Soru 59 : «Aydınlanma Felsefesi» nedir?
|
On sekizinci yüzyılda batı ülkelerinde, felsefe ve kültür alanında, «Aydınîanıma» diye adlandırılan bir düşünce tarzı ortaya çıkmıştır. Bu düşünce tarzının temeli, insan aklına karşı sınırsız bir güven duyulması; her şeyin akıl süzgecinden geçirilerek, eleştirilmesi, tartılıp biçilmesidir. Aydınlanma felsefesi, insan aklının bağımsız bir güç olduğunu; kendisinden başka hiçbir şeye karşı hesap vermek durumunda bulunmadığını, kendi kendine yettiğini ileri sürer. Akla karşı duyulan bu kesin inanç, toplum hayatına, devlete, ahlâka, dine ve insan aklını sınırlayarak boyunduruk altına almak isteyen her türlü otoriteye karşı şiddetli bîr mücadeleye girîşilmesine yol açmıştır, özellikle Fransa'da büyük temsilciler yetiştirmiş olan bu düşünce tarzı; on sekizinci yüzyılın ünlü maddeci fransız filozoflarının ortaya çıkmasına önayak olmuştur.
Aydınlanma felsefesi, ingiltere'de özellikle din, ahlâk ve siyaset konusunda, otoritelerden kurtulmuş ferdiyetçi ve liberal bir anlayışın yaygınlaşmasına yol açtı. Vahye değil de insan aklına dayanan bir din anlayışını ilk olarak İngiliz «deist»leri savundular. Bu dîn anlayışında, tanrının varlığı inkâr edilmiyordu ama tanrı dünyayı yarattıktan sonra hiç bir işe karışmayan bir çeşit evren - mimarı gibi düşünülüyordu. Fransa'da Voltaire (1694-1778) hemen her alanda fikir yobazlığına karşı çıkarak, derin ve geniş bir etki yaptı. Diderot (1713- 1784), maddeci bir felsefeye yöneldi, ruhun ölümsüz olmadığını, insan için ölümsüzlüğün, ancak daha sonraki nesillerin düşüncesinde yaşamak demek olduğunu ileri sürdü. D'Alembert (1717-1783), deney ötesi konularla yani tanrı, evrenin yapısı ve insan ru¬hunun ölümsüzlüğü gibi konularla uğraşan metafiziğin hiç bir işe yaramadığını; felsefenin ödevinin, bilim tarafından ortaya konan sonuçları toparlamak ve sentezini yapmak olduğunu ileri sürdü. JJ. Rousseau (1712-1778), insanı mutlu kılmadığını söyleyerek uygarlığı eleştirdi; tabiata dönmek ve duygu hayatına önem vermek gerektiğini söyledi.
Aydınlanma felsefesi, ingiltere'de özellikle din, ahlâk ve siyaset konusunda, otoritelerden kurtulmuş ferdiyetçi ve liberal bir anlayışın yaygınlaşmasına yol açtı. Vahye değil de insan aklına dayanan bir din anlayışını ilk olarak İngiliz «deist»leri savundular. Bu dîn anlayışında, tanrının varlığı inkâr edilmiyordu ama tanrı dünyayı yarattıktan sonra hiç bir işe karışmayan bir çeşit evren - mimarı gibi düşünülüyordu. Fransa'da Voltaire (1694-1778) hemen her alanda fikir yobazlığına karşı çıkarak, derin ve geniş bir etki yaptı. Diderot (1713- 1784), maddeci bir felsefeye yöneldi, ruhun ölümsüz olmadığını, insan için ölümsüzlüğün, ancak daha sonraki nesillerin düşüncesinde yaşamak demek olduğunu ileri sürdü. D'Alembert (1717-1783), deney ötesi konularla yani tanrı, evrenin yapısı ve insan ru¬hunun ölümsüzlüğü gibi konularla uğraşan metafiziğin hiç bir işe yaramadığını; felsefenin ödevinin, bilim tarafından ortaya konan sonuçları toparlamak ve sentezini yapmak olduğunu ileri sürdü. JJ. Rousseau (1712-1778), insanı mutlu kılmadığını söyleyerek uygarlığı eleştirdi; tabiata dönmek ve duygu hayatına önem vermek gerektiğini söyledi.