FELSEFE
|
J. M. Bochenski
çeviren: Kurtuluş Dinçer
Felsefe yalnızca uzman kişiyi ilgilendiren bir iş değildir;
çünkü öyle ilgi çekici görünür ki, felsefe yapmayan ola ki
hiçbir insan yoktur. Ya da en azından, her insanın yaşamın
da filozoflaştığı bir an vardır. Bu herşeyden önce doğa bi
limcilerimiz, tarihçilerimiz ve sanatçılarımız için doğrudur.
Bunların hepsi er geç felsefeyle uğraşmaya başlarlar. Elbette
bununla insanlığın önemli bir ödevi yerine getirdiğini söy
lemiyorum; felsefe yapan cahillerin kitapları –bunlar ünlü
fizikçiler, yazarlar, politikacılar da olsalar– genellikle kötü
dür; çoğu kez yalnızca çocuksu-safdil, çoğu kez de yanlış
felsefe içerirler. Ama burada yan bir konudur bu. Önemli
olan hepimizin felsefe yaptığı ve galiba yapmamız da gerek
tiğidir.
Bundan ötürü şu soru da herkes için önemli: felsefe neyin
nesidir? Ne yazık ki bu, felsefenin en güç sorularından biri.
“Felsefe” sözcüğü kadar çok-anlamlı pek az sözcük biliyo
rum. Daha birkaç hafta önce, Fransa’da, Avrupa ve Ame
rika’nın önde gelen düşünürlerinin bir kolokyumunda hazır
bulundum. Hepsi felsefeden söz ediyor, ama ondan tama
men farklı şeyler anlıyorlardı. Farklı yorumlara yakından
bakalım, böylece bu gerçek tanımlar ve görüşler kalabalığı
içerisinde bir kavrayış yolu bulmaya çalışalım.
İlkin, felsefenin henüz bilimsel sayılamayan herşeyin or
tak adı olduğunu ileri süren bir görüş vardır. Bu, örneğin
Lord Bertrand Russell’ın ve birçok pozitivist filozofun görü
şüdür. Bunlar Aristoteles’te felsefe ile bilimin aynı anlama
geldiğine, sonradan tek tek bilimlerin felsefeden koptuğuna
dikkatimizi çekerler: ilkin tıp, sonra fizik, daha sonra psiko
loji, son olarak da, bilindiği gibi, bugün çoğu kez matematik
fakültelerinde öğretilen biçimsel mantığın kendisi. Ya da,
başka türlü dile getirildikte, örneğin kendine özgü nesne
siyle matematiğin varolması anlamında, felsefe diye birşey
yoktur. Felsefenin böyle bir nesnesi yoktur. Onunla yalnızca
henüz olgunlaşmamış çeşitli sorunları açıklığa kavuştur
maya yönelik kimi çabalar adlandırılır.
Bu elbette ilginç bir bakış açısıdır ve ileri sürülen savlar
inandırıcı görünmektedir. Ama işlere biraz daha yakından
bakılırsa, çok büyük kuşkular ortaya çıkar. Çünkü, ilkin, bu
filozofların dediği gibi olsaydı, bugün bizim bin yıl öncekin
den daha az felsefemiz olması gerekirdi. Ama durum kesin
likle öyle değil. Bugün her zamankinden daha az değil, çok
daha fazla felsefe vardır. Felsefecilerin sayısını kastetmiyo
rum –bu sayı bugün yaklaşık onbin olsa gerek–, ele alınan
sorunların sayısını kastediyorum. Eski Yunanlıların felsefesi
bizimkiyle karşılaştırılırsa, görülür ki, biz, İsa’dan sonra yir
minci yüzyılda, Yunanlıların bildiğinden daha fazla anlamlı
soru soruyoruz.
İkincileyin, farklı disiplinlerin zamanla felsefeden kop
tukları elbette doğrudur. Ancak, dikkati çeken o ki, böyle bir
özel bilim özerkleşince, hemen hemen aynı zamanda koşut
bir felsefî disiplin ortaya çıkmış. Örneğin son zamanlarda bi
çimsel mantık felsefeden ayrılırken geniş ölçüde yaygınlaşan
ve hararetle tartışılan bir mantık felsefesi ortaya çıktı. Örne
ğin, mantık alanında aslında öncü olduğu halde –ya da sırf
bundan ötürü–, Amerika Birleşik Devletleri’nde mantık fel
sefesi üzerine, saf mantık soruları üzerine olduğundan belki
de daha çok yazılıp tartışılıyor. Olgular, felsefenin bilimlerin
gelişmesiyle yavaş yavaş ölecek yerde, daha da canlanıp
zenginleştiğini gösteriyor.
Son olarak, felsefe diye birşeyin olmadığını ileri süren ilk
görüşe ters düşen bir soru: Bu sav hangi disiplin, hangi bilim
adına ortaya atılıyor? Daha Aristoteles, felsefeye karşı olan
lara şu eleştiride bulunuyordu: Felsefe ya yapılır –diyordu–
ya yapılmaz; ama felsefe yapılmazsa, bu da ancak bir felsefe
adına olur. Yani, felsefe yapılmayacaksa bile, yapılır. Bu bu
gün de doğru. Felsefe diye birşeyin olmadığını söylemek
için tam bir felsefî sav dile getiren sözde felsefe
düşmanlarının görüşünden daha eğlenceli birşey yoktur.
Demek ki ilk görüşe pek hak verilemez. Felsefe olgun
laşmamış sorunlar deposundan başka birşey olsa gerek. El
bette zaman zaman bu işlevi de görmüştür, ama ondan çok
daha fazla birşeydir.
Buna karşılık ikinci görüş, bütün olanaklı bilimler kendi
sinden koptuğu zaman bile felsefenin yok olmadığını ileri
sürer – çünkü bu görüşe göre, felsefe bilim değildir. Söylen
diği gibi, felsefe us ötesi olanı –kavranamayanı, anlığın öte
sinde ya da en azından sınırında bulunanı– araştırır. Yani
bilimle, anlıkla pek az ortaklığı vardır. Alanı ussal olanın dı
şında bulunur. Buna göre, felsefe yapmak akılla soruştur
mak değil, herhangi bir başka biçimde, az çok “ussal olma
yan bir biçimde” soruşturmaktır. Bugün özellikle Avrupa kı
tasında çok yaygın bir görüştür bu – başkalarının yanı sıra,
varoluş filozofları denen birtakım filozoflarca savunulur. Bu
akımın çok aşırı bir savunucusu, felsefe ile şiir arasında te
melde hiçbir özlü fark bulunmadığını düşünen Parisli parlak
filozof Jean Wahl’dir elbette. Ama ünlü varoluş filozofu Karl
Jaspers de bu açıdan Jean Wahl’e yakın olabilir. Cenevreli fi
lozof Jeanne Hersch’in yorumuna göre, felsefe bilim ile mü
zik arasındaki sınırda bulunan bir düşüncedir; başka bir va
roluş filozofu Gabriel Marcel bir felsefe kitabına doğrudan
doğruya özel bir müzik parçası koydurmuştur – günümüzde
kimi filozofların yazmaya kalkıştığı romanlardan söz etmi
yorum.
Bu görüş de önemli bir felsefî savdır. Doğrusu, bu savı
destekleyen çeşitli şeyler sayılabilir. İlkin, sınır sorularında
–bunlar çoğu kez felsefî sorulardır– insan güçlerinin tümü
nü, yani duyguyu, arzuyu, düşü de –bir şair gibi– kullan
malıdır. İkincileyin, anlık için felsefenin temel gerekleri hiç
de ulaşılabilir değildir – onları, olabildiğince, başka yollarla
da kavramaya çalışmak gerekir. Üçüncüleyin, anlıkta bulu
nan herşey, daha önce şu ya da bu bilime aittir. Böylece fel
sefeye yalnızca anlığın sınırlarındaki ya da sınırlarının ta
mamen ötesindeki bu şiirsel düşünceler kalır. Bu türden da
ha başka gerekçeler de bulunabilir belki.
Ama, başkalarının yanı sıra, Wittgenstein’ın “Hakkında
konuşulamayan konusunda susmalı.” sözüne sadık olan pek
çok düşünür bu görüşe karşı çıkar. Wittgenstein burada
“konuşmak”tan ussal konuşmayı, yani düşünmeyi anlar. Şi
irsel felsefeye karşı olan bu düşünürler, birşey normal insanî
bilme araçlarıyla, yani anlıkla kavranamıyorsa, hiç kavra
namaz derler. İnsan birşeyi bilmek için iki olanaklı yöntem
tanır: ya nesneyi herhangi bir biçimde –duyularla ya da ruh
sal olarak– doğrudan doğruya görmek, ya da onu sonuç ola
rak çıkarmak. İkisi de bir bilme işlevidir ve aslında anlığın
bir edimidir. Bir şeyi sevmenin ya da nefret etmenin, bir
kaygı, bir nefret ya da benzeri birşey yaşamanın sonucu ola
rak, ola ki, insan kendini mutlu ya da mutsuz hisseder – da
ha fazla birşey değil. Bu filozoflar böyle der ve üzüntüyle
belirtmem gerekir ki, bunlar öteki görüşün yandaşlarına
gülerek, onların hayalperest, şair ve gayrı ciddi insanlar ol
duğunu söylerler.
Burada sorunun tartışmasına girmek istemiyorum – ile
ride buna fırsat bulacağız. Bununla birlikte, bir şeyi ifade
etmek istiyorum. Felsefe tarihine –eski Yunanlı Thales’ten
Merleau-Ponty’ye, Jaspers’e dek– bakarsak, tekrar tekrar gö
rürüz ki, filozof gerçekliği açıklamaya çalışmıştır. Ama
açıklama, açıklanacak nesneyi ussal olarak –anlık yardı
mıyla– açık kılmak demektir. Felsefede anlığın kullanımına
en keskin biçimde karşı çıkanlar bile –örneğin Bergson– hep
öyle yapmışlardır. En azından öyle görünüyor ki, filozof, us
sal olarak düşünen, dünyaya ve yaşama açıklık –bu düzen
demektir, düzen de anlık demektir– getirmeye çalışan kişi
dir. Tarihsel olarak bakılırsa –yani filozofların kendi yapıt
ları üzerine söylediklerine değil, gerçekte ne yaptıklarına
bakılırsa– felsefe genellikle şiir değil, ussal, bilimsel bir et
kinlik, bir öğreti olmuştur. Zaman zaman şiire de yetenekli
filozoflar olmuştur: Platon öyledir, Aziz Augustinus –ve
çağdaş bir yazarı büyüklerle karşılaştırmaya izin verilirse,
birkaç iyi tiyatro oyunu yazmış olan Jean-Paul Sartre– öyle
dir. Ama Sartre’da herşey düşünce iletmenin bir aracı haline
gelmiş gibidir. Onun gözünde felsefe, bilindiği gibi, hep bir
öğreti, bir bilim olmuştur.
Öyleyse, soru kendini yeniden sorduruyor: Neyin bilimi?
Cisim dünyasını fizik, yaşam dünyasını biyoloji, bilinci psi
koloji, toplumu sosyoloji araştırır. Bilim olarak felsefeye ne
kalır? Onun alanı nedir?
Bu sorulara farklı felsefe okullarından çok farklı yanıtlar
alırız. Ben onların en önemlilerinden bazılarını belirteceğim.
İlk yanıt: Bilgi kuramı. Öteki bilimler bilgi ortaya koyar
lar; felsefe bilginin kendisinin olanağını –olanaklı bilginin
koşullarını ve sınırlarını– araştırır. Immanuel Kant ile izleyi
cilerinin çoğu bunu yapmıştır.
İkinci yanıt: Değerler. Öteki bilimlerin hepsi, olanı inceler;
buna karşılık, felsefe olması gerekeni araştırır. Örneğin, Güney
Almanya Okulu denen okulun yandaşları ve çağdaş Fransız
filozoflarının pek çoğu bu yanıtı vermiştir.
Üçüncü yanıt: İnsan – başka herşeyin koşulu ve temeli
olarak insan. Bu görüşün savunucularına göre, gerçekte
herşey bir biçimde insanla ilgilidir. Bu ilişki doğa bilimle
rinde, hattâ tin bilimlerinde gözden uzak tutulur. Felsefe
onu, dolayısıyla insanın kendisini, bu bakış açısıyla kendine
nesne edinir. Çoğu varoluş filozofu böyle düşünür.
Dördüncü yanıt: Dil: “Felsefî önerme yoktur, yalnızca
önermelerin açıklığa kavuşturulması vardır” der Wittgens
tein. Felsefe öteki bilimlerin dillerini yapıları bakımından in
celer. Bu Wittgenstein’ın ve çağımızın çoğu mantıkçı poziti
vistinin öğretisidir.
Bunlar aynı türden daha birçok görüşün yalnızca birkaçı.
Her birinin kendi uslamlaması vardır ve oldukça inandırıcı
bir biçimde savunulur. Bu görüşlerin savunucularının hepsi
ötekilerin yandaşlarının hiç de filozof olmadığını söyler. An
cak, bu yargılara hangi temel kanıyla varıldığını belirtmek
gerekir. Örneğin, mantıkçı pozitivistler, kendileriyle uyuş
mayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eğili
mindedir. Onlara göre metafizik sözcüğün en sıkı anlamıyla
boştur. Metafizikçi gürültü eder, ama hiçbirşey söylemez.
Kantçılar da öyle düşünür: onlar için Kant’tan farklı görüşte
olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin boş
konuştukları anlamına değil, eskimiş ve felsefe dışı oldukları
anlamına gelir. Varoluş filozoflarının bütün ötekiler karşı
sındaki horgörüsünden söz etmeme gerek yok. Onu herkes
bilir.
Şimdi, size naçizane kendi kişisel görüşümü belirtecek
olursam, ben şu ya da bu felsefe anlayışına duyulan bu katı
inançlar karşısında açık bir sıkıntı duyuyorum. Felsefenin
bilgiyle, değerlerle, insanla ve insanın diliyle uğraşması ge
rektiğini söylemek bana çok usa yatkın geliyor. Peki ama
niye yalnızca bunlarla uğraşsın? Felsefe yapmanın başka
nesnesi bulunmadığını kanıtlayan bir filozof olmuş mu? Kim
bunu ileri sürerse, kendisine, Goethe’deki Mephistopheles
gibi, ilkin, kanıtlamanın neyin nesi olduğunu öğrensin diye,
Collegium Logicum’u öğütlemem gerekir. Böyle birşey ka
nıtlanmış falan değildir. Dünyaya şöyle bir bakınca; bana
öyle geliyor ki bunların hepsi çözülmemiş sorunlar – önemli
sorunlar, önemli olduğu için de belirtilen bütün alanlara ait
olmakla birlikte, özel bir bilimce ele alınan ya da alınabilen
sorunlar. Yasa sorunu bu sorunlara örnektir. Bu bir mate
matik sorunu değildir; matematikçi kendine bu soruları
sormaksızın yasalarını rahatça dile getirir, araştırır. Bu so
runlar dilbilime de ait değildir; çünkü dil söz konusu değil
dir, dünyadaki ya da en azından düşüncedeki birşey söz ko
nusudur. Öte yandan, matematiksel yasa değer de değildir,
olması gereken birşey değil, olan birşeydir, dolayısıyla değer
kuramına ait değildir. Felsefe özel bir bilimle ya da saydığım
disiplinlerden biriyle sınırlanırsa, bu sorun ele alınamaz, ona
yer olmaz. Dolayısıyla bu açık ve önemli bir sorundur.
Böylece, felsefenin ya dil bilimleriyle özdeşleştirilmesi ya
da özel bir alanla sınırlandırılması gerekiyormuş gibi görü
nüyor. Felsefe belirli anlamda bir evrensel bilimdir, alanı
öteki disiplinlerin alanı gibi dar, belirlenmiş birşeyle sınır
lanmaz.
Bu böyleyse, felsefe başka bilimlerin de uğraştığı nesne
lerle uğraşıyor olabilir ve gerçekten de uğraşmaktadır. Peki
felsefe bu bilimlerden nerede ayrılır. Bu sorunun yanıtı,
yöntemleri bakımından olduğu kadar, bakış açıları bakımın
dan da ayrıldıklarıdır. Yöntemleri bakımından ayrılırlar,
çünkü felsefe bir sürü bilme yönteminden hiçbirini kullan
mayı yasaklamaz. Örneğin filozof, fizikçi gibi, herşeyi du
yular aracılığıyla gözlenebilen görüngülere götürmekle, yani
kendini deneysel-indirgemeci yöntemle sınırlamakla yü
kümlü değildir; verilmiş olanı içinden kavrama yöntemini
ve daha başkalarını da kullanabilir.
Öte yandan, felsefe başka bilimlerden bakış açısıyla da
ayrılır. Çünkü bir nesneyi ele aldığında, ona her zaman ve
yalnızca sınırlar açısından, temel görünümler açısından ba
kar. Bu anlamda felsefe bir temel bilimdir. Öteki bilimlerin
durduğu, soru sormayı bırakıp varsayımları kabul ettiği
yerde, filozof soru sormaya başlar. Bilimler bilgi ortaya ko
yar, filozof bilinenin ne olduğunu sorar; bilimler yasalar or
taya koyar, filozof yasanın ne olduğu sorusunu ortaya atar.
Sokaktaki insan ile politikacı hazdan, yarardan söz eder, fi
lozof ise haz ile yarardan gerçekte ne anlaşılması gerektiğini
sorar. Demek ki, felsefe, köklere gitmesi bakımından aynı
zamanda bir kök bilimidir; öteki bilimlerin yeterli gördükleri
yerde soru sormaya ve araştırmaya devam etmek istemesi
bakımından da ötekilerden daha derindir.
Özel bir bilim ile felsefe arasındaki gerçek sınırın nerede
olduğunu söylemek çoğu kez kolay değildir. Örneğin, yüz
yılımızda iyice gelişen, matematikte temel araştırması pekâlâ
felsefî bir araştırmadır, ama aynı zamanda, matematiksel so
ruşturmalarla da sıkı sıkıya ilişkilidir. Bununla birlikte, sını
rın açık olduğu kimi alanlar vardır. Bunlardan biri, şu ya da
bu konuyla değil, şey, varoluş, nitelik vb. gibi en genel ko
nuları söz konusu eden disiplin olan ontolojidir. Değer ola
rak değerin –toplumun gelişmesinde kendini gösteren değe
rin değil, kendinde değerin– incelenmesi de bu alanlardan
dır. Bu iki alanda felsefeyi hiçbirşey sınırlamaz – onun dı
şında bu nesnelerle uğraşan ya da uğraşabilen hiçbir bilim
yoktur. Ontoloji de öteki alanlardaki araştırmalarda önkoşul
haline gelir ki, bununla, felsefenin ontoloji hakkında hiç
birşey bilemeyen alanlardan farkı ortaya çıkar.
Geçmişin en büyük filozoflarınca felsefe böyle görül
müştür. Felsefe bir bilimdir, dolayısıyla şiir değil, müzik de
ğil, ciddî, sağlam bir araştırmadır. Kapısını hiçbir alana ka
pamaması, ulaşabildiği her yöntemi kullanması anlamında
evrensel bir bilimdir. Sınır sorunlarının, temel sorunlarının
bilimidir, dolayısıyla, öteki disiplinlerin varsayımlarıyla ye
tinmeyen, köklere gidesiye araştırmak isteyen bir kök bili
midir.
Felsefenin son derece zor bir bilim olduğunu da söyle
mek gerek. Her zaman hemen herşeyin soru konusu edil
diği, yerleşik hiçbir varsayımın ve yöntemin geçerli olma
dığı, ontolojinin en karmaşık sorunlarının her zaman göz
önünde bulundurulması gerektiği yerde iş kolay olamaz.
Felsefedeki görüşlerin biribirinden böylesine çok ayrılma
sında şaşılacak birşey yok. Büyük bir düşünür olan, kesin
likle kuşkucu olmayan – tersine, tarihteki en büyük dizgeci
lerden biri olan Aquinolu Aziz Thomas, felsefenin temel so
runlarını pek az insanın, ancak uzun zaman sonra çözebile
ceğini, bunun da yanlışlarla karışmış olabileceğini söylemiş
tir.
Ne ki, istesin istemesin, felsefe yapmak zorundadır insan.
Sözümü bitirirken size birşey daha söylememe izin verin.
Yanı sıra getirdiği çok büyük güçlüklere karşın, insanın ya
şamında olabilecek en güzel, en değerli şeylerden biridir fel
sefe yapmak. Gerçek bir filozofla bir kez olsun haşır neşir
olan, kendini ona kaptırdığını hisseder.
çeviren: Kurtuluş Dinçer
Felsefe yalnızca uzman kişiyi ilgilendiren bir iş değildir;
çünkü öyle ilgi çekici görünür ki, felsefe yapmayan ola ki
hiçbir insan yoktur. Ya da en azından, her insanın yaşamın
da filozoflaştığı bir an vardır. Bu herşeyden önce doğa bi
limcilerimiz, tarihçilerimiz ve sanatçılarımız için doğrudur.
Bunların hepsi er geç felsefeyle uğraşmaya başlarlar. Elbette
bununla insanlığın önemli bir ödevi yerine getirdiğini söy
lemiyorum; felsefe yapan cahillerin kitapları –bunlar ünlü
fizikçiler, yazarlar, politikacılar da olsalar– genellikle kötü
dür; çoğu kez yalnızca çocuksu-safdil, çoğu kez de yanlış
felsefe içerirler. Ama burada yan bir konudur bu. Önemli
olan hepimizin felsefe yaptığı ve galiba yapmamız da gerek
tiğidir.
Bundan ötürü şu soru da herkes için önemli: felsefe neyin
nesidir? Ne yazık ki bu, felsefenin en güç sorularından biri.
“Felsefe” sözcüğü kadar çok-anlamlı pek az sözcük biliyo
rum. Daha birkaç hafta önce, Fransa’da, Avrupa ve Ame
rika’nın önde gelen düşünürlerinin bir kolokyumunda hazır
bulundum. Hepsi felsefeden söz ediyor, ama ondan tama
men farklı şeyler anlıyorlardı. Farklı yorumlara yakından
bakalım, böylece bu gerçek tanımlar ve görüşler kalabalığı
içerisinde bir kavrayış yolu bulmaya çalışalım.
İlkin, felsefenin henüz bilimsel sayılamayan herşeyin or
tak adı olduğunu ileri süren bir görüş vardır. Bu, örneğin
Lord Bertrand Russell’ın ve birçok pozitivist filozofun görü
şüdür. Bunlar Aristoteles’te felsefe ile bilimin aynı anlama
geldiğine, sonradan tek tek bilimlerin felsefeden koptuğuna
dikkatimizi çekerler: ilkin tıp, sonra fizik, daha sonra psiko
loji, son olarak da, bilindiği gibi, bugün çoğu kez matematik
fakültelerinde öğretilen biçimsel mantığın kendisi. Ya da,
başka türlü dile getirildikte, örneğin kendine özgü nesne
siyle matematiğin varolması anlamında, felsefe diye birşey
yoktur. Felsefenin böyle bir nesnesi yoktur. Onunla yalnızca
henüz olgunlaşmamış çeşitli sorunları açıklığa kavuştur
maya yönelik kimi çabalar adlandırılır.
Bu elbette ilginç bir bakış açısıdır ve ileri sürülen savlar
inandırıcı görünmektedir. Ama işlere biraz daha yakından
bakılırsa, çok büyük kuşkular ortaya çıkar. Çünkü, ilkin, bu
filozofların dediği gibi olsaydı, bugün bizim bin yıl öncekin
den daha az felsefemiz olması gerekirdi. Ama durum kesin
likle öyle değil. Bugün her zamankinden daha az değil, çok
daha fazla felsefe vardır. Felsefecilerin sayısını kastetmiyo
rum –bu sayı bugün yaklaşık onbin olsa gerek–, ele alınan
sorunların sayısını kastediyorum. Eski Yunanlıların felsefesi
bizimkiyle karşılaştırılırsa, görülür ki, biz, İsa’dan sonra yir
minci yüzyılda, Yunanlıların bildiğinden daha fazla anlamlı
soru soruyoruz.
İkincileyin, farklı disiplinlerin zamanla felsefeden kop
tukları elbette doğrudur. Ancak, dikkati çeken o ki, böyle bir
özel bilim özerkleşince, hemen hemen aynı zamanda koşut
bir felsefî disiplin ortaya çıkmış. Örneğin son zamanlarda bi
çimsel mantık felsefeden ayrılırken geniş ölçüde yaygınlaşan
ve hararetle tartışılan bir mantık felsefesi ortaya çıktı. Örne
ğin, mantık alanında aslında öncü olduğu halde –ya da sırf
bundan ötürü–, Amerika Birleşik Devletleri’nde mantık fel
sefesi üzerine, saf mantık soruları üzerine olduğundan belki
de daha çok yazılıp tartışılıyor. Olgular, felsefenin bilimlerin
gelişmesiyle yavaş yavaş ölecek yerde, daha da canlanıp
zenginleştiğini gösteriyor.
Son olarak, felsefe diye birşeyin olmadığını ileri süren ilk
görüşe ters düşen bir soru: Bu sav hangi disiplin, hangi bilim
adına ortaya atılıyor? Daha Aristoteles, felsefeye karşı olan
lara şu eleştiride bulunuyordu: Felsefe ya yapılır –diyordu–
ya yapılmaz; ama felsefe yapılmazsa, bu da ancak bir felsefe
adına olur. Yani, felsefe yapılmayacaksa bile, yapılır. Bu bu
gün de doğru. Felsefe diye birşeyin olmadığını söylemek
için tam bir felsefî sav dile getiren sözde felsefe
düşmanlarının görüşünden daha eğlenceli birşey yoktur.
Demek ki ilk görüşe pek hak verilemez. Felsefe olgun
laşmamış sorunlar deposundan başka birşey olsa gerek. El
bette zaman zaman bu işlevi de görmüştür, ama ondan çok
daha fazla birşeydir.
Buna karşılık ikinci görüş, bütün olanaklı bilimler kendi
sinden koptuğu zaman bile felsefenin yok olmadığını ileri
sürer – çünkü bu görüşe göre, felsefe bilim değildir. Söylen
diği gibi, felsefe us ötesi olanı –kavranamayanı, anlığın öte
sinde ya da en azından sınırında bulunanı– araştırır. Yani
bilimle, anlıkla pek az ortaklığı vardır. Alanı ussal olanın dı
şında bulunur. Buna göre, felsefe yapmak akılla soruştur
mak değil, herhangi bir başka biçimde, az çok “ussal olma
yan bir biçimde” soruşturmaktır. Bugün özellikle Avrupa kı
tasında çok yaygın bir görüştür bu – başkalarının yanı sıra,
varoluş filozofları denen birtakım filozoflarca savunulur. Bu
akımın çok aşırı bir savunucusu, felsefe ile şiir arasında te
melde hiçbir özlü fark bulunmadığını düşünen Parisli parlak
filozof Jean Wahl’dir elbette. Ama ünlü varoluş filozofu Karl
Jaspers de bu açıdan Jean Wahl’e yakın olabilir. Cenevreli fi
lozof Jeanne Hersch’in yorumuna göre, felsefe bilim ile mü
zik arasındaki sınırda bulunan bir düşüncedir; başka bir va
roluş filozofu Gabriel Marcel bir felsefe kitabına doğrudan
doğruya özel bir müzik parçası koydurmuştur – günümüzde
kimi filozofların yazmaya kalkıştığı romanlardan söz etmi
yorum.
Bu görüş de önemli bir felsefî savdır. Doğrusu, bu savı
destekleyen çeşitli şeyler sayılabilir. İlkin, sınır sorularında
–bunlar çoğu kez felsefî sorulardır– insan güçlerinin tümü
nü, yani duyguyu, arzuyu, düşü de –bir şair gibi– kullan
malıdır. İkincileyin, anlık için felsefenin temel gerekleri hiç
de ulaşılabilir değildir – onları, olabildiğince, başka yollarla
da kavramaya çalışmak gerekir. Üçüncüleyin, anlıkta bulu
nan herşey, daha önce şu ya da bu bilime aittir. Böylece fel
sefeye yalnızca anlığın sınırlarındaki ya da sınırlarının ta
mamen ötesindeki bu şiirsel düşünceler kalır. Bu türden da
ha başka gerekçeler de bulunabilir belki.
Ama, başkalarının yanı sıra, Wittgenstein’ın “Hakkında
konuşulamayan konusunda susmalı.” sözüne sadık olan pek
çok düşünür bu görüşe karşı çıkar. Wittgenstein burada
“konuşmak”tan ussal konuşmayı, yani düşünmeyi anlar. Şi
irsel felsefeye karşı olan bu düşünürler, birşey normal insanî
bilme araçlarıyla, yani anlıkla kavranamıyorsa, hiç kavra
namaz derler. İnsan birşeyi bilmek için iki olanaklı yöntem
tanır: ya nesneyi herhangi bir biçimde –duyularla ya da ruh
sal olarak– doğrudan doğruya görmek, ya da onu sonuç ola
rak çıkarmak. İkisi de bir bilme işlevidir ve aslında anlığın
bir edimidir. Bir şeyi sevmenin ya da nefret etmenin, bir
kaygı, bir nefret ya da benzeri birşey yaşamanın sonucu ola
rak, ola ki, insan kendini mutlu ya da mutsuz hisseder – da
ha fazla birşey değil. Bu filozoflar böyle der ve üzüntüyle
belirtmem gerekir ki, bunlar öteki görüşün yandaşlarına
gülerek, onların hayalperest, şair ve gayrı ciddi insanlar ol
duğunu söylerler.
Burada sorunun tartışmasına girmek istemiyorum – ile
ride buna fırsat bulacağız. Bununla birlikte, bir şeyi ifade
etmek istiyorum. Felsefe tarihine –eski Yunanlı Thales’ten
Merleau-Ponty’ye, Jaspers’e dek– bakarsak, tekrar tekrar gö
rürüz ki, filozof gerçekliği açıklamaya çalışmıştır. Ama
açıklama, açıklanacak nesneyi ussal olarak –anlık yardı
mıyla– açık kılmak demektir. Felsefede anlığın kullanımına
en keskin biçimde karşı çıkanlar bile –örneğin Bergson– hep
öyle yapmışlardır. En azından öyle görünüyor ki, filozof, us
sal olarak düşünen, dünyaya ve yaşama açıklık –bu düzen
demektir, düzen de anlık demektir– getirmeye çalışan kişi
dir. Tarihsel olarak bakılırsa –yani filozofların kendi yapıt
ları üzerine söylediklerine değil, gerçekte ne yaptıklarına
bakılırsa– felsefe genellikle şiir değil, ussal, bilimsel bir et
kinlik, bir öğreti olmuştur. Zaman zaman şiire de yetenekli
filozoflar olmuştur: Platon öyledir, Aziz Augustinus –ve
çağdaş bir yazarı büyüklerle karşılaştırmaya izin verilirse,
birkaç iyi tiyatro oyunu yazmış olan Jean-Paul Sartre– öyle
dir. Ama Sartre’da herşey düşünce iletmenin bir aracı haline
gelmiş gibidir. Onun gözünde felsefe, bilindiği gibi, hep bir
öğreti, bir bilim olmuştur.
Öyleyse, soru kendini yeniden sorduruyor: Neyin bilimi?
Cisim dünyasını fizik, yaşam dünyasını biyoloji, bilinci psi
koloji, toplumu sosyoloji araştırır. Bilim olarak felsefeye ne
kalır? Onun alanı nedir?
Bu sorulara farklı felsefe okullarından çok farklı yanıtlar
alırız. Ben onların en önemlilerinden bazılarını belirteceğim.
İlk yanıt: Bilgi kuramı. Öteki bilimler bilgi ortaya koyar
lar; felsefe bilginin kendisinin olanağını –olanaklı bilginin
koşullarını ve sınırlarını– araştırır. Immanuel Kant ile izleyi
cilerinin çoğu bunu yapmıştır.
İkinci yanıt: Değerler. Öteki bilimlerin hepsi, olanı inceler;
buna karşılık, felsefe olması gerekeni araştırır. Örneğin, Güney
Almanya Okulu denen okulun yandaşları ve çağdaş Fransız
filozoflarının pek çoğu bu yanıtı vermiştir.
Üçüncü yanıt: İnsan – başka herşeyin koşulu ve temeli
olarak insan. Bu görüşün savunucularına göre, gerçekte
herşey bir biçimde insanla ilgilidir. Bu ilişki doğa bilimle
rinde, hattâ tin bilimlerinde gözden uzak tutulur. Felsefe
onu, dolayısıyla insanın kendisini, bu bakış açısıyla kendine
nesne edinir. Çoğu varoluş filozofu böyle düşünür.
Dördüncü yanıt: Dil: “Felsefî önerme yoktur, yalnızca
önermelerin açıklığa kavuşturulması vardır” der Wittgens
tein. Felsefe öteki bilimlerin dillerini yapıları bakımından in
celer. Bu Wittgenstein’ın ve çağımızın çoğu mantıkçı poziti
vistinin öğretisidir.
Bunlar aynı türden daha birçok görüşün yalnızca birkaçı.
Her birinin kendi uslamlaması vardır ve oldukça inandırıcı
bir biçimde savunulur. Bu görüşlerin savunucularının hepsi
ötekilerin yandaşlarının hiç de filozof olmadığını söyler. An
cak, bu yargılara hangi temel kanıyla varıldığını belirtmek
gerekir. Örneğin, mantıkçı pozitivistler, kendileriyle uyuş
mayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eğili
mindedir. Onlara göre metafizik sözcüğün en sıkı anlamıyla
boştur. Metafizikçi gürültü eder, ama hiçbirşey söylemez.
Kantçılar da öyle düşünür: onlar için Kant’tan farklı görüşte
olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin boş
konuştukları anlamına değil, eskimiş ve felsefe dışı oldukları
anlamına gelir. Varoluş filozoflarının bütün ötekiler karşı
sındaki horgörüsünden söz etmeme gerek yok. Onu herkes
bilir.
Şimdi, size naçizane kendi kişisel görüşümü belirtecek
olursam, ben şu ya da bu felsefe anlayışına duyulan bu katı
inançlar karşısında açık bir sıkıntı duyuyorum. Felsefenin
bilgiyle, değerlerle, insanla ve insanın diliyle uğraşması ge
rektiğini söylemek bana çok usa yatkın geliyor. Peki ama
niye yalnızca bunlarla uğraşsın? Felsefe yapmanın başka
nesnesi bulunmadığını kanıtlayan bir filozof olmuş mu? Kim
bunu ileri sürerse, kendisine, Goethe’deki Mephistopheles
gibi, ilkin, kanıtlamanın neyin nesi olduğunu öğrensin diye,
Collegium Logicum’u öğütlemem gerekir. Böyle birşey ka
nıtlanmış falan değildir. Dünyaya şöyle bir bakınca; bana
öyle geliyor ki bunların hepsi çözülmemiş sorunlar – önemli
sorunlar, önemli olduğu için de belirtilen bütün alanlara ait
olmakla birlikte, özel bir bilimce ele alınan ya da alınabilen
sorunlar. Yasa sorunu bu sorunlara örnektir. Bu bir mate
matik sorunu değildir; matematikçi kendine bu soruları
sormaksızın yasalarını rahatça dile getirir, araştırır. Bu so
runlar dilbilime de ait değildir; çünkü dil söz konusu değil
dir, dünyadaki ya da en azından düşüncedeki birşey söz ko
nusudur. Öte yandan, matematiksel yasa değer de değildir,
olması gereken birşey değil, olan birşeydir, dolayısıyla değer
kuramına ait değildir. Felsefe özel bir bilimle ya da saydığım
disiplinlerden biriyle sınırlanırsa, bu sorun ele alınamaz, ona
yer olmaz. Dolayısıyla bu açık ve önemli bir sorundur.
Böylece, felsefenin ya dil bilimleriyle özdeşleştirilmesi ya
da özel bir alanla sınırlandırılması gerekiyormuş gibi görü
nüyor. Felsefe belirli anlamda bir evrensel bilimdir, alanı
öteki disiplinlerin alanı gibi dar, belirlenmiş birşeyle sınır
lanmaz.
Bu böyleyse, felsefe başka bilimlerin de uğraştığı nesne
lerle uğraşıyor olabilir ve gerçekten de uğraşmaktadır. Peki
felsefe bu bilimlerden nerede ayrılır. Bu sorunun yanıtı,
yöntemleri bakımından olduğu kadar, bakış açıları bakımın
dan da ayrıldıklarıdır. Yöntemleri bakımından ayrılırlar,
çünkü felsefe bir sürü bilme yönteminden hiçbirini kullan
mayı yasaklamaz. Örneğin filozof, fizikçi gibi, herşeyi du
yular aracılığıyla gözlenebilen görüngülere götürmekle, yani
kendini deneysel-indirgemeci yöntemle sınırlamakla yü
kümlü değildir; verilmiş olanı içinden kavrama yöntemini
ve daha başkalarını da kullanabilir.
Öte yandan, felsefe başka bilimlerden bakış açısıyla da
ayrılır. Çünkü bir nesneyi ele aldığında, ona her zaman ve
yalnızca sınırlar açısından, temel görünümler açısından ba
kar. Bu anlamda felsefe bir temel bilimdir. Öteki bilimlerin
durduğu, soru sormayı bırakıp varsayımları kabul ettiği
yerde, filozof soru sormaya başlar. Bilimler bilgi ortaya ko
yar, filozof bilinenin ne olduğunu sorar; bilimler yasalar or
taya koyar, filozof yasanın ne olduğu sorusunu ortaya atar.
Sokaktaki insan ile politikacı hazdan, yarardan söz eder, fi
lozof ise haz ile yarardan gerçekte ne anlaşılması gerektiğini
sorar. Demek ki, felsefe, köklere gitmesi bakımından aynı
zamanda bir kök bilimidir; öteki bilimlerin yeterli gördükleri
yerde soru sormaya ve araştırmaya devam etmek istemesi
bakımından da ötekilerden daha derindir.
Özel bir bilim ile felsefe arasındaki gerçek sınırın nerede
olduğunu söylemek çoğu kez kolay değildir. Örneğin, yüz
yılımızda iyice gelişen, matematikte temel araştırması pekâlâ
felsefî bir araştırmadır, ama aynı zamanda, matematiksel so
ruşturmalarla da sıkı sıkıya ilişkilidir. Bununla birlikte, sını
rın açık olduğu kimi alanlar vardır. Bunlardan biri, şu ya da
bu konuyla değil, şey, varoluş, nitelik vb. gibi en genel ko
nuları söz konusu eden disiplin olan ontolojidir. Değer ola
rak değerin –toplumun gelişmesinde kendini gösteren değe
rin değil, kendinde değerin– incelenmesi de bu alanlardan
dır. Bu iki alanda felsefeyi hiçbirşey sınırlamaz – onun dı
şında bu nesnelerle uğraşan ya da uğraşabilen hiçbir bilim
yoktur. Ontoloji de öteki alanlardaki araştırmalarda önkoşul
haline gelir ki, bununla, felsefenin ontoloji hakkında hiç
birşey bilemeyen alanlardan farkı ortaya çıkar.
Geçmişin en büyük filozoflarınca felsefe böyle görül
müştür. Felsefe bir bilimdir, dolayısıyla şiir değil, müzik de
ğil, ciddî, sağlam bir araştırmadır. Kapısını hiçbir alana ka
pamaması, ulaşabildiği her yöntemi kullanması anlamında
evrensel bir bilimdir. Sınır sorunlarının, temel sorunlarının
bilimidir, dolayısıyla, öteki disiplinlerin varsayımlarıyla ye
tinmeyen, köklere gidesiye araştırmak isteyen bir kök bili
midir.
Felsefenin son derece zor bir bilim olduğunu da söyle
mek gerek. Her zaman hemen herşeyin soru konusu edil
diği, yerleşik hiçbir varsayımın ve yöntemin geçerli olma
dığı, ontolojinin en karmaşık sorunlarının her zaman göz
önünde bulundurulması gerektiği yerde iş kolay olamaz.
Felsefedeki görüşlerin biribirinden böylesine çok ayrılma
sında şaşılacak birşey yok. Büyük bir düşünür olan, kesin
likle kuşkucu olmayan – tersine, tarihteki en büyük dizgeci
lerden biri olan Aquinolu Aziz Thomas, felsefenin temel so
runlarını pek az insanın, ancak uzun zaman sonra çözebile
ceğini, bunun da yanlışlarla karışmış olabileceğini söylemiş
tir.
Ne ki, istesin istemesin, felsefe yapmak zorundadır insan.
Sözümü bitirirken size birşey daha söylememe izin verin.
Yanı sıra getirdiği çok büyük güçlüklere karşın, insanın ya
şamında olabilecek en güzel, en değerli şeylerden biridir fel
sefe yapmak. Gerçek bir filozofla bir kez olsun haşır neşir
olan, kendini ona kaptırdığını hisseder.