Soru 17 : Empedokles,Demokritos ve Anaksagoras'ın bu probleme verdikleri cevaplar nelerdi?
|
Sicilya'nın güneyinde bulunan Agrigentum'da yaşamış olan Empedokles (İ.Ö. 492-432), Elea okulunun düşüncelerini gözönünde tutarak değişmeyen dört anamaddenin (unsurun) varolageldiğini söylüyordu. Herakleitos'un değişme kavramını da önemsediği için, bu unsurların, birbirlerine karışarak oluş ve çokluğu; duyuların bize tanıttığı fenomenler dünyasını ortaya koymuş olduklarını ileri sürüyordu. Bu dört unsur (toprak, su, ateş, hava), her zaman varolagelmişlerdi, yani bunlar ezelden beri varolan gerçeklerdi; bir¬birlerinden bağımsızdılar ve birbirlerinden türemiyorlardı.
Empedokles, «sevgi» ve «çatışma» adını verdiği iki kuvvetin, bu unsurları birleştirdiğini ve ayırdığını söylüyordu. Bu unsurlar, birbirine dönüşemiyordu, yani birisi öteki haline gelemiyordu ve bunların kendilerinde herhangi bir değişiklik de ortaya çıkamıyordu. Evrendeki varlıkların sonsuz çeşitliliği, bu «temelunsurlar»ın şu ya da bu ölçüde, birbiriyle karışmasının sonucuydu. Demek ki, Empedokles, oluş ve değişmeyi, sadece yer değiştirmenin (unsurların yer değiştirerek birbiriyle karışmasının) sonucu olarak görüyordu. Ve bundan ötürü, Empedokles, tabiat varlıklarını ve olaylarını, içten gelen canlı ve dinamik bir değişmeyle değil; mekanik bir değişmeyle açıklıyordu.
Asıl varlığın kendisinde, yani dört unsurda, kendi kendine değişikliğe yol açacak bir dinamiklik ve canlılık yoktu; bunlar, her zaman hareketsiz duran anamaddelerdi. Ama Empedokles, oluş ve değişmeyi de inkâr etmediği ve bunları açıklamak zorunda olduğu için, bu unsurların yanına onları hareket ettiren bir kuvveti koymak zorunda kalmıştı. Bunu yapmasaydı, duyuların bize gösterdiği değişmeyi, oluşu, farklılığı ve çokluğu açıklayamazdı. Anamaddeleri (unsurları) harekete getiren bu kuvvet, Empedokles'e göre, iki yönlüydü. Bu yönlerin birincisi «itici», ötekisi «birleştiriciydi. Başka bir deyişle, «sevgi» ve «düşmanlık», bu unsurları kimi zaıman birleştirip kimi zaman ayırarak, evrendeki varlıkların çokluğunu, çeşitliliğini, değişmeyi ve oluşu meydana getiriyordu. Böylece, Empedokles, Elea okulunun «tek varlık»ı ile Herakleitos'un «çokluğunu» ve değişmesini uzlaştırmaya çalıştı.
İonia'da Abdera'da yetişmiş olan Demokritos (I.Ö. 460-370) ise, Elea okulu ile Herakleitos'un felsefelerini, «atomculuk» diye ün salan görüş içinde uzlaştırmaya çalışmıştır. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Leukippos'un, Demokrîtos'a öğretmenlik ettiği söylenir. Atomculuk anlayışına göre, varlığın aslı, belli bir zamanda ortaya çıkmamıştır, yok olamaz, değişemez ve her zaman nasılsa öyle kalır. Bu temel varlık yani anamadde, sayıları sonsuz olan ve nitelik bakımından aralarında fark bulunmadığı halde, nicelik bakımından farklı olan parçacıklar, yani atomlardır. Atomlar, yer kaplarlar ama bölünemezler.
Birbirlerinden, sadece hacim, biçim ve ağırlık bakımından farklıdırlar. Atomların niteliksel bir değişmeye uğramaları mümkün değildir. Bundan ötürü, evrendeki varlıkların çokluğu ve çeşitliliği bu atomların kendi içinde gerçekleşen dinamik bir değişme ile açıklanamaz. Evren içindeki çokluk ve çeşitlilik, bu atomların, biçimleri, duruşları ve yanyana geliş düzenleri ile yani çeşitli birleşme düzenleri ile açıklanabilir. Dikkat edilecek olursa, atomcular da, Miletos'lu filozoflara ve Herakleitos'a karşıt olarak, tıpkı Empedokles gibi, mekanik bir tabiat görüşü ileri sürmektedirler.
Atomlar, mekân içinde, çeşitli hızlarla ve kendiliklerinden hareket ederler. Birbirleriyle karşılaşmalarından ve yığılmalarından çeşitli unsurlar ve nesneler meydana gelir. Evren, atomların çarpışmalarından ve birbirleri üzerinde gösterdikleri etkilerden ortaya çıkmıştır ve bu zorunlu olarak böyle olmuştur. Demek ki, evrende, mekanik kanunlar ve zorunluk hâkimdir. Ruh da atomlardan yapılmıştır. Bu açıklamalar, Demokritos'un, ilkçağda yaşayan en tutarlı ve bilinçli maddeci (materyalist) olduğunu gösteriyor. Çünkü Demokritos, bütün varlığı, maddî parçacıklarla ve bunların mekanik bir şekilde birleşmesiyle açıklıyor ve bu birleşmenin kendi içinde bir zorunluk taşıdığını, dıştan herhangi bir amaca ya da etkiye göre olmadığını yani kendiliğinden gerçekleştiğini söylüyor. Bu bakımdan, Demokritos'un görüşleri, felsefe ve bilim tarihinde birçok kere yeniden ele alınarak değerlendirilmiş ve etkili olmuştur.
Atomculuğun babası olan Demokritos, ahlâk felsefesi ile de ilgilenmiştir. Demokritos'a gelene kadar, yunan felsefesinde, tabiat felsefesi (varlıkların kaynağı nedir? sorusu) ağır basıyordu. Oysa bu filozof, insanoğlunu doğru ve mutlu bir hayata ulaştıracak kuralların ve ilkelerin ne olduğu sorusunu da önemle ele almıştır. Demokritos'a göre, insan ruhunun dingin (sakin) ve yatışmış bir halde bulunması, doğru, ahlâklı ve mutlu bir hayatın temelidir. Ruh, bu çeşit olumlu bir durumda bulunursa insanlar iyilikten sevinç duyarlar, tad alırlar ve kötülüğü düşünmezler bile. Ruhun bu durumda bulunmasını, daha doğrusu ruhun bu duruma ulaşmasını sağlayan şey ise, korkulardan, batıl inançlardan sıyrılmış olmamızdır. Korkulardan ve batıl inançlardan ise, ancak bilgelikle, bilgiyle sıyrılabiliriz.
Herakleitos ve Elea felsefelerinin ortaya koyduğu problemlerin çözülmesi yolunda çaba harcamış ve yenilikler getirmiş bir düşünür de, Ege bölgesinde bulunan Klazomenai'de yetişmiş olan Anaksagoras'dır. (i.ö. 500 yıllarında doğ-muştur). Anaksagoras, bütün varlıkların, başı belli olmayan zamanlardan beri varolagelmiş unsurların bir araya gelmesinden ve ayrılmasından doğduğunu ileri sürmüştür. Ama Anaksagoras da, Empedokles ve Atomcular gibi, bu unsurların (anamaddelerin) nasıl harekete geçtiğini ve çeşitli varlıkları nasıl meydana getirdiğini açıklamak zorundaydı. Anaksagoras, Empedokles'e uyarak, «sevgi» ya da «düşmanlık» gibi kuvvetlerin unsurları harekete geçirdiğini, ya da Demokritos gibi atomların, mekânda, kendi kendilerine hareket halinde bulunduklarını ve mekanik bir şekilde bir araya geldiklerini ya da ayrıldıklarını söylememişti.
Anaksagoras'a göre, varolanların temelini teşkil eden unsurları harekete geçiren ve böylece evrende gördüğümüz çokluğu, değişmeyi ve oluşu doğuran şey, «varlığı yoğuran, varlığa şekil veren bir akıldı» yani kendi deyişiyle «Nous»tu. Evrenin amacını «Nous» belirlemişti; onu belli bir düzene göre oluşturmuş, şekillendirmiş ve meydana getirmişti. «Nous» kendiliğinden etkin olan ve hareketin temelini sağlayan varlıktı. Anaksagoras'ın, «Nous»u, tamamen gayrî maddî bir güce benzemektedir. Bununla birlikte, filozofun, bu gücü yine de maddî bir şey gibi düşündüğünü belirtmeliyiz. «Nous», iyice incelmiş bir maddedir. Filozof, evrenin şekillenmesini şöyle açıklıyor: «Sayıları sonsuz ve hacimleri artık bölünmeyecek kadar küçük olan nesneler hep bir arada bulunuyordu; o zaman, 'nous' ortaya çıktı ve onları bir düzene soktu.» Anaksagoras'ın unsurları, meydana getirdikleri nesnelere benzeyen ve sonsuz derecede küçük «tohumlandır. Evrendeki nesnelerin sayıları sonsuz olduğu için bu «tohumların» (anamaddelerin) sayıları da sonsuzdur.
Empedokles, «sevgi» ve «çatışma» adını verdiği iki kuvvetin, bu unsurları birleştirdiğini ve ayırdığını söylüyordu. Bu unsurlar, birbirine dönüşemiyordu, yani birisi öteki haline gelemiyordu ve bunların kendilerinde herhangi bir değişiklik de ortaya çıkamıyordu. Evrendeki varlıkların sonsuz çeşitliliği, bu «temelunsurlar»ın şu ya da bu ölçüde, birbiriyle karışmasının sonucuydu. Demek ki, Empedokles, oluş ve değişmeyi, sadece yer değiştirmenin (unsurların yer değiştirerek birbiriyle karışmasının) sonucu olarak görüyordu. Ve bundan ötürü, Empedokles, tabiat varlıklarını ve olaylarını, içten gelen canlı ve dinamik bir değişmeyle değil; mekanik bir değişmeyle açıklıyordu.
Asıl varlığın kendisinde, yani dört unsurda, kendi kendine değişikliğe yol açacak bir dinamiklik ve canlılık yoktu; bunlar, her zaman hareketsiz duran anamaddelerdi. Ama Empedokles, oluş ve değişmeyi de inkâr etmediği ve bunları açıklamak zorunda olduğu için, bu unsurların yanına onları hareket ettiren bir kuvveti koymak zorunda kalmıştı. Bunu yapmasaydı, duyuların bize gösterdiği değişmeyi, oluşu, farklılığı ve çokluğu açıklayamazdı. Anamaddeleri (unsurları) harekete getiren bu kuvvet, Empedokles'e göre, iki yönlüydü. Bu yönlerin birincisi «itici», ötekisi «birleştiriciydi. Başka bir deyişle, «sevgi» ve «düşmanlık», bu unsurları kimi zaıman birleştirip kimi zaman ayırarak, evrendeki varlıkların çokluğunu, çeşitliliğini, değişmeyi ve oluşu meydana getiriyordu. Böylece, Empedokles, Elea okulunun «tek varlık»ı ile Herakleitos'un «çokluğunu» ve değişmesini uzlaştırmaya çalıştı.
İonia'da Abdera'da yetişmiş olan Demokritos (I.Ö. 460-370) ise, Elea okulu ile Herakleitos'un felsefelerini, «atomculuk» diye ün salan görüş içinde uzlaştırmaya çalışmıştır. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımız Leukippos'un, Demokrîtos'a öğretmenlik ettiği söylenir. Atomculuk anlayışına göre, varlığın aslı, belli bir zamanda ortaya çıkmamıştır, yok olamaz, değişemez ve her zaman nasılsa öyle kalır. Bu temel varlık yani anamadde, sayıları sonsuz olan ve nitelik bakımından aralarında fark bulunmadığı halde, nicelik bakımından farklı olan parçacıklar, yani atomlardır. Atomlar, yer kaplarlar ama bölünemezler.
Birbirlerinden, sadece hacim, biçim ve ağırlık bakımından farklıdırlar. Atomların niteliksel bir değişmeye uğramaları mümkün değildir. Bundan ötürü, evrendeki varlıkların çokluğu ve çeşitliliği bu atomların kendi içinde gerçekleşen dinamik bir değişme ile açıklanamaz. Evren içindeki çokluk ve çeşitlilik, bu atomların, biçimleri, duruşları ve yanyana geliş düzenleri ile yani çeşitli birleşme düzenleri ile açıklanabilir. Dikkat edilecek olursa, atomcular da, Miletos'lu filozoflara ve Herakleitos'a karşıt olarak, tıpkı Empedokles gibi, mekanik bir tabiat görüşü ileri sürmektedirler.
Atomlar, mekân içinde, çeşitli hızlarla ve kendiliklerinden hareket ederler. Birbirleriyle karşılaşmalarından ve yığılmalarından çeşitli unsurlar ve nesneler meydana gelir. Evren, atomların çarpışmalarından ve birbirleri üzerinde gösterdikleri etkilerden ortaya çıkmıştır ve bu zorunlu olarak böyle olmuştur. Demek ki, evrende, mekanik kanunlar ve zorunluk hâkimdir. Ruh da atomlardan yapılmıştır. Bu açıklamalar, Demokritos'un, ilkçağda yaşayan en tutarlı ve bilinçli maddeci (materyalist) olduğunu gösteriyor. Çünkü Demokritos, bütün varlığı, maddî parçacıklarla ve bunların mekanik bir şekilde birleşmesiyle açıklıyor ve bu birleşmenin kendi içinde bir zorunluk taşıdığını, dıştan herhangi bir amaca ya da etkiye göre olmadığını yani kendiliğinden gerçekleştiğini söylüyor. Bu bakımdan, Demokritos'un görüşleri, felsefe ve bilim tarihinde birçok kere yeniden ele alınarak değerlendirilmiş ve etkili olmuştur.
Atomculuğun babası olan Demokritos, ahlâk felsefesi ile de ilgilenmiştir. Demokritos'a gelene kadar, yunan felsefesinde, tabiat felsefesi (varlıkların kaynağı nedir? sorusu) ağır basıyordu. Oysa bu filozof, insanoğlunu doğru ve mutlu bir hayata ulaştıracak kuralların ve ilkelerin ne olduğu sorusunu da önemle ele almıştır. Demokritos'a göre, insan ruhunun dingin (sakin) ve yatışmış bir halde bulunması, doğru, ahlâklı ve mutlu bir hayatın temelidir. Ruh, bu çeşit olumlu bir durumda bulunursa insanlar iyilikten sevinç duyarlar, tad alırlar ve kötülüğü düşünmezler bile. Ruhun bu durumda bulunmasını, daha doğrusu ruhun bu duruma ulaşmasını sağlayan şey ise, korkulardan, batıl inançlardan sıyrılmış olmamızdır. Korkulardan ve batıl inançlardan ise, ancak bilgelikle, bilgiyle sıyrılabiliriz.
Herakleitos ve Elea felsefelerinin ortaya koyduğu problemlerin çözülmesi yolunda çaba harcamış ve yenilikler getirmiş bir düşünür de, Ege bölgesinde bulunan Klazomenai'de yetişmiş olan Anaksagoras'dır. (i.ö. 500 yıllarında doğ-muştur). Anaksagoras, bütün varlıkların, başı belli olmayan zamanlardan beri varolagelmiş unsurların bir araya gelmesinden ve ayrılmasından doğduğunu ileri sürmüştür. Ama Anaksagoras da, Empedokles ve Atomcular gibi, bu unsurların (anamaddelerin) nasıl harekete geçtiğini ve çeşitli varlıkları nasıl meydana getirdiğini açıklamak zorundaydı. Anaksagoras, Empedokles'e uyarak, «sevgi» ya da «düşmanlık» gibi kuvvetlerin unsurları harekete geçirdiğini, ya da Demokritos gibi atomların, mekânda, kendi kendilerine hareket halinde bulunduklarını ve mekanik bir şekilde bir araya geldiklerini ya da ayrıldıklarını söylememişti.
Anaksagoras'a göre, varolanların temelini teşkil eden unsurları harekete geçiren ve böylece evrende gördüğümüz çokluğu, değişmeyi ve oluşu doğuran şey, «varlığı yoğuran, varlığa şekil veren bir akıldı» yani kendi deyişiyle «Nous»tu. Evrenin amacını «Nous» belirlemişti; onu belli bir düzene göre oluşturmuş, şekillendirmiş ve meydana getirmişti. «Nous» kendiliğinden etkin olan ve hareketin temelini sağlayan varlıktı. Anaksagoras'ın, «Nous»u, tamamen gayrî maddî bir güce benzemektedir. Bununla birlikte, filozofun, bu gücü yine de maddî bir şey gibi düşündüğünü belirtmeliyiz. «Nous», iyice incelmiş bir maddedir. Filozof, evrenin şekillenmesini şöyle açıklıyor: «Sayıları sonsuz ve hacimleri artık bölünmeyecek kadar küçük olan nesneler hep bir arada bulunuyordu; o zaman, 'nous' ortaya çıktı ve onları bir düzene soktu.» Anaksagoras'ın unsurları, meydana getirdikleri nesnelere benzeyen ve sonsuz derecede küçük «tohumlandır. Evrendeki nesnelerin sayıları sonsuz olduğu için bu «tohumların» (anamaddelerin) sayıları da sonsuzdur.