ÇAĞDAŞ BİLGİ KURAMINDAKİ TEMEL YAKLAŞIMLAR


Erdal Cengiz


Bilgi nedir? sorusu modern düşünceyi şekillendiren, daha doğrusu batı felsefe tarihinin temel uğraş alanını belirleyen; hiçbir şeyin bilinemeyeceği iddiasına karşı şimdi de felsefecileri korkutan, günümüz felsefesinde hâlâ yanıtı aranan bir sorudur. Bir şeyin bilinebileceğine karşı duyulabilecek kuşkuların -varlığı, felsefeyi bilgi için bir ölçüt, bir varlık kanıtı aramaya yöneltmiş: kesin olarak bilinebilecek bir şeyler olduğunu kanıtlama peşindeki epistemoloji ya da bilgi kuramı olarak adlandırılan felsefe uğraşı da en başlarda kesin bilgi arayışı olarak tanımlanmıştı. Bunun nedeni ise, kesin olmadıkça hiçbir şeyin bilinemeyeceği varsayımıydı. Bu anlamda, bir şeyi bilmek demek öne sürülen bu şeyin doğruluğuna ilişkin kuşkuların olmaması demekti. Bu en başlarda ortaya konan amaç. geleneksel bilgi kuramı adı verilen geniş bir yelpaze içerisinde, bilgi tanımını kesinlik ya da doğruluk ölçütüne yöneltmişti. Kimi zaman aklın ön yargılarından kurtulup açık ve seçik bilgiye ulaşmasıyla: kimi zaman da eldeki bilgi adaylarının dış dünyada karşılık geldikleri nesnelerle yüzlcşürilmcsiylc bu kesinliğe dolayısıyla da bilgiye ulaşılabileceği varsayılıyordu. Bir başka deyişle, "bilgi" kavramının bilinen şeyin yanlış olamayacağını mantıksal olarak içerisinde barındırdığı: bilgi ile yanlış kavramlarının birbirlerini dışladığı öne sürülüyordu. Hiç kimse, inandığı p önermesi kesinlikle doğru olmadıkça P yi bildiğini söyleyemezdi: çünkü P nin doğruluğuna ilişkin herhangi bir kuşku, bilgi iddiasının da bir kuşkusu olacaktı.

Bu tür bir uslamlamanın kökeni, bilginin olanaklı olup olmadığı tartışması ya da kesin bilgiye ulaşmanın olanaksızlığı üzerine kurulu bir felsefi yaklaşım olan kuşkucu düşünceye dayanıyordu. Aslında, bilgi kuramı olarak adlandırdığımız felsefe alanı bir anlamda kuşkuculuğa karşı geliştirilen felsefi uslamlamalar alanıdır. Örneğin, Yunanlı kuşkuculardan Gorgias'm ünlü "Hiçbir şey yoktur: bir şey var olsa bile onu bilemezdik; bilsek bile başkasına aktaramazdık" uslamlaması Platon'un bilgi kuramı için çıkış noktası oluşturur. Gorgias Theaitetos ve Devlet diyaloglarında Platon bilginin olanaklı olduğunu ve bilginin doğrulukla özdeş olduğunu Kanıtlamaya çalışarak bu ilk kuşkucu akıma karşı çıkar. Geleneksel bilgi anlayışı, Platon'un bilgiyi doğrulukla (yanlışlanamazlıkla) özdeşleşlirmesiyle şekillenmiş, Descartes'ın sistematik kuşkucu bir yöntemle kuşkuculuğu alaşağı edip bilginin tanımını açık-seçik' kavramlarıyla vermesi ve bilgiyi yine kesin doğru olarak tanımlamasıyla olgunlaştı. Usçu bir felsefi bakışla şekillenmiş olan bu geleneksel yaklaşım, eksikliğini duyduğu dış gerçekliğin bilgisi ve algının güvenilirliği sorununu İngiliz deneyci felsefesiyle tamamladı ve felsefi literatürde geleneksel yaklaşım olarak kimi değişikliklerle günümüze kadar geldi. Bu yaklaşım geçmişte sorguladığı bilginin neliği; bilginin kanıtlanması: duyularla edinilen bilginin güvenilirliği gibi kimi sorunları, artık doğru bilginin olabileceğini kabullenmiş; yalnızca bilgi edinme sürecindeki yöntemleri ve bu yöntemlerin doğruluğunu ya da sağlamlılığını sorgulayan çağdaş bilgi kuramı içerisine de taşımıştı. Ama kuşku yok ki, günümüz bilgi kuramının temel sorunlarını yine kuşkuculuğa karşı verilebilecek yanıtların tartışmaları oluşturuyor. Bilginin temellendirilmesiyle ilgili hem geleneksel hem de çağdaş tartışmaları, duyuların güvenilirliği sorunu ve bilginin doğrulanması için kanıt sunan algılama sürecinin neiiği oluşturuyor.

Bu makalede çağdaş epistemolojinin psikolojiyle yakınlaşması ve bu çabadaki farklı yaklaşımları tartışacağım. Bu tartışma özel olarak bilgi edinim süreçlerinin güvenilirliği ve temellendirilmesi üzerine kurulu. Bu nedenle, yazımız doğalcı ve bilişselci yaklaşımların bilgi kuramını bilimselleştirme çabalarını tanıtacak ve kimi sorunları tartışacaktır. Aslında, kendilerine temel olarak deneyciliği ve bilimselciliği seçen bu her iki yaklaşım geleneksel epistemolojinin sorularından hareket ederek doğa bilimleri içerisinde yanıtlanabilecek bir bilgi kuramı oluşturma amacı gütmektcler. Bu tür bir görüşün arkasında yalnızca doğal olguların tek gerçeklik olduğunu savunan ve gerçekliğin düşünceyi her zaman öncelediği savını kendisine temel alan bilimsel gerçekçilik yaklaşımı var. Epistemolojide bu yaklaşım, bütün bilginin sonunda ayrıcalığı olan belirli inançlarla temellcndirilebileceği ve bu inançların yanlışlanamaz ya da kendi kendinin kanıtı olan bilgi türleri olduğu anlayışını savunan "temellendirmecilik' görüşüne bir tepki olarak belirdi. Doğalcılık yaklaşımı temeltendirmeci görüşü bütünüyle yadsıyıp, algısal bilginin doğruluk ölçütünü bilgiye ulaşmakta kullanılan yöntemlerin epistemik anlamda güvenilirliğine bağladılar. Bu anlamıyla, epistemolojide doğalcılık yaklaşımı en geniş anlamıyla bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişkiyi, aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi, dışsal bir ilişki olarak tanımlamak amacına yöneldi.

Doğalcılığa göre yasalarla ortaya konulan doğadaki zorunluluk, dışarıdaki verinin öznenin kendisinin gözlemlemesiyle deneysel olarak doğrulansa bile bu zorunluluk 'dışarıdan' duyu verilerine yüklenilen bir şeydir. Öznenin nesnenin bilgisine ulaşması yalnızca doğadaki düzenliliğin ve kuramların gözlemle doğrulanmasının sonucudur. Böyle geniş bir tanımlama içerisinde oldukça farklı çizgilerde gelişen doğalcı yaklaşımlar geleneksel epistemolojik sorunların çözümlenmesinde değişik seçenekler sundular. Susan Haack'in makalesinde" ayırdığı doğalcı yaklaşımları burada, geleneksel epistemolojik soruların yanıtlanması için bilme ediminde öznede gerçekleşen bilişsel (psikolojik) süreçlerin incelenmesi gerektiğini: ya da geleneksel soruların deneysel bilgi bütünlüğü içerisinde yanıtlanması gerektiğini savunanlar olarak ayırmak mümkün. Bizim burada yaptığımız ayrım, aslında oldukça benzer, görüşlere sahip olmalarına karşın bu iki görüş arasındaki temel ayrılığı ortaya koyuyor. Bu ayrım epistemolojik soruların psikolojinin sorularıyla yer değiştirme sorunu gibi görünse de, yazımızın sonraki sayfalarında değineceğimiz gibi. temelde olgucu görüşün bilimsel çabanın amacı olarak sunduğu "açıklanıaeı" yaklaşımın, tümevarım sürecini temellendirme çabasının bir yansımasıdır. Hem bilgi edinim sürecinin hem de bu sürecin temellendirilmesinin "açıklaması", pozitivist yaklaşımın sunduğu bilimlerin birliği idealinin gerçekleşeceği en temel alan olan epistemolojide bir sorun olarak kalıyor. Kuşkusuz epistemolojide en büyük sorun şüpheci bir yaklaşım karşına konulabilecek bir doğrulama ya da temellendirme kuramının oluşturulmasıdır. Geleneksel epistemolojinin olduğu kadar çağdaş epistemolojinin de önünde duran bu sorun, yeni yaklaşımlarda ortak bir konu olmayı sürdürüyor ve epistemolojinin temel çabasını 'doğrulama' sorununa indirgiyor.

Çağdaş bilgi kuramında, bilgi edinim sürecinin en temel basamağı olan algının güvenilirliği sorununun yanı sıra bilgiyi doğrulama süreçlerinin güvenilirliği de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmakla. Epistemoloji ile psikoloji arasında bir yere yerleştirilmeye çalışılan 'bilgi' sorunu, aslında, bilginin doğrulanmasında kullanılan yöntemlerin ya da bilginin doğrulandığı sürecin güvenilirliğinin nasıl sağlanacağıyla ilgilidir. Kısaca söylemek gerekirse, sorun, algıyla ulaşılan bilginin inandırıcılığı ve kanıtlama sorunudur. Çünkü, bilgi adayı bir inancın bilgi olarak kabul görmesi için yalnızca doğru olması gerekmiyor: aynı zamanda onu doğrulayan süreçlerin de temellendirilmesi gerekiyor. Bilme sürecinin ya da bilgiye ulaşmakta kullanılan yöntemlerin hem epistemolojik hem de psikolojik boyutlarının sorgulanması üç temel soruyu gündeme getiriyor:

1) Bilgiye ulaşmakta hangi yöntemleri ya da yöntemleri kullanmamız gerekir?
2) Bilgiye nasıl ulaşırız?
3) Bizi bilgiye ulaştıran yöntemler ya da süreçler bilgiye ulaşmakta kullanmamız gereken süreçler midir? (Yani. kullandığımız yöntemler ya da süreçler meşru mudur?)

Birinci sorunun yanıtı epistemoloji alanını oluşturmakta: ikincisinin yanıtı psikolojinin ve üçüncüsünün yanıtı hem epistemolojinin hem de psikolojinin alanını oluşturmaktadır: Bu sorulara verilecek yanıtlar, çağdaş epistemolojideki hem temel yönelimleri göstermekte hem de epistemoloji ile psikoloji arasındaki yakınlaşmayı, hatta birbirinin yerine nasıl konulabileceğini, sergilemektedir. Bu son nokta, yani epistemolojinin soruları yerine psikolojinin sorularının konulması çabası, yirminci yüzyılın ikinci yansında şekillenmeye başlayan çağdaş epistemolojinin ana sorunu olarak ortada durmaktadır.

Doğalcı ve bilişselci olarak adlandırılan her iki yaklaşım da epistemolojik sorularla psikolojik soruların yer değiştirmesine istekli davranıyor; ancak, soruların yer değiştirme derecesi ve değiştirme biçimi konusunda önemli farklılık gösteriyorlar. Doğalcı yaklaşım için yukarıda sözü edilen sorulardan birincisinin yanıtı kaçınılmaz bir biçimde ikinci sorunun yanıtından bağımsız düşünülemez.

Bilgiye nasıl ulaşırız sorusu bilgiye nasıl ulaşmamız gerekir sorusundan bağımsız değildir. Çünkü, bunlar hem birbirleriyle ilintili sorulardır hem de bilgi edinme biçimlerini sorgulayan sorular bctimleyici olduğu kadar düzgüsei-kuralcıdır da. Yani, nesnel bir yöntem belirlenmeye çalışılırken kimi öznel seçimler sonucu bir takım kurallar oluşturulur. Bu durumda, insan etmeninin ya da doğru bir deyişle insanın kendi doğasından gelen yönelimlerinin her betimleme-tanımlama uğraşında önemli bir rol oynadığını göz ardı etmemek gerekir. Bilgiye ulaşmakta kullanılan yöntemin güvenilirliğin sorgulanması kimi zaman yanıtı belirsiz ya da çözümü olmayan sorular ortaya çıkarır. Böyle bir durumda epistemolojinin görevi yeniden tanımlanır ve amacın olguyu açıklamanın yanı sıra açıklama biçiminin de lemellendirilmesi olup olmadığı tartışmaya açılır.

Doğalcı ve bilişsele! aynını aslında bu tür bir tartışmanın sonucudur ve biz burada 'açıklamacı' yaklaşımın iki biçimi olan doğalcı yaklaşımla bilişselci yaklaşımı W.V. Quinc ile A.Goldman'ın görüşleriyle tanıtacağız. Bilginin amacı ve doğası tartışmasında ortak bir kökene sahip olan bu iki görüşün özellikle tümevarım sürecinin temellendirilmesiyle ilgili tartışmaları, konumuzun özünü oluşturmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz gibi  epistemolojinin görevi artık bizi mutlak bilgiye götürecek yöntemleri önsel olarak belirlemek değil bizi yalnızca yaklaşık doğruya götüren bilgi edinme süreçlerinin tcmellendinlmcsi ve hangi araştırma tekniklerinin ya da yöntemlerinin daha güvenilir olduğunun kararını nesneler dünyasının deneysel bilgisine başvurarak verilmesi, olarak tanımlanmaktadır.

Doğalcı yaklaşımın temsilcisi Quine'a göre epistemoloji, psikolojinin bir parçası olarak görülmelidir: bunun nedeni ise hem bilginin hem de bilginin elde edildiği düşünme sürecinin kendisi birer doğal olgudur; doğal dünyanın öteki uğraş alanları gibi epistemoloji de bilimsel olarak araştırılmalı ve açıklanmalıdır. Bilgiye nasıl ulaşmamız gerekir sorusunun yanıtı bilgiye nasıl ulaşıldığı sorusundan ayrı düşünülemez. İkinci soru psikolojinin daha doğrusu bilişsel süreçlerin incelenmesiyle yanıtlanabilecek bir sorudur. Quin'e için. bu durumda, bir betimleme işi olan ikinci sorunun yanıtı zorunlu olarak düzgüsel-kuralsal bir yanıt gerektiren birinci soruyu kendi içerisinde barındıracaktır. Bilgi edinme sürecini bir doğa olgusu gibi açıklayan ya da betimleyen bir yanıt, Quine'in doğalcı yaklaşımında, bu sürecin nasıl işlemesi gerektiğini de belirleyecektir. Bu nedenle, epistemolojinin sorunu olarak görülen "bilgi' sorunu aslında bilginin sağlandığı sürecin açıklamasını yapan psikolojinin bir sorunudur. Quine'a göre. epistemoloji psikolojinin ya da doğa bilimlerinin bölümlerinden yalnızca biridir. Uğraş alanı doğal bir olgudur, yani fiziksel bir varlık olan insandır. Epistemoloji, bu durumuyla, psikolojinin bir alt bölümü gibi doğa bilimleri içerisine yerleştirilmelidir." Epistemolojiyle doğa bilimleri arasındaki ilişki, Quine'nin sözleriyle şöyle özetlenebilir:

Doğa bilimleri içine yerleştirilmiş bir bilgi kuramı (daha açık bir söyleyişle doğa bilimlerinin bir parçası olan epistemoloji) ya da epistemoloji içerisinde zorunlu olarak yerleşmiş'doğa bilimi. Aslında bu iki tümce bir eşsöz olarak sunulmakta ve doğa bilimlerinden kopanlamayacak bir bilgi kuramı anlayışını ortaya koymaktadır. Bu yalnızca yöntemsel bir birliği göstermiyor, aynı zamanda içeriksel bir benzerliğe de atıfla bulunmaktadır. Elbette, Quine için epistemolojinin bilimselliği onun öteki doğa bilimleri gibi "açıklamaci" yanından kaynaklanmaktadır.

Doğa bilimlerinde 'açıklama" süreci varsayımsal-tümdengelimli bir mantık içerisinde oluşturulmuş kurgular ya da yöntemler olan kuramlarla gerçekleştirilir. Bilen özne ile bilinen nesne arasındaki ilişki "dışsal" bir ilişkidir; yani. deneyimle ortaya çıkarılan genel ilişkiler hem ait oldukları nesneden hem de gözlemciden bağımsızdır. Dış gerçeklik nasılsa, öznenin elde edeceği veriler de aynı olacaktır.

Bilim felsefesinde bilimsel gerçekçilik yaklaşımın temel savları olan bu görüşler epistemoloji alanında da kabul gördü ve nesneler dünyasının bilgisi konusunda doğalcı ve gerçekçi bir yaklaşımın oluşmasını sağladı. Epistemolojinin açıklamacı olması gereken amacını Quine şu sözlerle dile getiriyor:

Bu insan uğraşı jcpistcmolojij üzerinde uzlaşılmış olan ya da deneyle denetlenmiş olan girdinin kendisidir; -örneğin, ayırt edilebilen frekanslarda görülen belirli ışık örnekleri gibi- bu uğraş gel zaman git zaman elindeki girdiyi üç boyutlu dünyanın ve onun tarihinin betimlemesi demek olan bir çıktı olarak dışarı atar. Bu cılız girdi ile sel gibi çıktı arasındaki bağıntı, bizleri araştırmaya yönelten, az çok aynı nedenlerden ötürü epistemoloji de sürekli besleyen bir bağıntıdır: yani.
kanıtın kurama nasıl bağlandığını ve bir doğa kuramının eldeki kanıtı hangi biçimlerde aştığını görmek için oluşturulan nedenler...

Yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi. epistemolojinin amacı bir doğa bilimi gibi 'açıklamacılık" olarak verilmekte: bu anlamıyla da epistemoloji doğa biliminin bir parçası olmaktan çok doğa bilimlerini içine alan bir bilim olarak sunulmaktadır. Quine'mn sözleriyle, bir insan uğraşı nasıl ki cisimleri tespit edip elindeki verilerden fizik bilimim kurar, aynı biçimde epistemoloji de bizim kendi yapılandırmalarımızla ya da bizim epistemoloji uğraşımızda yüz yüze geldiğimiz
öykünmelerden oluşturulan tasarımlarla uğraşır Sorun, olguyu açıklamaktır; epistemoloji kendi bilimselliğini aynı doğa bilimi gibi bir açıklama  yaklaşım sergileyerek gerçekleştirir. Bu açıklamaci yaklaşımda epistemoloji kendine güvenilir yol olarak tümevarımı seçmek zorundadır. Çünkü. Quine'e göre tümevarımın güvenilir bir bilgi edinme süreci olduğuna inanmaktan başka çaremiz de yoktur. Tümevarım doğada bir düzenliliğin olduğunu varsayar; yöntem bu düzenlilik içinde bir yasa oluşturmayı amaçlar. Quine'a göre bu güvenilir yolu sorgulamak yararsız bir uğraştır; çünkü yapabileceğimiz en iyi şey bu düzenliliğe inanmaktır. Kendimizin yaratmadığı bir dünyada bulunmaktayız; bunun için de soran başlangıçta bilimsel olarak doğrulayamayacağımiz ama benzerlik ölçütüne dayanarak tümevarımlarla belirleyebildiğimiz doğruların, rastlantıdan ya da yazıtura atışında yazının gelmesinden daha güvenli olduğuna inanmaktır. Ancak, asıl sorun tümevarımın kendi açmazıdır. Doğadaki düzenliliğe inanmanın yeterli kanıtına ulaşmanın olanaksızlığı, bu durumda bilginin kanıtlanmasındaki olanaksızlığı da beraberinde taşımaktadır.

Quine, Hume'un açmazı insanlığın açmazıdır derken bilgiyi doğrulamakta kullanılan yöntemlerin doğrulanmasının olanaksızlığını teyit ediyor. Böylece. Quine'ci doğalcı epistemoloji olgunun açıklamasını amaç olarak ortaya koşmasına karşın, olgunun açıklanmasında kullanılan yöntemlerin doğrulanmasında kısır bir döngüden kurtulmanın olanaksızlığını görüp baştaki hedeflerinden vazgeçiyor. Bu durumda. "Bilgiye nasıl ulaşırız?" sorusu 'Bilgiye nasıl ulaşmamız gerekir'.'" sorusuyla birlikle yanıtlanmakla; ancak, 'bilgiye ulaşmakta kullanılan araçlar güvenilir midir?" sorusu yanıtsız bırakılmaktadır. Doğalcılığa bağlanmak bu durumda epistemolojide kurallandırıcı bir yaklaşımı engelliyor. Yöntemin nasıl olması sorusu kural koyucu bir epistemolojiyi gerektirmekte, bu da yöntemin güvenilirliğini belirleyen kimi bilgi doğrulama süreçlerinin haklandınlmasıyla gerçekleştirilmesi gereken bir sorudur.Bu sorunun yanıtı da çağdaş epistemolojinin diğer temsilcisi Goldman'ın tezlerinde yatıyor.

Goldman'ın tezleriyle belirlenmiş olan epistemolojiye bilişsel yaklaşım, epistemolojiyi yeniden yönlendirme çabasını bir başka açıdan gerçekleştirmek hedefi güdüyor. Daha önce sözü edilen 'Bizi bilgiye ulaştıran yöntemler ya da süreçler, bilgiye ulaşmakta kullanmamız gereken süreçler midir?" sorusuna Goldman, güvenilirlik teziyle yanıt arıyor:

Epistemolojinin temel doğrulama kavramlarının nihai amaç olarak doğru sanıyı koyduklarını düşünüyorum. Bu nedenle, epistemik kuralların, yöntemlerin, süreçlerin ya da düzenlemelerin nesnel bir değerlendirme ölçütü olarak doğruya yöneltiri bir ölçüte başvurmaları gerekmektedir.

Goldman, epistemolojinin bilgi oluşumu ya da bilgi yenilenmesi süreçlerinin psikolojik durumlar silsilesi gibi çıkarımlarla ilgilendiğini öne sürmektedir. Epistemolojinin bu türden süreçlerle ilgili olmasının nedeni yalnızca epistemik doğrulama amacından ötürüdür. Bu durumda, bir bilgi adayının doğrulanma sürecinin açıklanması epistemoloji önündeki en büyük hedef olacaktır. Sorun, ortaya konulacak doğrulama sürecinin kendisinin doğrulanması olacağından, Goldman "a göre epistemoloji öncelikle bir 'güvenilirlik kuramı" geliştirmeye çabalamahdtr. Bu kuramın başlangıç noktası öncelikle bilmek eyleminin anlamının çözümlenmesi, sonrasında bilgi kavramının çözümlemesi yoluyla doğrulama kavramım çözümlemek olacaktır. Goldman'a göre bir şeyi bilmek şu koşulla gerektirmektedir.

i) Ö.  p'y e inanıyor,
ii) Ö' nün p'ye olan inancı haklandırılmıştır (ya da doğrulanmıştır),
iii) p doğrudur,
iv) Ö'nün p'ye olan inancı güvenilir bilişsel süreçler yoluyla oluşmuştur.

İlk üç koşul bir bilgi adayının biigi değeri görebilmesi için epistemolojide daha önce dile getirilmiş koşullardır, ancak dördüncü koşul Goldman'ın güvenilirlik teziyle bağlantılı olan bilgiye ulaşılmakta ve bilgiyi doğrulamakta kullandığımız süreçlerin yapısıyla ilgili koşuldur. Bilginin nasıl doğrulandığına verilen yanıt şöyledir:

Ö'nün bir z anında p'ye olan inancının doğrulanması demek:

a) Ö'nün bir z anında P ye olan inancına sağlam bir doğrulama kuralları sistemi olanak vermiştir;
b) Bu olanaklılık, Ö'nün z anındaki bilişsel durumuyla ters düşmemiştir .

Ancak, bu durumda bir sistemin sağlamlığının ne demek olduğu açıklanmalıdır, bunun için de Goldman başka bir çerçeve daha çizmek zorundadır. Bu da bir sistemi güvenilir kılan koşulların tanımlanmasıdır: Bir doğrulama kuralları sistemi olan D'nin sağlam olması. D'nin belirli (temel) psikolojik süreçlere olanak tanıması ile bu süreçlerin kullanılması sonucunda yüksek bir yüzdede doğru bilgiye ulaşılmış olması demektir. Goldman'a göre, eğer belirttiği güvenilirlik ölçütü anlamında güvenilir tümevanmsal süreçlere sahip olmamız mantıkça olanaklıysa, bu tümevarımsal süreçler içerisinde doğrulanmış bilgiye sahip olmamız da olanaklıdır. Burada gözden kaçmaması gereken nokta. Goldman'ın yaklaşımında bilginin doğrulanmasının güvenilirlik kavramıyla açıklanması durumudur.

Goldman, doğrulama kavramını bilgiye yöneltmekte, ancak bilginin değerlendirilmesini bilgiyi oluşturan süreçlerin değerlendirilmesinden çıkarmaktadır. Mantığın hangi süreçlerin daha uygun olduğunu tek başına belirleyemeyeceğine göre; doğrulama, bilginin elde edildiği bilişsel süreçlerin değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu nedenle, Goldman için epistemolojinin uygun bir doğrulama sürecine ulaşabilmek için bu süreçleri incelemesi gerekmektedir.

Tümevarım sorununa yeniden dönersek, Quine yalnızca doğal olguların tek gerçeklik olduğu savından yola çıkarak epistemolojinin öteki deneysel bilimler gibi bir uğraş alanı olduğunu: diğer bilimlerdeki gibi bir kuramsallaştırma amacının epistemoloji için de geçerli olduğunu ileri sürmektedir, Hangi yöntemlerin doğru bilgiye ulaştırabileceği sorunu bir değer sorunu (bir kural koyma sorunu) olmakla birlikte bir olgu soaınudur da. Bu durumda, her iki sorun da aynı noktadan yanıtlanabilecek somların karşılığıdır. Quine için hangi yöntemlerin daha uygun olduğu ya da hangi yöntemleri kullanmamız gerektiği sorusuna aranacak yanıt boşunadır. Biz kuramlara nasıl ulaştığımızı açıklayamasak da ortada elimizde olan doğru kuramlar vardır. Bu durumda, doğada niye düzenlilik olduğu sorusu kısır bir sorudur, çünkü neyin doğru yanıt sayılacağını söylemek olanaklı değildir. Quine'a göre, tümevarımın güvenilirliğim tartışmak anlamsızdır, çünkü elimizde daha iyi bir yöntem yoktur; tümevarım şimdiye dek etkili bir yöntem olduğunu gösterdiğine göre, onu kanıtlama çabasına gerek yoktur. öte yandan, Goldman tümevarım sürecinin bizi doğrulanmış bilgiye ulaştırdığını çünkü güvenilir bir tümevarım sürecine sahip olmamızın olanaklı olduğunu ileri sürmektedir. Tümevarımın güvenilir olduğunu, Goldman geleneksel tümevarım sorununu iki parçaya ayırarak yanıtlamaya çalışmaktadır. İlki tümevarıma dayandırılmış doğru bilgiye sahip olup olamayacağımız sorunu; ikincisi de tümevarıma dayandırılmış doğru bilgiye sahip olabileceğimizi haklandırabilecek bilgiye sahip olup olmama sorunu. Yani, önce tümevarımın doğru bilgiyi sağladığına inanmak, sonra da bu inancın doğruluğuna inanmak! Goldman sorunun ilk parçasının yanıtının zor olmadığını belirtmektedir: Sürece giren bilginin doğru olması durumunda süreçten çıkan bilginin de doğru olacağı bir tümevarım sürecine Sahipsek, bu durumda bu süreç bir D-kurallan sistemi tarafından olanaklı (ya da uygun) kılınmış bir süreç olacaktır. Böylece, süreçten çıkan bilgiler sürece giren bilgiler doğrulandığı ölçüde doğrulanmış olacaktır. Sorunun ikinci parçası tümevarımın doğrulanmış bilgi verdiğinin kanıtlanması} la (ya da doğrulanmasıyla) ilgili olan bir ikinci düzey sorusudur. Goldman'in buna yanıtı şöyledir:

Eğer biz bu süreci güvenilir kılan kimi koşullan başlangıçta bir çerçeve içerisine almazsak ne bir bilginin doğrulanmasına gerek kalırdı ne de tümevarımın tartışılan gücünü vine aynı tümevarım sürecinin bir sonucu olarak doğrulamaya çalışırdık. Eğer tümevarım süreci sağlam bir kurallar sistemince olanaklı kılınmış (ya da uygun bulunmuş) ise, o zaman olanaklı kılınmış aynı süreç kendi başarılı geçmişinde bulunana bilginin doğrulanmasına da uygulanabilir; sonra da bu sürecin genel olarak başarılı (güvenli) bir süreç olduğu sonucu çıkarılabilir. Bundan da bu süreci sağlam kuralların olanaklı kıldığı sonucu uygun bir biçimde çıkarsanabilir. Goldman'in yaklaşımındaki temel düşünce, eğer bir sürecin belirli bir sağlam kurallar sistemi sonucunda olanaklı (uygun) olduğu ortaya çıkarsa, bu olanaklılığın (uygunluğun) sürecin kendi performansını, kendi olanaklılığını da içine alan bütün sorgulama alanı için de geçerli olması gerekir.

Goldman'ın çizdiği bu çerçeve, tümevarımın kanıtlanması sorununa sağlam bir doğrulama kuralları sisteminin uygunluğunu başka bir uygunluk ölçütü, bunun için de yine başka bir uygunluk ölçütü vererek kendi içinde dönmektedir.

Sonuç olarak, çağdaş epistemolojide tümevarım sürecinin bilgi elde etmekte en güvenilir araç olduğu savını kanıtlama çabası en baştaki betimleyici yaklaşımdan kurtulamamaktadır. Doğalcı yaklaşımda, epistemolojinin görevi açıklama olarak sunulurken, açıklanan olarak da ortada bulunan şey bilginin elde edilmesi olmaktadır. Aslında, yalnızca bilip bilmediğimizi değil, bilmemizin olanaklı olup olmadığını da sorgulayan çağdaş yaklaşım, sorunun yanıtım yalnızca psikolojik süreçlerin, psikolojik olguların incelenmesinde aramaktadır. Bu durumda, felsefenin ve psikolojinin alanını oluşturan başta değindiğimiz soruların yanıtı epistemolojide betimleyici, aynı zamanda açıklayıcı bir yaklaşımı göstermekte; üçüncü sorunun kurallandmcı olması gereken yanıtı göz ardı edilmektedir. Doğalcı yaklaşım, ne bir doğrulama kuramı oluşturmakta ne de tümevarım sorununun çözümüne bir katkı sağlamaktadır. Goldman, çizdiği güvenilirlik çerçevesiyle geleneksel tümevarım sorununun çözüldüğünü savunmakta, ancak döngüsellikten kurtulamamaktadır.

Tümevarımın güvenilir olduğunu tümevarımı kullanarak yanıtlayabileceğimiz! ileri süren Goldman, tümevarımın güvenilir bir süreç olmadığı iddiasının tümevarım aracılığıyla yapılamayacağını söylemektedir. Goldman'a göre, bu aynı, modus portemi kullanarak modus ponensin geçerliliğine ilişkin inancın kanıtlanamayacağını söylemek olur. Ancak tümevarımın temel sorunu da tam bu noktadadır. Tümevarımla doğru bilgiye ulaşmanın olanakli olup olmadığı sorunu biçimsel bir çıkaran sorunu olmayıp Goldman'ın kendi deyimiyle, yüksek yüzdede doğru bilgi veren bir sürecin güvenilirliğinin kanıtlanması sorunudur. Eğer. tümevanmın güvenilir olmadığı yine tümevarım kullanarak kanıtlanamazsa. güvenilir olduğu da tümevarım kullanarak kanıtlanamaz. Çünkü sorun tümevarımla biçimsel olarak geçerli bilgiye ulaşmaktan öte içeriksel anlamda doğru bilgiye ulaşmak sorunudur. Bu durumuyla, Goldman'ın görüşünün tümevanmın haklandınlması için yeterli yanıtı oluşturmadığı, yalnızca tümevanmın haklandırılmasının yapılıp yapılamayacağı sorusunun bir tekrarı olarak kalmaktadır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP