Kant ve Üniversite İdeası ( devam )
|
Sonraki paragrafta felsefenin “okul kavramı” [Schulbegriff] ile “dünya kavramı”nı [conceptus cosmicus – Weltbegriff] ayırt eder. O güne kadarki felsefe kavramından anlaşılmış olan yegane kavram, okul kavramına göre felsefe anlayışı olmuştur; yani bir bilgi sisteminin bir bilim olarak aranışı olmuş ve ereği, bu bilmenin sistematik birliğinin kendisinden başkası olmamıştır. Öte yandan “dünya kavramı” olarak felsefe, bir arketip olarak filozof idealinde kişiselleştirilmiş ve temsil edilmiştir. Bu son kavrayışa göre, “felsefe, tüm bilgilerin insan aklının özsel (asli) erekleriyle [teleologia rationis humanae] ilişkisinin bilimidir ve filozof bir akıl yapıcısı veya sanatçısı [ein Vernunftkünstler]40 değil, insan aklının yasa koyucusudur”.41 Kant, matematikçiyi, doğa bilimciyi, mantıkçıyı aklın sanatçıları olarak nitelendirir. Bu bilimlerin akıl bilgilerini [Vernunfterkenntnisse], insan aklının özsel ereklerini ilerletebilmek için denetleyen ve onları araç olarak kullanan bir öğretmen vardır idealde. Sadece ona filozof adı verilebilir; ancak o, hiçbir yerde bulunmadığı halde, onun yasa koyuculuğunun ideası her insan aklında bulunur. Felsefeyi de bu açıdan, “dünya kavramı” açısından ereklerin sistematik birliğinin sağlanması olarak görür.
Ve özsel erekler, en yüksek erekler olarak kavrandığında, “insan varlığının bütün belirlenimidir (veya yönelimidir) [die ganze Bestimmung des Menschen] ve en yüksek ereklerle ilgili olan felsefe ahlak felsefesidir”42. “İnsan aklının yasa koymasının (felsefe) iki nesnesi vardır: doğa ve özgürlük; ve doğa yasalarını olduğu kadar, ahlak yasalarını da içerir ve bunlar başlangıçta iki ayrı sistem olsalar da, nihai olarak tek bir felsefi sistemde birleşirler.”43. Doğa alanında yasa koyma, zorunluluğun yasalarının, olanın tanınmasıdır; başka bir deyişle akıl yasalarını doğada tanır. Ama ahlak yasaları söz konusu olduğunda, aklın koyduğu yasalar, olması gerekenin yasaları, özgürlüğün yasaları olacaktır ve insan varlığının bütün belirlenimi de bu yasalar aracılığıyla olacaktır. En yüksek erekler de, bu sebeple “insan varlığının bütün belirlenimi” olacaktır.
Kant, SAE’nin son bölümü olan “Saf Aklın Tarihi”nde, metafiziği yöntem açısından ele alırken bilimsel [szientifischen] yöntemden söz etmektedir.44 Bilimsel olan, burada bilgilerin sistematik bir birlik içinde durmasıdır.45 Kant, felsefe tarihi itibariyle bilimsel yönteme ya dogmatik ya da kuşkucu yoldan yaklaşıldığını, ilkinin Wolff, ikincinin Hume tarafından örneklendiğini ifade eder. Eleştirel yolun [der kritische Weg] ise halen açık olduğunu, bu patikanın bir anayola dönüştürülebileceğini belirtir.46 Eleştiriden muaf tutulabilecek hiçbir şey yoktur. Ne kutsallığı sayesinde din, ne de yüksekliği [Majestät] sayesinde yasa koyma, eleştiriden muaftır.47
SAE’de, B 766’da “Akıl, tüm girişimlerinde kendini eleştiriye tabi tutmalıdır ve eleştiri özgürlüğünü, kendisine zarar vermeden ve kendisini bir kuşkunun konusu haline getirmeden engelleyemez... Aklın varoluşu tam da bu özgürlüğe bağlıdır; aklın hiçbir diktatörce otoritesi yoktur, iddiaları özgür yurttaşların onayından daha öte değildir; bu yurttaşlardan her biri ise kendi çekincelerini, hatta vetolarını hiç çekinmeden ifade edebilmelidirler.”
Şimdi, tüm bilgilerin insan aklının özsel erekleriyle ilişkisinin bilimi olan felsefe, “hiçbir yerde” verilmemiş olduğuna göre, özsel erekler de verilmiş değildir. Öyleyse aklın özgürce kamusal kullanımı, özsel ereklerin somutlaşmasına yolu açacaktır. Bu ise bilimin üretildiği en yüksek kamusal alan olan üniversite aracılığıyla; devlete ve devletin çıkarlarına tabi olan üst fakültelerin tahakkümüyle değil, alt fakültenin özgürlüğüyle olacaktır.
Şimdi sözü yine yazının başında andığımız “ilerleme” sorusuna getirelim. “İnsanlık tarihinde böyle bir olay artık unutulamaz, çünkü bu, insan doğasında bir eğilim ve kudreti, hiçbir siyasetin, olayların daha önceki akışından çıkaramayacağı; sadece insan soyunun taşıdığı adaletin içsel ilkeleri altında birleşmiş olan doğa ve özgürlüğün vaat edebileceği bir ilerleme eğilimini ve kudretini açığa çıkarmıştır.”48 Bu açığa çıkanın üstünün “örtülmemesi” için ise, üniversite alanının özsel ereklere doğru yönelimin alanı olarak tesis edilmesi esastır.
“Sonuncu, bir gün birinci olabilir (alt fakülte üst olabilir); ama yönetme yetkisine sahip olarak [Machthabung] değil, yönetme yetkisine sahip olana (devlet) yol göstererek. Çünkü devlet, ereklerine ulaşmak için, felsefe fakültesinin özgürlüğünü ve bu özgürlük yoluyla idrak edilenleri (ki giderek çoğalmaktadırlar), kendi mutlak otoritesinden daha yararlı amaçlar olarak görebilir.”49
4
Kant’tan sonra üniversite ideası, bir yandan Wilhelm von Humboldt’un tasarladığı biçimiyle 1810’da kurulan Berlin Üniversitesi’nde yeni bir somutluk kazanırken50; diğer yandan, Fransız Devrimi, ulus devletlerin ortaya çıkması ve sanayi devriminin etkisi altında üniversiteler, ulus devletlerin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmışlardır. Sanayi devrimi sonrası üniversitelerin teknolojiyle giderek daha yakından ilişkili hale gelmesi, Aydınlanma ideallerinin burjuva sınıfı tarafından taşınması, üniversite ideasının önceliklerini de bu çerçeveye oturtmuş olmaktadır. Ve Kant’ın, aklın özsel ereklerinin somutluk kazanabilme yoluna girebilmesinin mevcut üst fakülte-alt fakülte hiyerarşisinin, felsefe fakültesi lehine değiştirilmesiyle mümkün olabileceği yönündeki beklentisi, tam tersine, hiyerarşinin, (günümüz açısından da neo-liberalizmin tasavvurlarına uyan bir şekilde tasarlanmış olan üniversite modelinde), üst fakültelere başta mühendislik, işletme ve iktisat fakültelerinin eklenmesiyle daha da kuvvetle tesis edilmesi sonucunu getirmiştir. Max Weber’in rasyonalizasyon çözümlemesi, Frankfurt Okulunun araçsal aklın hâkimiyetine yönelik eleştirileri, Kant’ın eleştirel bakışı açısından ve bu eleştirel yaklaşımların çıkış noktasını oluşturması açısından da okunabilir. (Bu değinmeler, bu yazının kapsamının ötesindedir ve bir başka yazının konusunu oluşturacaklardır.) Burada sadece Max Weber’in değerlendirmesine işaret edelim.
Yukarıda insanlığın ilerlemesi ile ilgili soruyu Max Weber “Meslek Olarak Bilim” [Wissenschaft als Beruf] makalesinde şöyle soruyor: “Teknik araç ve hesaplarla işler hallediliyor, rasyonalizasyon her şeyden önce bu anlama geliyor... İlerlemenin tekniğin ötesinde bir anlamı var mıdır ve ona hizmet etmek anlamlı olabilir mi? Bu sorulması gereken bir sorudur.”51 Weber, bu noktada sözü Platon’un ünlü mağara alegorisine getirdikten ve filozofun, güneşe, epistemeye yönelimini ifade ettikten sonra, “soruyorum, bugün bilimi kim böyle görüyor?” diyor. Weber’e göre genelde artık tam tersi düşünülmekte, Platon için gölgeler dünyası olan âlem, gerçekliğin kendisi olarak alınmaktadır. Ve Weber, bu değişikliğin nasıl meydana geldiğini sormaktadır.
Platon’un Devlet’in VI. Kitabında yapmış olduğu çizgi benzetmesini ele alırsak, Weber’in nasıl olduğunu sorduğu bu değişiklik, kısaca üstte bulunan episteme’nin, yerini altta bulunan dianoia’ya bağlı bilimlere (mathema’ya [günümüz açısından kabaca exact science’a]) ve nihayet teknik bilimlere bırakmasıyla gerçekleşmiştir.
Max Weber’in “bugün bilimi kim böyle görüyor?” diye sorması gibi, “bugün üniversitenin işlevini refah, fayda, verimliliği sağlamaya yönelik amaçlar dışında, eşitliğin, adaletin, özgürlüğün tesis edilebilme imkânı için aklın özgürce eleştiri faaliyetinin önünün sonuna kadar açıldığı ve refah gibi yönetici ve yönlendirici fikirlerin ancak insanın özsel ereklerinin tesisine bağımlı hale getirildiklerinde geçerlilik kazanacakları bir kamusal alan olarak kim görüyor” diye de sorabiliriz.
Şimdi Kant’ın insanlığın ilerleme meselesini üniversite ideasıyla nasıl ilişkilendirdiği açıklık kazanıyor. Weber’in de belirttiği gibi ilerleme teknolojik gelişimle bir tutulacak bir şey değildir ve üniversite gibi insanlığın geleceğine yön vermesi gereken bir kurumun ana ereği, teknolojinin gelişimi üzerinden refahın artması olamaz (ki, neoliberalizmin, eşitsizliği ve adaletsizliği bir bakıma sistemin geliştirici dinamiği olarak içselleştirdiği, bunu başta üniversite gibi kurumlar aracılığıyla da yaygınlaştırdığı bir ortamdır bu). Kant, “Dünya Yurttaşlığı Niyetine Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi”nde “Doğayı ilgilendiren, insanın iyi yaşaması değil, onun hayata ve iyi yaşamaya layık olması için çalışmasıdır”52 diye belirtirken de, yüksek ereklerin mutluluk ve refah değil, mutluluk ve refaha hak kazanma konumuna getiren erekler olduğunu tekrar vurgulamaktadır.
Son olarak sözü Jacques Derrida’nın 1980’de Columbia Üniversitesi’nde yaptığı “Mochlos ou les conflit des facultés”53 başlıklı konuşmasına getirelim. Derrida konuşmasının sonunda Kant’ın felsefe ve tıp fakülteleri arasındaki çatışmayı konu aldığı bölümde atıfta bulunduğu “hypomochlium (kaldıraç veya dayanak noktası)”54 kavramından yola çıkıyor ve yukarıda sözü edilen ve Kant’ın atıfta bulunduğu parlamentodaki sağ ve sol kanatlara da gönderme yaparak Kant’tan uzun bir alıntı yapıyor55. Özetlersek: Hani bir tel örgüyü ya da yol üzerindeki bir engeli veya derin bir çukuru geçerken adımlarımızı çok iyi ayarlamamız gerekir ya, eğer sağlaksak ve sağ bacağımızla adımımızı güvenli bir şekilde atmak istiyorsak, önce sol bacağımızı bir kaldıraç noktası [hypomochlium] gibi yerleştirmemiz gerekir ya, işte Kant buna atıfta bulunuyor. Eğer sol bacağımızı atacağımız başlangıç noktasını iyi hesaplayamazsak, sağ bacağın hamlesi boşa gidebilecektir. Öyleyse sağlam ve doğru ilerleyebilmek için, sol ayağı dikkatle yerleştirmek ve daha sonra (gelecekte) atılacak tüm adımların sağlam zeminini her seferinde sol ayağın kaldıraç noktası üzerine kurmak, yapmamız gereken şeydir.
Notlar
1 İ. Kant, The Conflict of the Faculties. Çev. Mary J. Gregor. Un. Of Nebraska Pr. Abaris Books 1992. s. 141.
2 Agy. (FÇ) s. 151.
3 Agy. s. 151.
4 Agy. s. 153.
5 Agy. s. 155.
6 İ. Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. Çev. İoanna Kuçuradi. Hacettepe Ün. Yay. 1982. s.33, 44.
7 Fakültelerin Çatışması. xxiii.
8 I. Kant. Critique of Pure Reason. Çev. P. Guyer ve A.W. Wood. Cambridge Un. Pr. 1998. Bundan sonra SAE olarak anılacak.
9 Bu mektup ve Kant’ın mektuba yanıtı için bkz. Fakültelerin Çatışması s. 9 – 19. Ayrıca, Doğan Özlem’in “Kant’ta Felsefe-Din ve Felsefe-Devlet İlişkisi Üstüne” makalesi; Felsefe Yazıları içinde İnkılap Yay. 2002.
10 “Fakültelerin Çatışması genel başlığı altında, farklı niyetlerle ve farklı tarihlerde yazmış olduğum üç denemeyi bir araya getiriyorum. Her ne kadar onları tek bir ciltte bir araya getirerek dağılmışlıklarını önleyebileceğimi sonradan farkettiysem de, bu denemeler sistematik bir birlik oluşturabilecek bir doğaya sahipler: alt fakültenin, diğer üç fakülteyle çatışması.” Agy. s. 21.
11 Felsefe fakültesi iki bölümden oluşuyor: Tarihsel Bilgi [historische Erkenntnis] Bölümü (tarih, coğrafya, filoloji ve doğa bilimlerinde içerilen tüm deneysel [empirisch] bilgiyle birlikte insan bilimleri (Humanistik)) ve Saf Akıl Bilgileri [reinen Vernunfterkenntnisse] Bölümü (saf matematik ve saf felsefe, doğa ve ahlak metafiziği). Agy. s. 45.
12 Agy. s. 31.
13 Agy. s. 27.
14 Agy. s. 23.
15 Agy. s. 25.
16 “Akla göre (yani nesnel olarak), devletin ereğine (halkı etkilemek) ulaşmak için kullanacağı itici kuvvetler arasında aşağıdaki sıralandırma söz konusudur: herkesin ebedi refahı; bir toplumun üyesi olarak sivil refah ve fiziksel refah” Agy. s. 31. Bunlar da sırasıyla teoloji, hukuk ve tıp fakültelerinin verdiği eğitimin ve bu bölümlerden yetişerek kamu yararına görev yapan hizmetlilerin uğraş alanlarına karşılık gelir.
17 Kant, “Aydınlanma Nedir?” makalesinde “Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmediğini” ifade ettikten sonra, aklın kamusal kullanımını, aklın sınırları içinde her şeyin kamuya açık bir şekilde eleştiriye tabi tutulabilmesi özgürlüğü olarak dile getirir. Öte yandan, sınırları pozitif hukukla çizilmiş görev, hizmet ve yükümlülüklerin yerine getirilme gerekliliği vardır: Kant bunu, aklın özel kullanımı olarak adlandırır. Yani kendi verdiği örneklerle, vergiyi ödeme yükümlülüğünü yerine getirmek gerekir (aklın özel kullanımı), bu verginin haksız bir vergi olduğu düşünülse bile. Ancak vergisini ödeyen yurttaş, bu verginin haksız bir vergi olduğu konusundaki eleştirel düşüncelerini kamu önünde hiçbir kısıtlamaya uğramadan ifade edebilmelidir (aklın kamusal kullanımı). Tıpkı, kilisede kendisinden vaaz dinlemeye gelen cemaata papazın, o öğretilerde katılmadığı şeyler olsa bile, kilisede asla eleştirel bir tavra sahip olmadan görevini yapmakla yükümlü olması gibi. Eleştiri yapacağı alan ise, kamuya açık ortamlar olmalıdır. (I. Kant. Seçilmiş Yazılar içinde. Çev. Nejat Bozkurt. Remzi Kit. 1984)
18 FÇ s. 49.
19 Agy. s.27.
20 Agy. s. 27, 29.
21 Agy. s. 43.
22 Agy. s. 45.
23 Agy. s. 35.
24 Agy. s. 47.
25 Agy. s. 53
26 Agy. s. 55.
27 SAE, B 826.
28 B 826.
29 Kant, SAE’nin “Aşkınsal Diyalektik” bölümünde, bu üç nesnenin kendi başına nesnelermiş gibi düşünülerek akıl yürütme aracılığıyla bilme etkinliğinin konusunu oluşturmalarını geleneksel metafiziğin önemli bir kusuru olduğunu, aşkınsal aldanışın [Schein] bundan kaynaklandığını belirtir.
30 B-827/828. (Karş. Pratik Aklın Eleştirisi. II. Kitap Bölüm VI. s.238. . Çev. İ. Kuçuradi, Ü. Gökberk, F. Akatlı, Hacettepe Ün. Yay. 1980. s. 143.)
31 SAE, B 828.
32 SAE, B 834.
33 SAE, B 844.
34 Karş. Dipnot 38.
35 SAE, B 861.
36 SAE, B 865.
37 SAE, B 865.
38 Kant burada “verwachsen” fiilini kullanıyor; bu fiil, örneğin bir çocuğun büyüyerek giysisine artık sığmaz oluşu anlamına geliyor.
39 SAE, B 866
40 Burada ifade edilen, “Künstler” sözcüğü, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde de (Grundlegung zur Metaphysik der Sitten) koşullu buyruk olarak, becerilere dayalı olan için de kullanılmaktadır; “Imperative auch technisch (zur Kunst gehörig)”.
41 SAE, B 867
42 SAE, B 868
43 SAE, B 868
44 SAE, B 883
45 SAE, B 860
46 SAE, B 883
47 A-xi, dn.
48 FÇ. s. 159.
49 Agy. s. 59.
50 Habermas, “The Idea of the University” makalesinde (The New Conservatism içinde. Çev. S.W. Nicholsen, Polity pr. 1989), Humboldt ve Schleiermacher’in iki yaklaşımı üniversite ideasına bağladıklarından söz eder: Bir yandan modern bilimin (Wissenschaft –ki bu terim sadece doğa bilimlerini değil, sosyal bilimleri ve insan bilimlerini de kuşatmaktadır) din ve kilisenin vesayetinden uzak bir şekilde ve özerkliği başka bir güç odağı tarafından tehdit edilmeksizin nasıl kurumsallaşacağını tasarlarken; öte yandan bilimsel ve akademik çalışmaların sonuçlarını kendi çıkarları için uygulamaya koyacak burjuva toplumunun etkilerinden nasıl bağımsız kalabileceğini düşünüyorlardı. (Ayrıca bu konuda genç akademisyen Serdar Tekin’in Toplum ve Bilim dergisinin 97. sayısında yayımlanan Neoliberalizm, Teknik Akıl ve Üniversitenin Geleceği başlıklı nitelikli yazısına bakılabilir.)
51 Max Weber, Sosyoloji Yazıları içinde, Gerth ve Milss’in İngilizce çevirisinden Çev. Taha Parla. Hürriyet Vakfı Yay. 1986. s. 136.
52 I. Kant. Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi. çev. Uluğ Nutku, Yazko Felsefe Yazıları, 4. Kitap, s. 120.
53 J. Derrida. “Mochlos ou les conflit des facultés”, Du Droit à la Philosophie içinde. Editions Galilée,1990. s. 397-438
54 Mochlos, Homeros’un Odysseia’sında Odysseus ve adamlarının, onları bir mağaraya kapatan Kyklop’tan (Tepegöz) kurtulmak için ateşte kızdırdıktan sonra onun gözüne soktukları kazığın adı. (Odysseia, IX. Bölüm. 375-388).
55 Fakültelerin Çatışması, s. 193 ve aynı sayfadaki dipnot.
(1957'de İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph'te, lisans eğitimini ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı. 1992'de ODTÜ Felsefe Bölümü'nden geometride uzlaşımsalcılık üzerine yazdığı teziyle yüksek lisans, 2000'de Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Kant'ta Ben'in ve aklın kuruluşu üzerine yazdığı teziyle doktora derecesi aldı. Halen Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesidir.)
Ve özsel erekler, en yüksek erekler olarak kavrandığında, “insan varlığının bütün belirlenimidir (veya yönelimidir) [die ganze Bestimmung des Menschen] ve en yüksek ereklerle ilgili olan felsefe ahlak felsefesidir”42. “İnsan aklının yasa koymasının (felsefe) iki nesnesi vardır: doğa ve özgürlük; ve doğa yasalarını olduğu kadar, ahlak yasalarını da içerir ve bunlar başlangıçta iki ayrı sistem olsalar da, nihai olarak tek bir felsefi sistemde birleşirler.”43. Doğa alanında yasa koyma, zorunluluğun yasalarının, olanın tanınmasıdır; başka bir deyişle akıl yasalarını doğada tanır. Ama ahlak yasaları söz konusu olduğunda, aklın koyduğu yasalar, olması gerekenin yasaları, özgürlüğün yasaları olacaktır ve insan varlığının bütün belirlenimi de bu yasalar aracılığıyla olacaktır. En yüksek erekler de, bu sebeple “insan varlığının bütün belirlenimi” olacaktır.
Kant, SAE’nin son bölümü olan “Saf Aklın Tarihi”nde, metafiziği yöntem açısından ele alırken bilimsel [szientifischen] yöntemden söz etmektedir.44 Bilimsel olan, burada bilgilerin sistematik bir birlik içinde durmasıdır.45 Kant, felsefe tarihi itibariyle bilimsel yönteme ya dogmatik ya da kuşkucu yoldan yaklaşıldığını, ilkinin Wolff, ikincinin Hume tarafından örneklendiğini ifade eder. Eleştirel yolun [der kritische Weg] ise halen açık olduğunu, bu patikanın bir anayola dönüştürülebileceğini belirtir.46 Eleştiriden muaf tutulabilecek hiçbir şey yoktur. Ne kutsallığı sayesinde din, ne de yüksekliği [Majestät] sayesinde yasa koyma, eleştiriden muaftır.47
SAE’de, B 766’da “Akıl, tüm girişimlerinde kendini eleştiriye tabi tutmalıdır ve eleştiri özgürlüğünü, kendisine zarar vermeden ve kendisini bir kuşkunun konusu haline getirmeden engelleyemez... Aklın varoluşu tam da bu özgürlüğe bağlıdır; aklın hiçbir diktatörce otoritesi yoktur, iddiaları özgür yurttaşların onayından daha öte değildir; bu yurttaşlardan her biri ise kendi çekincelerini, hatta vetolarını hiç çekinmeden ifade edebilmelidirler.”
Şimdi, tüm bilgilerin insan aklının özsel erekleriyle ilişkisinin bilimi olan felsefe, “hiçbir yerde” verilmemiş olduğuna göre, özsel erekler de verilmiş değildir. Öyleyse aklın özgürce kamusal kullanımı, özsel ereklerin somutlaşmasına yolu açacaktır. Bu ise bilimin üretildiği en yüksek kamusal alan olan üniversite aracılığıyla; devlete ve devletin çıkarlarına tabi olan üst fakültelerin tahakkümüyle değil, alt fakültenin özgürlüğüyle olacaktır.
Şimdi sözü yine yazının başında andığımız “ilerleme” sorusuna getirelim. “İnsanlık tarihinde böyle bir olay artık unutulamaz, çünkü bu, insan doğasında bir eğilim ve kudreti, hiçbir siyasetin, olayların daha önceki akışından çıkaramayacağı; sadece insan soyunun taşıdığı adaletin içsel ilkeleri altında birleşmiş olan doğa ve özgürlüğün vaat edebileceği bir ilerleme eğilimini ve kudretini açığa çıkarmıştır.”48 Bu açığa çıkanın üstünün “örtülmemesi” için ise, üniversite alanının özsel ereklere doğru yönelimin alanı olarak tesis edilmesi esastır.
“Sonuncu, bir gün birinci olabilir (alt fakülte üst olabilir); ama yönetme yetkisine sahip olarak [Machthabung] değil, yönetme yetkisine sahip olana (devlet) yol göstererek. Çünkü devlet, ereklerine ulaşmak için, felsefe fakültesinin özgürlüğünü ve bu özgürlük yoluyla idrak edilenleri (ki giderek çoğalmaktadırlar), kendi mutlak otoritesinden daha yararlı amaçlar olarak görebilir.”49
4
Kant’tan sonra üniversite ideası, bir yandan Wilhelm von Humboldt’un tasarladığı biçimiyle 1810’da kurulan Berlin Üniversitesi’nde yeni bir somutluk kazanırken50; diğer yandan, Fransız Devrimi, ulus devletlerin ortaya çıkması ve sanayi devriminin etkisi altında üniversiteler, ulus devletlerin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmışlardır. Sanayi devrimi sonrası üniversitelerin teknolojiyle giderek daha yakından ilişkili hale gelmesi, Aydınlanma ideallerinin burjuva sınıfı tarafından taşınması, üniversite ideasının önceliklerini de bu çerçeveye oturtmuş olmaktadır. Ve Kant’ın, aklın özsel ereklerinin somutluk kazanabilme yoluna girebilmesinin mevcut üst fakülte-alt fakülte hiyerarşisinin, felsefe fakültesi lehine değiştirilmesiyle mümkün olabileceği yönündeki beklentisi, tam tersine, hiyerarşinin, (günümüz açısından da neo-liberalizmin tasavvurlarına uyan bir şekilde tasarlanmış olan üniversite modelinde), üst fakültelere başta mühendislik, işletme ve iktisat fakültelerinin eklenmesiyle daha da kuvvetle tesis edilmesi sonucunu getirmiştir. Max Weber’in rasyonalizasyon çözümlemesi, Frankfurt Okulunun araçsal aklın hâkimiyetine yönelik eleştirileri, Kant’ın eleştirel bakışı açısından ve bu eleştirel yaklaşımların çıkış noktasını oluşturması açısından da okunabilir. (Bu değinmeler, bu yazının kapsamının ötesindedir ve bir başka yazının konusunu oluşturacaklardır.) Burada sadece Max Weber’in değerlendirmesine işaret edelim.
Yukarıda insanlığın ilerlemesi ile ilgili soruyu Max Weber “Meslek Olarak Bilim” [Wissenschaft als Beruf] makalesinde şöyle soruyor: “Teknik araç ve hesaplarla işler hallediliyor, rasyonalizasyon her şeyden önce bu anlama geliyor... İlerlemenin tekniğin ötesinde bir anlamı var mıdır ve ona hizmet etmek anlamlı olabilir mi? Bu sorulması gereken bir sorudur.”51 Weber, bu noktada sözü Platon’un ünlü mağara alegorisine getirdikten ve filozofun, güneşe, epistemeye yönelimini ifade ettikten sonra, “soruyorum, bugün bilimi kim böyle görüyor?” diyor. Weber’e göre genelde artık tam tersi düşünülmekte, Platon için gölgeler dünyası olan âlem, gerçekliğin kendisi olarak alınmaktadır. Ve Weber, bu değişikliğin nasıl meydana geldiğini sormaktadır.
Platon’un Devlet’in VI. Kitabında yapmış olduğu çizgi benzetmesini ele alırsak, Weber’in nasıl olduğunu sorduğu bu değişiklik, kısaca üstte bulunan episteme’nin, yerini altta bulunan dianoia’ya bağlı bilimlere (mathema’ya [günümüz açısından kabaca exact science’a]) ve nihayet teknik bilimlere bırakmasıyla gerçekleşmiştir.
Max Weber’in “bugün bilimi kim böyle görüyor?” diye sorması gibi, “bugün üniversitenin işlevini refah, fayda, verimliliği sağlamaya yönelik amaçlar dışında, eşitliğin, adaletin, özgürlüğün tesis edilebilme imkânı için aklın özgürce eleştiri faaliyetinin önünün sonuna kadar açıldığı ve refah gibi yönetici ve yönlendirici fikirlerin ancak insanın özsel ereklerinin tesisine bağımlı hale getirildiklerinde geçerlilik kazanacakları bir kamusal alan olarak kim görüyor” diye de sorabiliriz.
Şimdi Kant’ın insanlığın ilerleme meselesini üniversite ideasıyla nasıl ilişkilendirdiği açıklık kazanıyor. Weber’in de belirttiği gibi ilerleme teknolojik gelişimle bir tutulacak bir şey değildir ve üniversite gibi insanlığın geleceğine yön vermesi gereken bir kurumun ana ereği, teknolojinin gelişimi üzerinden refahın artması olamaz (ki, neoliberalizmin, eşitsizliği ve adaletsizliği bir bakıma sistemin geliştirici dinamiği olarak içselleştirdiği, bunu başta üniversite gibi kurumlar aracılığıyla da yaygınlaştırdığı bir ortamdır bu). Kant, “Dünya Yurttaşlığı Niyetine Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi”nde “Doğayı ilgilendiren, insanın iyi yaşaması değil, onun hayata ve iyi yaşamaya layık olması için çalışmasıdır”52 diye belirtirken de, yüksek ereklerin mutluluk ve refah değil, mutluluk ve refaha hak kazanma konumuna getiren erekler olduğunu tekrar vurgulamaktadır.
Son olarak sözü Jacques Derrida’nın 1980’de Columbia Üniversitesi’nde yaptığı “Mochlos ou les conflit des facultés”53 başlıklı konuşmasına getirelim. Derrida konuşmasının sonunda Kant’ın felsefe ve tıp fakülteleri arasındaki çatışmayı konu aldığı bölümde atıfta bulunduğu “hypomochlium (kaldıraç veya dayanak noktası)”54 kavramından yola çıkıyor ve yukarıda sözü edilen ve Kant’ın atıfta bulunduğu parlamentodaki sağ ve sol kanatlara da gönderme yaparak Kant’tan uzun bir alıntı yapıyor55. Özetlersek: Hani bir tel örgüyü ya da yol üzerindeki bir engeli veya derin bir çukuru geçerken adımlarımızı çok iyi ayarlamamız gerekir ya, eğer sağlaksak ve sağ bacağımızla adımımızı güvenli bir şekilde atmak istiyorsak, önce sol bacağımızı bir kaldıraç noktası [hypomochlium] gibi yerleştirmemiz gerekir ya, işte Kant buna atıfta bulunuyor. Eğer sol bacağımızı atacağımız başlangıç noktasını iyi hesaplayamazsak, sağ bacağın hamlesi boşa gidebilecektir. Öyleyse sağlam ve doğru ilerleyebilmek için, sol ayağı dikkatle yerleştirmek ve daha sonra (gelecekte) atılacak tüm adımların sağlam zeminini her seferinde sol ayağın kaldıraç noktası üzerine kurmak, yapmamız gereken şeydir.
Notlar
1 İ. Kant, The Conflict of the Faculties. Çev. Mary J. Gregor. Un. Of Nebraska Pr. Abaris Books 1992. s. 141.
2 Agy. (FÇ) s. 151.
3 Agy. s. 151.
4 Agy. s. 153.
5 Agy. s. 155.
6 İ. Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi. Çev. İoanna Kuçuradi. Hacettepe Ün. Yay. 1982. s.33, 44.
7 Fakültelerin Çatışması. xxiii.
8 I. Kant. Critique of Pure Reason. Çev. P. Guyer ve A.W. Wood. Cambridge Un. Pr. 1998. Bundan sonra SAE olarak anılacak.
9 Bu mektup ve Kant’ın mektuba yanıtı için bkz. Fakültelerin Çatışması s. 9 – 19. Ayrıca, Doğan Özlem’in “Kant’ta Felsefe-Din ve Felsefe-Devlet İlişkisi Üstüne” makalesi; Felsefe Yazıları içinde İnkılap Yay. 2002.
10 “Fakültelerin Çatışması genel başlığı altında, farklı niyetlerle ve farklı tarihlerde yazmış olduğum üç denemeyi bir araya getiriyorum. Her ne kadar onları tek bir ciltte bir araya getirerek dağılmışlıklarını önleyebileceğimi sonradan farkettiysem de, bu denemeler sistematik bir birlik oluşturabilecek bir doğaya sahipler: alt fakültenin, diğer üç fakülteyle çatışması.” Agy. s. 21.
11 Felsefe fakültesi iki bölümden oluşuyor: Tarihsel Bilgi [historische Erkenntnis] Bölümü (tarih, coğrafya, filoloji ve doğa bilimlerinde içerilen tüm deneysel [empirisch] bilgiyle birlikte insan bilimleri (Humanistik)) ve Saf Akıl Bilgileri [reinen Vernunfterkenntnisse] Bölümü (saf matematik ve saf felsefe, doğa ve ahlak metafiziği). Agy. s. 45.
12 Agy. s. 31.
13 Agy. s. 27.
14 Agy. s. 23.
15 Agy. s. 25.
16 “Akla göre (yani nesnel olarak), devletin ereğine (halkı etkilemek) ulaşmak için kullanacağı itici kuvvetler arasında aşağıdaki sıralandırma söz konusudur: herkesin ebedi refahı; bir toplumun üyesi olarak sivil refah ve fiziksel refah” Agy. s. 31. Bunlar da sırasıyla teoloji, hukuk ve tıp fakültelerinin verdiği eğitimin ve bu bölümlerden yetişerek kamu yararına görev yapan hizmetlilerin uğraş alanlarına karşılık gelir.
17 Kant, “Aydınlanma Nedir?” makalesinde “Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmediğini” ifade ettikten sonra, aklın kamusal kullanımını, aklın sınırları içinde her şeyin kamuya açık bir şekilde eleştiriye tabi tutulabilmesi özgürlüğü olarak dile getirir. Öte yandan, sınırları pozitif hukukla çizilmiş görev, hizmet ve yükümlülüklerin yerine getirilme gerekliliği vardır: Kant bunu, aklın özel kullanımı olarak adlandırır. Yani kendi verdiği örneklerle, vergiyi ödeme yükümlülüğünü yerine getirmek gerekir (aklın özel kullanımı), bu verginin haksız bir vergi olduğu düşünülse bile. Ancak vergisini ödeyen yurttaş, bu verginin haksız bir vergi olduğu konusundaki eleştirel düşüncelerini kamu önünde hiçbir kısıtlamaya uğramadan ifade edebilmelidir (aklın kamusal kullanımı). Tıpkı, kilisede kendisinden vaaz dinlemeye gelen cemaata papazın, o öğretilerde katılmadığı şeyler olsa bile, kilisede asla eleştirel bir tavra sahip olmadan görevini yapmakla yükümlü olması gibi. Eleştiri yapacağı alan ise, kamuya açık ortamlar olmalıdır. (I. Kant. Seçilmiş Yazılar içinde. Çev. Nejat Bozkurt. Remzi Kit. 1984)
18 FÇ s. 49.
19 Agy. s.27.
20 Agy. s. 27, 29.
21 Agy. s. 43.
22 Agy. s. 45.
23 Agy. s. 35.
24 Agy. s. 47.
25 Agy. s. 53
26 Agy. s. 55.
27 SAE, B 826.
28 B 826.
29 Kant, SAE’nin “Aşkınsal Diyalektik” bölümünde, bu üç nesnenin kendi başına nesnelermiş gibi düşünülerek akıl yürütme aracılığıyla bilme etkinliğinin konusunu oluşturmalarını geleneksel metafiziğin önemli bir kusuru olduğunu, aşkınsal aldanışın [Schein] bundan kaynaklandığını belirtir.
30 B-827/828. (Karş. Pratik Aklın Eleştirisi. II. Kitap Bölüm VI. s.238. . Çev. İ. Kuçuradi, Ü. Gökberk, F. Akatlı, Hacettepe Ün. Yay. 1980. s. 143.)
31 SAE, B 828.
32 SAE, B 834.
33 SAE, B 844.
34 Karş. Dipnot 38.
35 SAE, B 861.
36 SAE, B 865.
37 SAE, B 865.
38 Kant burada “verwachsen” fiilini kullanıyor; bu fiil, örneğin bir çocuğun büyüyerek giysisine artık sığmaz oluşu anlamına geliyor.
39 SAE, B 866
40 Burada ifade edilen, “Künstler” sözcüğü, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde de (Grundlegung zur Metaphysik der Sitten) koşullu buyruk olarak, becerilere dayalı olan için de kullanılmaktadır; “Imperative auch technisch (zur Kunst gehörig)”.
41 SAE, B 867
42 SAE, B 868
43 SAE, B 868
44 SAE, B 883
45 SAE, B 860
46 SAE, B 883
47 A-xi, dn.
48 FÇ. s. 159.
49 Agy. s. 59.
50 Habermas, “The Idea of the University” makalesinde (The New Conservatism içinde. Çev. S.W. Nicholsen, Polity pr. 1989), Humboldt ve Schleiermacher’in iki yaklaşımı üniversite ideasına bağladıklarından söz eder: Bir yandan modern bilimin (Wissenschaft –ki bu terim sadece doğa bilimlerini değil, sosyal bilimleri ve insan bilimlerini de kuşatmaktadır) din ve kilisenin vesayetinden uzak bir şekilde ve özerkliği başka bir güç odağı tarafından tehdit edilmeksizin nasıl kurumsallaşacağını tasarlarken; öte yandan bilimsel ve akademik çalışmaların sonuçlarını kendi çıkarları için uygulamaya koyacak burjuva toplumunun etkilerinden nasıl bağımsız kalabileceğini düşünüyorlardı. (Ayrıca bu konuda genç akademisyen Serdar Tekin’in Toplum ve Bilim dergisinin 97. sayısında yayımlanan Neoliberalizm, Teknik Akıl ve Üniversitenin Geleceği başlıklı nitelikli yazısına bakılabilir.)
51 Max Weber, Sosyoloji Yazıları içinde, Gerth ve Milss’in İngilizce çevirisinden Çev. Taha Parla. Hürriyet Vakfı Yay. 1986. s. 136.
52 I. Kant. Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi. çev. Uluğ Nutku, Yazko Felsefe Yazıları, 4. Kitap, s. 120.
53 J. Derrida. “Mochlos ou les conflit des facultés”, Du Droit à la Philosophie içinde. Editions Galilée,1990. s. 397-438
54 Mochlos, Homeros’un Odysseia’sında Odysseus ve adamlarının, onları bir mağaraya kapatan Kyklop’tan (Tepegöz) kurtulmak için ateşte kızdırdıktan sonra onun gözüne soktukları kazığın adı. (Odysseia, IX. Bölüm. 375-388).
55 Fakültelerin Çatışması, s. 193 ve aynı sayfadaki dipnot.
(1957'de İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini Saint Joseph'te, lisans eğitimini ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde tamamladı. 1992'de ODTÜ Felsefe Bölümü'nden geometride uzlaşımsalcılık üzerine yazdığı teziyle yüksek lisans, 2000'de Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Kant'ta Ben'in ve aklın kuruluşu üzerine yazdığı teziyle doktora derecesi aldı. Halen Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesidir.)