Kant ve Üniversite İdeası
|
Bülent Gözkan
Kant, 1798’de yayımlanmış olan Fakültelerin Çatışması1 [Der Streit der Fakultäten] kitabının, “Felsefe Fakültesinin Hukuk Fakültesi ile Çatışması” bölümünün başında şu soruyu soruyor: “İnsan soyu sürekli olarak ilerlemekte midir?” Bu soru, “insan soyunda, onun daha iyiye doğru ilerlemesinin nedenini oluşturan eğilim ve yetiye [kudrete (Vermögen)] işaret edecek”2 bir olay, bir gösterge var mıdır, eğer böyle bir ilerlemeden söz edebileceksek, bunun işaretini bize ne verebilir, sorusudur. Kant, böyle bir sorunun, “insanlığı etkileyen bir olayın, tarihsel bir gösterge olarak sürekli bir ilerlemenin hatırlatıcısı, kanıtlayıcısı ve gelecekte de devam edeceğinin belirtisi olmasıyla (signum rememorativum, demonstrativum, prognostikon)”3 yanıtlanabileceğini ifade eder. Böyle bir tarihsel olay olarak Kant, Fransız Devrimi’ni ele alır. Ancak ilerlemenin göstergesi bizzat olayın (devrimin) kendisi olamaz Kant’a göre. “Bu olay, insanların gerçekleştirdiği büyük işlerden veya suçlardan, insanlar arasında büyük olanı küçük, küçük olanı büyük kılan eylemlerden veya eski devlet kurumlarını büyüyle ortadan kaldırmak ve birinin yerine öbürünü yeryüzünün derinliklerinden yer üstüne çıkarmak gibi durumlardan meydana gelmez. Hayır, bunların hiçbirinden değil”.4 Öyleyse ilerlemenin göstergesi tarihsel olayın bizzat kendisi değilse, nedir? Kant bu göstergeyi, bu tarihsel olaya tanıklık etmiş olanların yaşamış olduğu coşkuda bulur. Devrim sırasında, devrime tanıklık etmiş olanların düşünme tarzlarının ve böylesi genel, ama çıkar gözetmeyen duygudaşlığın kamusal olarak ortaya çıkması, insan soyunun ahlaki eğilimini ortaya koymaktadır. Çünkü devrim mutluluk ya da acı, refah ya da sefalet getirebilir; başarılı ya da başarısız olabilir; ancak onun etrafında oluşan sahici coşku (wahrer Enthusiasm) insanlığın ahlaki eğiliminin bir göstergesi olabilir. Kant’a göre “sahici coşku her zaman ideal olana yönelir ve aslında adalet kavramı gibi saf ahlaki olana yönelir ve bunu özçıkarla birleştirme olanağı yoktur”.5 Bu anlamda Kant, ilerlemeyi tarihsel bir olguya, olaya vb. bağlamak yerine, öznenin bu tarihsel olgularla kurduğu ilişkiye, ona karşı aldığı tavra bağlamaktadır. Yani bir tarihsel olay, bir tarihsel olgudur, doğa aleminde vuku bulmaktadır; bunun kendisine “ilerleme” veya “gerileme” değeri atfedilemez. Ama buna karşılık öznenin bu olguyla kurduğu ilişki, onun ahlaki durumuyla ve özgürlük ideasının somutlaşmasıyla ilgili bir göstergedir; ve insani olanın özüne ilişkin bir açılım vererek insan soyunun ilerleyip ilerlemediği noktasında bir yargıda bulunma hakkını bize verir. Sonuç olarak, “insan soyu ilerlemekte midir” sorusunun yanıtı, insanlardaki ahlaki eğilim ve kudretin [Vermögen] kendisini ortaya koyup koyamadığı ile ilgilidir. İnsanlığın ilerlemesinin göstergesi tarihsel olayların kendileri değildir [bu yaklaşımı günümüze taşırsak, teknolojik ilerleme, böyle bir gösterge olamaz örneğin]; bu gösterge, fiili olaylarda, bunların fayda veya refah sağlıyor olmalarında, başka bir deyişle Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde belirttiği gibi “teknik ve pragmatik buyruklara”6 bağlı olarak gerçekleşen koşullu ereklerde değildir.
Kant’ın 1795’te yazmış olduğu7 bu makaleyi, üniversite ideası üzerine yazmış olduğu bir kitaba koyması ne anlama gelmektedir? Bunun için önce Fakültelerin Çatışması’nın yazıldığı ve yayımlandığı iklime kısaca bakalım.
2
Saf Aklın Eleştirisi8 ile metafizik anlayışını köklü bir dönüşüme uğratan, Pratik Aklın Eleştirisi ile ahlak felsefesini bu dönüşüm üzerinden inşa eden Kant, aynı eleştirel tavrını “Sadece Aklın Sınırları İçinde Din” (Die Religion innerhalb der Grenzen der blossen Vernunft) kitabıyla dine yöneltir. “Aydınlanma Nedir?” makalesinde övgüyle söz ettiği Büyük Friedrich’in ölümünden sonra tahta geçen II. Friedrich Wilhelm döneminde ise Kant, bu kitap sebebiyle 1 Ekim 1794 tarihli bir kraliyet mektubuyla kınanmış ve benzer yayınlara devam etmemesi kendisine bildirilmiştir.9 “Aydınlanma Nedir?” makalesindeki pozitif hukuka saygılı tavrıyla tutarlı olarak din konusundaki eleştirel yaklaşımı konusunda 1798’e kadar suskun kalmış, ama II. Friedrich’in ölümünden sonra, bu tarihte, eleştiri özgürlüğü, bilim ve bilgi üretimi ile iktidar arasındaki ilişkileri ve sonuç olarak bir toplumda bilim etkinliğiyle bilgi üretimini yürüten en yüksek alan olan üniversitelerle devlet arasındaki ilişkileri konu aldığı Fakültelerin Çatışması’nı yayımlamıştır.10
O dönemde, Prusya devletinde üniversiteler, üst fakülteler ve alt fakülteler olarak ayrılmaktadır. Üst fakülteler: teoloji, hukuk ve tıp fakülteleriyken; felsefe alt fakültedir.11 Kant, Fakültelerin Çatışması’nda üniversite kurumunun bir ideaya göre kurulduğunu,12 akademisyenler hakkında sadece yine akademisyenler yargıda bulunabileceğinden üniversitenin belli bir özerkliğe sahip olması gerektiğini,13 ama üniversitenin işlevlerini yerine getirmek üzere yetkisini kendi dışında bir yerden aldığını14 bir tespit olarak belirtir. Üniversitenin yapısı ve fakültelerin konumu rastlantısal bir biçimde değil, devlet (yönetim, Regierung) eliyle oluşturulmuştur, dolayısıyla devletin böyle bir kuruluşla amaçladıklarını, beklentilerini yansıtır. Üniversitenin de alt ve üst fakültelere bölünmesi devlete göre şekillenmiştir. Kant, bu bölünmenin gerekçesini de, “bir fakülte, eğer verdiği eğitim, hem içerik hem de kamuya aktarılma biçimiyle devletin kendisini ilgilendiriyorsa ve onun çıkarınaysa üst fakülte olarak nitelendirilmiştir”15 diye açıklamaktadır.
Devlet, öncelikle halkın üzerinde en kuvvetli ve en kalıcı etkileri ortaya çıkaracak araçlarla ilgilidir16 ve üst fakültelerin öğrettiği konular tam da bu araçların hayata geçirilmesini sağlayacak eğitilmiş kesimin yetişmesini sağlar. Bundan dolayı yönetim, üst fakültenin öğretimini onaylama hakkını kendisinde görür. Üst fakültelerden yetişen ve devletin çıkarlarına hizmet eden görevliler, (Kant’ın Aydınlanma Nedir? makalesinde işaret ettiği aklın özel kullanımı ve aklın kamusal kullanımı ayrımını dikkate alırsak)17 aklın özel kullanımına tabidirler. Kant’a göre yönetimin (devletin) ereği, halkın üzerinde kalıcı ve güçlü etkiler meydana getirerek, kendi iktidarını kalıcılaştırmaya yöneliktir; bunun için de öncelikle halkın refahına yönelir ve bu ereğe uygun olan araçları seferber eder. “Halk, kendi refahını öncelikle özgürlük olarak değil, doğal ereklerinin, yani aşağıdaki üç hususun sağlanması olarak düşünür: Ölümden sonra mutlu olmak, toplumsal yaşamlarında mülkiyetlerinin yasalarla güvence altına alınması, hayatın fiziksel tarafının tadını çıkarmak”18. Üst fakülteler işte bu araçları sağlarlar. Dolayısıyla devletin bu ereği koşullu bir erektir, yani devlet daha baştan yönünü büyük ölçüde koşullu buyruklarla belirler.
Meşruiyetlerini devletin ereklerine ve çıkarlarına uygun olmalarında bulan üst fakültelerin dışında, sadece bilimin (Wissenschaft – bu terim sadece doğa bilimlerini değil, sosyal bilimleri ve insan bilimlerini de kuşatmaktadır) çıkarlarına yönelik bir fakülte olan, Felsefe fakültesi, alt fakülte olarak nitelendirilmiştir19. Kant’a göre, üniversitede, öğrettikleri şeyler itibarıyla devletin emirlerinden [Befehle] bağımsız bir fakültenin bulunması son derece önemlidir. Bu fakültenin alacağı hiçbir emrin olmaması gerektiği gibi, vereceği hiçbir emir de yoktur; “onun her şeyi değerlendirme özgürlüğü vardır ve bilimin çıkarlarıyla, yani hakikatle ilgilidir; burada akıl kamusal alanda açıkça konuşmaya yetkilidir. Çünkü böyle bir fakülte olmadan hakikat gün ışığına çıkamaz (bu ise, devletin de zararına olurdu)”20. Özerklik altında, yani özgürce yargıda bulunabilme yetisi akıldır. Akıl, doğası gereği özgürdür ve hiçbir emri kaldırmaz; devletin yasalarını değil, kendi yasalarını dinler.21 Felsefe fakültesi için (genelde bilgi sahibi olma ve öğrenmenin [Gelehrsamkeit] özsel ve ilk koşulu olan) hakikat asıl olunca ve felsefe fakültesinin bu doğası gereği üst fakültelerin devlete sağladığı yararlılık felsefe fakültesi için ikinci sırada olunca22, üst fakültelerle alt fakülte arasında bir çatışma [Streit] kaçınılmaz olur. Bu çatışma, üst fakültelerin (pratik akıl açısından) koşullu buyrukları kendilerine yasa olarak almalarının, faydayı ve çıkarı birinci sıraya yerleştirmelerinin [günümüz açısından üst fakülteler olarak nitelendirilebilecek mühendislik, işletme ve iktisat fakülteleri de, piyasanın talebine uygun olarak, öğretimlerinde, örneğin kârın maksimizasyonunu merkezi hedeflerden biri olarak koyabilirler] karşısında, alt fakültenin eşitlik, özgürlük [Gleicheit, Freiheit]23 gibi kavramları temel almasından kaynaklanır.24
Kant, üst fakültelerle alt fakülte arasındaki çatışmayı meşru olmayan ve meşru olan olarak ikiye ayırır. Farklı görüşlerin kamusal alanda tartışılabilme olanağı içerik ve biçim açısından meşru olmayan çatışma olarak nitelendirilebilir. Meşru olmayan çatışma, içerik açısından bazı görüşlerin açıkça tartışılabilmesinin bile yönetim tarafından yasaklanmasıdır; biçim açısından ise, tartışma ve eleştirinin konusunu oluşturan şeylerin, aklın özgürce kullanımına dayalı nesnel zeminler yerine, eğilimlere, tercihlere dayalı öznel zeminlerde ele alınmasından kaynaklanır. Eğilimler ve genelde özel amaçlar için yararlı bulunanlar, asla yasa olarak nitelendirilemez ve “üst fakülteler de bunları yasa olarak değerlendiremez. Böyle ilkeleri onaylayan bir yönetim, akla karşı suç işlemiş olur ve böylelikle üst fakültelerle alt fakülteyi çatışmanın içine atmış olur.”25
Meşru olan çatışma ise, tüm fakülteler öğretimlerini kamu önünde özgürce tartışmayı kabul ederken, yine de üst fakültelerin devletin işleyişindeki konumları itibarıyla ayrıcalıklı statüde olmalarından çıkar. Kant, meşru çatışmayı parlamentodaki sağ kanat ile (bu üst fakültelere karşılık gelir) sol kanat (bu da felsefe fakültesine karşılık gelir) arasındaki çatışmaya benzetir. Devletin kurallarını, ilkelerini ve halk tarafından desteğinin sürmesini sağlayacak refah gibi ereklerini destekleyen sağ kanadın veya üst fakültelerin karşısında, “işlevi hakikatin kamuya sunumu [öffentliche Darstellung der Wahrheit]”26 olan, aklın kamusal kullanımının, yani kamuya açık eleştiri faaliyetinin dayanağını oluşturan aklın ilke ve ereklerini savunacak bir sol kanat, yani felsefe fakültesi kanadı [die Bank der philosopischen Facultät] gereklidir.
Peki aklın özgürce eleştiri faaliyetinin dayanağını oluşturan ilke ve erekler, veya SAE’de atıfta bulunulduğu şekliyle aklın özsel ereklerini [die wesentlichen Zwecke] Kant nasıl ele almaktadır?
3
Kant, SAE’nin “Saf Aklın Kanonu” bölümünün “Aklımızın Saf Kullanımının Enson Ereği” başlıklı birinci altbölümünde “insan aklının en yüksek ereklerinin, insanlığın ilgisini/çıkarını [Interesse] daha yüksek başka bir ilgi/çıkara bağımlı olmayacak şekilde ve birlik içinde ilerletebilmek için, aklın doğasına uygun olarak birliğe sahip olmaları gerektiğini”27 belirtir. Aşkınsal kullanımda spekülatif kullanımın enson amaç [Endabsicht] olarak yöneldiği üç nesne: irade özgürlüğü, ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrının var olmasıdır.28 Ancak bu üç nesne spekülatif akıl için aşkın olduklarından ve içkin kullanımları olmadığı için, bilme için gerekli değillerdir.29 Ama bunlar yine de aklımızın ısrarla yöneldiği nesneler olduğu için, önemleri (spekülatif kullanım açısından) teorik bir bilmede değil, pratik olanda ortaya çıkar.30 “Özgürlük aracılığıyla olanaklı olan her şey pratiktir... Ereği akıl tarafından tümüyle a priori olarak verilen ve deneye bağlı (empirisch) koşullara tabi olarak buyruk vermeyen saf pratik yasalar, saf aklın ürünleri olacaktır. Bunlar ise ahlak yasalarıdır.”31
Kant aynı bölümün ikinci altbölümünde (“1. Neyi bilebilirim?; 2. Ne yapmalıyım?; 3. Ne umabilirim?” sorularının sorulduğu ünlü altbölümdür bu) koşullu ve koşulsuz buyruklarla ilgili şu belirlemeyi yapar: “Mutluluk yöneliminden gelen pratik yasayı, pragmatik yasa (sağduyu kuralı) olarak adlandırıyorum; mutlu olmaya layık olmaktan başka hiçbir yönelimi olmayan yasaya ise ahlak yasası diyorum. Birinci yasa, mutlu olmak için ne yapmamız gerektiğini bize söyler [koşullu buyruk (vurgu benim)]; ikinci yasa, mutlu olmaya layık olmak için nasıl eylemde bulunmamız gerektiğini [koşulsuz buyruk (vurgu benim)].”32 “En yüksek erekler, ahlaklılığın erekleridir ve bunların bilgisini ancak saf akıl sağlayabilir”33
Şimdi bu en yüksek erekleri kim bilmektedir; nerededir bunlar; “nereden bilinecektir o oldukları”34? Kant, SAE’nin “Saf Aklın Arkitektoniği” bölümünde bu sorulara şaşırtıcı yanıtlar vermektedir ki, biz bu yanıtların, üniversite ideasıyla ve felsefe fakültesinin konumu ve yönelimiyle bağlantı içine sokulabileceğini düşünüyoruz.
Kant, SAE’nin “Saf Aklın Arkitektoniği” bölümünde “bir ideanın uygulamaya konulması [Ausführung] için bir şema gerektirdiğini”35 ifade etmektedir. Eğer bu şema aklın ana ereklerine göre değil de olumsal ereklere göre empirik olarak tasarlanmışsa, bu, “teknik birlik” verir; ama aklın a priori verdiği ereklere göre bir ideadan kaynaklanıyorsa, arkitektonik birliğin zeminini oluşturur. Arkitektonikten anlaşılan “bir sistem sanatı”dır. Aklın yönetimi altında bilgilerimiz bir sistem oluşturmaları yoluyla aklın özsel ereklerini destekler ve ilerletirler.
Kant, “Arkitektoniğin”, felsefenin öğrenilemeyeceğini, ancak felsefe yapmanın öğrenilebileceğini söylediği ünlü bölümde, ikisi de saf akıl bilgisi olan matematik ile felsefeyi karşılaştırır. Matematiksel bilgi öğrenilebilir; çünkü “öğretmenin bilgilerini türetebileceği bilgi kaynakları, aklın özsel ve hakiki ilkelerinden [wesentlichen und echten Prinzipien der Vernunft] başka yerde değildir”36; öğrenci de, bu bilgileri aklın somut olarak [in concreto], ama yine de a priori, yani saf görüde temellenen bu kullanımından başka bir yerden türetemez. Başka bir deyişle, matematiksel bilgiler saf görüde inşa temelinde açıklığa çıkartılabilirler; bu yüzden de öğrenilebilirler. Bu saptamanın ardından Kant, felsefenin öğrenilemeyeceğini (felsefe tarihi öğrenilebilir), sadece felsefe yapmanın öğrenilebileceğini söyler.37
Felsefeyi “tüm felsefi bilgilerin sistemi” olarak tanımladıktan sonra, “olanaklı bir bilimin [Wissenschaft] ideası olan felsefenin hiçbir yerde somut olarak [in concreto] verili olmadığını, büyük ölçüde üzeri hissetme yetisi [Sinnlichkeit] tarafından örtülmüş ama içine sığamadığı38 bir patikada keşfedilinceye kadar ve insanların yanlış olarak kabul ettikleri öntasarımın [Nachbild], insanın yapabildiği ölçüde arketipe [Urbild] eşit kılınıncaya dek de felsefenin olmayacağını” belirtir ve ekler: “O zamana kadar felsefe öğrenilemez; çünkü nerededir o, kim sahiptir ona, nereden bilinecektir o olduğu?”39
Kant, 1798’de yayımlanmış olan Fakültelerin Çatışması1 [Der Streit der Fakultäten] kitabının, “Felsefe Fakültesinin Hukuk Fakültesi ile Çatışması” bölümünün başında şu soruyu soruyor: “İnsan soyu sürekli olarak ilerlemekte midir?” Bu soru, “insan soyunda, onun daha iyiye doğru ilerlemesinin nedenini oluşturan eğilim ve yetiye [kudrete (Vermögen)] işaret edecek”2 bir olay, bir gösterge var mıdır, eğer böyle bir ilerlemeden söz edebileceksek, bunun işaretini bize ne verebilir, sorusudur. Kant, böyle bir sorunun, “insanlığı etkileyen bir olayın, tarihsel bir gösterge olarak sürekli bir ilerlemenin hatırlatıcısı, kanıtlayıcısı ve gelecekte de devam edeceğinin belirtisi olmasıyla (signum rememorativum, demonstrativum, prognostikon)”3 yanıtlanabileceğini ifade eder. Böyle bir tarihsel olay olarak Kant, Fransız Devrimi’ni ele alır. Ancak ilerlemenin göstergesi bizzat olayın (devrimin) kendisi olamaz Kant’a göre. “Bu olay, insanların gerçekleştirdiği büyük işlerden veya suçlardan, insanlar arasında büyük olanı küçük, küçük olanı büyük kılan eylemlerden veya eski devlet kurumlarını büyüyle ortadan kaldırmak ve birinin yerine öbürünü yeryüzünün derinliklerinden yer üstüne çıkarmak gibi durumlardan meydana gelmez. Hayır, bunların hiçbirinden değil”.4 Öyleyse ilerlemenin göstergesi tarihsel olayın bizzat kendisi değilse, nedir? Kant bu göstergeyi, bu tarihsel olaya tanıklık etmiş olanların yaşamış olduğu coşkuda bulur. Devrim sırasında, devrime tanıklık etmiş olanların düşünme tarzlarının ve böylesi genel, ama çıkar gözetmeyen duygudaşlığın kamusal olarak ortaya çıkması, insan soyunun ahlaki eğilimini ortaya koymaktadır. Çünkü devrim mutluluk ya da acı, refah ya da sefalet getirebilir; başarılı ya da başarısız olabilir; ancak onun etrafında oluşan sahici coşku (wahrer Enthusiasm) insanlığın ahlaki eğiliminin bir göstergesi olabilir. Kant’a göre “sahici coşku her zaman ideal olana yönelir ve aslında adalet kavramı gibi saf ahlaki olana yönelir ve bunu özçıkarla birleştirme olanağı yoktur”.5 Bu anlamda Kant, ilerlemeyi tarihsel bir olguya, olaya vb. bağlamak yerine, öznenin bu tarihsel olgularla kurduğu ilişkiye, ona karşı aldığı tavra bağlamaktadır. Yani bir tarihsel olay, bir tarihsel olgudur, doğa aleminde vuku bulmaktadır; bunun kendisine “ilerleme” veya “gerileme” değeri atfedilemez. Ama buna karşılık öznenin bu olguyla kurduğu ilişki, onun ahlaki durumuyla ve özgürlük ideasının somutlaşmasıyla ilgili bir göstergedir; ve insani olanın özüne ilişkin bir açılım vererek insan soyunun ilerleyip ilerlemediği noktasında bir yargıda bulunma hakkını bize verir. Sonuç olarak, “insan soyu ilerlemekte midir” sorusunun yanıtı, insanlardaki ahlaki eğilim ve kudretin [Vermögen] kendisini ortaya koyup koyamadığı ile ilgilidir. İnsanlığın ilerlemesinin göstergesi tarihsel olayların kendileri değildir [bu yaklaşımı günümüze taşırsak, teknolojik ilerleme, böyle bir gösterge olamaz örneğin]; bu gösterge, fiili olaylarda, bunların fayda veya refah sağlıyor olmalarında, başka bir deyişle Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde belirttiği gibi “teknik ve pragmatik buyruklara”6 bağlı olarak gerçekleşen koşullu ereklerde değildir.
Kant’ın 1795’te yazmış olduğu7 bu makaleyi, üniversite ideası üzerine yazmış olduğu bir kitaba koyması ne anlama gelmektedir? Bunun için önce Fakültelerin Çatışması’nın yazıldığı ve yayımlandığı iklime kısaca bakalım.
2
Saf Aklın Eleştirisi8 ile metafizik anlayışını köklü bir dönüşüme uğratan, Pratik Aklın Eleştirisi ile ahlak felsefesini bu dönüşüm üzerinden inşa eden Kant, aynı eleştirel tavrını “Sadece Aklın Sınırları İçinde Din” (Die Religion innerhalb der Grenzen der blossen Vernunft) kitabıyla dine yöneltir. “Aydınlanma Nedir?” makalesinde övgüyle söz ettiği Büyük Friedrich’in ölümünden sonra tahta geçen II. Friedrich Wilhelm döneminde ise Kant, bu kitap sebebiyle 1 Ekim 1794 tarihli bir kraliyet mektubuyla kınanmış ve benzer yayınlara devam etmemesi kendisine bildirilmiştir.9 “Aydınlanma Nedir?” makalesindeki pozitif hukuka saygılı tavrıyla tutarlı olarak din konusundaki eleştirel yaklaşımı konusunda 1798’e kadar suskun kalmış, ama II. Friedrich’in ölümünden sonra, bu tarihte, eleştiri özgürlüğü, bilim ve bilgi üretimi ile iktidar arasındaki ilişkileri ve sonuç olarak bir toplumda bilim etkinliğiyle bilgi üretimini yürüten en yüksek alan olan üniversitelerle devlet arasındaki ilişkileri konu aldığı Fakültelerin Çatışması’nı yayımlamıştır.10
O dönemde, Prusya devletinde üniversiteler, üst fakülteler ve alt fakülteler olarak ayrılmaktadır. Üst fakülteler: teoloji, hukuk ve tıp fakülteleriyken; felsefe alt fakültedir.11 Kant, Fakültelerin Çatışması’nda üniversite kurumunun bir ideaya göre kurulduğunu,12 akademisyenler hakkında sadece yine akademisyenler yargıda bulunabileceğinden üniversitenin belli bir özerkliğe sahip olması gerektiğini,13 ama üniversitenin işlevlerini yerine getirmek üzere yetkisini kendi dışında bir yerden aldığını14 bir tespit olarak belirtir. Üniversitenin yapısı ve fakültelerin konumu rastlantısal bir biçimde değil, devlet (yönetim, Regierung) eliyle oluşturulmuştur, dolayısıyla devletin böyle bir kuruluşla amaçladıklarını, beklentilerini yansıtır. Üniversitenin de alt ve üst fakültelere bölünmesi devlete göre şekillenmiştir. Kant, bu bölünmenin gerekçesini de, “bir fakülte, eğer verdiği eğitim, hem içerik hem de kamuya aktarılma biçimiyle devletin kendisini ilgilendiriyorsa ve onun çıkarınaysa üst fakülte olarak nitelendirilmiştir”15 diye açıklamaktadır.
Devlet, öncelikle halkın üzerinde en kuvvetli ve en kalıcı etkileri ortaya çıkaracak araçlarla ilgilidir16 ve üst fakültelerin öğrettiği konular tam da bu araçların hayata geçirilmesini sağlayacak eğitilmiş kesimin yetişmesini sağlar. Bundan dolayı yönetim, üst fakültenin öğretimini onaylama hakkını kendisinde görür. Üst fakültelerden yetişen ve devletin çıkarlarına hizmet eden görevliler, (Kant’ın Aydınlanma Nedir? makalesinde işaret ettiği aklın özel kullanımı ve aklın kamusal kullanımı ayrımını dikkate alırsak)17 aklın özel kullanımına tabidirler. Kant’a göre yönetimin (devletin) ereği, halkın üzerinde kalıcı ve güçlü etkiler meydana getirerek, kendi iktidarını kalıcılaştırmaya yöneliktir; bunun için de öncelikle halkın refahına yönelir ve bu ereğe uygun olan araçları seferber eder. “Halk, kendi refahını öncelikle özgürlük olarak değil, doğal ereklerinin, yani aşağıdaki üç hususun sağlanması olarak düşünür: Ölümden sonra mutlu olmak, toplumsal yaşamlarında mülkiyetlerinin yasalarla güvence altına alınması, hayatın fiziksel tarafının tadını çıkarmak”18. Üst fakülteler işte bu araçları sağlarlar. Dolayısıyla devletin bu ereği koşullu bir erektir, yani devlet daha baştan yönünü büyük ölçüde koşullu buyruklarla belirler.
Meşruiyetlerini devletin ereklerine ve çıkarlarına uygun olmalarında bulan üst fakültelerin dışında, sadece bilimin (Wissenschaft – bu terim sadece doğa bilimlerini değil, sosyal bilimleri ve insan bilimlerini de kuşatmaktadır) çıkarlarına yönelik bir fakülte olan, Felsefe fakültesi, alt fakülte olarak nitelendirilmiştir19. Kant’a göre, üniversitede, öğrettikleri şeyler itibarıyla devletin emirlerinden [Befehle] bağımsız bir fakültenin bulunması son derece önemlidir. Bu fakültenin alacağı hiçbir emrin olmaması gerektiği gibi, vereceği hiçbir emir de yoktur; “onun her şeyi değerlendirme özgürlüğü vardır ve bilimin çıkarlarıyla, yani hakikatle ilgilidir; burada akıl kamusal alanda açıkça konuşmaya yetkilidir. Çünkü böyle bir fakülte olmadan hakikat gün ışığına çıkamaz (bu ise, devletin de zararına olurdu)”20. Özerklik altında, yani özgürce yargıda bulunabilme yetisi akıldır. Akıl, doğası gereği özgürdür ve hiçbir emri kaldırmaz; devletin yasalarını değil, kendi yasalarını dinler.21 Felsefe fakültesi için (genelde bilgi sahibi olma ve öğrenmenin [Gelehrsamkeit] özsel ve ilk koşulu olan) hakikat asıl olunca ve felsefe fakültesinin bu doğası gereği üst fakültelerin devlete sağladığı yararlılık felsefe fakültesi için ikinci sırada olunca22, üst fakültelerle alt fakülte arasında bir çatışma [Streit] kaçınılmaz olur. Bu çatışma, üst fakültelerin (pratik akıl açısından) koşullu buyrukları kendilerine yasa olarak almalarının, faydayı ve çıkarı birinci sıraya yerleştirmelerinin [günümüz açısından üst fakülteler olarak nitelendirilebilecek mühendislik, işletme ve iktisat fakülteleri de, piyasanın talebine uygun olarak, öğretimlerinde, örneğin kârın maksimizasyonunu merkezi hedeflerden biri olarak koyabilirler] karşısında, alt fakültenin eşitlik, özgürlük [Gleicheit, Freiheit]23 gibi kavramları temel almasından kaynaklanır.24
Kant, üst fakültelerle alt fakülte arasındaki çatışmayı meşru olmayan ve meşru olan olarak ikiye ayırır. Farklı görüşlerin kamusal alanda tartışılabilme olanağı içerik ve biçim açısından meşru olmayan çatışma olarak nitelendirilebilir. Meşru olmayan çatışma, içerik açısından bazı görüşlerin açıkça tartışılabilmesinin bile yönetim tarafından yasaklanmasıdır; biçim açısından ise, tartışma ve eleştirinin konusunu oluşturan şeylerin, aklın özgürce kullanımına dayalı nesnel zeminler yerine, eğilimlere, tercihlere dayalı öznel zeminlerde ele alınmasından kaynaklanır. Eğilimler ve genelde özel amaçlar için yararlı bulunanlar, asla yasa olarak nitelendirilemez ve “üst fakülteler de bunları yasa olarak değerlendiremez. Böyle ilkeleri onaylayan bir yönetim, akla karşı suç işlemiş olur ve böylelikle üst fakültelerle alt fakülteyi çatışmanın içine atmış olur.”25
Meşru olan çatışma ise, tüm fakülteler öğretimlerini kamu önünde özgürce tartışmayı kabul ederken, yine de üst fakültelerin devletin işleyişindeki konumları itibarıyla ayrıcalıklı statüde olmalarından çıkar. Kant, meşru çatışmayı parlamentodaki sağ kanat ile (bu üst fakültelere karşılık gelir) sol kanat (bu da felsefe fakültesine karşılık gelir) arasındaki çatışmaya benzetir. Devletin kurallarını, ilkelerini ve halk tarafından desteğinin sürmesini sağlayacak refah gibi ereklerini destekleyen sağ kanadın veya üst fakültelerin karşısında, “işlevi hakikatin kamuya sunumu [öffentliche Darstellung der Wahrheit]”26 olan, aklın kamusal kullanımının, yani kamuya açık eleştiri faaliyetinin dayanağını oluşturan aklın ilke ve ereklerini savunacak bir sol kanat, yani felsefe fakültesi kanadı [die Bank der philosopischen Facultät] gereklidir.
Peki aklın özgürce eleştiri faaliyetinin dayanağını oluşturan ilke ve erekler, veya SAE’de atıfta bulunulduğu şekliyle aklın özsel ereklerini [die wesentlichen Zwecke] Kant nasıl ele almaktadır?
3
Kant, SAE’nin “Saf Aklın Kanonu” bölümünün “Aklımızın Saf Kullanımının Enson Ereği” başlıklı birinci altbölümünde “insan aklının en yüksek ereklerinin, insanlığın ilgisini/çıkarını [Interesse] daha yüksek başka bir ilgi/çıkara bağımlı olmayacak şekilde ve birlik içinde ilerletebilmek için, aklın doğasına uygun olarak birliğe sahip olmaları gerektiğini”27 belirtir. Aşkınsal kullanımda spekülatif kullanımın enson amaç [Endabsicht] olarak yöneldiği üç nesne: irade özgürlüğü, ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrının var olmasıdır.28 Ancak bu üç nesne spekülatif akıl için aşkın olduklarından ve içkin kullanımları olmadığı için, bilme için gerekli değillerdir.29 Ama bunlar yine de aklımızın ısrarla yöneldiği nesneler olduğu için, önemleri (spekülatif kullanım açısından) teorik bir bilmede değil, pratik olanda ortaya çıkar.30 “Özgürlük aracılığıyla olanaklı olan her şey pratiktir... Ereği akıl tarafından tümüyle a priori olarak verilen ve deneye bağlı (empirisch) koşullara tabi olarak buyruk vermeyen saf pratik yasalar, saf aklın ürünleri olacaktır. Bunlar ise ahlak yasalarıdır.”31
Kant aynı bölümün ikinci altbölümünde (“1. Neyi bilebilirim?; 2. Ne yapmalıyım?; 3. Ne umabilirim?” sorularının sorulduğu ünlü altbölümdür bu) koşullu ve koşulsuz buyruklarla ilgili şu belirlemeyi yapar: “Mutluluk yöneliminden gelen pratik yasayı, pragmatik yasa (sağduyu kuralı) olarak adlandırıyorum; mutlu olmaya layık olmaktan başka hiçbir yönelimi olmayan yasaya ise ahlak yasası diyorum. Birinci yasa, mutlu olmak için ne yapmamız gerektiğini bize söyler [koşullu buyruk (vurgu benim)]; ikinci yasa, mutlu olmaya layık olmak için nasıl eylemde bulunmamız gerektiğini [koşulsuz buyruk (vurgu benim)].”32 “En yüksek erekler, ahlaklılığın erekleridir ve bunların bilgisini ancak saf akıl sağlayabilir”33
Şimdi bu en yüksek erekleri kim bilmektedir; nerededir bunlar; “nereden bilinecektir o oldukları”34? Kant, SAE’nin “Saf Aklın Arkitektoniği” bölümünde bu sorulara şaşırtıcı yanıtlar vermektedir ki, biz bu yanıtların, üniversite ideasıyla ve felsefe fakültesinin konumu ve yönelimiyle bağlantı içine sokulabileceğini düşünüyoruz.
Kant, SAE’nin “Saf Aklın Arkitektoniği” bölümünde “bir ideanın uygulamaya konulması [Ausführung] için bir şema gerektirdiğini”35 ifade etmektedir. Eğer bu şema aklın ana ereklerine göre değil de olumsal ereklere göre empirik olarak tasarlanmışsa, bu, “teknik birlik” verir; ama aklın a priori verdiği ereklere göre bir ideadan kaynaklanıyorsa, arkitektonik birliğin zeminini oluşturur. Arkitektonikten anlaşılan “bir sistem sanatı”dır. Aklın yönetimi altında bilgilerimiz bir sistem oluşturmaları yoluyla aklın özsel ereklerini destekler ve ilerletirler.
Kant, “Arkitektoniğin”, felsefenin öğrenilemeyeceğini, ancak felsefe yapmanın öğrenilebileceğini söylediği ünlü bölümde, ikisi de saf akıl bilgisi olan matematik ile felsefeyi karşılaştırır. Matematiksel bilgi öğrenilebilir; çünkü “öğretmenin bilgilerini türetebileceği bilgi kaynakları, aklın özsel ve hakiki ilkelerinden [wesentlichen und echten Prinzipien der Vernunft] başka yerde değildir”36; öğrenci de, bu bilgileri aklın somut olarak [in concreto], ama yine de a priori, yani saf görüde temellenen bu kullanımından başka bir yerden türetemez. Başka bir deyişle, matematiksel bilgiler saf görüde inşa temelinde açıklığa çıkartılabilirler; bu yüzden de öğrenilebilirler. Bu saptamanın ardından Kant, felsefenin öğrenilemeyeceğini (felsefe tarihi öğrenilebilir), sadece felsefe yapmanın öğrenilebileceğini söyler.37
Felsefeyi “tüm felsefi bilgilerin sistemi” olarak tanımladıktan sonra, “olanaklı bir bilimin [Wissenschaft] ideası olan felsefenin hiçbir yerde somut olarak [in concreto] verili olmadığını, büyük ölçüde üzeri hissetme yetisi [Sinnlichkeit] tarafından örtülmüş ama içine sığamadığı38 bir patikada keşfedilinceye kadar ve insanların yanlış olarak kabul ettikleri öntasarımın [Nachbild], insanın yapabildiği ölçüde arketipe [Urbild] eşit kılınıncaya dek de felsefenin olmayacağını” belirtir ve ekler: “O zamana kadar felsefe öğrenilemez; çünkü nerededir o, kim sahiptir ona, nereden bilinecektir o olduğu?”39