften farklıdır; seçmede işin içine bilinç girer, insan bazı akıl yürütmelerden sonra seçim yapar.

Seçmeden sonra eylem gelir. İnsan, istediğini seçip sonra onu eylem (fiil) haline geçirdiğinde; başka ifadeyle, "yaptı­ğında" kendisini hür hisseder. Bu eylemi bir engelle karşı­laşırsa, hürriyetsizliğinin bilincine varır. O halde bütün insan hürriyetlerinin temelinde bu iki unsur bulunur; seçme ve eylem.

İnsan hürriyetiyle ilgili soru şöyle olmalıdır: insan seç­mede hür müdür? İstediğini yapmada hür müdür?

İnsan hürriyeti ikinci merhalede açıkça kendisini gösterir. Yani istediğini seçip onu eylem haline geçirdiğinde kendi hürriyetini veya hürriyetsizliğini hisseder, insan, seçmede hürriyet veya hürriyetsizliğinin pek bilincinde değildir, insan, hürriyetinin değil de, daha çok hürriyetsizliğinin bilincine varır. Basit bir misalle durumu biraz daha açıklığa kavuşturalım: Bir sinema seyircisi şu iki imkan karşısındadır. Birincisi, oturup filmi seyretmeye devam etmek; ikincisi, sinemayı terkedip dışarı çıkmak. Seyircinin bu iki seçenekten dışarı çıkmayı seçtiğini kabul edelim. Salonun kapısına vardığında kapı açıksa, hürce dışarı çıkıp gider. Kapıyı kapalı bulup, dışarıya çıkma imkanının olmadığını anladığı an, hürriyetsizliğini idrak eder. Kapıyı kapalı bulduğunda hürriyetsizliğinin rahatsızlığını duyan, o anda hür olmadığının bilincinde olan kişi, kapıyı açık bulup dışarıya çıktığında hürriyetinin bilincinde değildir. İnsan, hür oluşunun değil, hür olmayışı­nın bilincindedir. Başka bir ifadeyle; insan hürriyetin verdi­ği rahatlığın değil, fakat hürriyetsizliğin verdiği rahatsızlığın farkındadır. Bu sebeple diyoruz ki; hürriyetin yokluğunun bilinci, hürriyetin mevcudiyetini ortaya kor.

Dediğimiz gibi, insan, hürriyetinin bilincine seçmede de­ğil, yapmada erer. İnsanın kavgasını yaptığı hürriyetler hep eylem ile ilgilidir. Yukarıda saydığımız hürriyet çeşitleri, (siyasî, vicdan, basın vs..) hep eylem hürriyetiyle ilgilidir. Politikacıların, hukukçuların bahsettikleri hürriyet hep eylem hürriyetiyle ilgilidir, insanın duyduğu hürriyetsizlik rahatsızlığı da hep eylem ile ilgilidir. Halbuki eylem, insan hürriyetinin ikinci merhalesini teşkil eder. Bunun arkasında seçme vardır, insan, çeşitli seçenekler karşısında birini neye göre seçiyor? Acaba bu seçimi yaparken hür mü? Yoksa tayin edilmiş midir? Filozofların çoğu insan hürriyeti deyince "seçme" üzerinde durmuşlardır.

İnsan hürriyeti konusunda, bu iki esas unsuru ele almak gerekir. Biri alınıp diğeri ihmal edilemez, ikisi birbirine bağ­lıdır, insan, seçmede hürriyetinin bilincine varmıyor diye, insan hürriyeti üzerinde düşünürken, bu birinci merhale ihmal edilemez. Üzerinde düşünüldüğü zaman, insan hürriyetinin neliği (mahiyeti) kendisini seçmede gösterdiği ve bu birinci merhalede kazandığı anlamla, ikinci merhalenin, yani eylem hürriyetinin daha iyi değerlendirilebileceği açıkça görülür.

Kaynak: Necati Öner - İnsan Hürriyeti

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP